bir kızı bozup terketmek günahı
Turkish Occupation. Actor. Years active. 1956-2011. Ekrem Şerif Bora (born 7 March 1934, Ankara - died 1 April 2012, Istanbul) is a cinema and series player.
TUZAKKURANLARIN EN HAYIRLISIDIR! Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor: "Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler. Eğer sabreder, Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır."
ƏslənƏrdəhanlı avşarlar nəslindəndir. Gənc ikən Mehmet Tecirli ilə ailə həyatı qurub. Sonradan onlar boşanıblar. "Bulvar" qəzetinin təşkil etdiyi "Kainat Gözəllik Yarışması"nda birinci yeri tutub ( 1982 ), lakin evli olduğu məlum olduqda tacı geri alınıb. [2] 1983 -cü il Hülya Avşarın həyatında dönüş
Belaltıfıkralar dikkat öldürür!!! (+18!!!) Gezginin biri çölde yürürken yerde çırılçıplak yatan bir adam görmüş. Orada ne yaptığını sormuş. Adam "Ben saatim." demiş. "İyi o zaman söyle bakalım saati." demiş gezgin. Adam bir penisine bakmış, bir gölgesine.. bir penisine bakmış, bir gölgesine.. 15.03 demiş
Bir sonraki sene olunca Allah'ın Rasûlü (sa) ve ashabı bir önceki yıl yapamadıkları umrenin kazası için hazırlandılar. Bir taraftan da müşriklerin sözlerinde durmayıp onları Mescid-i Haram'a sokmıyacaklarından ve kendileriyle savaşacaklarından korkuyor, Harem'de ve haram ayda savaşmayı da kerih görüyorlardı.
Site De Rencontre Gratuit Et Sérieux Belgique. Cezâsız kalmayan büyük suçları, Hafız Zehebî Hz.’nin güzel bir üslûp içinde kat’î delillerle beyan edilmiş olan KİTÂBÜ’L KEBÂİR isimli eserinden kısaltıp sâdeleştirerek müslümanların istifâdesine sunmuş bulunuyoruz. Arapça’da kebîre çoğulu kebâir kelimesi ile ifade edilen büyük günah, bozgunculuğa sebep olan, hakkında tehdit edici bir nas âyet ve hadis bulunan, işleyenin dünyada veya âhirette cezalandırılmasına sebep olan büyük suçlar ve davranışlara denir. Büyük günahların en büyüğü Allah’a şirk koşmak ve O’nu inkâr etmektir küfür. Büyük günahların neler olduğu konusunda hadislerde çeşitli bilgiler vardır. Peygamberimiz bir hadisinde, “Size büyük günahların en büyüklerinden haber vereyim mi? Onlar Allah’a ortak tanımak, ana babaya itaatsizlik ve yalancı şahitliktir” Buhârî, “Edeb”, 6; Müslim, “Îmân”, 38; Tirmizî, “Tefsîr”, 5 buyurmuş, bir başka hadislerinde “Mahveden yedi günahtan sakınınız. Onlar Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, ribâ faiz, savaştan kaçmak, iffetli ve iman sahibi bir kadına zina iftirasında bulunmaktır” Buhârî, “Vesâyâ”, 23; Müslim, “Îmân”, 38; Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 10 diyerek, büyük günahların yedi tanesini zikretmiştir. Bir başka hadiste büyük günahların sayısı dokuz olarak belirtilmiş, ana babaya itaatsizlik ve Mescid-i Harâm’da yapılması yasak bir fiili işlemek de bunlara eklenmiştir Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 10. Kalbinde inancı olduğu halde inancını diliyle söyleyen, fakat çeşitli sebeplerle ameli terkeden, dolayısıyla şirk ve küfür dışındaki büyük günahlardan birini işleyen fâsık ve fâcir kimse, işlediği günahı helâl saymıyorsa mümindir, kâfir değildir. Fakat büyük günah işlediği için ceza görecektir. Ancak bu kimse için tövbe kapısı açıktır. Yüce Allah böyle bir kimseyi âhirette dilerse affeder, şefaat olunmasına izin verir, dilerse günahı ölçüsünde cezalandırır. Neticede ise, kalbinde inancı bulunduğu için cennete girdirir. Sahâbîlerden Ebû Zer el-Gıfârî’nin anlattığına göre, Hz. Peygamber “Allah’tan başka hiçbir Tanrı yoktur deyip de bu inancı üzere ölen kimse cennete girer” buyurmuş, Ebû Zer, “O kişi zina yapsa, çalsa da mı?” diye sormuş, “Evet, zina yapmış, hırsızlık etmiş de olsa cennete girer” cevabını vermiştir. Ebû Zer soruyu üç kez tekrar edip aynı karşılığı alınca, dördüncü sorusunda Allah elçisi, “Ebû Zer bu durumdan hoşlanmasa bile o kimse cennete girer” buyurmuştur Buhârî, “Tevhîd”, 33; “Rikak”, 16; Müslim, “Îmân”, 40; Tirmizî, “Îmân”, 18. BÜYÜK GÜNAHLAR 1 – Şirk Allah’a ortak koşmak En büyük günah… Akıllıya yakışan; şerrinden sakınmak ve bu cinayetten uzak kalmaktır. Taş, tunç ve topraktan yapılmış cansız cisim ve ve şekilden ne umulur?!. Âyet-i Celîle “Allah kendisine eş tanıyanın günâhını affetmez. Şirkten başka günahları, dilediği kimse için affeder.” S. Nisâ 116 Hadis-i Kudsî “Benimle başkasını ortak edip amel işleyenin ameli bana değil, ortak ettiğine âittir. Ve ben ondan berîyim.” Müslim Tüyler ürperten şu ilâhî tehditler tesir etmezse insan aceb ne ile ikâz edilir?!. Hadis-i Şerif “Allahü Teâlâ kıyâmet günü bâzı insanların Cennet’e götürülmelerini emreder. Onlar Cennet’e yaklaşıp kokusunu koklar, Cennet’in saraylarını ve Allah’ın ehl-i cennet için hazırladıklarını görürler. O anda Onları geri çevirin, çünkü onların Cennet’ten nasipleri yoktur!» denilir. Onlar, öyle bir hasret ve nedâmetle dönerler ki, ne geçmiş ne de gelecekte, kimse böyle bir nedâmet ve hasretle dönmemişdir. Onlar “Allahım! Dostların için hazırladığın nimetleri göstermeden bizi Cehennem’e koysaydın bu kadar acı duymazdık” derler. Cenâb-ı Hak da “Siz yalnız kaldığınızda kibirlenir bana baş kaldırırdınız. İnsanlarla karşılaştığınız zaman itâatkâr görünür, halktan korkardınız. Hak’tan korkmayanlara saygı gösterir de bana tâzim etmezdiniz. İnsanların hatırı için bazı şeylerden vazgeçer de benim için günahları terk etmezdiniz. Ben de sizi bu büyük mükâfâttan mahrum bıraktım da bu acı azabı tattırdım” buyurur.” Taberânî 2 – Katil Adam Öldürmek Âyet-i Celîle “Kim bir mü’mini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere Cehennem’dir. Allah da ona gazab ve lânet etmiş ve onlar için büyük azap hazırlamıştır.” S. Nisâ 93 Katlin en şiddetlisi insanların inanç ve ahlâkını bozup da ebedî cehennemlik etmekdir ki bu, Fira-vun’un katlinden eşeddir. Hadis-i Şerif “Bir mü’mini öldürmek Allah indinde dünyanın yıkılmasından büyüktür.” Neseî İmanlı olan, bu suça kolay cüret etmez; müslüman müslümana tetik çekmez… Hadis-i Şerif “Kâfir olarak ölenle, bir müslümanı haksız yere öldüren hariç her günahın affı Allahü Teâlâ’dan ümit edilir”. 3 – Sihir Yapmak Âyet-i Celîle “Süleyman peygamber aslâ kâfir olmadı; fakat o şeytanlar başkalarına sihri öğrettikle-rinden kâfir oldular.” S. Bakara 102 Hadis-i Şerif “Sihirbazın cezası kılıçla öldürülmektir.” Tirmizî Veheb bin Münebbih Rh. A. eski kitaplardan birinde şöyle okudum diyor “Allahü Teâlâ buyurur Benden başka ibadete müstehak varlık yoktur. Sihir yapan, yaptıran, falcılık yapan, fal baktıran, kuş ve benzeri hayvanların hareketlerinden uğursuzluk çıkaran benden uzaktır.»” Hadis-i Şerif “Nefes etmek, temîme yapmak göz değmesi için boncuk takmak, tivâle her çeşit sihir yapmak şirktir.” İbni Mesud 4 – Namazı Terketmek Âyet-i Celîle “Sonra arkalarından öyle bir nesil geldi ki namazı zâyî ettiler bıraktılar, şehvetlerine uydular. İşte bunlar azgınlıklarının cezasını çekeceklerdir.” S. Meryem 59 Düşünen dehşete düşer, uyanır, kendisine düzen verir… Hadis-i Şerif “Kıyamet günü kulun ilk hesabı namazdan başlar. Eğer namazı tamamsa kurtulur, noksansa mahrum olur, hüsranda kalır.” Tergîb Hz. Ömer nakletmiştir “Hz. Peygamber biri, Yâ Rasûlallah, islâmda Allahü Teâlâ’nın en çok sevdiği amel nedir?» dedi. Resûlüllah Vaktinde kılınan namazdır. Kim namazı terk ederse onun dini yoktur. Namaz İslâm dininin direğidir” buyurdu”. Beyhakî Hadis-i Şerif “Meşrû bir mâzeret olmadan iki namazı birleştiren kılmayan kimse büyük günahlardan bir kapıya girmiştir.” Hâkim Hadis-i Şerif “Çocuklarınıza yedi yaşında namazı emredin. On yaşına geldiğinde kılmazlarsa döğün!” Ebû Dâvud İmam-ı Şâfiî eshâbından bâzıları bu hadis-i şerife istinâden “Namazı terk eden yetişkin kimseyi öldürmek lâzımdır. Çünkü namazı terk eden küçükler dövüldüğüne göre bâliğ olduktan sonra terk edenin cezası daha ağır olmak îcâb eder. Dövülme cezasının ötesinde de ölüm cezası vardır” dediler… 5 – Zekât Vermemek Âyet-i Celîle “Zekât vermeyen müşriklerin vay haline!” S. Fussilet 6 Hadis-i Şerif “Altın ve gümüşü olup da zekâtını vermeyen-lerin o altın ve gümüşler levhalar halinde Cehen-nem’de kızdırılıp sahibinin yüzü, yanları ve sırtı onlarla dağlanacak, soğudukça tekrar kızdırılıp elli bin sene Allahü Teâlâ halk arasında hükmünü verene kadar bu hal tekrarlanacak ve hüküm verilince o, ya Cennet’e veya Cehennem’e götürü-lecek.” Buhârî-Müslim Hadis-i Şerif “Şu beş günah karşılığında beş çeşit ceza verilir 1- Bir millet ahdini bozarsa ilâhî hükümlere uymazsa Allah onlara düşmanlarını musallat eder… Belânın en büyüğü düşman çizmesidir… 2- Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeder-lerse aralarında fakirlik başgösterir. Maddî mânevî fakirlik büyük musîbet… 3- İçlerinde hayâsızlık yayılırsa çeşitli sebeblerle ölüm çoğalır… Görülmeyen şey değil… 4- Ölçü ve tartıda hile yapılırsa kuraklık olur, nebatlar bitmez, mahrumiyet başlar. 5- Zekât vermedikleri zaman yağmurlar kesilir.” Taberânî 6 – Özrü Yokken Ramazan Orucunu Terketmek Âyet-i Celîle “Ey İman Edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı yazıldı.” S. Bakara 183 Hadis-i Şerif Kim Ramazan-ı Şerif’de özürsüz olarak bir gün oruç yerse ömrünün sonuna kadar oruç tutsa da o bir günün ecrine eremez… Tirmizî İbni Abbas şöyle söylediği rivayet edilmiştir “İslâmın tutunacak kopmayan kulpları üçtür Allah’dan başka ilâh olmadığına şehadet etmek, namaz kılmak, Ramazan-ı Şerif’de oruç tutmaktır. Kim bunlardan birini kasden terk ederse kâfirdir…” Hadis-i Şerif “İslâm beş temel üzerine bina kılınmıştır Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek ve Ramazan-ı Şerif’de oruç tutmaktır.” 7 – İmkânı Varken Hac Vazifesini Terketmek Âyet-i Celîle “Haccetmeğe yol bulabilenlerin gücü yetenle-rin Beyt’i Kâbe’yi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” S. Âl-i İmrân 97 Bir müslüman Hâlik’ının hakkına riâyet etmezse ya neye riâyet eder?… Hayâ sâhibi bunu bilir de sonunu düşünür… Hadis-i Şerif “Allah’ın evine Beyt-i Haram’a gitmek için azık ve binek gibi şeylere mâlik olup da hacca gitmeyen kimse ister yahûdi ister hristiyan olarak ölsün!” Tirmizî-Beyhakî Bunlara şefâatim yok. Âkıbetleri de korkunç-tur demek olur… Hz. Ömer “İçimden öyle geçiyor ki, İslâm beldelerine adamlar göndereyim; araştırsınlar ve gücü yetip de hacca gitmeyenlere cizye gayri müslimlerden alınan vergi yüklesinler. Çünkü onlar müslüman değildir” demiştir… İbn-i Kesîr 8 – Ana-Baba Haklarına Alâkasız Kalmak Âyet-i Celîle “Rabbin Kendinden başkasına kulluk etmeyin, ana ve babanıza iyi muâmele edin» diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse onlara Öf» bile deme, onları azarlama, onlara güzel muâmele et ve acıyarak tevazu kanatlarını ser; yani, avcı eline düşmüş, kurtulmak ümidinden mahrum, kanat-larını sermiş kuş gibi ol!.. Ve Yarabbî onlar beni küçükken nasıl koruyup terbiye ettilerse Sen de onları esirge!» de!” S. İsrâ 23-24 İman sâhibi bir müslümana bu âyet-i celîleyi anlamak yeter ve kendi kurtuluşuna kâfî gelir. Hadis-i Şerif “Allah’ın rızası ana ve babanın rızasında, Allah’ın gazabı da ana babanın öfkesindedir.” Tirmizî Rasûlüllah’ın hiç bir şüpheye ihtimali olma-yan şu haberinden uyanmayan bedbahd kendisini nasıl kurtarır?.. Hadis-i Şerif “Size günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, ana ve babaya âsî olmak-tır.” Tirmizî Uyanık müslüman anlar, günahın büyüklüğü şirkle beraber beyan buyruluyor… Hadis-i Şerif “Dört kişiyi Cennet’ten mahrum etmek ve nimetlerinden tattırmamak Allah’ın kendi üzerine vacib kıldığı bir haktır. Meğer ki tevbe edeler 1- İçkiye devam eden, 2- Faiz yiyen, 3- Haksız olarak yetim malı yiyen, 4- Ana babasını üzen…” Hâkim Zamâne evlâtlarına Rasûlullah’dan haber… Hadis-i Şerif “Üç kimsenin duâsının kabulünde şübhe yoktur 1- Mazlumun duâsı, 2- Misafirin duâsı, 3- Ananın evlâdına olan duâsı…” Tirmizî Veheb b. Münebbih “Allahü Teâlâ Musa vahiy buyurmuş ki “Ey Mûsâ! Ana ve babana ziyâde hürmet et! Kim ebeveynine hürmet ederse ömrü uzar, çocuğu da kendisine itâat eder. Kim de ana babasına isyan ederse, ömrü kısalır ve evladı da ona itaat etmez…” Haberde gelmiştir “Ana babasına âsî olan kimse kabre konul-duğunda mezar onu öyle sıkar ki kemikleri birbirine geçer….” Suçlunun cezâsı kabirde başlar, ilâhî intikam-dan kurtulamaz… 9 – Akrabâya Yardım ve Alâkayı Kesmek Sıla-i Rahmi Terketmek… Âyet-i Celîle “… Akrabalık bağlarını kesmekten sakı-nın!..” S. Nisâ 1 Dikkat etmeli. İlâhî ferman! İnsan sözü değil.. Hadis-i Şerif “Akrabalık bağını koparan, Cennet’e giremez.” Buharî- Müslim Büyük suçların cezâsı cehennem ateşidir… Hadis-i Şerif “Bir kimse, zayıf fakir yakınları bulunur da onlara yardım etmez ve sadakalarını başkalarına verirse, Allah onun sadakasını kabul etmez, kıyâmet günü de ona itibar etmez…” Taberânî Hak sâhibine değil de gözüne giren, dalkavukluğu bilen usta insanlara veren kişi, sonunu iyi düşünsün… Hadis-i Şerif “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman etmişse sıla-i rahimde bulunsun.” Münzirî Nikâh düşmeyen, uzak ve yakında bulunan akrabasını ziyaret etsin, demekdir… Hadis-i Şerif “Allah’ın rahmeti, içlerinde akraba ziyâretini kesen birinin bulunduğu topluluğa inmez!” Böyle bir musîbet de o insanlara yeter. Dikkat ister. Suç husûsî, cezâ umûmîdir… Hz. Hüseyin oğlu Zeynelâbindin’e nasi-hatinde “Oğlum! Akraba ziyâretini kesenle arkadaş olma! Çünkü, ben o kişinin Kur’ân’ın üç yerinde lânetlendiğini tesbit ettim” demiştir… Bu işin ehemmiyeti daha nasıl anlaşılır?… Sılâ-i Rahimde ziyâreti vacib olan akraba, kendisine nikah düşmeyen yakınlıkta olanlardır… 10 – Zinâ Etmek Âyet-i Celîle “Zinâya yaklaşmayın! Çünkü o şübhesiz hayâsızlık ve kötü bir yoldur.” S. İsrâ 32 Âyet-i Celîle “Zinâ eden kadın ve erkekten her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara dinin hükümlerini tatbik hususunda acımayın…” S. Nur 2 Allahü Teâlâ’nın acımayı yasak ettiği bu kişilere insaf değil irşad yolu aranır… Hadis-i Şerif “Zinâ eden, mü’min olarak zinâ etmez; çalan çaldığı anda mü’min olarak çalmaz, içki içen de içtiği vakit mü’min değildir…” Buhâri Hadis-i Şerif “Kul zinâ yaptığı zaman kendisinden iman çıkar, başı ucunda bir gölge gibi bekler, sonra tekrar ona döner…” Ebû Dâvud – Tirmizî – Beyhakî Bir de herkesin bilmediği cinâyet derecesi büyük olan göz zinası var ki, bu zamanda ondan ancak Allah’ın koruduğu kimseler kurtulur. Cenâb-ı Hakk’ın Musa gönderdiği on emirden biri “Hırsızlık yapma, zinâ etme! Yoksa cemâlimi sana göstermem!” beyânı idi… O Peygamber-i Âlîşân’ın şahsına vâkî olan bu ilâhî emir bütün insanlara şâmildir… 11 – Livâta Âyet-i Celîle “Vaktâki azab emrimiz geldi, o memleketin altını üstüne getirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş üzeri yazılı taşlar yağdırdık ki, onlar Rabb’inin indinde damgalanmışdı. Onlar zâlimler-den uzak değildir.” S. Hûd 83 Ne büyük cinayet ki bu fiili işleyenler Rabbı tarafından damgalanmış ve gazaba uğrayan zâlimler-den olmuşlar… Hadis-i Şerif “Lût kavminin yaptığı işi yapanları görürseniz, yapanı da yaptıranı da öldürünüz.” İbni Mâce Hükümdeki dehşet ve şiddet anlayana yeter. İbni Abbas “Tevbe etmeden ölen livâta-cı, mezarında domuz suretine döndürülür” buyur-muş… Her ferd hak etdiği âkıbeti görür, başka değil. Kadına arka uzvundan yaklaşmak da livâta hükmündedir. Ebû Hüreyre rivâyet ettiği hadis-i şerifte Rasûlüllah şöyle buyurdu “Kadına hayızlı iken veya arka uzvundan temas eden, lânete uğramıştır.” İmam Ahmed – Ebû Dâvud İnsanlar içinde lânete uğrayandan daha bedbaht kim olabilir!.. 12 – Fâiz Âyet-i Celîle “Ey İman Edenler! Ribâyı fâizi katkat artırılmış olarak yemeyin. Allah’dan korkun ki, felâh bulasınız.” S. Âl-i İmrân 130 Mevlâ’nın men ettiği işten uzak duran, felah bulur. Hadis-i Şerif “Mirac gecesi yedinci kat semada başımın üstünde şimşekler çakıyor, gök gürlüyordu. Ve mideleri evler gibi büyük, içlerinde yılan ve akrep dolu, dışlarından içleri görünen kimseler gördüm. Cebrâil’e bunların kimler olduğunu sordum. Fâiz yiyenlerdir» dedi…” İmam Ahmed, İbni Mâce ve İsfehânî Haramla beslenen bedenin âkıbeti, içine akreb doldurmakdır… Hadis-i Şerif “Faiz suçu, yetmiş türlü büyük günaha denktir. Bunların en hafifi kişi anası ile evlenmek kadar suçtur.” Taberânî İnsâfı olan anlar da nefsine zulmetmez… İbni Mes’ud “Bir memlekette zinâ ve faiz yaygınlaşıp alenî yapıldığı zaman Cenâb-ı Hak o memleketin helâkına izin verir.” buyurdu. Suç işlemek felâket için gün beklemektir… 13 – Yetim Malı Yemek Âyet-i Celîle “Haksız olarak yetim malı yiyenler karınla-rına ancak ateş doldurmuştur. Onlar şiddetli ateşe gireceklerdir.” S. Nisâ 10 Âyet-i Celîle “Rüşde erişinceye kadar yetimin malına muhafaza maksadından başka bir sûretle yaklaş-mayın.” S. En’am 152 Hâmîsi Hak Teâlâ olan bu işe yaklaşmak, büyük cüret ve bir nevî cinnettir… Hadis-i Şerif “Mirac’da bir takım kimselerin bazılarına musallat olup, kiminin derilerini kopardıklarını, kiminin de ateşten kayaları ağızlarından sokarak altlarından çıkardıklarını gördüm. Cebrâil’e bunla-rın kim olduğunu sordum. Bunlar yetim malı yiyenlerdir» dedi.” İbn-i Kesir an Ebî Hâtim İlâhî yasaklara yaklaşanların sonları budur… Ebû Kerim es-Süddî Tefsirinde “Haksız olarak yetim malı yiyen; Kıyâmet günü ağzından, burnundan, kulaklarından ve gözlerinden ateş fışkı-rarak haşrolunur ve onu görenler Bu kimse dünyada yetim malı yiyendir» derler” demiştir. Ebu’d-Derdâ nasihat isteyen birine “Yetime acı, onu kendine yakın tut, yediğinden yedir. Çünkü, Resûlullah Efendimiz Kalbinin yumuşamasını istersen yetime yakın ol, başını okşa, yediğinden yedir! Hem kalbin yumuşar hem de hâcetlerin görülür» buyurdu” demiştir. Taberânî Davud münâcâtında “Yâ Rabbî, rıza-i ilâhîn için yetime ve dul kadına yardım edenin mükâfâtı nedir?” dedi. Allahü Teâlâ “Benim rah-met gölgemden başka bir gölgenin bulunmadığı günde, onu gölgelendirmemdir.” buyurdu. Hududsuz rahmetin kula imdâdı büyük nimet, sonsuz saâdettir. 14 – Allah ve Resûlü Adına Yalan Söylemek Âyet-i Celîle “Allah’a yalan söyleyenlerin yüzlerini kıyâ-met günü kapkara göreceksin.” S. Zümer 60 Yalancıların yüz karası, zillet olarak onlara yeter… Hadis-i Şerif “Bana karşı yalan söyleyen kimse için Cehen-nem’de bir ev yapılır.” Buharî-Müslim Mevlâsına nankörlük eden ateşle ağırlanır… Hadis-i Şerif “Kim benim adımı vasıta ederek yalan söylerse Cehennem’deki yerine hazırlansın.” Müslim Asilerin yeri ateş, mutîlerinki cennettir. Misâl İlâhî kelâmla alakası yokken, “Allahü Teâlâ’nın emri böyledir”, demek veya Resûlullah’ın beyânı değilken “Bu hadîs-i Peygamberîdir” demek küfre kadar götürür, demişler… 15 – Cebheden Kaçmak Âyet-i Celîle “Ey İman Edenler! Kâfirlerle karşılaştı-ğınızda onlara arkanızı dönüp kaçmayın. Tekrar muharebe için bir tarafa çekilen veya diğer bir fırkaya ulaşıp mevkî tutan müstesnâ olmak üzere, kim harbden kaçarsa muhakkak Allah’ın gaza-bına uğramıştır ve onun yeri Cehennem’dir. O, ne kötü bir dönüştür.” S. Enfal 15-16 Hadis-i Şerif “Helâk eden yedi şeyden sakının 1- Allah’a eş tutmak, 2- Haksız olarak adam öldürmek, 3- Faiz yemek, 4- Yetim malı yemek, 5- Harbden kaçmak, 6- Sihir yapmak, 7- Temiz mü’min kadınlara iftira etmek.” Buhârî – Müslim Zîra harbden firar etmek kaçmak Gel Ey Düşman! Dinime, devletime, namusuma, iffetime istediğin kötülüğü yap!» demekdir ki, dünyâda zillete, âhirette cehenneme râzı olmakdır… İbni Abbas “Cenâb-ı Hak önceleri yirmi mü’minin ikiyüz düşmandan kaçmasını yasaklaş-mıştı. Sonra bunu hafifleterek yüz mü’minin ikiyüz düşmandan kaçmasını yasaklamıştır.” demişler… 16 – İdarecinin Halka İhânet ve Zulmü Âyet-i Celîle “İnsanlara zulmedenlere, yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulsun İşte elem veren azab bunlar içindir.” S. Şûrâ 42 Zâlim katiyyen cezâsız kalmaz, zulmünün cezâsına çarpılır… Âyet-i Celîle “O zalimlerin yaptıklarından Allah’ı gafil zannetme! O bunları gözlerin şaşkınlıktan bele-rip kalacağı bir güne bırakıyor…” S. İbrahim 42 Hadis-i Şerif “On kişiye baş olan kimse kıyâmet gününde elleri boynuna bağlı olarak getirilir. Ya adâleti onu serbest bıraktırır, ya da zulmü onu helâke götürür…” İmam Ahmed b. Hibbân Nefse uyup da insanların başına yırtıcı canavar yâ da mağrur firavun kesilenlerin haberi verilmiş… Allahü Teâlâ kullarına tevâzû, adâlet ve rıfk ile muâmele edilmesini sever ve bunları iki âlemde azîz eder… Hadis-i Şerif “Allah her kimi bir kavmin başına idareci kılar da o kişi nasihatlarıyla halkı muhâfaza etmezse Allah ona Cennet’i haram kılar…” Buhâri Bir milletin idâresiyle mükellef olan kişi, her hususda hâmî ve şefkatli peder makamındadır. Vazîfesinde ihmalse cehenneme sebebdir… Hadis-i Şerif “Benden sonra fâsık ve zâlim idâreciler gelecek. Onların yalanlarını doğrulayan ve zulüm-lerine yardım eden benden değildir, ben de ondan değilim. Ve o kimse Kevser havzına ulaşamıyacak-tır.” Tirmizî Ömer bin El Muhacir “Ömer b. Abdilaziz bana Benim haktan saptığımı görürsen elini yakama koy ve “Ey Ömer ne yapıyorsun?” diye ikaz et» demişti.” diyor… Hazret-i Fârûk’un Hakdan ayrılsam beni kılıçlarınızla doğrultun» sözü de herkesce mâlûm-dur… 17 – Kibir Âyet-i Celîle “İnsanlardan yüzünü çevirme! Yeryüzünde şımarık yürüme! Zira Allah kendini beğenen kibirliyi sevmez.” S. Lokman 18 Âyet-i Celîle “Hakikat o Allahü Teâlâ büyüklenenleri sevmez.” S. Nahl 23 Zîrâ kibir ve azamet yalnız Zât-ı ilâhîye mahsusdur… Hadis-i Şerif “Üç kişiye Allahü Teâlâ rahmet nazarıyla bakmaz, onları temize çıkarmaz affına mazhar kılmaz ve onlar için elem verici azap vardır 1- Eteklerini sürüyerek kibirle yürüyen, 2- Yaptığı iyiliği başa kakan, 3- Yalan yeminlerle kazanç temin eden…”Ebû Dâvud Hadis-i Şerif “Cehennem’e ilk girecek üç kimse 1- Zâlim idareci, 2- Zekât vermeyen zengin, 3- Kibirlenen fakirdir.” Fakirin kibretmesi zengi-ninkinden daha çirkindir. Münzirî Hadis-i Şerif “Size Cehennemlikleri haber vereyim mi? Kaba, haşin, hayırdan men’eden, salınarak kibirle yürüyen kimselerdir.” Buharî-Müslim 18 – Yalancı Şahidlik Yapmak Âyet-i Celîle “Onlar yalan şahidlik etmezler.” S. Fürkan 72 Hakîkî îman ehli mü’minler murad edilmişdir. Hadis-i Şerif “Yalan yere şahitlik etmek Allahü Teâlâ’ya şirk koşmaya müsâvîdir.” Kötülüğün bundan kötüsü var mı?… Hadis-i Şerif “Yalancı şahidlik yapan, kıyamet gününde ateş kendisine hak oluncaya kadar iki ayağı üzerinde bekleyecektir.” İbni Mâce – Hâkim Sonra hüküm giyib zillet ve meskenetle ateşe atılacakdır… 19 – İçki İçmek Âyet-i Celîle “Ey İman Edenler! İçki, kumar, tapmaya mahsus dikili taşlar, fal okları, şeytanın amelin-den olan necâsetlerdir. Bunlardan sakının ki felâh bulasınız.” S. Mâide 90 Allahü Azîmüşşân, kerem kılıp kötülükleri kullarına beyan buyurmuş. Bunlardan uzak kalmalı. Hadis-i Şerif “İçkiden sakının! Çünkü o kötülüklerin anası-dır.” Hâkim.. Bu hakîkatı bugün bilmeyen var mı? İçki yüzünden ızdırab çekmeyenler azdan azdır… Hadis-i Şerif “İçki içen kimseyi Habal çamurundan sulamak Allah’ın bir ahdidir.” Ey Allah’ın Rasûlü! Habal çamuru nedir?» dediler. Buyurdu ki “Cehennemde-kilerin sızıntıları ve Cehennem’in pis sularıdır.” Müslim Şu habâsete râzı olan o şenâati işler, akıllılar uzak kalır… Hadis-i Şerif “Allahü Teâlâ üç kimseye Cennet’i haram kılmıştır 1- İçkiye devam eden Devamlı içki içen, ilâhî yasakları tanımayan, 2- Ana babasını üzen Bu zamanda bundan kurtulan evlad gören onu tebrik etsin., 3- Deyyûs Ehlini yabancı erkeklerden sakın-mayan…” Neseî Bu zamanda bu işi mübah hâhine getirenler az değildir. Nikah düşen her erkek ve kadın bir arada ünsiyet etmek haramdır. “O senin kardeşin, o senin baban yerinde…”Êgibi mütâlaada bulunup haram olanlarla mahremiyeti kaldırmak cürümdür, suçdur… 20 – Kumar Oynamak Âyet-i Celîle “Aranızda mallarınızı haksız sebeblerle yeme-yin.” S. Bakara 183 Kumardan ve haramdan gelen şeylerle, besle-nen vücud isyânı mübah bilir, lâkin sonu vahim olur… Hadis-i Şerif “Bir kimse arkadışına Gel seninle kumar oynayalım» derse o sözüne keffâret olarak derhal sadaka versin.” Buhârî Zîra bu rezâletin sözü dahî suçdur, şakası yoktur… Hadis-i Şerif “Tavla oynayan, sanki elini hınzır etine ve kanına batırmıştır.” Müslim Hınzırın eti de, kanı da necâsettir, pisliktir… Hadis-i Şerif “Tavla oynayan, Allah’a ve Rasûl’üne âsî olmuş-tur.” Buharî Yasaklanan hükme karşı gelen isyankârdır… 21 – Namuslu Kadına İftira Etmek Âyet-i Celîle “Namuslu mü’mine kadınlara iftira atanlar dünya ve âhirette lânetlendiler. Onlar için büyük bir azab vardır.” S. Nûr 23 Âyet-i Celîle “Namuslu ve hür kadınlara iftira atıp da sonra dört şâhid getiremeyen kimselerin her birine seksen sopa vurun. Onların şâhidliklerini ebediyyen kabul etmeyin. Onlar fâsıklardır.” S. Nûr 4 İftira Namuslu bir kadına zâniye, fâhişe, kahpe gibi sözlerle hitab etmek veya kadının çocuklarına orospu çocuğu, kahpenin kızı, kahpenin oğlu gibi sözler söylemek gibi… Erkek veya kadın herhangi müslümana zina suçu isnâd edip de iddiâsını dört mûteber şâhidle isbât edemeyen kişiye islâm şeriatı ağır ceza vermiştir. Onlara seksen sopa vurulur. Bu itibarla insan diline sahip olmalı… Dil küçüktür, lâkin cürmü büyük… Ukbe b. Âmir Rasûlüllah “Yâ Rasûlallah, kurtuluş nasıldır?” diye sordu. Rasûlüllah – “Dilini tut, evine kapan, günahlarına ağla! Allah’ın rahmetinden insanların en uzak olanı, katı gönüllülerdir.”, buyurdu. Ebu Dâvud-Tirmizî Hadis-i Şerif “Alla indinde insanların en fenâsı, kötü ve çirkin sözler konuşanlardır.” İbni Ebi’d-Dünya Kabın içindeki, dışına sızar da aslından haber verir… 22 – Ganîmet Malına İhânet Etmek Âyet-i Celîle “Bir peygamber için emânete yahut ganimet malına hainlik etmek olur şey değil… Kim hainlik eder ganimet ve umûma âit hâsılattan bir şeyler çalarsa kıyâmet günü o çaldığı şeyi yüklenerek gelir.” S. Âl-i İmrân 161 Bütün insanlar huzûrunda melâneti meydana çıkar, rezâlet yakadan akar… Hadis-i Şerif “İğneyi ipliği bile sâhiplerine verin. Sakın ganîmet malına hâinlik etmeyin. Çünkü o kıyâmet gününde sâhibi üzerine bir lekedir.” İbni Mâce’ Silinmeyen felâket lekesi… Hadis-i Şerif “Allahü Teâlâ abdestsiz kılınan namazı ve devletten aşırılmış maldan verilen sadakayı kabul etmez.” Müslim Helâl kazançdan vermek mübârek ve makbuldür… İmam Ahmed “Ganimete hıyânet eden kimse dışında, Hz. Peygamber’in namazını kıldırma-dığı bir müslüman bilmiyoruz” demiştir. 23 – Hırsızlık Âyet-i Celîle “Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin, irtikâb ettiklerine karşılık Allah’dan bir cezâ ve insanlara ibret verici bir ukûbet olarak ellerini kesin. Allahü Teâlâ mutlak gâlibdir ve yegâne hüküm ve hikmet sâhibidir.” S. Mâide 38 İnsanların hoşlanmadığı şu ilâhî hüküm tatbik edilmiş olsa, mallar temînat altında olur, insanlar hırsızlık etmek zilletinden kurtulur, halk endişeden beri olur… Hadis-i Şerif “Hırsız, çaldığı sırada kâmil bir mü’min olarak çalamaz. Fakat tevbe kapısı açıktır.” Hz. Aişe rivayet etmiştir “Rasûlüllah bir dînârın dörtte biri veya daha fazla kıymetle mal çalanın elini keserdi.” Buharî, Müslim Hadis-i Şerif “Allah şu hırsıza lânet etsin ki, yumurta çalar, eli kesilir; bir ip çalar, yine eli kesilir.” Buharî Şu kadar basit bir işe cüret edip de eli kesilen soysuz, elbette peygamberinin lânetine müsta-hakdır… Hadis-i Şerif “Ey Eshâbım! Sizden evvel geçen ümmetlerin helâk edilmelerine sebeb, içlerinden itibarlı biri hırsızlık yaptığında cezasını vermez, zayıflar çalarsa elini keserlerdi. Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü Teâlâ’ya yemin ederim ki, Muhamed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa onun elini de keserim.” Buhârî, Müslim 24 – Yol Kesmek Âyet-i Celîle “Allah ve Rasûl’üne harb açanların yeryüzünde yol kesip fesad çıkaranların cezası; ölüm, asılmak, yahut el ve ayaklarının çaprazvârî kesilmesi, yahut bulundukları yerden sürülme-leridir. Bu onların dünyadaki zilletidir. Âhirette ise pek büyük azab vardır.” S. Mâide 33 İmam-ı Şâfiî’ye göre yollarda kabadayılık yapanlar, bulundukları yerden başka bir yere sürgüne gönderilir. Gurbet çilesiyle burnu kırılır da belki ıslah olur… 25 – Yemin-i Kaamus Yalan yere yemin etmek Âyet-i Celîle “Allah’a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel küçük bir menfaat satın alanlar için âhirette hiç bir nasib yoktur. Allah kıyâmet günü onlara itibar etmez, nazar-ı ilâhîden mahrum kılar. onları temize çıkarmaz. Onlar için elem verici azab vardır.” S. Âl-i İmrân 77 Hadis-i Şerif “Kim bir müslümanın malını almak için yalan yere yemin ederse Kıyâmet gününde ilâhî gazaba uğramış olarak huzur-u ilâhîye getirilir .” Abdullah b. Mes’ud Hadis-i Şerif “Her kim yalan yere yemin ederek müslümanın malını elinden alırsa Allahü Teâlâ ona Cennet’i haram, Cehennem’i vâcib kılar”… Yâ Rasûlallah, değersiz bir şey olsa da mı?» sualine Rasûlüllah “Misvak ağacından koparılmış bir dal olsa da…” buyurdu. Yeminin Yalnız Allah’ın Yüce Adına Yapıla-cağına Dair Hadis-i Şerifler – “Allah size atalarınız adına yemin etmenizi yasaklıyor. Kim yemin ederse Allah adına yemin etsin, yoksa sussun” Buharî, Müslim, Ebû Davud – “Putlar ve atalarınız adına yemin etmeyin!” Takrib – “Emânet adına yemin eden bizden değildir.” – “Kim eski alışkanlığı ile yanılıp Lât ve Uzza adına yemin ederse hemen “Lâilâhe illallah” desin!” Buhârî, Müslim 26 – Zulmetmek Âyet-i Celîle “Zalimlerin yaptıklarından Allah’ı gâfil zannet-me! Rabbin Onların cezalarını gözlerin şaşıp kaldığı kıyâmet gününe tehir ediyor…” S. İbrâhim 42 Kimsenin yaptığı yanına kalmaz, er veya geç eden bulur… Hadis-i Şerif “Allah’ü Teâlâ zâlime mühlet verir. Sonra bir de yakaladı mı bir daha ona göz açtırmaz.” Buharî, Müslim Hadis-i Şerif “Kimin üzerinde din kardeşinin nefsine veya malına tecavüzden dolayı hak bulunursa, dînar ve dirhemin bulunmadığı kıyâmet günü gelmeden evvel zulmettiği kimseden hakkını helâl ettirsin. Zira kıyâmette zâlimin salih ameli bulunursa ondan alınıp mazluma verilir. Salih ameli bulunmazsa, mazlumun günahlarından alınıp zâlime yüklenir.” Buharî Hadis-i Şerif “Mazlumun bedduâsından sakın! Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur. Duası mutlaka kabul olunur.” Buhârî Ve mutlak hâkim olan Cenâb-ı Hakk’ın hükmüyle mazlumun intikamı zâlimden alınır… Hadis-i Şerif “Beş kişiye Allah gazab etmiştir. Dilerse onlara dünyada azab eder, dilerse âhirette ateşe atılmalarını emreder 1- Tebaasından kendi hakkını noksansız alıp da onlara zulmeden idâreci Devlet reisi, 2- Güçlü ile zayıf arasında âdil davranmayıp kendi hevâsına göre hüküm veren, halkın sayıp itibar ettiği kimse, 3- Âile efradına Allah’a itâatı emretmeyen, onlara vazifelerini öğretmeyen âile reisi,0 4- Çalıştırdığı işçiye hakettiği ücreti ödemeyen işveren, 5- Kadının mihrini vermeyen erkek…”Zevâcir-İbni Haceril Haysemî Ebu Ümâme şöyle söylediği rivayet edilmiş “Zalîm kişi kıyamet gün Cehennem köprüsü üzerinde, zulmettiği kimselerle karşılaşır ve ona nasıl zulmettiğini hemen hatırlar.” Hadis-i Şerif “Mazlumun duâsı bulutlar üzerine yükselir ve Allahü Teâlâ İzzet ve celâlime yemin ederim ki bir müddet sonra da olsa sana yardım edeceğim» buyurur. Yâni duâsı mutlaka kabul olur… Tirmizî 27 – Zulümle Vergi Almak Âyet-i Celîle “İnsanlara zulmedenlere, yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulmalıdır. Elem veren azab bunlar içindir.” S. Şûrâ 42 Hadis-i Şerif “Haram gıda ile meydana gelen et vücud, Cen-net’e giremez. Ona Cehennem lâyıktır.” Ebû Dâvud Hz. Câbir rivâyetine göre bir adam – “Yâ Rasûlallah, içki ticaretinden bir hayli mal biriktirdim. Bunları Allah için harcasam bana faydası olur mu?”, dedi. Fahri Kâinat – “O malı hac ve cihad için harcasan veya sadaka olarak dağıtsan Allah indinde sivrisinek kanadı kadar dahî değer taşımaz. Allahü Teâlâ ancak temiz olanları kabul eder” buyurdu. 28 – Haram Yemek Âyet-i Celîle “Aranızda birbirinizin mallarını haksız sebeblerle yemeyiniz.!” S. Bakara 188 Başkasının malını haksız olarak yemek iki şekilde olur 1- Gasb, hıyânet, hırsızlık gibi zulümlerden, 2- Kumar ve diğer oyunlar gibi eğlencelerden.” Hadis-i Şerif “Ey Enes, helâl kazan, duan kabul olsun. Ağzına bir lokma haram koyan kimsenin kırk gün duâsı kabul olunmaz.” Tergîb Hadis-i Şerif “Bir kısım kimseler Allah’ın müslümanlara verdiği malı haksız olarak kullanırlar. Onlar için kıyâmet gününde ateş muhakkaktır.” Buhârî Hadis-i Şerif “Malı nereden kazandığına aldırış etmeyen kimseyi Allah Cehennem’e hangi kapısından sokaca-ğına ehemmiyet vermez.” Ebû Hüreyre “Sizden birinin ağzına toprak koyması haram koymasından iyidir” buyurmuştur. Bir melek Beyt-i Makdis’de her gün – “Kim haram yerse Allah onun hayır ve nâfile ibâdetlerini kabul etmez.” diye nidâ eder. Hadis-i Şerif “Haram mal ile hacceden kimse Lebbeyk dediği zaman bir melek Lâ Lebbeyk velâ Sa’deyk» Münâcâtın kabul edilmemiştir ve haccın makbul değildir der.”Deylemî Hadis-i Şerif “Kim on dirheme bir elbise alsa, parasının içinde bir dirhem haram bulunsa, üzerinde o elbise oldukça Allah onun namazını kabul etmez.” İbn-i Amr’dan İmam-ı Ahmed Müsnedi Hz. Ömer “Biz harama düşmek korku-suyla helâldan onda dokuzunu terkederdik” buyurdu. 29 – İntihar Etmek Âyet-i Celîle “Kendi kendinizi öldürmeyin. Muhakkak Allah sizi esirgeyicidir. Kim haddi aşar, bunu yaparsa biz onu ateşe atacağız. Bu Allah’a zor değildir.” S. Nisâ 29-30 Kul hiçbir zaman kendisine emânet verilen vücûdu hakkında hüküm verip de ilâhî hudûdu aşamaz. Bu ona haram ve yasakdır. Hadis-i Şerif “Önceki ümmetlerden biri, vücudundaki yaraların ızdırabına dayanamayıp bıçakla kolunu kesmiş ve ölmüştü. Allahü Teâlâ Kulum kendi kendine intihar etti de beni geçti, takdirime karşı geldi. Ben de ona Cennet’i haram kıldım» buyurdu.” Buharî, Müslim Hadis-i Şerif “Kim keskin bir âletle kendini öldürürse, Cehen-nem ateşinde elindeki bıçağı karnına saplayarak devamlı azab olunur. Kim kendini zehirlerse Cehennem’de elindeki kadehten devamlı zehir içirilerek azab olunur. Kim kendini dağın tepesinden atarak intihar ederse o da kendini devamlı Cehennem ateşine atarak azab olunur.” Buharî, Müslim 30 – Çok Yalan Söylemek Âyet-i Celîle “Kahrolsun o çok yalan söyleyenler!” Zâriyât 10 Âyet-i Celîle “Haddi aşan, çok yalancı olan kimseyi Allah muvaffak etmez.!” S. Mü’minûn 28 Onu dâima zelil ve hakîr kılar. Yalancıya bu öğüt yeter… Hadis-i Şerif “Doğruluk insanı hayra götürür, hayırlı işler de Cennet’in yolunu gösterir. O kimse ki doğru söyler ve doğruyu araştırır, Allahü Teâlâ onu sıddıklar defterine yazar. Yalancılık şerre, şer de Cehennem’e götürür. O kimse ki yalan söyler ve yalanı araştırır, Allahü Teâlâ onu yalancılar defterine yazar.” Buharî, Müslim Hadis-i Şerif “Dört şey kimde bulunursa münâfıktır 1- Emânete hıyânet eden Emânet, bir eşya veya bir söz olsa da…, Hâsılı yalan da yalancı da lânetlenmişdir. 2- Yalan söyleyen, Hakîki mü’min yalan söyle-mez, haktan ayrılmaz… 3- Ahdini yerine getirmeyen Sözünde durma-yan karışık adam…, 4- Husûmet zamanında haktan ayrılan Düş-man olduğu adama karşı hak hukuk tanımadan kötü-lük eden, nefsine mağlub olan.” Buhârî-Müslim Ebû Musa el-Eş’arî “Yâ Rasûlallah! Müslüman-ların efdali kimdir?” diye sordu. Rasûlüllah Efendi-miz “Elinden ve dilinden müslümanların selâmet bulduğu kimsedir” buyurdu. Hadis-i Şerif “Kişi mâhiyetini düşünmeden bir söz söyler ki o sebeple, doğu batı arasından daha derin Cehen-nem’e düşer…” Neseî İşte hakdan ayrılıb yalan söylemek, adamı bu âkıbete dûçâr eder… 31 – Adaletle Hükmetmemek Âyet-i Celîle “Kim Allahü Teâlâ’nın indirdiği ile hükmet-mezse onlar kâfirlerin tâ kendileridir.” S. Mâide 44 İnsanoğlu kâinâtı ve kendi varlığını yokdan yaradan Rabbisinin hükmünü beğenmeyip de noksan aklına göre hesablar yaparsa bir tonluk maddeyi beşlik bir kantarla tartmaya kalkan akıl hastasına benzer ve Hak Teâlâ tarafından küfür damgasıyla damgalanır… Hadis-i Şerif “Âdil hâkim Kıyâmet günü hesabın şiddetini görünce, tek bir hurma hakkında dahî iki kişi arasında hüküm vermemiş olmayı arzu edecektir.” Ahmed b. Hibbân, Münzirî Hadis-i Şerif “Kıyâmet gününde bütün hâkim ve vâliler sırat köprüsü üzerinde ilâhî divânda tutulur. Verdikleri hükümler mahşer halkı huzûrunda okunur. Adâletle hüküm verenler kurtulur, adâletten ayrılanları da köprü öyle sallar ki her uzvu vücudundan ayrılır, uzak mesafelere dağılır. Sonra köprü yıkılır, onlar da Cehennem’e düşer.” Hz. Ali Veheb b. Münebbih buyuruyor “Bir hâkim, haksızlık yapmayı düşünürse Allahü Teâlâ o memlekete kıtlık verir. Bir hâkim de adâletle hükmetmeyi düşünürse Allah o memlekete bereket indirir.” Hâkimler de verdikleri hükümlerle ind-i ilâhîde büyük değer taşırlar… 32 – Rüşvet Almak Âyet-i Celîle “Aranızda mallarınızı rüşvet, hırsızlık, gasb, yağma gibi haksız sebeblerle yemeyin. Ve bilerek insanların mallarından bir kısmını günahla yemek için hâkimlere gitmeyin!” S. Bakara 188 Şu azîm hükm-ü ilâhîyi hiçe sayan saygısızın sonu hüsrana uğramaktır. İman ve islâm hudutlarından çıkan hiçbir bedbaht iflah olmaz… Hadis-i Şerif “Allahü Teâlâ rüşvet verene de alana da lânet etsin.” Tirmizî Resûlüllah’ın lânetine uğramış insanın hayatında ne hayır olur… Hadis-i Şerif “Kim bir kimseye şefâatcı olur, buna mukabil hediye alırsa ribâ kapılarından büyük bir kapıya girmiştir.” Ebû Dâvud Mü’min, hayrı Hakk’ın rızâsı için yapar, dünya menfaati için değil… İbni Mes’ud şöyle demiştir “Kardeşin için bir hâcet dileyip o dileğin husûlünden sonra sana vereceği bir hediyeyi kabul etmen haramdır…” Şefkat şefâate, gaflet zarara sebebdir… 33 – Kadının Erkeğe, Erkeğin Kadına Benzemeğe Özenmesi Hadis-i Şerif “Allahü Teâlâ erkeklere benzemek isteyen kadınlara ve kadınlara benzemek isteyen erkeklere lânet etsin.” Buharî Kıyafetle, sözle, süsle, hal ve hareketle benzemek isteyen kadın ve erkekler lânetlenmiştir. Bu hususlara müsamaha eden âile reisi de bu lânetten hissesini alır… Hadis-i Şerif “Erkek elbisesi giyen kadına ve kadın elbisesi giyen erkeğe Allah lânet etsin.” Hâkim Hasan Basrî şöyle demiştir “Allah’a yemin ederim ki, hanımına ve hevâsına uyan herkes Cehen-nem’e atılacaktır…” Kadınların hal ve hevâsına uyanların âkibeti hakkında bir veliyyi kâmilin yeminli haberidir bu, dikkat etmeli… 34 – Deyyusluk Ehlini kıskanmamak Âyet-i Celîle “Zinâ eden erkek, zâniye veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zinâ eden kadını da, zinâ eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz. Bunlarla evlenmek mü’minlere haram kılınmıştır.” S. Nûr 3 Hadis-i Şerif “Üç kimse Cennet’e giremez 1- Ana-babasına âsî olan evlât, 2- Deyyûs âilesini kıskanmayan erkek, 3- Erkeklere özenen kadın…” Hadis-i Şerif “Cenâb-ı Hak Cennet’i üç çeşit insana haram kılmıştır 1- İçki mübtelâsı Ayyaş, 2- Ana-baba hakkına riâyet etmeyen âsî evlâd, 3- Âilesinin fuhuş yapmasına göz yuman deyyûs. Deyyusluğu şeref sayan hayâsızdan uzak durmalı… Zirâ iyilik de kötülük de sirâyet eder… 35 – Muvazaalı Hulle Hadis-i Şerif “Size kiralık tekenin kim olduğunu söyliyeyim mi? O muhallilin haramı helâl yapanın kendisidir. Boşanmış bir kadınla eski kocasına dönebilmesi için göstermelik nikah yapan kimse… Allahü Teâlâ muhallile de, eski karısını tekrar alabilmek için bu şekil nikaha râzı olan muhallilün leh’e de lânet etmiştir.” Bu hâli irtikâb eden tipler sâdece kendisini aldatan kişilerdir… Abdullah b. Şüreyh el-Âmirî, İbn-i Ömer’e “Bir adam amcasının kızını boşadığını, sonradan pişman olup tekrar almak istediğini, helâl olabilmesi için de birisiyle evlendirme arzûsunda olduğunu” söyledi. İbn-i Ömer Hazretleri “Kadın ikinci kocasının bu maksadla evlendiğini bildiği takdirde birlikte kaldıkları müddetce ikisi de zina yapmışdır” buyurdu. Câhil insanlar hîle-i şeriyye diye yemedik nâne bırakmaz da bir âlimden sormayı âr ederler ve netice ne getirir bilmezler… 36 – Bevilden İdrardan Sakınmamak Hadis-i Şerif “Rasûlüllah iki kabrin yanından geçerken “Bunlar azab görüyorlar. Azablarına sebeb olan da büyük şey değil… Birisi koğuculuk ederdi, diğeri de idrardan sakınmazdı” buyurdular.” Buharî, Müslim Maddî ve manevî pislikleri bilip ikisinden de sakınmalı… Hadis-i Şerif “Bevilden sakının! Çünkü kabir azabının çoğu ondandır.” Dâre Kutnî Küçük görüp de dikkat edilmeyen suç, büyük musîbete sebeb olur. İnsanoğlu iyiliği de kötülüğü de kendi kazanır. 37 – Riya Gösteriş Âyet-i Celîle “Ey iman Edenler! Sadakalarınızı -malını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve âhiret gününe inanmayan bir kimse gibi- başa kakmak ve incitmek sûretiyle heder etmeyin!” S. Bakara 264 Hadis-i Şerif “Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir.” Küçük şirk nedir Yâ Rasûlallah?» dediler.” Cenâb-ı Hak kulların iyi amellerini mükâ-fâtlandıracağı zaman riya ve gösteriş yapanlara buyuracak ki Amelinizle gösteriş yaptığınız kimselere gidin, kendilerinden bir karşılık bulabilecek misiniz?» buyurdu.” * Hz. Ali “Riyâkârın üç alâmeti vardır 1- Yalnız kaldığında ibadette tembellik eder. 2- Başkaları yanında gayrete gelir. 3- Övülünce amelini artırır, yerilirse eksiltir.” * Fudayl b. İyaz Hz. “İnsanlar görüyor diye ameli bırakmak riyâ, görsünler diye amel etmek şirktir. İhlâs ise Allahü Teâlâ’nın bu ikisinden de üstün tuttuğudur.” 38 – Dünya İçin İlim Öğrenmek ve İlmini Gizlemek Âyet-i Celîle “Allah bir zamanlar kendilerine kitap verilen-lerden Onu insanlara anlatacaksınız, gizlemeyecek-siniz» diye ahid almıştı. Onlarsa o emr-i ilâhîyi tutmadılar ve onu menfaate vasıta ettiler. Faydalandıkları şey ne kötüdür!” S. Âl-i İmrân 187 Hadis-i Şerif “Kim ilmi Allah rızası için değil de dünya menfaatı için öğrenirse Cennet’in kokusunu ala-maz.” İbn-i Mâce İlim ilâhî sıfatlardandır. O, Hakk’ın rızâsı için tahsil edilir… Hadis-i Şerif “Kim âlimlere üstünlük taslamak, âdî kimselerle mücâdele etmek veya gönülleri kendine çevirmek için ilim öğrenirse, o, Cehennemde’dir.” Tirmizî Hadis-i Şerif “Kimden bilgi istenir de, ilmini gizlerse kıyâmet günü onun ağzına ateşten gem vurulur.” Ebû Dâvud İlminde bahillik eden âlimin en küçük cezası budur… Hilâl b. Âlâ buyurdu “İlim öğrenmek zor, muhâfazası daha zor, onunla amel etmek ondan da zordur.” Cümlesi hâhis niyet ve tam ihlâsa muhtaçtır… 39 – Hıyânet Âyet-i Celîle “Ey İman Edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne hâinlik etmeyin. Siz bilerek kendi emânetlerinize hâinlik eder misiniz?” S. Enfal 27 İlâhî emirleri can kulağı ile dinleyen anlar da kurtulur; hafife alanlar ise kıyamet gününde yakalanır, tutulur… Hadis-i Şerif “Emânete riâyet etmeyenin imânı, sözünde durmayanın dini yoktur Kâmil değildir.” Tabera-nî Din-i İslâm’ın mühim noktalarından olan bu hükümleri iyi anlamalı, dikkatli olmalı… Hadis-i Şerif “Sakın hâinlik etmekten uzak durun! O ne kötü sırdaştır ki kendisine emânet verilen bir sırra ihanet ve onu ifşâ eder.” İbni Mâce 40 – İyiliği Başa Kakmak Âyet-i Celîle “Ey İman Edenler! Sadakalarınızı başa kakıp da incitmek sûretiyle heder etmeyin.” S. Bakara 264 Hadis-i Şerif “Kıyâmet gününde Allahü Teâlâ üç kimseye hitab etmez, onlara rahmet nazarıyla bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlar için elem verici azap vardır 1- Eteklerini sürüyerek kibirle yürüyen, 2- Yaptığı iyiliği başa kakan, 3- Yalan yeminle kazanç temin eden… ”Müslim Hadis-i Şerif “Üç kimse Cehennem’e gitmeden Cennet’e giremez 1- Ana-babasına karşı gelen, 2- İçkiye devam eden, 3- Yaptığı iyiliği başa kakan”. Neseî İmam Şafiî Hz. buyurmuş “Sana yaptığı iyiliği başa kakanın minneti altına girme, nefsin için ezelde takdir edileni tercih et, sabret. Çünkü sabır kalkandır. Halka minnet etmekse mızrak darbesinden daha çok incitir.” 41 – Kadere İnanmamak Âyet-i Celîle “Şübhesiz biz her şeyi takdir ile yarattık”. S. Kamer 49 Kadere inanan keder çekmez; inanmayansa gamdan kurtulmaz, işlediği cürmün de farkında olmaz… Hadis-i Şerif “Şunu bil ki, bütün insanlar sana menfaat te’min etmek için bir araya gelseler, Allah’ın takdir ettiğinden gayrı bir şey veremezler. Sana zarar vermek için toplansalar yine Allah’ın takdir ettiğinden gayrı bir şey yapamazlar. Çünkü kalem kaldırılmış, sayfalar dürülmüştür.” İmam-ı Ahmet Mesele Tâbiîn’den yetmiş zâtla beraber selef ve halef imamlarımız ve islâm âlimlerinin fukahâsı Hz. Rasûlüllah şu itikad üzerinde âhirete intikal ettiğini ittifakla kabul etmişlerdir Allah’ın kaza ve kaderine rızâ, emrine teslimiyet, hükmünü sabırla karşılamak, emirlerine uymak, nehiylerin-den sakınmak, her ameli sırf Allah için yapmak, kaderin acısına tatlısına iman etmek, katlanmak, ilâ âhiri… 42 – Halkın Gizli Hallerini Araştırmak Âyet-i Celîle “Birbirinizin kusurlarını araştırmayın!” S. Hucürât 12 Hadis-i Şerif “Başkasının işitilmesini istemediği sözünü dinle-yen kimsenin kulaklarına kıyâmet gününde eritilmiş kurşun dökülür.” Buhârî İbn-i Mes’ud Hazretleri’ne – Şu Ukbe oğlu Velîd’in sakalından şarap damlıyor, dediler. – Biz başkalarının gizli hallerini araştırmaktan menedildik, gördüğümüze hüküm veririz” buyurdu… 43 – Nemmamlık Koğuculuk, Lâf Taşımak Âyet-i Celîle “Çok yemin eden, utanma duygusu bulun-mayan, dâimâ insanları ayıplayan, lâf getirip götüren kimseye uyma itâat etme!” S. Kalem 10-11 Hadis-i Şerif “Hiç bir nemmâm lâf taşıyan fesatcı cennete giremez.” Buhâri – Müslim İşlemiş olduğu cürmün îcâbı, onun yeri Cehennemdir… İmam Gazâlî buyurur ki “Nemîme, halk arasında Başkasının aleyhinde söylenen sözleri alâkalı insana nakletmek» mânâsınadır. Fakat asıl nemîme Gizlenmesi istenen hususları açıklamaktır». Sözü taşınan veya kendisine söz getirilen üçüncü şahsın isteyip istememesi arasında fark olmadığı gibi açıklamanın sözle, yazıyla, işâret veya îmâ ile olması arasında da fark yoktur. 44 – Lânet Etmek Küfretmek Hadis-i Şerif “Müslümana sövmek fısk, onunla kıtal öldürmek küfürdür.” Buhârî, Müslim, Tirmizî, Neseî Hadis-i Şerif “Kul bir şeye lânet ettiğinde lâneti göğe yükselir, fakat gök kapıları ona kapanır. Sonra sağa sola gider, yer bulamaz, yeryüzüne döner. Yeryüzünün kapıları da kapatılmış olduğundan sığınacak yer bulamaz. Nihayet -müs-tehaksa- lânet olunan kimseye gider, değilse lânet okuyana döner.” Ebû Dâvud, Ahmed Amr b. Kays “İnsan hayvana bindiğinde o merkep Yâ Rabbî, bu kimseyi bana acıyan bir refik kıl» der. Eğer o insan hayvana lânet ederse Sırtımda bana lânet okudun lânet herif!» der…” 45 – Ahde Vefasızlık Âyet-i Celîle “Bir de ahdi yerine getirin. Çünkü ahidden dönenler mes’uldür.” S. İsrâ 34 Asil kimseler ahde uyar, sefil olanlar da uzak kalırlar… Hadis-i Şerif “Ahdini bozan için mahşer günü halk arasında görünsün diye bir alem dikilir ve Bu, ahdini bozan falan oğlu falanın alâmetidir» denilir.” Müslim Oyunbaz her zaman her yerde hor ve hakîr olur… 46 – Müneccim ve Kâhinlere İnanmak Âyet-i Celîle “Senin için hakkında bir bilgi bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalbden her biri bundan suâl olunacaktır.” S. İsrâ 36 Hadis-i Şerif “Her kim müneccim veya kâhinin söyledik-lerini tasdik ederse, Muhammed indirilen Kur’ân’ı inkâr etmiş olur.” Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbni Mâce… Gaybı Allah’tan gayrı bilen olmaz. Bir de O’nun bildirdiği dostları bilir… İbn-i Abbas Hazretleri “Cenâb-ı Hak, kulla-rından göz, kulak gibi uzuvlarını nerede kullandık-larını soracaktır.” buyurmuş… Bu hükmü bilip de kabul etmek dahî insana yeter de harama bakmaz, haramı dinlemez, bu yüzden azab görmez… 47 – Kadının Kocasına Karşı Gelmesi Âyet-i Celîle “Şerlerinden yıldığınız kadınlara önce öğüt verin, vazgeçmezlerse yataklarını ayırın, yine kâr etmezse dövün. Size itâat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın…” S. Nisâ 34 Hakdan habersiz zamâne kadınları bu hükmün inceliğine dikkat etmeli… Hadis-i Şerif “Allahü Teâlâ üç kimsenin namazını kabul etmez 1- Kaçak köle; dönüp sahibine teslim olana kadar.. 2- Kocasını darıltan kadın; onu razı edinceye kadar… 3- Sarhoş; ayılıp içkiden vazgeçinceye kadar…” Buhârî – Müslim Hz. Âişe Validemiz. – “Ey Kadınlar eğer kocalarınızın sizde olan haklarını bilseydiniz ayaklarının tozunu yüzünüzle silerdiniz”, buyurmuş… 48 – Resim Yapmak, Yaptırmak ve Bulundurmak Âyet-i Celîle “Allah ve Rasûl’üne ezâ edenler yok mu? Allah onları dünya ve âhirette rahmetinden koğmuştur. Onlara mihnet veren azab da vardır.” S. Ahzab 57 İkrime Hz. bunların resim yapanlar olduğunu söylemiştir. Hadis-i Şerif “Resim yapanlar kıyâmet günü azab görecek-ler ve kendilerine Haydi yaptıklarınıza can verin!» denile-cek…” Buhârî – Müslim Hz. Âişe R. Anhâ anlatıyor “Rasûlüllah bir seferden dönmüştü. Soframızı üzerinde resimler bulunan bir örtü ile örtmüştük. Hz. Peygamber bunu görünce rengi değişdi ve Yâ Âişe! Allah’ın yarattıklarına benzer şeyler yapanlar kıyâmet günü en acı azabı göreceklerdir.» buyurdu.” Hz. Âişe “Bu örtüyü kesip iki yastık yaptım” diyor… Vesîkalık ve sâire gibi zarûrî haller hâriçtir… 49 – Ölü İçin Feryad Etmek, Yaka Yırtmak, Saç-Baş Yolmak Hadis-i Şerif “Musîbet ânında yüzüne vuran, elbisesini yırtan ve cahiliyet devrindeki gibi bağırıp çağıran, bizden değildir.” Buharî, Müslim Hz. Ali musîbete mâruz kalan Eş’as b. Kays’a nasîhatı “İnanarak ve sevabını Allah’dan bekleyerek sabretmek senin hayrınadır.” Ebu Said-i Hudrî rivâyet etmiştir “Rasûlüllah avaz avaz ağlayan kadınlara da onu dinleyenlere de lânet etti” Ebû Dâvud Hadis-i Şerif “Meyyit, peşinden feryad edilmesi sebebiyle kabrinde azab olunur.” Buhârî, Müslim Ardından ağlamayı vasiyet etmişse denilmiş… Hadis-i Şerif “Ölü için yüksek sesle ağlayan kişi, tevbe etmeden ölürse, kıyâmet günü sırtında katrandan gömlek ve cerep uyuzdan zırh olduğu halde haşrolunur.” Müslim, İbn-i Mâce 50 – Haddi Aşmak, Bağy Azgınlık Âyet-i Celîle “İnsanlara zulmedenlere, yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapanlara, şımarıp azmışlara karşı tedbir ve terbiye yoluna tevessül etmelidir. Elem veren azab bunlar içindir.” S. Şûrâ 42 Hadis-i Şerif “Allahü Teâlâ bana mütevâzî olmanızı vahyet-ti. Tâ ki kimse kimseye tecâvüzde bulunmasın ve kimse kimseye karşı öğünmesin.” Ebû Dâvud, İbn-i Mâce Hadis-i Şerif “Âhirette azâbı hariç, Allahü Teâlâ’nın dünyada cezâsını acele verdiği hiç bir suç, bâğîlik azgınlık ve isyan günahı kadar değildir.” İbn-i Mâce, Tirmizî 51 – Zayıflara Kölelere, Cariyelere, Hanımlara, Hayvanlara Eziyet Etmek Âyet-i Celîle “Allah’a ibâdet edin! O’na hiç bir şeyi ortak tanımayın! Anaya-babaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, memlük kölelerinize iyilik edin! Allah kendini beğenen ve dâimâ böbürlenen kimseyi sevmez.” S. Nisâ 36 Eziyetten uzak olup dâima iyilikde bulunmak Allahü Teâlâ’nın emir ve emânetidir… Hadis-i Şerif “Bir kadın kedi yüzünden Cehennemlik olmuştur Kediyi bağlayıp bir şey yedirmediği gibi yerden haşere yemesini de engellemiş, su da vermemiş ölümüne sebep olmuştu…” Buharî, Müslim Karıncanın dahî hakkını arayıp da hükmünü veren hâkim-i mutlak, mülk ve melekûtün sâhibi olan Cenâb-ı Hakk’tır, unutulmasın!… Ebû Süleyman anlatıyor “Bindiğim merke-be yürümesi için iki üç sopa vurmuştum. Hayvan başını kaldırıp bana baktı ve – Yâ Süleyman, kıyâmet gününe ve kısasa hazırlan! İster çok vur, ister az…, dedi. Ondan sonra hiç bir hayvana vurmadım…” 52 – Komşuya Eziyet Etmek Hadis-i Şerif “Kıyâmet günü komşu komşunun eteğine yapışır ve – Yâ Rabbî, bu kardeşime genişlik vermiştin. Bana yakın idi. Ben açlıktan kıvranırken o tok geceliyordu. Ona neden kapısını bana kapattığını ve verdiğin rızıklardan beni niçin mahrum ettiğini sor!, diye şikâyette bulunur. Böyle bir şikâyetten kurtulan kaç kişi bulunur Allah bilir. Hadis-i Şerif “Mal ve âile cihetinden komşusuna endişe veren, korku duyulan ve bu endişeden kendisinden emin olmayıp kapı kilitlemeye sebep olan kişi mü’min değildir. Komşuları şerrinden korkan kimse mü’min değildir.” Harâitî Rasûlüllah Efendimiz – “Vallâhi iman etmiş olmaz, vallâhi iman etmiş olmaz” buyurdu. – “Yâ Rasûlallah, kim iman etmiş olmaz?” denilince, Allah’ın Rasûlü – “Komşusu zulmünden emin olmayan kişi!..” buyurdu. Abdullah b. Ömer ne zaman koyun kesse bütün komşularına hisse verir ve kölesine “Yahûdî komşumuzdan başla!” diye tekrar ederdi. Kölesi ona “Anladık yâhû!” diye sitem etmiştir… 53 – Müslümana Ezâ Vermek, Ona Sövmek Âyet-i Celîle “Mü’minlerin kadın ve erkeklerine, işlemedik-leri bir günah yüzünden ezâ edenler, yalan ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” S. Ahzâb 58 Hadis-i Şerif “Allah indinde insanların en kötüsü, kırıcı ve kötü sözlerle halkı kendisinden uzaklaştıran kişidir.” Buharî, Müslim Rasûlüllah Efendimiz Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’ne hitaben “Senin için al develer-den daha hayırlı olan bir sadaka öğreteyim mi?”. “Evet Yâ Rasûlallah”“Birbirine dargın insanları barıştırmak ve birbirlerinden uzaklaşanları birleş-tirip kaynaştırmaktır.” buyurdu. Hadis-i Şerif “Kişiye şer olarak müslüman kardeşini kötülemek yeter.” Müslim Bir insan için kendi kusurlarını görmeyip de başkasını kötülemekden daha kötü şey yoktur… 54 – İbadet Edenlere Eziyet Vermek Âyet-i Celîle “Erkek ve kadın mü’minlere işlemedikleri suç sebebiyle eziyet edenler, muhakkak yalan ve açık bir günah yüklenmişlerdir.” S. Ahzâb 58 Hadis-i Kudsî “Kim sevdiğim kullarımdan birine düşmanlık ederse, o kimseye harb ilân ederim.” Buharî O kişiyi perişan ederim demektir… Hadis-i Kudsî “Kim beni bilen ve bana ihlâsla ibâdet eden kuluma düşmanlık ederse o kimse bana harb ilan etmiştir.” Buharî Cenâb-ı Hakk’a harb ilân edenin âkıbetini izâha ihtiyaç yoktur… Hadis-i Şerif’te bildirilmiştir Ebû Süfyan, ashabın âbidlerinden Selmân, Süheyb ve Bilâl-i Habeşî’nin yanından geçerken bu zatlar ona – Allah’ın kılıçları Allah’ın düşmanından haklarını alamadı” dediler. Hz. Ebû Bekir de onlara – Nasıl böyle dersiniz? O Kureyş’in ulusudur”, dedi ve bunu Rasûlüllah’a arzetti. Peygamberimiz – Ey Ebû Bekir, Rabbini gücendirdin, belki onları da gücendirdin, buyurdu. Ebû Bekir derhal onların yanına gidip – Kardeşlerim! Sizleri darılttım mı? dedi. Onlar – Hayır kardeşim, Allah seni mağfiret buyursun” dediler. Nükte Dikkat etmeli, şu kadar bir sözle dahî gönül kırmaktan menediliyor… 55 – Elbisesini Gösteriş İçin Uzatmak Âyet-i Celîle “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Ne arzı yarabilir, ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.” S. İsrâ 37 Hadis-i Şerif “Müslümanın eteği dizi ile topuklarının arasında kalmalı. Aşık denilen topuklara kadar uzamasında beis yoktur İki topuğu aşan kısmı ise ateştir.” Neseî, Münzirî Hadis-i Şerif “Kim giydiği elbisesini kibirlenerek yerde sürürse Kıyâmet gününde Allah ona itibar etmez.” Buharî, Müslim… İlâhî îtibardan mahrum olanın hâlinde de hayır olmaz, iki cihanda felâh bulmaz… 56 – Erkeğin İpek Elbise Giymesi ve Altın Takması Hadis-i Şerif “Kim dünyada ipek elbise giyerse âhirette onu giyemez.” Tirmizî Hadis-i Şerif “İpek elbise giymek ve altın takmak ümmetimin erkeklerine haram kılındı.” Ebâ Dâvud, Neseî Huzeyfe b. Yemânî rivâyet etmiştir “Rasûlüllah Efendimiz bizi altın ve gümüş kab içinde yemek yeyip su içmekten, ipek ve dibaç atlas elbise giymekten, ipekli kumaş üzerine oturmaktan nehyetti.” Buhârî Bunlar umum ümmete tamim ve telkindir… 57 – Kölenin Efendisinden Kaçması Hadis-i Şerif “Efendisinden kaçan kölenin namazı kabul olunmaz.” Münzirî Hadis-i Şerif “Üç kimse var ki fena âkibetlerini sormayın 1- Cemâattan ayrılıp emiri’l-mü’minine karşı gelen 2- Efendisinden kaçıp âsî olarak ölen köle, 3- Her ihtiyacı te’min edilmişken cahiliyet kadınları gibi ziynetlerini göstererek yürüyen kadın…” Münzirî 58 – Allah’dan Başkası Adına Kurban Kesmek Âyet-i Celîle “Üzerlerine Allah’ın ismi anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Çünkü bu fısktır büyük günahtır…” S. En’âm 121 Hadis-i Şerif “Allah’dan başkasının adına kurban kesen kimseye Allah lânet etsin!” Buhârî – Müslim Gaflet etmeyip bu işte de îtinâ etmeli… Zaman karışık, işler şüpheden berî değildir… Hz. Âişe rivâyet etmiştir “Bazı kimseler Yâ Rasûlallah, bize et getirenler oluyor. Biz kesilirken besmele çekildiğini bilmiyoruz» dediler. Rasûlüllah – Üzerine besmele çekip öyle yiyin” buyurdular. Buhârî 59 – Babası Olmayan Kişiyi Babamdır» diye İddia Etmek Hadis-i Şerif “Kim babasından başkasına bilerek babamdır derse ona Cennet haramdır.” Buharî Bu iş soysuzluğa yol açıp nesli bozar da fenalık artar, daha nice kötülükler türer… Hadis-i Şerif “Babalarınızdan vazgeçmeyin. Onları inkâr etmeyin. Çünkü babasını inkâr eden âile nimetine küfretmiş olur.” Buharî Aile nimetini inkâr eden cemiyet düşmanı îmansızların halleri mâlum… 60 – Hakkı İsbat İçin Değil, Hasmı İlzam haksız çıkarmak İçin Münakaşa Etmek Âyet-i Celîle “Ehl-i kitap ile en güzel şekilde mücâde-leden başka bir sûretle mücadele etmeyin.” S. Ankebût 46 Âyet-i Celîle “Onlarla mücadelenin en güzel yolu hangisi ise onunla yap.” S. Nahl 125 Hadis-i Şerif “Sizin için en çok endişe ettiğim üç şey 1- Âlimin kayması yoldan çıkması, 2- Münafıkların Kur’ân hakkında mücadelesi, 3- Kafalarınızı koparacak dünyadır.” Tabe-rânî Kafaların kopması dünya muhabbeti ve hırsıyla gaflete dalmaktır… 61 – İhtiyacından Fazla Sudan Başkasına Vermemek. Âyet-i Celîle “De ki Eğer suyunuz yerin dibine çekilip giderse kim akar bir su getirebilir?»” S. Mülk 30 Allah’ın verdiği suda bahillik etmeyin, ona mânî olmayın demektir. Hadis-i Şerif “Kim ihtiyacından fazla suyunu veya otunu başkalarına vermezse, Allahü Teâlâ kıyâmet günü ondan fazl u keremini keser.” İmam Ahmed Her hâcete delâlet eden umûmî ve mühim bir hüküm… Her işimizi buna kıyas etmeliyiz… 62 – Eksik Ölçüp Tartmak Âyet-i Celîle “Ölçü ve tartıda hile yapanların vay hâline! Onlar başkalarından aldıklarında tamam alırlar.” Mudaffifîn 1-2 Hadis-i Şerif “Beş günaha beş çeşit ceza vardır 1- Bir millet Allah’a olan ahdini bozarsa İlâhî hükümlere uymaz; nefsin ve şeytanın yolunu tutarsa, Allah onlara düşmanlarını musallat ve zelîl eder. İnsanlara en şiddetli azab ve belâ düşman çizmesidir… 2- Allah’ın indirdiği Kur’ân’dan başkasıyla hük-mederlerse, aralarında fakirlik baş gösterir. Maddî varlık görülse de mânevî yokluk ve her çeşit huzursuzluk içinde kıvranmaktan kurtulan bulunmaz… 3- İçlerinde hayâsızlık zuhur eden kavimde çok ölüm toplu ölümler meydana gelir. 4- Ölçü ve tartıda hâinlik yapıldığında o millet, nebattan mahrum kalır, yıllarca kuraklık çekerler… 5- Zekât vermezlerse yağmurlar kesilir.” Taberânî, Münzirî İbn-i Ömer bir tacire tavsiye “Allah’dan kork, ölçüyü ve tartıyı tam yap! Çünkü, ölçüp tartanlar kıyâmette o kadar uzun ayakta kalırlar ki, kulaklarına kadar tere batarlar.” Büyükler “Bir dâneyi noksan verip de Cennet’i satanın, bir dâneyi fazla alıp da Cehennem’e müşteri olanın vay haline!..” demişler… 63 – Allah’ın Mekrinden Gazabından Emin Olmak Âyet-i Celîle “Nihâyet kendilerine verilen genişlik ve serbestlik gibi şeylerle şımarıp ferahladıkları zaman, onları ansızın yakalayıverdik de bütün ümitlerini kaybettiler.” S. En’âm 44 Hadis-i Şerif “İnsan Cennetlik ameli işler, sonunda şaşırıp Cehennemlik olur. Cehennemlik ameli işleyen de sonunda tevbe ve rücû edip Cennet’e gider. Kişinin son hâline itibar edilir.” Buhârî Hz. Âişe “Rasûlüllah çoğu zaman Ey kalbleri dilediği şekle döndüren Allah’ım! Kalbimi tâatında sâbit kıl» duâsını okurdu.” buyurmuştur. – “Yâ Rasûlallah, bu duayı çok okuyorsun. Sende mi korkarsın?” dediğimde şöyle buyurdu – “Yâ Âişe, kalblerimiz Allah’ın iki parmağı arasında tasarrufu altındadır, dilediği tarafa çevirir. Beni emniyet içinde kılacak nedir?” 64 – Açıkta Günah İşlemek 65 – Özürsüz Olarak Cemâatı Terketmek Hadis-i Şerif “Neredeyse birine namaz kıldırmasını, sonra da cemâata gelmeyenlere gidip evlerinin yakılmasını emredeceğim.” Müslim Hadis-i Şerif “Cemaatı terkedenler ya cemâatı terketmek-ten vazgeçerler, ya da Allahü Teâlâ kalblerini mühürler de gâfillerden olurlar.” Müslim 66 – Mâzeretsiz Cuma Namazını Devamlı Terketmek Âyet-i Celîle “Baldırların açılacağı ve insanların secdeye dâvet edilip de secdeye varamadığı o dehşetli günü hatırla!” S. Kalem 42 Hadis-i Şerif “Namaza dâveti ezanı duyup da özrü yokken cemâate gelmeyenin namazı makbul değildir.” Özür nedir?»Êsuâline de “Korku ve hastalıktır” buyurulmuştur. Hâkim, Ebû Dâvud Ebû Hüreyre “Bir kimsenin kulaklarına eritilmiş kurşun dökülmesi, ezan sesini duyduğu halde cemaati terketmekten ehvendir.” 67 – Vasiyette Haksızlık Etmek Sûre-i Nisâ’nın 12. âyet-i celîlesinde vasiyet hukûku izah edildikten sonra “Vârisler zarara uğratılmadan ortak olurlar. Bunlar Allah tarafın-dan tavsiye edilmiş hükümlerdir…” buyuruluyor. Hadis-i Şerif “Kadın veya erkek Allah’a altmış sene ibâdet etse de vasiyette haksızlık yaptığı takdirde Cehennem’e müstehak olur…” Ebû Dâvud Hadis-i Şerif “Cenâb-ı Hak bütün hak sâhiplerine haklarını vermiştir. Bu sebeble vârislere Allah’ın hükmünden başka bir şey vasiyet edilmez.” Tirmizî Allah’ın taksîmi dışında “Şuna şunu verin, buna bunu…” diye noksan akıl, beşerî ölçü ve düşünce ile taksime tevessül etmek yasaklanmıştır. 68 – Hile ve Hud’a İle İnsanları Aldatmak Âyet-i Celîle “Kötü düzen hile, ona ehil olandan başkasına zarar vermez.” S. Fâtır 43 Yaptığı şenaatin felâketi kendisini bulur… Hadis-i Şerif “Beş kimse Cehennemliktir. Bunlardan biri de sabah akşam sana, âilene ve malına oyun etmek isteyen düzenbazdır.” Müslim Hadis-i Şerif “Hilekâr, cimri ve yaptığı iyiliği başa kakan, Cennet’e giremez.” İmam-ı Ahmet Hadis-i Şerif “Mekir ve hîle yapan Cehennem’dedir.” Bezzar 69 – Müslümanların Aleyhinde Casusluk Yapmak Bu hususta Hatib b. Beltâ Rahimehüllah’ın Mekke müşriklerine gönderdiği mektupla alâkalı hadis meşhurdur. Hz. Ömer Hatib’in boynunu vurmak istemiş; Peygamberimiz, Bedir gazasında bulunduğu için mânî olmuştu. Eğer casusluk yapan, müslümanlara zarar verirse yeryüzünde fesat çıkaranlardan olur ve öldürülmesine hüküm verilir. Eden bulur demişler… 70 – Eshab-ı Rasûlüllah’a Dil Uzatmak Hadis-i Kudsî “Kim benim dostuma düşmanlık ederse, ben de ona harb ilan ederim.” Buharî Sahâbe-i Güzîn Hazerâtı, Allahü Teâlâ’nın ve Resûlü’nün razı olduğu nasla sabit olan zevât-ı âliyedir… Hadis-i Şerif “Eshâbım hakkında Allah’dan korkun, Allah’-dan korkun! Benim vefatımdan sonra onlar hakkında kötü söz söylemeyin! Kim onları severse, beni sevdiği için sevsin. Kim onlara buğzederse, bana buğzetmiştir. Kim onları incitirse beni incitmiştir. Kim bana ezâ ederse Allah’ı gücendirmiş olur. Kim Allah’ı gücendirirse Allah’ın ona gazab etmesi çok yakındır.” Tirmizî Hadis-i Şerif “Allah’ü Teâlâ beni peygamber seçti. Benim için de eshabımı bana yardımcı seçti. Onlardan kimini benim için vezir, kimini yardımcı, kimini hısım akraba yaptı. Kim onlara kötü söz söylerse Allah’ın, meleklerin ve insanların lâneti onun üzerine olsun! Allah kıyâmet gününde ondan ne farz ne de nâfile kabul eder.” Kenzül-ummal, Taberânî Hadis-i Şerif “Allahü Teâlâ beni, benim için de eshabımı seçti. Onlardan kimini bana dost, kimini arkadaş, kimini hısım yaptı. Pek yakında bir kavim gelecek, eshâbımı ayıplayacak, akıllarınca onlarda kusur bulacaklar… Ey Mü’minler! Onlarla bir şey yiyip içmeyin, akrabalık kurmayın ve üzerlerine cenaze namazı kılmayın!” Râmûz 86/6
BİR SİTEDE RASTLADIM .FAYDALI OLABİLİR DÜŞÜNCESİYLE PAYLAŞMAK YERİ DE camiye girmek Abdesti bulunmayan bir kimsenin mescitte oturması müslümanların icmaıyla caizdir. Ebu Hanife kafirin bütün mescitlere girmesinin caiz olduğunu söylemiştir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliAbdestsiz ezan okumak Ezan okunurken ve kamet getirirken abdestli olmak daha uygun ise de, abdestsiz olarak da ezan okunsa caizdir. Çünkü ezan namaz değil bir zikirdir. Hidaye TercümesiAbdest ve kan çıkması Eğer çıkan kan veya irin silinmesi adet olmuş bir miktarda ise abdesti bozarlar. Vücuttan çıkan kan, irin ve kusmuğun normal yollardan çıkan diğer pislikler gibi olmayıp abdesti bozmaları için kan ve irinin çıktıkları yerden akmaları ve kusmuğun da ağız dolusu kadar olması gereklidir. Kanın vücuttan çıkması ancak yerlerinden taşmaları ile gerçekleşmiş olur. Aksi takdirde yani deri veya kabuğun yırtılıp ve altındaki kan veya irinin sadece dıştan görünüp akmamaları halinde abdest bozulmaz. Bir iki damla kandan dolayı, eğer akmazsa abdest alınmaz. Darekutni şunu da bilmek lazımdır ki kan, irin ve kusmuk az oldukları zaman abdesti bozmadıkları gibi İmam Ebu Yusuf?a göre neciste değildirler ki sahih olan görüş budur. Kusma ile abdestin bozulması kusmuğun safra, yiyecek ve içecek olması haline mahsustur. Eğer bulantı neticesinde kusulan şey balgamdan başka bir şey olmazsa, İmam Hanife ve Muhammede göre abdest bozulmaz, İmam Yusufa göre eğer ağız dolusu kadar olursa bozar. Eğer kan başın içinden akıp burnun yumuşağına kadar inerse, ittifakla bozulur. Zira kan yıkanması gerekli yere kadar indiği için kesin olarak vücuttan çıkmış sayılır. Hidaye TercümesiAbdestte kıllar Bıyığın ve kaşların kılları ile çenedeki sakal yıkanır. Kılların dibine suyu iletmek vacip değildir. Çeneden sarkan kılları yıkamak da vacip değildir. Fetevayi HindiyyeAbdest ve köpek Silkinerek sıçrattığı su, elbiseyi pisletmediği gibi elbisenin üzerinde salyası görülmedikçe ısırması ile elbise pislenmez. Bahr?da ısıran köpeğin salyasının görünmeisnden murad, ıslaklığın görülmesidir, denmektedir. İbni Abidin-1Abdestte kulakların meshi Hanefilere göre kulakları başın suyuyla meshetmek sünnettir. Hidaye TercümesiAbdest ve Kuran Bize göre eğitim, öğretim, hatırlama gibi maksatlarla abdestsiz kimselerin Kurana dokunmaları caizdir. İbadet maksadıyla okumak isteyenlerin ise- durum müsait olduğunda- bunu abdestli olarak yapmaları tercih edilir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Fukaha, Kuranın abdestsiz ele alınmayacağında icma etmişlerdir. Abdestsiz olarak tutulmasını, yalnız öğrenmek ve öğretmek kasdıyla ele alanlar için caiz görenler de vardır. Bu da zarurettir. Ahkam Tefsiri-Muhammed Ali SabuniAbdestte niyet Niyetsiz olan abdestin, ibadet olması bakımından sevabı yoksa da onunla namaz kılınabilir. Hidaye TercümesiAbdest ve oturmak Ayakta yahut oturarak, yada rüku ve secdede uyuyan kimsenin abdesti sahih olan kavle göre bozulmaz. Zira bu durumlarda olan uyku ile, kişinin mafsallarında tam bir gevşeme olmaz. Hidaye Tercümesi Hanefi ve Şafilere göre abdesti bozan uyku kalçanın yere iyice oturmadığı veya yanı üzere yaslanarak veya herhangi bir şeyin üzerine kapanmış olarak uyumaktır. Ancak kalçasını yere, bir bineğin sırtına ve buna benzer bir zemine yerleştirmiş olarak oturup uyuyan bir kimsenin abdesti bozulmaz. Herhangi bir şeye yaslanıp, yaslandığı bu şey çekildiği takdirde düşecek olursa ve kalçaları da yerde değilse, Hanefi?lere göre abdesti bozulur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliAbdest ve sakal Alt çenenin aşağısında biten sakalın hiçbir yerini yıkamak vacip değildir. Çünkü çıkar çıkmaz yüzün hududunu geçer. İbni Abidin-1Abdestte yardım almak Abdest alırken, mazeretsiz yardım istemek mekruhtur. Çünkü bunda ibadete aykırı olan bir nevi kibirlenme vardır. Büyük Şafi İlmihaliAkıl ile hüküm vermek Nakli delil olan bir meselede, aklen hüküm vermek caiz değildir. Tefsiri Kebir-Fahruddin RaziAlışverişte paranın alınma zamanı Satılan malın bedelinin ne zaman alınacağının bilinmesi de şarttır. Eğer bu meçhul olursa, satış fasid geçersiz olur. Fetevayi HindiyyeAllah?a mekan isnad etmek Allah?a mekan ve yön isnad eden kimsenin kafir olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Alimlerin çoğu kafir olmadığına hükmediyorlar. Fetavai Hadisiyeden çünkü istiva ayetlerinin zahiri, bu manayı ifade ediyor. Hatta Şabi, İbnül Müseyyeb ve Süfyan gibi zevatlarda ?Tevil etmeden bu tip ayet ve hadislere iman etmek gerekir? diyorlar. Fetvalar-Halil GönençAllah?ı sever gibi sevmek Gerçekte insanların çoğu bir halifeyi, bir alimi, bir şeyhi ya da bir idareciyi öylesine severler ki onu Allah?a eş koşarlar. Her ne kadar o kimseyi Allah için sevdiğini iddia etse de işin aslı budur. Her kim Resulden başkasını, Allah?ın ve Resulünün emirlerine ters olduğunu bile bile her emrettiği ve yasakladığı konuda itaat edilmesi gerekli birisi olarak bellerse, işte o kimseyi Allah?a ortak koşmuştur. Dua ve Tevhid-İbni TeymiyyeAllah her yerdedir demek Bu sözü söylememeye dikkat etmek lazımdır. Malesef avam tabaka ?Allah her yerde hazır ve nazırdır? sözünü çok söylemektedirler. Bunun yerine ?Allah her şeyi bilir? demek gerekir.Berikadan Fetvalar-Halil gönençAltın yüzük Hz Peygamber sav ipeği sağ eline ve altını sol eline alarak ?Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır? Ebu Davud-Libas, Nesai-Zineh, Ahmed-Müsned buyurmuşlardır. Kamil Miras?ın tercüme ettiği Diyanet İşlerince basılan Buhari Tercüme ve Şerhinde ise; bir miskali gr gümüş yüzük ile alem sembol, nişan, rozet vb olarak kullanılan ipek ve altına ruhsat verilmiştir. C. IV sayfa 287-C. XII sa. 108 Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanAnne ve babayı ikaz etmek Bir kimse ana ve babasının şeran günah olan, örfte ayıp ve ar olan fena bir fiili işlediklerini gördüğünde onlara bir defa bu fena fiili bırakmalarını emreder, kabul ederlerse ne âlâ, hoş görmezlerse sukût edip bir daha emretmez, fakat onlar için dua ve istiğfar eder. İbni Abidin-8Arsa, ev ve arabanın zekatı Ticaret için olmayan, ev ,arsa, araba ve benzeri şeylerin kıymatlrı üzerinden zekat gerekmez. Eğer bunların kazancı varsa ve bu getiriler, sahibinin diğer zekata tabi malları ile birlikte nisap ölçüsüne ulaşırsa, yıl sonunda getirilerinin zekatı verilir. Şayet bunlar ticaret için kullanılıyorsa her yıl kıymetleri üzerinden zekat gerekir. Diyanetten Günümüz Meselelerine FetvalarAşura günü orucu Sadece aşura gününde oruç tutmak mekruhtur. Muhit?te de böyledir. Fetevayi HindiyyeAtalarla övünmek Ali ra?den Atalarınızla övünüp, böbürlenmeyiniz. İbni Kesir sıhhati hususunda birçok şahidler vardır, diyor Bidaye Hayatüs Sahabe-4Av hayvanlarını doldurmak Resmin gölgeli olanının heykel haram olduğunda ittifak vardır. İçi doldurulan hayvan, bu konuda insanların yaptığı heykellerden geri değildir. Ayrıca bu iş abesle iştigaldir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerAyağa kalkmak ?Ebu Umame?den ?Peygamber efendimiz asasına dayanarak mescide geldi. Hepimiz ayağa kalktık. Bize ?Birbirlerine aşırı derecede saygı göstererek ayağa kalkan Acemler gibi kalkmayın? buyurdu. El-Kenz, İbni Cerir Ubade b. Samit?ten ?Hiç kimse için ayağa kalkılmaz. Ancak Allahu Zülcelal için ayağa durulur.? Heysemi, İmam Ahmed Enes ra?den ?Ashab, Resulullah?ın gelmesinden duydukları sevinci hiç kimsenin gelmesinden duymadıkları halde, Peygamber Efendimiz geldiği zaman ?hoşlanmadığını bildikleri için- ayağa kalkmazlardı.? Buhari Ebu Miclez?den ?Kim, Allah?ın kullarının kendisi için kalkıp ayakta durmalarından sevinç duyarsa, kendine ateşten bir yer hazırlansın? Buhari buyurmuştur. Ebu Halid . valibi?den Ali ra dışarıdan geldi. Onu görünce ayağa kalktık ve ayakta durarak gelip oturmasını bekledik. Yanımıza gelince ?Niçin put gibi ayakta duruyorsunuz? Diye bizi azarladı. Tabakat Hayatüs Sahabe-3Ayakta su içmek Ayakta su içmekte bir beis yoktur. Fetevayi Hindiyye İçilmeyeceğine dair olan hadisi İmam Hanbel rivayet etmiştir. Buhari de ise peygamberimizin ayakta iken su içtiğine dair bir rivayet vardır. Bu iki hadisi alimler şöyle tevil etmişlerdir; yasaklanan, yürüyerek yapılan yeme ve içmedir. Hadis Müdafaası-İbni Kuteybe ?Resulullah sav Kepşe?nin yanına girdi, evinde asılı bir tulum vardı, ondan ayakta su içti. Bunun üzerine Kepşe tulumun ağzını keserek Resulullah sav?in mübarek ağzının değdiği yeri ile bereketlenmek istedi.? İbni Mace, Tirmizi; Tirmizi bu hadis hasen sahih gariptir, demiştir? Ulema bu hususta ihtilaf etmiştir. Kimi ayakta su içmenin yasaklanmasını nesh etmiştir, dedi. Nehy, tenzih içindir, fiil ise cevazı beyan eder, diyenler de vardır. Nevevi bu görüştedir. Hılye sahibi yukarıda zikredilen hadisle Nevevi?ye itiraz etmiştir. Hılye sahibinin delili, İbni Ömer ra?den rivayet edilen ?Biz Rasulullah sav devrinde ayakta yer, içerdik? Tirmizi hadisidir. Tirmizi hasen demiştir. Tahtavi de ayakta su içmekte bir beis görmemiş yasaklamanın zarar vermek endişesinden geldiğini söylemiştir. İbni Abidin-1Ayaküstü namaz kılma Abdullah b. Üneys, islam düşmanlarından Halid b. Süfyan b. Nübeyl el-Hüzeli?yi öldürmeye giderken ikindi vakti girer, o da aralarında boğuşma olurda ikindiyi kaçırırım düşüncesiyle üstüne giderken baş işaretiyle namaz kıldığını söyler. Hayatüs Sahabe-1Ayet ve hadis metnini üzerinde taşımak Korku gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve ayet ile hadis gibi şeyleri yazıp taşımak dinen caizdir. Abdullah bin Ömer Peygamberden sav şöyle rivayet etmiştir. ?Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin; Allah?ın gazabı, azabı ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden sözlerine sığınırım? Fetvalar-Halil GönençB Bahis tutuşmak Tek taraftan belirli bir şeyle müsabaka yapmak caizdir. Şöyle ki; Eğer sen beni geçersen, sana şu var. Şayet ben seni geçersem, bana senin bir şey vermen gerekmez? derse bu müsabaka caiz olur. Fetevayi HindiyyeBaldız ile oturmak Karısının kız kardeşi ve süt kız kardeşi ile başbaşa kalamaz. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviBanka faizleri Darul harbde, harb emirine beyat etmekle kendileri için faizin helal olacağını iddia edenler, bir büyük bir hata içindedirler. İslam coğrafyasında kurulu bulunan bankalar kâr amacıyla mı kurulmuş yoksa zarar amacıyla mı? Hiçbir banka müslümanlar kar etsin diye kurulmamıştır. Biz paramızı bankaya yatırdığımız zaman banka bizden kâr ediyor, biz bankadan kâr etmiyoruz. Dolayısıyla bu faiz işleminde fazlalık banka tarafına geçiyor. Bu durumda bankaya para yatıran inkılapçı bir müslüman kendi malını harbinin elinde kendisine karşı kullanılan bir silah haline getirmiş oluyor. Dolayısıyla bugünkü bankalardan müslüman faiz alma yoluna gidemez. Darul Harb Fıkhı-Mustafa ÇelikBaşka mezhep imamının ardında namaz Şafi mezhebinde olanların Hanefilerin ardında, Hanefilerin de Şafilerin ardında namaz kılabileceklerine dair ilk devirlerde ulema ittifak etmişlerdir. Asıl itidal bizim fakihlerimizin; dört mezhebin hangisine mensup olurlarsa olsunlar, arkasında namaz kıldığı kimsenin kendi namazını geçersiz kılıcı bir halinden kesin olarak haberdar olmadıkları sürece bir müslümanın, diğer herhangi bir müslümanın ardında namaz kılabileceğine dair söylediği sözlerdir. Mezhepsizlik Bidattır-Said Ramazan el-ButiBaşkasının ilahına sövmek Ebu Nüheyk ile Abdullah b. Hanzele ra?den ?Bir adam Meryem suresini okudu, bir başkası da Meryem ile oğluna küfretti. Biz de adamı kan içinde bırakıncaya kadar dövdük. Adam, Selman ra?e gidip bizi şikayet etti. Olay anlatılınca ?Onun yanında niçin okuyorsunuz? Allahu Zül Celalin ?Allah?tan başkasını ilah diye çağıranlara sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah?a sövmesinler? Enam108 diye buyurduğunu işitmediniz mi? Dedi Hılye Hayatüs Sahabe-4Başkasının okumasıyla hatim Zeyd, Kuranı Azimüşşanı Fatiha?dan sure-i Fil?e kadar yahut sure-i ihlasa varıncaya kadar kıraat edip, diğer sureleri kıraat etmeyip Amr?e, ?Sen kıraat et? demekle, Amr?de onun yerine Zeyd?in kıraat etmediği sureleri kıraat etse, Zeyd Kuranı hatmetmiş olur mu? Cevap Olmaz. Bu surette Amr o sureleri okuduğunda hazır olup dinleyen kimseler, Kuran hatminde bulunmuş sayılıp, Kuran hatminde bulunanlara verilecek sevaba nail olurlar mı? Cevap Olmazlar. Fetavai Behçe İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalBaşlık parası Kız damat tarafına teslim edilirken, kızın ağabeyi veya onun gibi birisi, güvey tarafından bir şey almadan teslim etmek istemezse, damat verdiği şeyi geri alabilir. Keza babası kızı başlık vermeden nikahlamaya razı olmazsa, verilen şey mevcut olsun olmasın damat onu geri alabilir. Çünkü rüşvettir. Bezzaziye İbni Abidin-5 Damad veya damadın babası istek ve arzuyla kızın babasına bir hediye verseler dinen bir sakınca yoktur. Hatta sünnettir. Ama kızın babası paranın veya başka bir şeyin verilmesini şart koşuyorsa verilmediği takdirde kızı vermeyecekse alınan mal haramdır. Yani damad veya onun babası verdikleri şeyden ötürü mesul olmayacaklar ama kızın babası günahkar olur. Fetavayi Haliliye Fetvalar 2-Halil GönençBaşörtüsü ve okul İslama hizmet gayesiyle okuduğunu söyleyen bir bayanın başını açması konusundan; Zaruret, yasak bir şeyi yapmadığı takdirde helaki veya helake yaklaşmayı gerekli kılan şeydir. Suyuti-El-Eşbah Buna göre islama hizmet gayesiyle de olsa İslama taban tabana zıt düşen, kadının namahrem yerlerini ve avretini açmaya zorlayan okullarda okumanın zaruret kabul edilmesi mümkün değildir. Ayrıca kadınların mutlaka bilmesi gereken şeyleri avretlerini açmayı gerektirmeyen okul ve kurslardan öğrenmeleri pekala mümkündür. Yasak emre tercih edilir. Kadına gusül gerekse ve erkeklerden gizlenecek bir yer bulamazsa guslü terkeder. İbnü Nüceym Demek oluyor ki haramı işlememek için farz bile terkedilir. Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık AkkirazBaşlık parası Damad veya damadın babası istek ve arzuyla kızın babasına bir hediye verseler dinen bir sakınca yoktur. Hatta sünnettir. Ama kızın babası paranın veya başka bir şeyin verilmesini şart koşarsa verilmediği takdirde kızı vermeyecekse alınan mal haramdır. Yani damad veya onun babası verdikleri şeyden ötürü mesul olmayacaklar ama kızın babası günahkar olur. HaliliyedenHalil Gönenç Kız damad tarafına teslim edilirken, kızın ağabeyi veya onun gibi birisi güveyi tarafından birşey almadan kızı teslim etmek istemezse, damad verdiği şeyi geri alabilir. Çünkü rüşvettir. Bezzaziyye İbni Abidin-5Başörtüsü nasıl olmalı? Sömürünün bir başka şekli gibi görünen moda, müslüman kadını yavaş yavaş hem takva kimliğinden uzaklaştırmış, hem de iyi bir tüketici yapmıştır. ?Süslerinizi gizleyiniz? emrine inat dış kıyafetler, allanmış pullanmış ve ancak bir müslüman kadının eşine süslenme aracı olabilecek halde iken dış kıyafet olarak piyasaya sürülmüştür. A. Türkkol Ribat Dergisi Sayı 161Bazı batıl işler Davul çalmak, güzel sesle şarkı okumak, kadınlarla delikanlıların bir arayatoplanması, zikir ve Kuran okumak için ücret almak vb gibi şu zamanlarda görülen nice münkirat daha vardır. Bunların haram ve vasiyet edilmelerinin batıl olduğunda şüphe yoktur. İbni Abidin-3Besmele Bazıları her rekatta Fatiha?nın başında Besmele çekmenin vacip olduğunu ileri sürmüşlerse de esah olan sünnettir. Tütün içmek gibi pis kokulu bir şey kullanıldığı zaman besmele çekmenin mekruh olduğunu söyleyenler vardır. Haram bir iş yapılırken besmele çekmek haramdır. Bezzaziye sahibine göre kesin haram olanlara besmele çeken kafir olur. İbni Abidin-1Bıyıklar Ebu Zerr?in rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah sav şöyle buyurdular ?Kıyamet gününde Allah üç tip insanla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için şiddetli azab vardır.? Ravi, Rasulullah sav?in bunu üç kez tekrarladığını söyleyip, hüsrana ve ziyana uğrayan bu kişilerin kimler olduğunu sorduğunda Rasulullah sav şöyle buyurdu Bunlar bıyık uçları uzun olan, yaptığı iyiliği başa kakan ve malını yalan yeminle satan? Müslim-İman, İbni Hibban, Hakim Tevhid-14Bidatler Gelin ve cenaze önünde aşikare zikir yapmak, kabir üzerine bina yapmak, nafile namazları cemaatle kılmak Regaib, Kadir, Beraat, Tesbih namazları gibi, türkü dinlemek, hutbe okunurken salatü selam getirmek, radiyallahu anh demek, amin demek, mescidde dilenmek, kadınların yabancı bir evde taziye veya tebrik için toplanmaları, açıktan tevhid getirmeleri.. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviBidat Çıkaranların durumu İbni Abbas ra rivayet eder ?..Benim ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa ayrılacaktır. Ben ?Ey Rabbim, bunlar benim ashabımdırlar, derim. Cenabı Allah bana ?Bunların senden sonra neler yaptıklarını sen bilmezsin? der. Ben de Allah?ın salih kulu İsa as?ın dediği gibi ?Aralarında bulunduğum müddetçe onları gözetliyordum. Sen benim canımı alınca onları gözetleyen sen oldun. Her şeyin gözetleyicisi sensin. Onlar senin kullarındır. İstersen azab edersin, istersen bağışlarsın. Zira izzet ve hikmet sahibi sensin. Maide117derim. Cenabı Hak ?Sen aralarından ayrıldığın gün, onlar gerisin geri döndüler? buyurur? Bir rivayette ?Benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, derim ziyadesi vardır. Tergib, Buhari, MüslimBidatçı ve zorba imamın ardında namaz Kötü inancına rağmen, zorba biri namaz kıldırırsa ona uyularak namaz kılınır. Namaza bir değişiklik, bidat, uydurma bir şey getirmişse ona uyulmaz. Ahkamus Sultaniyye-İmam MaverdiBilardo Oyun sonunda oyun malzemesinin kirasını veya içilen çayların parasını yenilen tarafın ödemesi gibi, küçük de olsa, bir menfaat karşılığında oynanan her türlü oyun kumardır. Menfaat sağlamak söz konusu olmasa da sadece vakit geçirmek amacıyla oynanan tavla, kağıt ve tombala gibi oyunlar, insanın vaktini boşa harcaması ve kumara vesile olmaları itibarıyla mekruh görülmüştür. İbadeti veya çalışmayı engellemeden ve yenilen tarafın yenen tarafa bir menfaat temin etmeden oynanan bilardo ve benzeri sportif oyunların oynanmasında ise beis yoktur. Fetvalar-Diyanet VakfıBilinmeyen beş husus ?Kıyametin ilmi muhakkak ki Allah?ın katındadır. Yağmuru o yağdırır. Rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiçbir kimsede hangi yerde öleceğini bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir. Her şeyden haberdardır. Lokman suresinin son ayeti Ayette yağmurun ne zaman yağacağı ve anne karnındaki çocuğun cinsiyetinin bilinemeyeceğine dair bir ifade mevcut değildir. İmam Maturidi çoğu müfessirin aksine ?Ayette geçen beş şeyin gayb olan yönleri olabilir ama bu beş şey hakkında hiçbir bilgi edinemeyeceğimiz manasına gelmez? demektedir. Ona göre bilinemeyecek olan bu beş şeyin hakikatidir. Bir şeyin hakikati, onu, o şey yapan şeydir. Seyyid Şerif-Tahrifat mesela düşünen canlı olmak insanın hakikatı ve mahiyetidir. Ama gülen canlı olmak insanın hakikati değildir. İnsan gülmese ya da gülme özelliğinden mahrum olsa yine insandır. Ama düşünme özelliği olmayan bir canlıya insan diyemeyiz. Maturidi ayeti tefsir ederken, bu beş hususun bir kısmında hesap yoluyla bilgi sahibi olunabileceğini ifade eden telmihlerde bulunmaktadır. Müneccimlerin hesap yoluyla bildikleri şeyler bu kabildendir, demektedir. Te?vilat Onun bu ifadesine bugünkü meteorolojik tahminler örnek gösterilebilir. Anne karnındaki çocuğun cinsiyetinin bilinip bilinmeyeceği konusunda Maturidi, çoğu müfessirin benimsediği görüşe zıd bir görüş beyan etmektedir. Ayetteki ?rahimlerdekini bilir? ifadesini pek çok müfessir ?erkek mi dişi mi olduğunu ancak Allah bilir? şeklinde yorumlamaktadır. Bu tefsire göre cenin doğmadıkça cinsiyetini tespit etmek mümkün olmayacaktır on bir asır önce yaşayan İmam Maturidi?nin yorumu, cenin cinsiyetinin tespit edilebileceği şeklindedir. Bu konudaki ifadeleri aynen şöyledir ?Rahimlerdekini bilirden maksad, ceninin sırasıyla nutfe, alaka, muğda safhalarına intikalini, bir halden diğer hale geçişini ve her an cenin üzerinde meydana gelen değişiklikleri gerçek mahiyette bilir demektir. Bunu Allah?tan başka kimse bilemez. Anne karnındaki çocuğun erkek mi dişi mi olduğunun bilinmesine gelince bunun Allah?tan başkasının bilmesi de mümkündür. Tevilat Hadis Araştırmaları-Selahaddin PolatBiriken paranın zekatı Ev edinmek için biriktirilen paralarda tabii olarak çoğalma ve artma özelliği vardır. Binaanaleyh bu maksatla biriktirilen paralar borçtan ve temel ihtiyaçlardan sonra nisap miktarına ulaşmış ise o paradan zekat vermek gerekir. Diyanetten Günümüz Meselelerine FetvalarBoğa güreşi İbni Abbas?ın naklettiğine göre; Resulullah efendimiz sav hayvanları birbirine kışkırtmayı yasaklamıştır? Ebu Davud-Cihad, Tirmizi-Cihad Sebep, hiçbir fayda söz konusu değilken bir canlının canını acıtmak ve abesle iştigal etmektir. Horoz, deve, boğa, köpek, koç vb hayvanları dövüştürme hep bu yasak içerisinde yer alır. Böle şeylerle meşgul olmak, hafif akılılıktan, basitlikten ve karakter bozukluğundan kaynaklanır. Ceziri-Mezahibul Erbaa Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk BeşerBoks oynamak Boksta vuruşmak ve rakibe eziyet etmek kasdı vardır. İki insanı karşı karşıya getirerek eziyet ettirmek haramdır. Envarül Ebrar onu oynamak haram olduğu gibi seyretmek de haramdır. Halil Gönenç-FetvalarBorçluya zekat Eğer meşru olmayan bir iş için baorçlanmışlarsa, kendilerine zekat verilmez. Ancak tevbe edip de tevbelerinin hakiki olduğuna kanaat getirilirse, verilebilir. Büyük Şafi İlmihaliBorsa İslam Fıkıh Akademisinin girişimiyle 1988 yılında Rabat?ta toplanan Borsa Semineri?nin sonuç bildirisinde ve adı geçen akademinin 1992 yılında Cidde?de yapılan VII. Dönem Toplantısından hisse senetlerinin kâr ve zarara iştirak etmesi sebebiyle kural olarak helal olduğu, fakat şeri hükmünün bunu çıkaran şirketin ticari işlem ve amaçlarının meşrû oluşuyla yakından ilgili bulunduğu belirtilmiştir. Şirketin faiz, içki imali ve ticareti, karaborsacılık, hile, yalan ve aldatma gibi dinen haram vasıtalarla kazanç sağlaması halinde hisse senetlerini alıp satmanın ve bundan gelir elde etmenin haram ve masiyete iştirak etmek olduğundan caiz olmayacağı bildirilmiş, esasen faaliyet alanı haram işlemler yapma, dinen yasak hizmet ve mal üretiminde bulunma olmamakla beraber, bazı haram işlemlere taraf olması sebebiyle şirketin kârına haram kazanç karışmış olması hallerinde ise, pay sahiplerinin bu miktarı yaklaşık olarak hesaplayıp kendisinin hayır ve hasenat niyeti olmaksızın ve toplum hakkı olduğu inancı ile hayır yolunda harcaması tavsiye edilmiştir. Diyanet İslam İlmihali-2 Ait olduğu iktisadi değerden bağımsız olarak değer kazanıp kaybeden bir hisse senedini, eldeki parayı değerlendirmek, değerini korumak, iniş çıkışlarını gözeterek para kazanmak maksadıyla alıp satmak. Borsadaki alış verişler daha çok bu ikinci maksada yöneliktir. Bu manada borsada oynamak! Tam olarak değilse de biraz kumara, piyangoya benziyor, gerçek değerinin üstünde ve dışında kağıtların pahalanıp ucuzlamasına sebep oluyor, ekonomiye ve üretime önemli bir katkısı olmaksızın paralar kazanılıyor ve kaybediliyor. İşte bu bakımdan borsada oynamayı makbul bir ticaret olarak görmüyorum. Ancak mevcut düzende ve şartlarda oynama olmadan borsanın da olmayacağı, halbuki parayı faizle nemalandırmaya karşı borsanın bir meşru seçenek olduğu gerçeğini de görmezlikten gelemiyorum. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Hadislere baktığımızda ise ?Yanında olmayan bir şeyin satışı helal değildir? ?satın alınan bir şeyin, alındığı yerde satılması memnu?dur?, ?serbest piyasanın oluşabilmesi için kırsal kesimden mal getirenlerin yolda karşılanması menhidir?, spekülasyon yasaktır? ifadeleriyle karşılaşırız. Bütün bunların özünde haksız kazancın, aldatmanın, ğararın, meçhuliyetin önlenme esprisi vardır. Hisse senedi satışı bunlardan bütün bütün uzak değildir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer Sonuç olarak anonim şirketlerinin bugünki yapısı ve borsanın işleyişi karşısında hisse senetlerinin Menkul Kıymetler Borsasından alım-satımını caiz görmek mümkün değildir. Çünkü bu, insanların mallarının haksız^ yere yenmesine göz yummak olur. Allahü Teâlâ, ekonomik ilişkilerin bel kemiği sayılan bir âyet-i kerimede şöyle buyuruyor?Müminler, mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin, ama karşılıklı rıza ile yapılan bir alım satımla yiyebilirsiniz" Nisa 4/29 Abdülaziz Bayındır-Faiz ve Ticaret hakikaten çok güzel ve ayrıntılı bilgiler var. Merak edenler mutlaka okumalıBoşamak Boşamak veya talak kelimesini kullanmadan ?defol, git, babanın evine git? gibi sözlerle boşamanın vaki olabilmesi için boşamaya niyet etmiş olmak, bu niyetle söylemiş bulunmak gerekir. Aksi halde bunlarla eş boşanmış olmaz. Öfkeli olarak, kişinin söylediği sözlerle ?söz nasıl olursa olsun? boşanma yapılmış olmaz. İki hayız içinde eş ancak bir kere boşanır, birden fazla boşamanın hükmü ve tesiri yoktur. Hayız halinde veya temizlik başlayınca cinsi birleşme yapıldıktan sonra yapılan boşamalar da muteber değildir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanBoşanan kadının kalacağı yer Talak ve ölüm iddeti bekleyen kadınlar iddetin vacip olduğu evde iddet beklerler, ondan çıkarılmazlar. Metin Cevhere?de şöyle denilmiştir ?Bu talakı ric?i olduğuna göredir. Bain olursa mutlaka bir perde lazım gelir. Ancak erkek fasık ise o zaman kadın çıkar.? Bu ifadeden anlaşılır ki, ric?i talakla boşanan kadın kocası fasık bile olsa evinden çıkamaz, perde çekmesi de vacip değildir. Çünkü aralarında evlilik devam etmektedir. İbni Abidin-7Boynuzu kırık hayvan ve kurban Boynuzu olmayan veya boynuzu kırık olan hayvan kurban olur. Kafi?de de böyledir. Fetevayi HindiyyeBuluntunun hükmü Lukata buluntu yı bulan kimse kendisi muhtaç ise onu, ilan ve tarif ettikten sonra kendi nefsine sarf edebilir. Muhit?te de böyledir. Fetevayi Hindiyye Eğer bulan kimse, onu kaldırmadığı takdirde zayi olacağından kaygı duyarsa o zaman ona kaldırmak vacip olur. Hidaye Tercümesi Buluntu eğer on dirhem veya fazla olursa bir yıl ilan etmek gerekir. Eğer buluntu kalıcı olan şeylerden değilse bulan kimse onu bozulacağından endişe duymaya başlayıncaya kadar ilan eder ve ondan sonra fakirlere verir. Sonra buluntu nerede bulunmuşsa orada ilan etmek gerekir. Eğer buluntu gerekli olan süre ilan edildikten sonra sahibi çıkmazsa, sadaka olarak fakirlere verilir. Buluntuyu bulan kimsenin kendisi fakir olduğu zaman ondan yararlanmasında sakınca yoktur. Hidaye Tercümesi Bulunan para ile kitap alıp hediye etmek caizdir. Ayrıca sahibinin namına dini kitaplar dağıttığınız için sevap işlemiş olursunuz. Fetvalar-Nevzat AkaltunBulunmayan bir malın satışı Bulunmayan bir şeyi bedelinden yüksek bir fiyata satmakta bir beis yoktur. Fetevayi HindiyyeBüyüklerin gelişi için kurban kesmek Zeyd, ekabirden Amr?in gelişi için bir koyun kesip üzerine Allah?ın ismini söylese dahi yenmesi helal olur mu? Cevap Olmaz. İbni Nüceym, Mülteka Tercümesi İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalC Cahiliyye selamı Umeyr, peygamberimize yaklaştı ve cahiliyyet devrindeki usule göre ?Sabahı hayr, sabahın hayırlı olsun dedi. Peygamber efendimiz de ?Ya Umeyr, cenabı Hak senin bu selamından daha güzel bir selam, cennet halkının selamını ihsan buyurmuştur, dedi. Hayatüs Sahabe-1Camide ikinci cemaat oluşturmak Camide imamla namaz kılındıktan sonra tekrar cemaat halinde ezan ve kamet ile namaz kılınması mekruhtur. Fakat ezan ve kametsiz mihrabın başka bir tarafında mahdut kimselerin tekrar cemaatle namaz kılmaları mekruh değildir. Büyük İslam İlmihali İkaz-Mehmet GüleçCamide konuşmak Camide yapılan konuşma din ile ilgili ise ibadet olduğundan makbuldür. Fakat dünyevi olup da bir kimsenin gıybet ve dedikodusu yapılmıyorsa mubahtır. Hindiyyeden Fetvalar-Halil Gönenç Mescitlerde tartışmak, ses yükseltmek, kayıp ilanı, alışveriş, icare vb akitler mekruhtur. Ancak fıkıh öğrenen kimselerin seslerini yükseltmesi bunun dışındadır. Bunlara göre mübah olmayan sözlerle konuşmak da mekruhtur. Şayet mübah olan sözler ile konuşulursa namaz kılanlarda şaşırmıyor ise mekruh değildir. Hanefilere göre mescitte dilencilik etmek haramdır. Dilenciye mescit içerisinde birşeyler vermek mekruhtur. Fesaddan emin olmak kaydıyla kadınların mescitte namaz kılmasına müsaade edilir. Genç kadının mescide gitmek maksadıyla evinden çıkması mekruhtur. Mescidlerde mübah sözler ve dünyevi ve buna benzer işlere dair mübah şeylerden söz etmek caizdir. İsterse bu tür konuşmalar esnasında gülme husule gelmiş olsun; yeter ki, konuşmalar mübah özelliğini muhafaza etsin. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliCamide Kuran okumak Ebu Said el-Hudri ra rivayet edip demiştir Rasuli Ekrem sav mescidde itikafta idi. Mescidde Kuranı sesli olarak okuyanları işitti. Hemen Rasulü Ekrem sav, itikafa girdiği yerin perdesini açtı ve dedi ?Kulak veriniz ve dikkat ediniz! Şüphesiz hepiniz Rabbisine niyaz edip yalvarmaktadır. Binaanaleyh bazınız diğer bazınıza eziyet etmesin ve bazınız diğer bazınız üzerine Kuranı Kerim okumada sesini yükseltmesin.? Ebu Davud İmam Malik Muvatta da ?Rasulullah sav insanların yanına çıktı. Halbuki insanlarda namaz kılıyorlardı ve onların Kuranı Kerimi sesli olarak okuyuşlarına da muttali oldu. Bunun üzerine Rasuli Ekrem dedi ki ?Muhakkak namaz kılan kimse Rabbisine münacaat eder. Binaanaleyh her ferd Rabbisine münacaat edip ibadet yapanın haline baksın ve bazınız diğer bazınız üzerine Kuranı sesli olarak okumasın.? El-İbda Rasuli Ekrem sav Hz. Ali?ye şöyle buyurmuştur ?Ey Ali! İnsanların namaz kıldığı yerde, Kuranı Kerim okumanı ve dua etmeni sesli olarak yapma! Zira senin Kuranı sesli okuyup duayı sesli yapman, insanların namazını ifsad eder.? El-İbda, El-Medhal Bu hadisi şerifler gereğince, Ebu Hanife merhum, namazdan sonra okunan Ayetel Kürsi?yi ve duayı sesli olarak okumayı kerih görmektedir. İşte bu hadisi şerif gibi pek çok hüküm ve beyanlar, camide ve hatta evlerde ibadet ve namazla meşgul olanların yanlarında, sesli olarak Kuranı Kerim okumak, zikri ilahi, tesbih, tehlil ve duaları sesli olarak yapmak haramdır. Dürril Muhtar?da da aynı hüküm mezkurdur. İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalCamide musafaha yapmak Namazlardan sonra, namazın bir tetimmesi tamamlayıcısı olarak, herkesin herkesle musafaha etmesi bidattır. Musfaha aslında sevgi doğurucu bir sünnet olmakla beraber, namazlardan sonra, namazın bir parçası ve bütünleyicisi gibi icra edilmesi, ibadete bir katma anlamı taşıdığından bidat olmuş olur. Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer Beş vakit namazdan, Cuma namazından ve Bayram namazlarından sonra cami ve mescitlerin içerisinde musafaha yapanlar görülüyor. Bu zamanlarda musafaha yapmak bidat ve kerahattır. Müslim şerhinde İmam Nevevi merhum ise şöyle zikrediyor İkindi ve sabah namazından sonra musafaha yapmak aslı olmayan şeylerdendir. İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalCamiyi süslemek Fazla israfa kaçmak, mihrap ve kubbesini akıl ve hayale gelmeyecek nakışlarla nakışlayıp süslemek ve milletten toplanan parayı lüzumsuz yere harcamanın bir manası yoktur. Bu paralara yazık olur. Peygamber sav ?camileri çok yükseltmekle emrolunmadım. Siz zaman gelecek yahudi ve hristiyanlar gibi camilerinizi süsleyeceksiniz?Ebu Davud ?Halkın camileri yükseltip süslemekle böbürlenmeleri kıyamet alametlerindendir.?Ebu Davud Halil Gönenç ?Herhangi bir ümmet amel yönünden bozulunca mutlaka camileri süslemeye yönelir.? İbni Mace Mescidler2 Ebu Husayn şöyle rivayet eder ?bir ümmetin ameli kötüleştiği vakit mescitlerini süslerler.? İmam Malik Asrı Saadette İslam-1 Hanefiler, helal olan mal ile mescitlerin süslenmesi caizdir; mihrabı bundan müstesnadır. Onun bu şekilde süslenmesi mekruhtur, çünkü namaz kılanı oyalar, demişlerdir. Ebu Hanife?den bu konuda ruhsat verdiği rivayet edildiği gibi, Ebu Talib el-Mekki?nin de ?Mihrabın süslenmesinde kerahet yoktur? dediği rivayet edilmektedir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Camileri yağlı boya vb şeylerle süslemek mekruhtur. Cami duvarlarına yazı yazmak Hanefilerce doğru değildir. Şafilere göre mekruhtur. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Resulullah sav?in mescidi sade olduğu gibi, tâ Selçukluların sonuna kadar tüm islam dünyasındaki mescidler de genellikle sade idiler. ?Ben muhteşem mescitler yapmakla emrolunmadım.? Ebu Davud-Salat hadisini şerheden Münavi der ki İbadethaneleri süslemek ehli kitabın işidir. Müslümanların bu konudaki tavrı itidal olmalıdır. Hz. Ömer onca maddi devlet gücüne rağmen mescidi değiştirmemiştir. İslamda ilk mescid süsleyen Velid b. Abdülmelik?tir. Selefimizin çoğu insanlar fitne korkusundan ona bir şey diyememişlerdir. Münavi-Feyzül Kadir bu hadisle ilgili olarak Ebu Davud?un nakline göre İbni Abbas ?Ama siz yine de Yahudi ve Hıristiyanlar gibi mescidleri övünme vesilesi yapacaksınız? demiştir. Hatta Ebu Davud?un müteakip hadisi de bunu destekler ?İnsanlar mescidler konusunda birbirleriyle övünmedikçe Kıyamet kopmaz.? Ebu Davud-Salat Süslenebilecek kısımların badana ya da altın suyu ile bezenmesi mekruh değilse de bu camiye vakfedilen cami yapılması için verilen paralardan yapılamaz. Kişiler bunu ancak kendi hesaplarına yaptırabilirler. Fetevayi Hindiyye Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerCaminin üstüne ev vb yapmak Mescidlerin üstü sonsuza kadar mescid sayılacağı için, artık mescidin üzerine ev yapılamaz. Mescidin üzerinde hela ve cinsellik ihtiyacı gibi ihtiyaçlar giderilemez. Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk BeşerCamideki yazılar Şafii, Hanefi ve Hanbelilere göre mescidlerin duvarlarına, tavanlarına yazı yazmak mekruhtur, diğer taraflarda mekruh değildir. Çünkü yazı, namaz kılanın kalbini meşgul eder; hatta namazını bırakıp yazılanları okumakla dahi uğraşabilir. Nitekim mescidin boyanması ve namaz kılanı namazdan alıkoyup uğraştıracak her bir şey de mekruhtur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Fethül Kadir?de ?Paraların, mihrapların, duvarların üzerine Kuran ve Allah?ın isimlerini yazmak mekruhtur. İbni Abidin-1 Vakıf malı ile nakış caiz değildir, çünkü haramdır. Mütevelli nakış veya kireçle badana yaparsa öder. Ancak zalimlerin tamaından kınamasından korkulursa nakışlamakta bir beis yoktur. Metin kısmından Mescidin duvarlarına yazı yazmak doğru değildir. İbni Abidin-2Camide yer sahiplenmek Bir kimsenin cami ve mescitlerde kendisi için özel bir yer tayin ve tahsis ederek namazları daima orada kılması mekruhtur. Diyanetten Günümüz Meselelerine FetvalarCamilere ziyaret düzenlemek Turlar düzenlenerek cami ziyareti için yolculuğa çıkmak kesinlikle caiz değildir. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Ebu Hureyre anlatıyor ?Tur?i Sinaya gitmiştim.. Oradan ayrıldıktan sonra Basra b. Ebi Basra el-Gıffari?ye rastladım. Bana -Nereden geliyorsun? Dedi. Ben de -Tur?dan dedim. Bunu duyunca ?Oraya gitmeden önce sana rastlasaydım gitmezdin. Resulullah sav buyurdular ki ?Üç mescitten başka yere ziyaret maksadıyla sefer yapılmaz Mescidi Harama, bu mescidimeMescidi Nebevi ve İyliya Kudüs mescidine yahut Beyti Makdis?e? İmam Malik, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai Muvatta 1-İmam Malik Cariyenin avreti Cariyenin avreti göbeği ile dizkapağı arasıdır. Bu cumhurun görüşüdür. Bu görüşün peygamberimize dayanan merfu hadis şeklinde bir dayanağı yoktur. Hz. Ömer?in kavli ile ihtiyaca dayandırılmıştır. İbni Hümam-Fethül Kadir zahirilere göre avret konusunda cariye ile hür kadın arasında bir fark yoktur, cariyenin de el, ayak ve yüzü hariç, tüm bedeni avrettir. Çünkü bu ikisini ayırmak için nakli ve sağlam bir delil gerekir bu ise yoktur. İbni Hazm-Muhalla İmam Şafinin bir kavline göre cariyenin ?dirseklere kadar- elleri ile başı avret değildir. Şirazi-Mühezzeb İmam Malik?ten bir rivayete göre yalnızca saçı avret değildir. Şevkani- Neyl Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanCemaat El Gayede ?Alimlerimizin âmmesi, gerçekten cemaat vaciptir, dediler? denilmiştir. Müfid?de ve onun tesmiyesinde ?Cemaat, sünnetle vacip olduğu için sünnettir? denilmiştir. Bedai de ?Cemaat, akıllı, ergenlik çağına gelmiş, cemaatle namaz kılmaya zahmetsiz gücü yeten erkekler üzerine vaciptir? denilmiştir. Fetevayi HindiyyeCemaat taassubu Ne yazık ki günümüzde müslüman olduğunu söyleyenler de çeşitli guruplara, tarikatlara, partilere, hiziplere bölündüler. Tıpkı tarihte olduğu gibi. Her grup insanları peşinde gittiği şeyhe, lidere, mezhep ve meşrebe çağırmaya, onu ön plana çıkarmaya çalışıyor. Bunun adına da ?ilahi kelimetullah için cihad? denmekte. Bu guruplardan biri diğerinin imanını, amelini, samimiyetini kısacası tavırlarını kendi gurubuna göre değerlendirmekte. Halbuki tevhid dini İslamda lider bir kişidir, cemaat bir cemaattir, ilkeler birdir. Her cemaat kendi ağabeyini, liderini veya ileri gelenlerini mutlak lider görmeye başlayınca biri diğerine tabi olmak şöyle dursun, bazen bile bile karşısındakini haksız yere suçlayabilmekte. Halbuki müminler birbirlerini hiç kimsenin malı olmayan ve hiç kimsenin tekelinde olmayan Allah?ın dinine çağırmaları gerekirken birbirlerini bağlı bulundukları mezhebe, meşrebe, ırka ve lidere davet etmekteler. Bizler ayrılığa üzülmek yerine onun rahmet olduğunu savunup duruyoruz. İnsanları Tefrikaya Düşüren Faktörler-Mahmut Balcı Bir zaman öyle kimseler gelecektir ki, ilim boğazlarından inmez, içleri başka dışları başkadır, bildikleri ile yaptıkları birbirine uymaz. Cemaat kurup otururlar ve birbirleriyle iftihar ederler. Eğer onlardan biri, bir başkasının yanına oturursa ona kızar ve onu arkadaşlıklarından atarlar. İşte bunlardır ki, amelleri oturdukları yerde kalıp Allah?a yükselmez. Hz. Ali Murabıta Notlar-1 Abdullah BüyükCenabet olanın zikir yapması Abdestli olmayanların, cünübün, hayızlı ve nifaslıların, kalp veya dil ile, tesbih, tahmid, tehlil, tekbir ve salavat okumak suretiyle zikir ve dua etmeleri caizdir. Asım Köksal-İslam Tarihi namazı ve ayakkabı Eğer ayakkabı temiz ise, çıkarmaya gerek yoktur. Şayet ayakkabıların altında veya başka bir yerinde necis var ise, ayakkabıyı çıkarmak gerekir. Çıkarılan ayakkabının üstüne basmakta hiçbir mahzur yoktur. Hatta yerlerde çamur ve emsali gibi ıslaklıkların olması halinde, ayakkabıların üstüne basıp kılmak zarureti vardır. Binaanaleyh ayaklardan ayakkabıyı çıkardıktan sonra altındaki necis zarar vermez. Halebi Sağir, Fetavayı Abdurrahim, Mülteka İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalCenaze namazında kadın Bahır?da ?Namazı bozan şeyler cenaze namazını da bozar. Yalnız kadınla bir hizaya durmak müstesnadır. O bozmaz. Nasıl ki Bedayi?de beyan olunmuştur. İbni Abidin-3Cenaze namazı ve sünnet namazlarının terki Cenaze namazı, bayram hutbesinden, akşam namazının sünneti ile öğle, Cuma ve yatsının sünnetleri gibi sünnetlerden önce kılınır. Çünkü cenaze namazı farz, bayram hutbesi sünnettir. Akşam namazının sünneti hakkında da aynı şey söylenebilir. Tatarhaniye Fetva cenazenin, Cuma ve akşam namazlarının sünnetinden sonra kılınacağına göredir. Çünkü bunlar daha kuvvetlidir? denilmiştir. İbni Abidin-3 Haccda, farz namazı kılınır kılınmaz, hemen cenaze namazını kıldırıyorlar. Haremi şerifte ve Ravzayı Mutahhara?da da aynı hâl ve amel işlenmektedir. Hatta 1982 yılında Medine-i Münevvere?de Teravih namazını kılıyorken, 8 veya 10 rekat teravih namazı kılındığı an, bir cenaze geldi ve hemen teravih namazının selamını verince, arada cenaze namazı kılınıp tekrar teravih namazı kılınmaya devam edilmiştir. İslama Sokulan bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalCenaze ve tesbihin terki Namazın tesbih ve sünnet olan zikrini terketmek sünnet olamaz. Peygamber sav cenaze olduğu zaman bunları terkediniz dememiştir. Ancak farz ve vacip olmadığı için terkinden dolayı günaha girilmiş olmaz.Fetvalar-Halil GönençCenazenin ardından tezkiye etmek Cemaatin tanımadığı veya kötü olarak bildiği bir kimse için ?Bu adamı nasıl bilirsiniz*? sorusuna, iyi biliriz, Allah rahmet eylesin demek yalandır. Bu tezkiye ölüye fayda vermediği gibi cemaati de günaha sokar. Halil GönençMüslüman olmayanın cenaze namazı Müslüman bir kimsenin müslüman olmayan bir kimsenin cenaze namazına katılması caizdir. Ebu talip öldüğünde Peygamber sav Hz. Ali?ye defn ve tedvin işleri için emir buyurdu. Aynı şekilde müslüman olmaya annesinin cenaze merasimine katılmasını da emir buyurdu. Yes elüneke Anil Din vel Hayat Halil gönençCenaze için kalkmak Fukaha ve Cumhuru ulema, cenaze geçerken görüldüğünde, görenler oturuyorsa cenazeye kalkmanın mekruh olduğunu beyan etmişlerdir. Halebi Kebir ve Dürretül Fahireden Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Peygamberimizin ayağa kalktığını bildiren hadis Hz. Ali?den rivayet edilen Resulullah sav ayağa kalktı. Sonra oturdu.? Ebu Davud, İbni Mace, İmam Ahmed hadisi ile neshedilmiştir. Müslim de bu manada bir hadis rivayet etmiş, vaktiyle vardı fakat sonradan nesh edilmiştir, demiştir. Münye Şerhinden İbni Abidin-3Cenazenin geceleyin defni Cenazeyi gece defnetmek caizdir. Fetvalar-Nevzat AkaltunCenaze giderken yürümek Cenaze içinde yürüyenler arasında en efdal olanlar, cenazenin arkasında yürüyenlerdir. Cenazenin önünde de yürümek caizdir. Ancak herkesten ileri gitmek ve cenazeden uzak kalmak mekruhtur. Cenazenin sağından ve solundan yürümekte iyi değildir. Fethul Kadir?de de böyledir. Cenazenin arkasından gidenlerin üstüne düşen vazife susmaktır. Bunların yüksek sesle Kuran okumaları ve zikretmeleri mekruhtur. Tahavi şerhinde de böyledir. Cenazede en efdal olan mezar toprak dolana kadar oturmamaktır. Muhit?te de böyledir. Fetevayi HindiyyeCenaze namazında ellerin salınması Cenaze namazında, dördüncü tekbirden sonra eller önce salınır, sonra sağa ve sola selam verilir. İslam İlmihali-Enisül Abidin-Cep İlmihali İkaz-Mehmet GüleçCenaze namazının yeniden kılınması Cenaze namazı her nerede olursa olsun bir defa kılındı mı aynı imam ve cemaat tarafından ikinci defa kılınmaz. Öncelik hakkı olan velisinin namazını kıldırmasıdır. Velisinin izni olmaksızın kendisi de iktida etmemiş olmak takdirinde, isterse kendi kendine veya başka cemaat ile bir namaz kılabilir. Hindiyye-Nimeti İslam İkaz-Mehmet GüleçCenaze yıkanmadan Kuran okumak Ölü yıkanmadan yanında Kuran okumak mekruhtur. Ancak başka bir odada okunmasında bir mahzur yoktur. Yıkandıktan sonra yanında da okunabilir. Diyanetten Günümüz Meselelerine FetvalarCenaze yıkayana ücret vermek Yıkayan kimse ücret isterse orada başka yıkayacak bulunduğu takdirde ücret vermek caizdir. Başkası yoksa caiz değildir. Çünkü yıkamak ona taayyün etmiştir. Taşıyanın ve mezar kazanın hükmü de böyle olmak gerekir. Sirac, Metin kısmı İbni Abidin-3Cennette evlilik Cennette kişi ve onun evliliği dünyadaki gibi değildir. Dünyadaki eşler birbirini isterse beraber olurlar, bunda bir problem yoktur. Biri ister diğeri istemezse, Allah Teala her birine istediğini yeniden yaratarak verebilir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanCihadın şartları Cihadın mubah olmasının iki şartından biri de şudur Müslümanların, bu savaşın sonunda, kuvvet ve kudret sahibi olacaklarını ümid etmeleri... Savaşa hazır olup, zafer kazanacak güçte olmalarını ümit etmeleri bu durumda olmayan müslümanların savaşması, nefsi tehlikeye atma durumundan dolayı helal olmaz. Fetevayi HindiyyeCihadda anne ve babanın izni Cihada çıkmak isteyen bir kimsenin anne ve babası varsa, bunların iznini almadan cihada çıkması uygun olmaz. Ancak, cihad umûmi olursa, onlardan izin almadan çıkabilir. Fetevayi HindiyyeCihadda karısının izni Bir kimsenin karısı bulunur ve cihada gitmesi halinde onun helâk olacağından korkarsa, bu şahıs karısının izni olmadan cihada çıkamaz. Fetevayi HindiyyeCihadda düşmandan kaçmak Silahı olmayan bir kimsenin, silahı olan bir şahıstan kaçmasında bir beis yoktur. Bir kişinin, üç kişiden kaçmasında da bir beis yoktur. Serahsi?nin Muhitçinde de böyledir. Fetevayi HindiyyeCinden korunma Übey b. Kâb?dan ?Karşılaştığı bir cinden, korunmak için ne yapması lazım geldiğini sorunca Cin Bakara suresinden Ayetül Kürsi sizi bizden korur, kim onu akşamleyin okursa, o gece sabaha kadar ve kim sabahleyin okursa o gün akşama kadar bizden korunmuş olur, dedi. Oalyı Peygamberimize anlatınca Kâb doğru söylemiş, buyurdu.? Kenz, Nesai, Hakim, Beyhaki Hayatüs Sahabe-4 Cuma ezanı nerede okunmalı İmam minbere çıktıktan sonra oturur ve müezzin minberin karşısında durup tekrar ezan okur. Hidaye Tercümesi İmam minbere çıkınca ve müezzin imamın önünde ezan okumaya başlayınca alış veriş yapmak tahrimen mekruhtur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Camilerde işlenen bidatlardan birisi de, Cuma günü hatip efendi hutbeye çıkıp oturduktan sonra ikinci ezanın minberin önünde okunmayıp rasgele yerde veya minberin karşısında olmadığı halde uzak yerlerde okunmasıdır. Ecdadımız bu sünnet yerini bulsun diye, camileri yaptırırken, Cuma günü minberin önünde ikinci ezanı Muhammedi ifa edilsin diye, müezzin mahfelileri yaptırmışlardır. Konya?da Sultan Selim, İstanbul?da Fatih, Bursa?da Ulu cami, Edirne?de Selimiye camilerinde minberin önünde yapılan camiler bu sünneti ifa içindir. İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalCuma günü yolculuk Sabah vakti girince Hanefi ve Malikilere göre yolculuğa çıkılabilir. Hanefilere göre Cuma günü öğle vakti girmeden önce, şehrin mamur, oturulan yerlerinden ayrılınırsa, sefere çıkmakta bir beis yoktur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliCuma namazıyla ilgili hükümler Cumhur, Cuma namazının sahih olabilmesi için yerleşim biriminin şehir veya köy olmasına itibar etmeyip sadece sayı ve ikameti esas almışlardır. Toplayıcı şehirden başkasında Cuma namazı ve teşrik tekbiri yoktur. Şeklindeki söz Hanefilerin iddia ettikleri gibi Peygamberimiz sav?in sözü olmayıp Hz. Ali?ye nispet edilen sahih mi, zayıf mı olduğu muhaddisler arasında tartışmalı olan mevkuf bir haberdir. Nitekim İmam Tirmizi ?Köylerde Cuma kılınmaması hususunda Peygamberden rivayet edilen hiçbir hadis sahih değildir? der Beyhaki, Dârekutni, Nevevi, Darulfikr, Azımabadi İmam Ahmed b. Hanbel ?Bu söz hadis değildir. Sadece Hz. Ali?nin kendi sözüdür. Ancak Hz. Ömer ona muhalefet etmiştir? demektedir. Aynı görüşler Beyhaki ve Hafız İbni Hacer?den de nakledilir. Buhari ve Ebu Davud?un İbni Abbas ra?den rivayetlerine göre, O şöyle demiştir ?Resulullah sav?in Medine?de kılınan cumadan sonra Medine haricinde kılınan ilk Cuma namazı, Bahreyn köylerinden bir köy olan Cuvasa?da kılınan Cuma namazıdır.? Ebu Hureyre?den rivayete göre ?Biz Bahreyn?de iken kendisine burada Cuma kılıp kılamayacağımızı sormak üzere hz. Ömer ra?e mektup yazmıştık. Bunun üzerine Ömer bize cevaben ?Nerede olursanız olun, Cuma namazını kılın? diye yazdı.? İbnu Ebi Şeybe, Darekutni, İbnu Hacer Buhari?nin katibi Leys b. Sa?d den rivayete göre şöyle demiştir ?İçerisinde cemaat bulunan her şehir ve köy Cuma ile me?mur olurlar. Zira Mısır ve sahillerinde oturan ahali Ömer ve Osman ra zamanlarında, aralarında sahabeden bir gurupta olduğu halde Hz. Ömer ve Hz. Osman?ın emriyle buralarda Cuma namazı kılıyorlardı. İbnu Hacer, Ali Nasıf Ka?b b. Malik?ten rivayete göre Esad b. Zürare Medine?ye iki mil mesafede bulunan Beni Beyada köyünde Hezmün Nebit denilen semtte Cuma namazı kıldırmış ve buna devam etmiştir. Ne Peygamber sav ne de sahabeden buna karşı çıkan kimse olmamıştır. Beyhaki, Vâhidi, İbnu Sâ?d ve daha pek çok kimselerin rivayet ettikleri gibi, Peygamber sav Mekke?den Medine?ye hicret ettiği esnada Kuba ile Medine arasında bir köy olan Salim oğulları yurdunda Cuma namazı kıldırmıştır. Burası şehir merkezi olmayıp küçük bir köydür... Câbir hadisinin cumanın devlet başkanınca kıldırılması hadisi olan Ali b. Zeyd b. Cü?dan hakkında hadis otoritelerinin görüşleri şöyledir İmam Buhari ?Ahmak ve aklı kıt bir kimse idi. Hadisiyle ihticac olunmaz.? Hafız İbnü Hacer ?Zayıf bir ravidir? Ahmed b. Hanbel bir defasında ?Ali b. Zeyd bir şey etmez? derken bir defasında da ?O zayıfül hadistir? demiştir. Tirmizi ?Ali b. Zeyd saduktur? saduk; hakkında bu tabir kullanılan bir kimsenin hadisleri ancak denemek ve araştırılmak maksadıyla yazılır. Darekutni de onu zayıf saymıştır. Aynı hadisin diğer ravisi olan Abdullah b. Muhammed el-Adevi hakkında ise Buhari ?Abdullah b. Muhammed, Ali b. Zeyd b. Cüdan?dan, Velid b. Bükeyr?de kendisinden hadis rivayet etmiş olup, münkerül hadistir. Hadisinin mütabii yoktur? Hadisi kabul edilmeyen, rıza gösterilmeyen kimse İmam Nesei ?Adevi hadis uydururdu? derken, İbnü Hibban ?Adevi?nin rivayet ettiği hadislerin delil gösterilmesi helal değildir? der. Hanefi ulemasından Mevsili ise uydurma hadisleri bir araya topladığı kitabında Cabir hadisini de zikrederek "Bu konuda Resulullah sav?den rivayet edilen hiçbir hadis sahih değildir? açıklamasını yapmıştır. Hadisin ravileri sebebiyle asılsız olması bir yana, metnin muhtevasının da asılsız olduğuna bir delil vardır. Çünkü hadisin sonunda hac, zekat ve oruç ibadetlerinden bahsedilmektedir. Her ne kadar bu ibadetler biliniyorsa da farz kılınmamıştır. Bir kavle göre hac, hicretin altıncı senesinde, meşhur olan diğer bir kavle göre ise hicretin dokuzuncu yılında farz kılınmıştır. Cuma namazının farz olduğunu beyan eden ayetler ise, hicretin hemen ilk günlerinde nazil olmuştur. Keza oruç hicretin ikinci yılında, zekatta yine aynı yılda oruçtan önce farz kılınmıştır. Şu halde henüz ortada ne oruç ne zekat ve ne de hacc ibadeti yokken iki ila dokuz yıl aradan sonra meşru kılınacak olan ibadetlerden bahisle Resulullah sav?in ?Bilmiş olun ki böylesinin ne haccı ne zekatı ne de orucu kabul edilir...? buyurmuş olması garip değil midir? Diğer bir hususta hadisin değişik yollarla gelen metinleri karşılaştırıldığı zaman, birbirinden farklı lafızlar ihtiva ediyor olmasıdır. Mesela, aynı hadisin, Ebu Yâ?lanin Müsned?inde geçen metninde ?âdil ve zalim bir imamı varken? ifadesi mevcut değildir. Sonra haberdeki imam lafzıyla mutlak devlet başkanı kastedildiği de tartışma götürür bir şeydir. Cabir hadisi mevzu olmayıp sahih bile olsa haberi ahad tarikiyle gelmiştir. Dolayısıyla böyle bir hadisle gelen hüküm Hanefi imamlarına göre şart sayılmaz, onunla Kuran?ın hükmü tahsis edilemez ve üzerine ziyade yapılamaz. Hanefi fukahasından İbnü Hümam söz konusu ?Hidaye? üzerine yazdığı ?Fethül Kadir? isimli şerhinde bu ifadenin hadis olmayıp Hasanı Basri?ye ait bir söz olduğunu belirterek ?Hasan dört şey sultana aittir dedi ve bunlar arasında Cuma ve bayram namazlarını da zikretti? kaydını koymuştur. Yine İmam Serahsi el-Mebsut?ta bu ifadeden bahisle ?Eserde dört şey sultana aittir. Cuma da bunlardandır denilmiştir? demek suretiyle bu sözün hadis olmayıp, peygamberden başkasına ait olduğuna dikkat çekmiştir. Bilindiği gibi eser tabiri özellikle peygamberden başkalarına ait sözler için kullanılır. Cuma namazını sultana izafe eden haberler, Tabiundan İbnu Muhayriz ile Atâ el-Horasani?ye ve İbnu Hazm?ın Muhallasındaki şekliyle Ebu Abdullah?a aittir. Hafız İbnü Hacer?de Keşşaf?ta geçen hadislerin aslını araştırmak üzere kaleme aldığı kitabında ?Ben bu haberi merfu olarak görmedim? demiştir. Başta İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel olmak üzere cumhuru fukahaya göre namazla doğrudan bir alakası bulunmadığı ve namazın maslahatından olmadığı için Cuma namazını devlet başkanı ve onun izin verdiği kimsenin kıldırması ve onun izin vermesi şart değildir. Hanefi fukahasından İmam Muhammed?de bu görüştedir. Medine?de Hz. Osman muhasara altına alındığı zaman, sahabeye Hz. Ali Cuma namazı kıldırıyordu. Onun bu namazı Hz. Osman?ın emriyle kıldırdığına dair herhangi bir rivayet sabit değildir. Halbuki o sırada devlet idaresi Hz. Osman?ın elindeydi. Allahu Teala Cuma namazını herhangi bir şarta bağlamaksızın mutlak olarak emretmiştir. Dolayısıyla kayıtsız ve şartsız mutlak olarak eda edilmelidir. İmam Muhammed Cuma namazının şartlarını sayarken bu hususta son derece temkinli davranarak şöyle demektedir ?Cuma namazının şartları; cemaat, hutbe ve vakittir. İkincisi ise vali ve şehir olup bunlar ihtilaflıdır? Camiüs Sağirden ibni Abidin, Reddül Muhtar adlı eserinde ?Cuma namazı insanların en zalimi olan Haccac zamanında bile kılınmaya devam etmiştir. Halbuki o, islami hükümlerin tamamını tatbik etmiyordu. Bu sebeple bir memlekette bir vali vefat etse yahut herhangi bir fitne sebebiyle Cuma namazına gelemese ve Cuma namazını kıldırma yetkisine sahip olanlardan hiç birisi de bulunmasa, cemaat zaruri olarak aralarından kendilerine bir hatip seçerler ve Cuma namazını kılarla. Bu surette kafirlerin istila ettiği beldelerde bile sahih olmasına rağmen, fitne zamanlarında kılınan Cuma namazı geçerli değildir, diyenlerin cahilli ortaya çıkmıştır. Vehbe zuhayli?de şunları kaydeder ?İmamın izni ve kendisi olmadan Cuma kılmak sahih ve muteberdir. Zira Hz. Osman Kufe valisi Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt bir gün Cuma namazını kıldırmaya gelmemişti. Bunun üzerine İbnü Mesud onun izni olmadan sahabelerin de hazır bulunduğu cemaate Cuma namazını kıldırmıştır.. islam devletinin dışında ve darul harbde Cuma namazı kılınmaz diyen tek bir Hanefi alimine rastlamak mümkün değildir... Netice olarak biz diyoruz ki, bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi hem de imametinin meşruluğunun sebeplerinden biridir. Fakat devlet başkanının bu namazları kıldırmak vazifesiyle yükümlü olması, bu namazların farziyyetinin ve meşruluğunun bir sebebi değildir. Keza hicretten önce henüz bir darul harb olan Medine?de müslümanlar Resulullah sav?in müsadeleriyle Cuma namazını kılıyorlardı. Hiçbir kimse Medine?de o dönemde islami bir otoriteden, hatta ıstılahi manada bir cemaatin varlığından bile söz edemez. Devlet, Siyaset ve İbadet Üçgeninde Cuma Namazı-Recep ÇetintaşCuma namazına sonradan yetişmek İmam Muhammed ?Şayet imamla birlikte ikinci rekatın rukuuna yetişirse cumayı onun üzerine bina eder. Daha sonra yetişirse o namazın üzerine öğlen namazını bina eder. Çünkü bu namaz bir cihetten Cuma bir cihetten öğledir. Zira bazı şartları kaçırmıştır. Binaanaleyh öğleye itibar ederek dört rekat üzerinden kılar, fakat cumaya itibar ederek iki rekatta behemehal oturur. Nafile olmak ihtimalinden dolayı son iki rekatta kıraat okur.? Şeyhayna göre, o kimse bu halde cumaya yetişmiştir. Hatta kendisine cumaya niyet etmek şarttır ki, o da iki rekattır. İmam Muhammed?in söylediklerinin vechi yoktur. Zira bunlar muhtelif iki namazdır. Biri diğerinin tahrimesi üzerine bina edilmez. Hidaye?de de böyle denmiştir. İbni Abidin-3Cuma namazı ve köy Zahirilere ve kaybolmuş mezhep sahiplerinden biri olan Ebu Sevr?in görüşüne göre, Cuma namazı aşiret mescitlerinde de kılınabilir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliBulaşıcı bir hastalığa müptela olan kimse ve Cuma Namazı Bulaşıcı bir hastalığa müptela olan kimsenin Cuma ve bayram namazı gibi namazlara gitmesi caiz değildir. Hatta başkasına zarar verecek fıtri veya sarmısak ve soğan gibi şeyleri yemekten dolayı arızı bir kokusu olan kimsenin Cuma namazına ve cemaate gitmesi doğru değildir. Fetvalar-Halil GönençCuma Hutbesi ve minberin basamaklarında dua Hatiplerin hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua etmeleri bidattır. Kadı Beydavi?nin vermiş olduğu caizdir fetvası tuhaftır.Mugnil Muhtaçtan Fetvalar-Halil Gönenç Cünübün Kuran okuması Ebu Hanife?nin ?Cünüp olan bir kimsenin ellerini ve ağzını yıkadıktan sonra Kuran?a dokunmasında ve okumasında bir sakınca yoktur? şeklinde ikinci bir kavli de vardır. Halebi Sağir-Halebi Kebirden Malikilerden hayızlı olduğu halde kadının Kurana dokunabileceği ve okuyabileceğine dair fetvalar vardır. Buhari Kitabul Hayız bab 7?de ?Haiz hayızlı kadın, beyti tavaf etmenin dışında tüm menasikleri yerine getirir? başlığında şu rivayetleri nakletmektedir İbrahim dedi ki Hayızlının ayet okumasında herhangi bir sakınca yoktur? İbni Abbas Cünüp için kıraatte Kuran okumakda bir sakınca görmedi. İslamda Meseleler ve Çözümler-Ziya Eryılmaz Şunu hatırlatmakta fayda var ki, önemli olan görüşler değil fetvaya esas olarak kabul edilenlerdir. Bu tür rivayetleri ehli sünnnetin genel anlayışı ile değerlendirmek ve ona tabi olmak gerekir.Cünübün tırnak kesmesi ve traş olması Cünüp olan kimsenin yıkanmadan traş olması ve tırnak kesmesi haram olmazsa da iyi değildir. Fetvalar-Halil GönençCünübün yemek yemesi Erkek olsun, kadın olsun Cünüp olan bir kimsenin, ellerini ve ağzını yıkamadan yemek yemesi ve su içmesi mekruhtur. Fetevayi HindiyyeÇ Çalgı aletleri İslama uygun olmak kaydıyla oynamak, kaval ve kudum gibi aletler kullanarak sevinç izhar etmekte bir mahzur yoktur.. İbni Hacer ve Kurtubi gibi alimler ise, tambur ve kemençe gibi fasık ayyaş ve sefihlerin kullandığı çalgı aletlerini kullanmanın ve dinlemenin icma ile haram olduğu görüşünü ileri sürüyorlar. Kef el-Ruâ Ebu İshak el_Şirazi?de bu hususta şunları söylüyor. ?Ud ve tambur gibi çalgıları çalmak haramdır? Peygamberimiz sav şöyle buyuruyor ?Allah Teala ümmetime içkiyi, kumarı ve darında yapılan içki ile davul ve tamburu yasaklamıştır.? Bir başka hadiste ?İçki içip, davul ve çalgı aletlerini kullanmak yüzünden ümmetimin bir kısmı mesh olunacaktır? Demek oluyor ki, insanın şehvet ve arzularını tahrik etmeyen aksine hüzün ve benzeri duygulara yol açan aletleri çalması ve dinlemesi caizdir. Halil Gönenç-FetvalarÇalışan Fakirlere Zekat Fakir birisi, kendisine uygun bir iş sahası olur, bununla da kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarına yetecek bir kazanma gücüne sahip olursa, böyle bir kimseye zekat vermek caiz olmaz. Nitekim peygamberimiz sav ?Sadaka zekat zengine ve iş sahası olup da çalışabilecek güçte olana helal değildir.? Tirmizi Büyük Şafi İlmihaliÇamur İnsan yürürken, ayaklarından kendine sıçrayan yolun çamuru affedilmiştir. Büyük Şafi İlmihaliÇocuğun camiye götürülmesi İçerde oyun oynamayacak çağda olan, yahut oynaması yasaklanınca oynamaktan kaçınan küçük çocukların mescide götürülmeleri caizdir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliÇocuğun ezanı Mekruh olmakla beraber caizdir. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviÇocuk düşürmek Ulema ?Dört aydan önce velev kocasının izni olmadan, çocuğu düşürmek mübahtır.? Demiştir. Metin kısmı Nehir sahibi diyor ki Şimdi şu kalır; acaba gebe kaldıktan sonra çocuğu düşürmek mübah mıdır? Evet, henüz bir uzvu yaratılmamış olmak şartıyla mübahtır. Bu da ancak 120 gün sonra olur. Haniye?nin kerahet bahsinde şöyle denilmektedir. ?Ben helaldir, diyemem. Çünkü ihramlı bir kimse bir avın yumurtalarını kırsa onu öder. Zira yumurta avın aslıdır. Bu, ceza ile karşılaştığına göre, burada en azından özürsüz düşürse, günah yazılır.? İbni Vehban ?Şu halde çocuk düşürmenin mübah olması özür haline yorumlanır. Yahut çocuk düşüren kadın öldürmüş kadar günah işlemiş sayılmaz, manasına alınır. İbni Abidin-6Çocuk ve namaz Çocuk yedi yaşından sonra dövülür. Çocuk el ile dövülecek ve üç tokattan fazla vurulmayacaktır. Hocanın da talebesine üç tokattan fazla vurmaya hakkı yoktur. İbni Abidin-2D Dar?ul islamın Dar?ul harb olmasının şartları İmam Ebu Hanife?ye göre, Darû?l islam şu şartla dârul harb olur. 1 Kafirlerin hükümlerini alenen icra etmek, islamın hükümleriyle hükmetmemek. 2 Darul harble darul islam arasında bir islam yurdunun bulunmaması, darul harbe bitişik olmak. 3 Kafirler istila etmeden önce sabit olan güvenin olmaması. Bu şartların üçünün de olması gerekir. İmameyne göre ise bu durumda bir şart yeter başkası gerekmez, o şart da küfür ahkamının izhâr edilmesidir. Fetevayi HindiyyeDarul harbde faiz ve kumar İmam Serahsi şöyle diyor ?Ebu Hanife ve İmam Muhammed ra, Darul harbde bir müslüman için, harbiye, bir dirhemi iki dirhemle vermenin caiz olduğuna fetva verdiler.? Şafii mezhebine göre ilgili hadis zayıf olduğundan caiz değildir. Mebsut İbni Hümam şöyle diyor ?Gerek kumar meselesinde olsun ve gerekse faiz meselesinde olsun eğer fazlalık müslümana geçiyorsa bu muameleler mubahtır.?Darul Harb Fıkhı Bilinmektedir ki, Darul harb fıkhı Mekke dönemi müslümanlarınca yaşanmamıştır. Bu konuda Ebu Bekir ra?in müşriklerle bahse girmesi olayı delil olarak öne sürülmektedir. Baz ı Hanefi müctehidleri bu olayı örnek göstererek, darul harbde bulunan müslümanların kazanacaklarından emin olma şartıyla, harbilerle mal ve para karşılığında bahse girmelerine cevaz vermişlerdir. Bahis kazanılınca Rasulullah sav bahis karşılığı olan develeri safların ayrıldığı o dönemde bir harbi olan müşriklerde kalmaması için Ebu Bekir ra?e almasını ve bu develeri fakirlere tasadduk etmesini emir buyurmuştur. Dikkat edilirse bahis karşılığı olan bu develer ne beytül mâle kabul edilmiş ne de Ebu Bekir ra?in kullanmasına izin verilmiştir. Kaldı ki Resulullah sav?in bu olayda bahse ilişkin verdiği izin umuma değil, kişiye özeldir. Böyle bir izni umuma şamil kılmak ise fıkıh usûlüne aykırıdır. Rabbani Yol ve Sünnetullah-Said Hakim Not Kaldı ki Ebu Bekir ra bu bahse girmesinde Kuran ayetinden yola çıkarak kalkışmıştır! Almanya vb ülkelerde müslümanlar faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanlarında hissesi vardır. Bankalarda müslümanlarında paraları vardır, bu durumda faiz müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. Helaller ve Haramlar-Hayreddin Karaman ?Darul harbde, müslüman ile harbi arasında faiz olmaz? anlamındaki hadis Zeylai ve İbni Hümam?ın tespitlerine göre ?ahad? bir haberdir ve garibdir sahih değildir İmam Azam ve İmam Muhammed bu hükmü verirken, parayı iktisadi bir silah olarak düşünüp, müslümanın onu kafirin ülkesinde ve onun rızasıyla, herhangi bir yolla alabileceğini, böylece onu iktisaden zayıf düşüreceğini, müslümanın hiçbir surette faiz veremeyeceğini, yani fazlalığı müslümanın alması halinde bunun caiz olabileceğini kastettikleri, arkadaşları olan imamlar açıklamışlardır. Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer Hz. Ebu Bekir kazanacağını Allah Rasülünün haber vermesiyle kesinlikle bilmektedir. Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk BeşerDavete icabet Bidat olan davete gidilmez. Fetevayi Hindiyye Bir kimse düğün yemeğine davet edildiğinde oraya gidince oyun veya şarkı, türkü bulursa, oraya oturup yemek yemesinde bir sakınca yoktur. Şayet gücü yeterse bundan meneder, yetmezse sabreder. Bu şahıs imam, müezzin, hakim, müftü, vaiz, müderris değilse böyledir. Kendisine uyulan kimse gücü yetmeyince oturmaz, oradan hemen çıkar gider. Bunların hepsi, davetli vardıktan sonra çalgı-oyun gibi şeyler olursa böyledir. Fakat gitmeden önce durumu bilirse, hiç gitmez. Çünkü böyle bir davete icabet gerekmez. Siracül Vehhac?ta da böyledir. Fetevayi HindiyyeDedikoduya bir örnek Aişe ra?den ?Bir gün Peygamber efendimizin huzurunda bir kadından söz ederken ?Uzun eteklidir? dedim. Peygamber efendimiz bana ?Ağzından at, ağzından at buyurdu ve tükürdüğüm zaman ağzımdan bir parça et çıktı. Tergib, Ebu Davud Hayatüs Sahabe-2Delillerin tearuzu Bir hüküm hakkında ihtilaf vaki olursa, yani ulemanın bir kısmı yapılması lazımdır, bir kısmıda yapılması lazım değildir derse, ihtiyaten yapılaması daha uygundur. Çünkü gerçekten gerekli olduğu halde eda edilirse zarar vermez. Fetvalar-Halil Gönenç Helal ile haram diye hüküm varsa, hüküm haram olarak verilir. İki delil çatışır; delillerden biri hususun mübah olduğunu diğeri de haram olduğunu söylüyorsa, haram olduğu cihetine itibar edilir. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviDenizde ölen balıklar Deniz ölüsü; denizin kenara attığı için ölen demek olup, denizde sebepsiz ölüp su üzerine çıkan demek, değildir. Çünkü ancak birinci manada ona deniz ölüsü denebilir. Yılanbalığı, sazan balığı vesair balık ve çekirge nevilerinin yenmesinde bir sakınca yoktur. Bize göre balıkta asıl olan şudur Balık, eğer herhangi bir olay neticesinde ölmüşse, canlı yakalanan balık gibi helaldir. Eğer kendiliğinden ölmüşse, su üzerine çıkan balık gibi helal değildir. Hidaye TercümesiDevir ve iskat Kuran ve sünnette böyle bir şey yoktur. Namaz vücutça ne kadar halsiz olunsa da kılınmalıdır. Zayıf bir rivayete dayanan bir söze göre İmam Muhammed?in bulunduğu çare böyle mahut namazların borçlarını, oruç borcuna kıyas, mezheplerin hiçbirisi tarafından kabul edilmemiştir. İmam Muhammed?in bu sözü ümid etmek yolunda olup; namaz borcundan tamamen ibrayı tazammun etmez. Büyük meblağları ödemek güç olduğundan çok kereler devir yapılması gerekir ki paranın elden ele dolaşması bu cidden gülünç bir haldir. 1965 Diyanet Fetvası Fetvalar-Nevzat Akaltun Ölmeden önce her türlü imkanlara sahip olduğu halde önden birşey göndermeyen insanlar, bunu yakınlarının, arkasından göndermesini vasiyet ederler. Bu vasiyeti yerine getirmek üzere ?devir sektörü? devreye girer. Hıristiyanların işledikleri her bir günah için belli bir bedel vardır. Adam gider kiliseye, papaza hesabını çıkarttırır, parası varsa borcunu öder. Böylece günahlarının hesabından kurtulduğunu zanneder. Buna benzer bir adeti cahil müslümanlar ?alt üst görmek? veya ?küçük ve büyük devir? adları altında icra ederler. Ölen kişinin vasiyetinde yazılmadığı halde, şu kadar namaz, bu kadar oruç vs diyerek bir hesap çıkarırlar. Bu tür işler islam dininde şiddetle reddedilmiş olur, asıl olan insanın iyi amellerini ölmeden evvel yapıp göndermesidir. Önden göndermeyip, hep arkadan bekleyenler elbette ahiret gününde çok pişman olacaklardır. Surelerle Yolculuk-Mustafa UzunDevleti dolandırmak Düzen ne kadar bozuk olursa olsun devlet, hakiki değil hükmi bir şahsiyettir ve yaptığı harcamaları ve hizmetleri kendi parasından değil yine halkın parasından yapmaktadır. Dolayısıyla devletindir deyip aşırılan paralar, ya da elektrik, su, ulaşım vasıtaları vb şeylerden yararlanıldığı takdirde verilmeyen bedelleri aslında milletin fertlerinin fırsat bulabilenleri, bulamayanları soyabilir demek olur. Öyleyse bunu inananların yapmaması gerekir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerDil ile niyet İbni Hümam ?Peygamber sav?in namaza başlarken filan namazı kılıyorum dediği yani dille söylediği sahih veya zayıf hiçbir hadisle sabit olmadığı gibi sahabe veya tabiinden de sabit olmamıştır.? Buyurur. İbni Abidin ?Niyeti dil ile söylemek bidattır diyenler de vardır? der. İmam Rabbanî de bidattır diyor. Fıkhi Meseleler-Yusuf KerimoğluDilenciye para vermek Bizzat kendisinden dilenen olur ve ?Allah rızası için..? diye dilenirse ona az da olsa mutlaka birşey vermeli ve öyle dileyerek dilenmesinin çok kötü olduğunu ona uygun bir dille anlatmalıdır. Cami içlerinde dilenenlere ise bir şey vermemesi daha uygun olur. Çünkü böylece bir bidatın önüne geçilmiş olur. İhtiyacı olmadığı halde dilenmeyi bir meslek haline getirdiğini bildiği kişilere de bizzat kendisinden istemedikçe vermemesi daha uygundur. Ama her halukarda dilenciyi azarlamamak bir Allah emridir. Bakara263 Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerDinde aşırılık İlim ve amel yönünden zayıf yapılı bir dindar kişi, yahut da Allah?ın haramlarını çiğneyen ve koyduğu esasları inkar eden bir ortamda yaşayan, yetişen kimse en düşük düzeydeki din bağlılığını bile taassup ve katılık olarak değerlendirir. Sırf fıkıh görüşlerinden azimet yolunu seçti diye herhangi bir kişiyi dinde aşırı gitmekle suçlayamayız. Yüz, ellerin kapatılması gerektiğine dair bir kısım alimler Kuran ve sünnetten delil getirmişlerdir. Şimdi buna inanan ve yüzünü peçe, elini eldivenle kapatan bir genç kıza, aşırılık damgası vurulabilir mi? Ya da gömlek ve pantolon yerine uzun boy elbisesi giymek, bu elbiseyi topukların üstünde tutmak gibi uygulamaları aşırılıkla suçlayamayız. Aşırılık delillerinin ilki başkalarına hayat hakkı tanımayan çok katı bir görüş saplantısı.. Azimet yolunu seçenin makbul olmayan yani bütün bunlarla halkın çoğunluğunu da yükümlü saymasıdır. Kabulü mümkün olmayan sert tutumlardan biri de yersiz ve zamansız sertliklerdir. Bu tür tavırların islam ülkesi olmayan bir yerde sergilenmesi gibi. Ya da islama yeni girmiş veya yeni tevbe etmiş kimselere karşı ortaya konulması gibi. Oysa bu tür kimselere karşı fer?i meselelerde ve ahlaki konularda kolaylık göstermek gerekir. Bundan emin olduktan sonra onları islamın esaslarına çağırır. Sonra imanın şubelerine daha sonra ihsan mertebesine davet eder. Dün Haricilerin yaptıklarını bugün ?tekfir ve Hicret? cemaatı yapıyor. Onlar günah işleyen, işlediği günahta ısrar gösterip tevbe etmeyen herkesin küfrüne hükmediyorlar. Allah?ın indirdikleriyle hükmetmedikleri gerekçesiyle hükmetme mevkisindeki kişilerin de küfrüne hükmediyorlar. Hükmedilenlerin küfrüne de hükmediyorlar. Çünkü onlar, bu kişilere rıza göstermekte ve verdikleri hükümlere uymaktadır. İslami Uyanışın Problemleri-Yusuf KardaviDirhem Bir dirhem miktarı, bir rivayete göre ki sahih olan budur, yüzölçümü itibariyledir. Bu da avuç içinin genişliği kadardır. Hidaye Tercümesi Irak dirhemi gr, şimdiki Mısır dirhemi gr, Arap dirhemi gr. 40 dirhem 1 ukiyye altın yapar. 10 dirhem 7 miskal altındır. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliDoğum günü Dinimizde yaş kutlaması diye bir uygulama yoktur. Ancak her yıl kişi kendini hesaba çekmeli, tevbe etmeli, bir önceki yıla nazaran maddi-manevi kendini daha kârlı çıkarmaya bakmalıdır. Yoksa müslüman sadece yaşı sayısınca mum söndürmenin saçmalığına kendini kaptırmamalıdır. Fetvalar-Diyanet Vakfı Sıradan şahısların yaş günleri ile ilgili kutlama ve merasimlerin günümüzde dinle ilgisi kalmamıştır, bunlar milli örfler haline gelmiş, hatta millilik sınırını da aşarak küreselleşmiştir. Bunun dini bir sakıncası yoktur. Ancak kendi çocuklarımızın yaş günlerini kutlarken şekilde başka kültürleri taklid etmemeliyiz. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanDomuzun kılı Bakara tefsirinde Razi der ki Domuzun kılından istifade etmeye gelince, fukaha arasında, kılının pis olmadığını söyleyenler vardır ki, bu en sağlıklı görüştür. Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi İmam Yusuf?a göre domuzun kılı necistir. İmam Muhammed, terzilere gerekli olduğundan, zarureten fetva vermiştir. Dürer de ise; zamanımızda bu zorunluluk kalktığı için kullanılması caiz değildir, deniliyor. İbni Abidin-1Dökülen meyveleri yemek Başkasına ait olan ağaçtan dökülen meyvelerin yenmesi de yine örfe bırakılmıştır. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviDöviz alış verişi Altın ve gümüş olmayan belli bir parayı belli iki paraya satmak caizdir. Bu İmam Azam ile İmam Yusuf?a göredir. İmam Muhammed?e göre ise caiz değildir. Hidaye TercümesiDuada büyükleri vesile etmek Kişinin yapacağı duasında, falanca şahsın hakkı için, veya Resul ve Enbiyaların hakkı için demesi mekruhtur. Çünkü Hâlık üzerine mahlukun hiçbir hakkı yoktur. Hidaye Tercümesi Kuduri diyor ki ?Ebu Yusuf?un şöyle dediğini işittim Ebu Muhammed dedi ki, dua ederken, falanın, filanın hakkı için bana şunu, bunu ver demek, bir müslümana yakışmaz. Çünkü kulların Allah?ta hakları yoktur ki bir defa insan aracılığı manasına ?filan evliyanın, falan şeyhin hakkı içün? denildi mi, artık o veli veya şeyh, avam nazarında mukaddesleşmekte, türbesine kandiller yakılıp kurbanlar kesilmekte. Bu tür hareketler putperestlerin ve sapık itikatlıların hareketlerine öylesine benzer ki, adeta; bunlar putperestliktir, diyesimiz gelir. Kurana Muhatap Olmak-Said ÇekmegilDua Ezbere dua okunmaz. Çünkü ezbere okunan dua kalbin inceliklerini telef eder. Muhit adlı kitapta da böyledir. Kuranı Kerim hatmedilince cemaatle birlikte dua etmek mekruhtur. Çünkü Resuli Ekrem sav?den naklonmamıştır. Duada ellerin bitiştirilmesi muteber kaynaklardaki tarife uygun değildir. Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu Hünye şerhinde ve Bahır?da dua eden kimse, bir şeyin olmasını dilerse avuçlarının içini, bir şeyin giderilmesini dilerse dışını gök yüzüne doğru kaldırması sünnettir, Şafilerin hükmü de öyledir. Gizli duada el kaldırmak olmadığı Münye şerhinde belirtilmiştir. Çünkü eli kaldırmak ilan etmektir. İbni Abidin-2Duada ellerin şekli Elleri bitişik tutmak ile ayrı tutmak arasında hiçbir fark yoktur. Fetavai Remliden Fetvalar-Halil GönençDuada ellerin yüze sürülmesi Duada eğer eller kaldırılmışsa yüze sürülür, eller kaldırılmadan dua edilmişse sürülmez. Nimeti İslamdan Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt ÖzcanDüğünlerde oynamak İslam dininde düğün gibi şenlikler için erkekler ve kadınların ayrı ayrı olmak şartıyla kendi aralarında İslamın yasaklamadığı şarkı, türkü ve şiir söyleyip oynamalarında bir sakınca yoktur. Bir hadiste ?Şiir normal bir söz gibidir. İyisi iyi, çirkini çirkindir. Müzehheb? Halil Gönenç-FetvalarDavul, zurna kiralamak Teganni şarkı, türkü vb nevha sesli ve söyleyerek ağlamak zurna, davul gibi şeyleri icarlamak caiz değildir. Bunların tamamı üç imamızın kavlidir. Gayetül Beyan?da da böyledir. Fetevayi HindiyyeDüğün daveti ve içki Alim ve salih kimse olduğundan dolayı müslüman halk için örnek olursa orada kalması günahtır. Sofrasında olmazsa ve müslümanlar için örnek sayılmıyorsa kalmasında beis yoktur. Hindiyyeden Fetvalar-Halil gönenç Düğün yemeğine veya ziyafete davet edilen kişi, gittiği yerde oyun veya musiki ile karşılasırsa, oturup yemesinde bir sakınca yoktur. İmam Ebu hanife, ben, bununla bir defa musibetlendim, ama sabrettim demiştir. Sebebi ise, davete icabet etmenin sünnet olmasıdır. İmam Ebu Hanife başkası tarafından yapılan bidat yüzünden davetin icabetini terk etmezdi. Örneğin kılınması vacip olan cenaze namazı sırasında ağıt söylenmesi gibi. Eğer kişinin gücü yeterse mani olur. Gücü yetmezse sabreder. Bu da eğer uyulan bir kimse değilse, böyledir. Eğer kişi uyulacak vasıfta olursa ve bidat işleyenleri men edemezse, davet yerinden çıkıp oturmamalıdır. Çünkü orada oturup kalmakta, dine kusur ve müslümanlara günah işleme kapısını açma sakıncası vardır. İmam Ebu Hanife?den hikaye edilen hâl, daha uyulan kişi olmadan önceki hayatına aittir. Şayet sözü edilen bidat sofrada hazırsa, her ne kadar uyulan kişi olmasa da oturup kalmak layık değildir. Çünkü Allah cc ?Hatırladıktan sonra artık zulmedenlerle beraber oturma? Enam68 buyurmuştur. Bunların hepsi davet yerinde hazır bulunduktan sonra uyulacak şeylerdir. Şayet bunları daha önce bilirse, davate icabet hakkı lazım gelmez. Ama bu hâl ile üzerine gelirse, artık kaçınılmaz bir durum olur. Hidaye TercümesiDünya menfaati için oy vermek Bahili?den, Ömer ra Şam toprağına geldiği zaman Cabiye de bir hutbe vererek ?Ey nâs! Biliniz ki, Cenabı Allah üç kişiyi temize çıkarmaz, yüzlerine bakmaz. Bunlardan biri, herhangi bir kimseyi başa geçirmek üzere dünya menfaati için oy veren ve ondan umduğunu bulduğu zaman ona bağlı kalan, görmediği zaman ise aleyhine dönen kimsedir. Kenz, Adenî?den Hayatüs Sahabe-4E Ehli kitap Resuli Ekrem efendimizin peygamberliğini kabul etmedikleri için Ehli Kitapta kafirdirler. Bedayi, Muhit, haniyye İbni Abidin-9Ehli kitapla evlilik Huzeyfe, bir yahudi kadınıyla evlenmek istediğinde Hz. Ömer ona o kadını bırakmasını söyleyen bir mektup yazdı. Hz. Ali ve İbni Ömer açıkça Ehli kitap kadınlarıyla evlenmeyi tasvip görmeyip mekruh olarak nitelendirirler. Siret Ansiklopedisi-2Ehveni şer İki kötüden hafif olanın yapılabilmesi için, hayır olan ihtimal bulunmaması ve ikisinden birini mutlaka yapmak zorunda kalması şartları vardır. Bu kuraldan hareketle, etrafa yayılmasında endişe edilen bir yangını söndürmek için gerekirse itfaiye birisinin evini yıkabilir. Millete ve inanca en az zararlı olan partiye rey verir. Sünnetten ya da farzdan birinin mutlaka gideceği yerde, kalbi kan ağlayarak sünneti bırakır, farzı yapar... Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerElbisenin rengi Elbise renginin beyaz olması ve asfur ile boyanmış olması, erkeklere mekruhtur İhtiyardan Bu görüş Hanefilere aittir. Birbirini tamamlayan hadislerden anlaşıldığına göre mekruh olan asfur ile boyanan kırmızıdır. Diğer kırmızılar mekruh değildir. Avnul Mabud Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanElbise üzerine namaz Namaz kılacak kişi yere palto sararsa, omuz tarafını ayaklarının altına getirerek eteği üzerine secde eder. Çünkü bu tevazuya daha yakındır. Metin kısmı Bize göre efdal olanı çıplak yere yahut yerde biten nebat üzerine secde etmektir. Çünkü etekler yere daha yakındır. İbni Abidin-2Elektrikli aletlerle hayvan kesimi Elektrikli aletlerle kesim, ihtiyaca binaen müslümanlar tarafından yapılmış olursa hayvanın eti yenir. Tavuğu kesen elektrikli kesim aletini ve kesilecek hayvanı ayarlayıp besmele ile düğmeye basınca onu kesmiş, boğazlamış olur. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanEl öpmek Alim ve adil sultanın elini öpmek caizdir. Başkasının elini öpmeye ruhsat yoktur. Fetevayi HindiyyeEmekli maaşı almak Eğer verilen emekli maaşı devletin geçim yardımı ise, bunu ancak geçimden aciz olanlar, bu maaşı almadığı zaman geçinemeyecek olanlar alabilirler. Geliri geçimine yeterli olan kimseler, çalışırken kendilerinden kesilen emekli keseneğini değer kaybı ile birlikte aldıktan sonra emekli ikramiyesi ve emekli maaşı olarak verilen meblağ bu miktara ulaştıktan sonra alacağı maaşı fukaraya vermelidir, çünkü devlet yardımının mahalli fukaradır. Emekli maaşı ertelenmiş ücret sayılırsa kişi öldükten sonra kalan ücretini mirasçıların tamamının hisselerine göre almaları gerekir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Devlet ikramiyeye müstehak olan kimsenin ikramiyesinin bir kısmını peşin, bir kısmını tahvil suretinde vadeli ve ilaveli olarak verirse, ona faiz denilse de dinen faiz değildir. Borçlu olan kimse borcunu ödediğinde şartsız olarak bir de hediye verebilir. Şafiiye göre bu sünnettir. Fetvalar-1 Halil Gönenç Öyleyse; iş yeri açmak, ya da helal bir işte çalışmak için Bağkur?a Sosyal Sigortalara, Emekli Sandığına kaydolma zorunluluğu getiriyorlarsa kaydolunur. Kaydolanın iradesine rağmen kesilen pirimler ödenir. Verildikleri zamanlardaki değerleri en az yanıltan altına göre hesaplanır. Emekli olunca, verdiklerinin tamamını değer olarak tahsil edinceye kadar emekli maaşı almaya devam eder. Çünkü bu onun kendi parasıdır. Böylece kendinden pirimler olarak kesileni bitirdikten sonra duruma bakar. Fakir ise, çalışma gücü ve işi yoksa almaya devam eder. Çünkü bu durumda devlet zaten ona bakmakla görevlidir. Fakir değilse veya geçinecek kadar para alabileceği bir işte çalışma imkanı varsa ondan sonra alacağı aylıklar şüphelidir. Takvaya uygun olanın onu alıp, hayır kurumları vasıtasıyla tekrar millete iade etmek olduğu söylenmektedir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerEnflasyon Bezzaziyyede Mülteka?dan naklen şöyle denilmektedir ?Bakır paralar pahalılaşır veya ucuzlarsa İmam Azam ve ilk kavlinde Ebu Yusuf?a göre bu paralardan başka bir şey gerekmez. Ebu Yusuf?un ikinci kavline göre ise paraların satış ve teslim günündeki değerini öder. Fetva buna göredir. Zahire ile Hulasa?da, Münteka?dan naklen şöyle denilmiştir, bunu Bahır sahibi de nakletmiştir. Muteber kitapların bir çoğunda fetva buna göredir, diye kayıtlıdır. Ben İmam Azam?ın kavline göre fetva veren görmedim. İbni Abidin-10 İslam zamanı gelince borcun hoşnutlukla ödenmesini, alacaklının memnun edilmesini istemiştir. Enflasyon dönemlerinde borç ile beraber enflasyon farkının da ödenmesi gerekir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Bugün enflasyonun mevcut bulunduğu ülkelerde ödünç alınan memleket parası, ödemeye kadar geçen zaman içinde değer kaybına uğrarsa, ödenirken bu kaybın telafisi için, alınan meblağa eş değerde paranın ödenmesi gerekir. Başlangıçta borç alınırken, alındığı gündeki altın veya döviz karşılığı hesap edilerek ödemenin buna göre yapılması da şart koşulabilir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Günümüzde ödeme vasıtası olarak altını esas almak gerekmektedir. Akdin yapıldığı sırada Cumhuriyet altını bin lira iken ödeme yapılacağı zaman bin yüz liraya yükselmiş yani kağıt para altına nispetle %10 değer kaybetmişse yüz bin lira borca, yüz onbin lira ödeyecektir. Ribat Dergisi Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmışBakara275 ve şöyle buyurmuştur Eğer faizcilikten vazgeçerseniz ana mallarınız sizindir. Ne fazla alarakhaksızlık edersiniz, ne de noksan alarak haksızlığa uğrarsınız.» Bakara 2/279 Kadı Beydavi, Envarut Tenzil ve Esrarut TevilKağıt para ile olan bir borcu, eksiği ve fazlası olmadan ödemenin tek yolu, borçlanılan para ile ödenen paranın aynı alım gücüne sahip olduğunu tespittir. Bundan fazlası faiz, azı da alacaklıya zulüm olur. Bu hükümler, kağıt para ile olan borçlanmalarda paranın satın alma gücünün esas alınmasını, aksi takdirde ya faize, ya da haksızlığa girileceğini göstermekterdir. Borçların ödenmesinde para değerini dikkate almak, verilen para ile alınan para arasında eşitliği sağlamaktır. Çünkü kağıt paralarda eşitlik ancak bu şekilde sağlanabilir. Abdülaziz Bayındır-Faiz veTicaretErgenlik yaşı Ebu Yusuf ile İmam Muhammed?e göre; gerek kız gerek erkek çocuk 15 yaşına girince erginlik çağı ile hükmolunur. Bunların kavilleri de İmam Azam?dan rivayet edilmiştir. Fetva da buna göredir. Erginlik çağının en az müddeti erkek hakkında 12 yaş, kız hakkında dokuz yaştır.Mülteka Tercümesi-2Erkeğin avret mahalli Zahirür Rivaye?de, avret mahalli, göbekle avret yerinin kıl biten kısmı arasıdır. Bir kimse, başka bir erkeğin dizini açık görse, onu rıfk ile ikaz eder, onunla, eğer inad ederse kapatmaz ise munazaa yapmaz. Fetevayi HindiyyeEskiyen Kuranı Kerimler ne yapılır? Bir Kuranı Kerim eskir, yırtılır, okunmaz hale gelir ve onun zayi olmasından korkulursa, temiz bir beze sarılıp, üzerine necaset atılmayacak, ayak basmayacak temiz bir yere defnedilir. vE onun için lahd yapılır çünkü eğer toprak yarılarak Kuran defnedilirse, onun üzerine toprak atılmış olur. Bu ise bir nevi hakaret olur. Ancak üzeri tavan gibi yapılır ki, üzerine toprak dökülmesin, işte bu en güzel olandır. Gaib?de de böyledir. Kuran eskiyip okunmaz hale gelince ateşte yakılmaz. Buna Şeybani Siyeri Kebirinde işaret etmektedir. Biz de bunu kabul eyledik. Zahiyre?de de böyledir. Fetevayi HindiyyeEti yenmeyen hayvanlar Tırnak ve dişi bulunan yırtıcı kuşların eti yenmez. Fetevayi Hindiyye Tane yiyen kargayı yemek helaldir. Fetevayi Hindiyye Etlerinin yenmesi helâl olmayan hayvanlar ise şunlardır1. Azı dişleri ve pençesiyle avını tutup parçalayan ve dövüşen vahşî ve yırtıcı hayvanların etleri haramdır, yenmez. Kurt, ayı, aslan, kaplan, sırtlan, pars, sansar, sincap, fil, maymun, tilki, gelincik, kedi, köpek gibi...2. Tırnaklarıyla avını kapıp avlayan ve tab'an kerih görülen kuşların da etleri haramdır veya tahrimen çaylak, kuzgun, kartal, akbaba, yarasa, atmaca, şahin, alacakarga gibi Tab'an habis ve iğrenç olan hayvanların etleri de yenmez. Fare, köstebek, kirpi, kertenkele, akrep, yılan, kurbağa, kaplumbağa, salyangoz, solucan, arı, sinek, kurt, böcek, Temiz olmayan şeyleri yemiş olan tavuk, koyun, sığır gibi hayvanların etleri de, bir temizlik süresi geçmeden yenilemezler. Bunun için böyle necasetle gıdalanan hayvanlar hapsedilir, temiz gıda ile beslenirler. Bu hapis süresi tavukta üç gün, sığır ve deve için 10 gün, koyun için de 4 gündür. İslam İlmihali-Mehmed Dikmen Hanefiye göre yenenler Zürafa, kırlangıç, bağırtlan kuşu, bülbül, çekirge, yabani eşek, serçeler, kanaryalar ve çeşitleri ki 425 çeşittir, deve kuşu, tavus kuşu, yılan balığı... Haram olanlar Midye, istakoz, suda sebepsiz ölen balıklar.. Şafiye göre helaller At, kirpi, sırtlan, tilki, samur, sincap, martı, deniz kaplumbağası.. Haram olanlar Tavus kuşu, zürafa, kırlangıç.. Yılan Hanbeliye göre başı ve kısmen kuyruğu kesildikten sonra yenilebilir. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan At, kertenkele, samur, kirpi, veber ve sincap gibi hayvanların eti mubahtır. Sırtlan ve tilki gibi azı dişi zayıf olupda onunla kapıp parçalama durumunda olmayan hayvanların eti haram değildir. Ekin kargası helaldır. Keler haramdır. Büyük Şafii İlmihali İstakoz, midye, kerevit ve istiridyenin yenmesi tahrimen mekruhtur. Ebussuud Fetvalar-Nevzat AkaltunBaliğ olmayan Çocuğun Velisi tarafından evlendirilmesi Hanefi, Maliki, Şafii mezheplerine göre baliğ olmayan kimsenin nikahı velisi tarafından akdedilebilir. Fakat bundan sonra ne çocuk karısını boşayabilir, ne de velisi onu boşayabilir. Halil Gönenç-Fetvalar Hanefi fukahası ?Kadın ister bakire olsun, ister dul oslun zevcini seçmekte hürdür. İzni ve müsadesi olmadan katiyyen evlendirilemez. İmam Serahsi-İbni Hümam Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu Hür olan, deli olmayan ve ergenlik çağına varan kadın ?ister kız ister dul olsun- nikahı İmam Ebu Hanife ile zahir olan rivayete göre İmam Ebu Yusuf?a göre, velisi bulunmasa da kendi muvafakatı ile kıyılabilir. Hidaye Tercümesi Velisi tarafından evlendirilen küçük çocuğun nikahı caizdir. Baba ve dededen başka veliler tarafından evlendirilen çocuk ise, büyüdükten sonra muhayyer olup isterse evliliğini sürdürür isterse bozar. Hidaye TercümesiEzan duası Ezanın sonunda, hem müezzin, hem de ezanı işitenlerin, salavatı şerife okuyup vesile duasında bulunmaları müstehaptır. Bunu da kendi başlarına ve kendilerinin işitecekleri seviyede yapmalıdırlar. Cemaatten birinin yüksek sesle vesile duasını okuması cemaatin de amin demesinin âdet haline getirilmesi bidattir. Cemaatin bu duayı ezberlemesi görevlilerce sağlanmalı, bunu bilmeyenlerin başka salatü selamları okuyabilecekleri de unutulmamalıdır. Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı Ezana icabet aslında, ezanla çağrılan namaza gitmektir, ama bizzat ezanın sözlerini dinleyip müezzinin söylediklerini söylemek de icabetin bir parçasıdır. Hatta bu yüzdendir ki, cünup olan kimse ezan okunurken onun sözlerini tekrarlar ama, hayızlı ve nifaslı kadın tekrarlamaz, çünkü onlar o hallerinde ezana asıl icabet sayılan namaza ehil değillerdir. Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk BeşerEzan okunurken konuşmak Ezan okunurken yürümek mekruhtur. Ezan okunurken konuşmak hatta selam almak bile mekruhtur. Kuranda olsa ezan okunurken okumakta olan okumasını kesmesi müstehaptır. Ezana icabet etmek ilim öğrenen ve öğretenlere şamil değildir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Kendi kendine Kuran okuyan ve tesbih çeken kimse de bunları bırakıp ezana icabet etmelidir. Ama mescidde başkaları dinlerken Kuran okuyan, okumasına devam edebilir. Dini bir konuda konuşan ve vaaz eden de konuşmasına devam edebilir mi? Bunu açıklayan bir fıkıh ibaresine rastlamadım. Herhalde vaazlarda anlatılan şey Kuranın açıklaması olduğu, daha doğrusu olması gerektiği için, ona kıyasla bu tür konuşmalar devam ettiriliyor olmalıdır. Zaten ezan sırasında konuşmanın mekruh olmadığı da söylenmiştir. Ö. N. Bilmenden Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk BeşerF Faiz Taberi ra şunu kaydediyor ?Faizden vazgeçmeyen ve faiz üzerinde mukim olan bir kimseyi tevbeye davet etmek, imamül müsliminin ödevidir. Şayet faizden vazgeçmez ve çekişmeye kalkışırsa, o zaman derhal boynu vurulur? Camiul Beyan fi Tefsiril Kurandan Lâ-2_Mustafa Çelik Riba şu üç unsuru ihtiva eder 1. Ana paranın haricindeki fazlalık veya ziyadelik. 2. Bu ziyadeliğin zamana bağlı olarak belirlenmesi. 3. Önceden belirlenen fazlalığın kredi sahibine ödenmesini kayda bağlayan muamele. Bu şartları taşıyan her işlem riba muamelesi olarak mütelaa edilir. Siret Ansiklopedisi-2Faizin harcanması Faiz gelirini, vermeye mecbur olduğunuz bir yere vermek, bununla kendi borcunuzu ödemek, caiz değildir. Öderseniz faizden kendiniz istifade etmiş olursunuz. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanFaize para yatırmak Geçinmekte zorluk çekenler paralarını öncelikle helal yoldan, kar-zarar ortaklığı ile çalışan kurumlardan ya da değeri azalmayan, hatta artan madenlere ve taşınmaza yatırarak; bu da olmazsa ve elindeki para bitince geçime muhtaç hale geleceği anlaşılırsa ancak bu takdirde banka faizine müracaat edebilir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Almanya vb ülkelerde müslümanlar faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanların da hissesi vardır. Bankalarda müslümanlarında paraları vardır, faiz müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanFarz namaza yetişmek Bir kimse tek başına farz namazı kılmaya başladıktan sonra bulunduğu yerde aynı namaz cemaatle kılınmaya başlansa, o kimse eğer birinci secdeye varmamış ise hemen namazını bozup imama uyar. Eğer üçüncü rekatın kıyamı için kalktıktan sonra yanına cemaatle namaza başlandığını farketse ?ayakta veya oturarak- sağ ve sola selam verip namazdan çıkar, imama uyar, cemaatle beraber kılar. Büyük İslam İlmihali-Nimeti İslam İkaz-Mehmet GüleçFarz namazın riyası Dükkanlarda, kırda veya halkın görebileceği yerlerde farz namazı kılmak riyakarlık değildir. Riya diye söylenenlerin aslı astarı yoktur. Farz ve vacip namazların riyası olmaz. Hatta zekat verilirken zekat olduğunu fakire söylemek yoksa da zekatı halkın anlıyabileceği şekilde alenen vermek efdaldir. Büyük İslam İlmihali İkaz-Mehmet GüleçFasık evlada miras Bir adamın çocuğu fasık olur ve bu durumda baba, malını hyır yoluna sarf etmeyi irade ederek onu mirasından mahrum ederse, böyle yapması ona mal bırakmasından daha hayırlıdır. Hulasa?da da böyledir. Fetevayi HindiyyeFatihadan sonra okunan zammı süre Her namazın ilk iki rekatında Fatihadan sonra sure okumak ise sünnettir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Fatihadan sonra birkaç sureyi birden okursa birşey lazım gelmez. İbni Abidin-2Farz namazların son rekatlarında zammı sure okumak Farzın son iki rekatinde unutarak zammı süre okursa secde-i sehiv lazım gelmez. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviFetvaların çakışması Bir meselede iki sahih kavil bulunursa, bu iki kavilden hangisiyle fetva verilirse caiz olur. Ama bu, o iki kavilden birisi daha kuvvetli olmadığına göredir. Eğer birisi diğerinden daha kuvvetli ise, bu takdirde muhayyerlik yoktur, hangisi kuvvetli ise onunla fetva verilir. Mesela iki kavilden birisi ?sahih? diğeri ?fetva bunun üzerine? lafzıyla kayıtlanmış olursa, ?fetva bunun üzerinedir? diye kayıtlanmış hükümle fetva vermek daha evladır. Çünkü bu kavil daha kuvvetlidir. Keza iki kavilden birisi metinlerde zikredilir veya zahir rivayet olur veya ekseri ulema bunun üzerinedir denilirse, bu kaville amel edilir. İbni Abidin-9Fıkıh öğrenmek Fıkıh öğrenmek, Kuranı ezberlemekten efdaldir. Fatihayı ve bir sureyi ezberlemek her müslümana vaciptir. Vacipten bir şey noksan bırakmak mekruhtur. Fıkıhtan murad dini hususta ihtiyacından fazlasını öğrenmektir. Aksi taktirde yani muhtaç olduğu kadarını öğrenmek farzı ayındır. İbni Abidin-2Fısk topluluğunda tebliğ Ecri gerektiren, tesbih, tahmid gibi sözleri, Kuran, hadis, fıkıh gibi şeyleri okumanın bulunduu fısk topluluğunda istihza ve muhalefete sebep olacağını bilen bir kimse bu işleri yaparsa, gerçekten o yüzden günahkar olur. Şayet o fısk meclisinde bulunanları, o günahtan geri koyacağını ve onların itibar edeceklerini bilirse, ozaman bu işleri yapması güzel olur. Fetevayi Hindiyye Bir kimse, fısk meclisinde Allah?ı zikreder de, bunlar fısk ile meşgul iken kendisinin tesbih ve tehlil ile meşgul olduğunu kasdederse fazilet kazanmış olur. Eğer, tesbihi, fasıkın fıskını yapması için getirirse günahkardır. İbadet için tesbih çekerse sevap alır. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviFitre ve büyük çocuk Büyük çocuklar babaları tarafından beslenseler bile fitreleri babalarına vacip değildir. Baba veyahut da kendiliklerinden verirlerse istihsanen caizdir. Hidaye TercümesiFotoğraf Tazim ve hürmet kasdıyla yapılmadığı ve uzuvlarının eksik olduğu dikkate alınırsa resim olarak değerlendirildiği zaman haram olmadığı açıktır. Çünkü fukaha; resim konusunda, tazim ve hürmet üzerinde hassasiyetle durmuştur. İbni Abidin-İbni Hümam Fıkhi Meseleler-Yusuf KerimoğluFutbol ve boks Futbol oynayanların spor yaptığı kabul edilebilir. Ancak seyredenler için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Books müsabakalarında insanların birbirine eziyet etmeleri söz konusudur. Hayvanlara eziyet etmek yasaklanınca, insanlara eziyetin evleviyetle yasak olması gerekir. Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu Oyun sebebiyle ibadetlerini aksatmak, dünyevi ödevlerini aksatmak ve bakmak zorunda olduğu fertlere karşı görevlerini ihmal etmek, oynarken giyeceği elbiselerde avret sınırına riayet etmemek, futbolu kazanç aracı olarak görmek ve uygulamak, bu ve buna benzer mahzurlar futbol oynamayı, mahzur olma derecelerine göre, mekruh ya da haram hale getirmiş olurlar. Böyle mahzurlar olmaksızın futbol oynamakta bir beis olmadığı gibi bazen sevimli ve istenen bir spor dahi olabilir. Ancak bu günkü şekliyle futbol bir spor değildir. Çünkü oynayanlar onu vücudu güçlendirmek için oynamamakta, seyredenler ise hiçbir hareket yapmamaktadırlar. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerG Gaybdan haber vermek Ashabın seçkinlerinden olan Osman İbni Mazun?un vefatı anında Resulullah onun yanında bulunuyordu. O anda kadın sahabi Ümmül Ala?nın İbni Mazun hakkında şöyle dediğini işitti ?Ey Ebu Saib, Allah?ın sana ikram ettiğine şehadet ederim.? Resulullah ona şöyle buyurdu. ?Allah?ın ona ikram ettiğini ne biliyorsun?? Buhari-Cenaiz-Şehadat, İbni Hanbel Böylece Resulullah kadının gaybi bir konuda hüküm verdiğini bildiriyor ve onu uyarıyordu. Çünkü gaybi bir konuda hüküm vermek caiz değildir. Zira gaybı Allah?tan başkası bilmez. Bunun üzerine kadın şöyle dedi ?Sübhanallah, Ey Allah?ın Resulü. Allah ona ikram etmemişse kim ikram eder?? Apaçık bir karşılık ve itiraz değil mi? Ama Resulullah ona bundan daha beliğ ve açık bir ifade ile cevap vermiş ve şöyle buyurmuştur ?Allah?a yemin ederim ki, ben Allah?ın Resulü olarak yarın bana ne yapılacağını bilmiyorum? işte burada Ümmül Ala şu şeri ve büyük hakikate ulaştı ve şöyle dedi ?Allaha yemin ederim ki, bundan sonra hiçbir kimseyi tezkiye etmem.? Tasavvuf ve İslam-İbrahim Sarmış Peygamberimiz sav Allah?ın en seçkin kulu olmasına rağmen, Onun hakkında Kuran diliyle şöyle buyurulmuştur ?De ki Allah?ın dilemesi dışında ben kendim bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Görülmeyeni gaybı bileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi.? Araf88 Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Ebu Hanife?ye nispet edilen şu söz gerçekten onun ise kalplerdekinin bilinebileceği görüşünün tereddütle karşılanması gerekir ?Kalplerde olanı Allah ve O?nun vahyettiği Rasulden başka kimse bilemez. Vahiy olmadan, kalplerdekini bildiğini iddia eden, alemlerin Rabbinin ilmine sahip olduğun iddia etmiş olur? İmam Azamın Beş Eserinden biraz değişik ifadelerle Müslim-İman 158, İbni Mace-Fiten 1, ve Müsned IV/438-39?da bulunan bir hadis de Ebu Hanife?ye nispet edilen bu hükmü destekler görünür savaşta bir müşrikle karşı karşıya gelen sahabi onu ?Allahtan başka ilah yoktur? demesine rağmen öldürür. Peygamber sav bundan hoşlanmaz ve ?Karnını yarıp da kalbinde olanı bilseydin ya!? diye üzüntüsünü belirtir. Yine münafıkları sadece Hz. Peygamber biliyordu. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerGayri müslimlerin ölen çocuklarının durumu Gayri müslim çocukları konusunda islam bilginleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Doğru olan, bunların da müslümanların çocukları hükmünde olmalarıdır. Zira onlar da islam fıtratı üzerine doğmuş olup, ergenlik çağına gelmeden öldükleri için günahsızdırlar. Bu yüzden onlar da kabir sualinden muaf olup, cennete girerler. Diyanetten Günümüz Meselelerine FetvalarGazete almak Bu tür gazeteleri almak ise ayrı bir olaydır ve alanın niyetine göre değişir. Sözü edilen konular vb de, çocuklara islama zıt giyinen ve zıt düşünen dansözleri, akristleri, artistleri sevdirmeye çalışmalarında hikmet ve keramet aramadan, bunları yanlış bilerek ve yanlışlarına müslümanca dikkat çekmek için alınmasında -Allahu alem- beis olmaz. Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk BeşerGazete, Dergi ve Televizyondaki Kadına bakmak Gazete ve dergilerdeki müstehcen resimler ile televizyondaki açık görüntüler gerçek değil resim ve hayal ürünü olduğundan onlara bakmak hakiki kadının vücuduna bakmak gibi haram sayılmaz. Ancak şehvet ile bakan bir kimse için haram olur. İbni Hacer ile Şirvani ?Aynada veya suda görülen kadının görüntüsüne bakmak haram değildir. Ancak fitneye vesile olduğu takdirde haram olur? demişlerdir. Halil Gönenç-FetvalarGazetelerin verdiği hediyeleri almak Herhangi bir emtianın satışını çoğaltmak maksadıyla kitap elbise ve benzeri şeyleri müşterilere armağan etmenin dini bir sakıncası olmadığı gibi alınan armağan da haram değildir. Fetvalar-Halil GönençGöz zinası Peygambersav ?Bilerek namahreme bakmak gözün zinasıdır? Buhari, Müslim buyurmuştur. Fetvalar 2-Halil GönençGusül ve boya Saçları veya bıyıkları kına ve benzeri, suyun nüfuzuna engel olmayacak nitelikteki boyalarla boyamak gusül abdestine mani değildir. Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet VakfıGuslün farzlarından Burundaki kirin altını yıkamak da lazımdır. Fethül Kadir?de ?Burundaki kurumuş kir, çiğnenmiş ekmek ve hamur gibidir, gusle manidir? denilmiştir. İbni Abidin-1Gusül ve misafirlik İmam Yusuf?a göre guslün gerekmesi için, meninin atılarak çıkması gerekir. Töhmetten korkan veya utanan misafir hakkında onun kavli ile fetva verilir. Müstesfa?da da böyledir. Bir kimse ihtilam olur da zekerini tutur, şehveti sukûnet bulduktan sonra salarsa, meni çıktığı takdirde İmam Yusuf?a göre yıkanması gerekmez. Ebu Yusuf?un kavliyle zaruret yerlerinde fetva verilir. Bu kişi şüphe ve töhmetten korkarsa namaz kılar görünerek niyetsiz ve tahrimesiz ellerini kaldırır. Bir şey okumaz. İbni Abidin-1Gümüş yüzük Erkeklerin gümüş yüzük kullanmaları caizdir. Fetevayi HindiyyeGünah aletlerinin satışı Kendisiyle doğrudan doğruya günah işlenen şeylerin satılması tahrimen mekruhtur. Kendisiyle doğrudan doğruya günah işlenmeyen şeylerin satışı ise tenzihen mekruhtur. Buna göre şarabın satılması katiyyen caiz değildir. Üzümün satılması sahih ve caizdir. Zeylai?de ?Şarkı söyleyen cariyenin, süsen koçun, dövüşen horozun, dönerek uçan güvercinin satılması mekruh değildir. Çünkü bunların bizzat kendileri günah değildir. Günah ancak bunların kullanma şeklindedir.? Diye zikredilmiştir. Kendisinden şarap yapılsa bileşıranın; şarkıcı cariyenin satışı caizdir. İbni Abidin-9Günah üzerine yemin etmek Bir kimse günah olan bir şey üzerine yemin etse mesela ?Vallahi anam babamla konuşmayacağım? gibi veya fiil üzere olsun mesela; ?Vallahi bugün filan kimseyi öldüreceğim? gibi, böyle günah üzerine yemin eden kimsenin yeminini bozması, sonra keffaret vermesi vacip olur. Çünkü yemini bozmak her ne kadar günah ise de ana baba ile konuşmamak veya adam öldürmek günahından ehvendir. Metin İbni Abidin-7Günaha yardım etmek Bir kimseye taât ve ibadet hususunda yardım eden onun sevabına iştirak ettiği gibi, haram hususunda yardım eden de günahına ortak olur. Sahihi Müslim Tercümesi-Ahmed DavudoğluGünaydın demek Peygamberimiz sav şöyle buyuruyor ?Bizden başkasına kendini benzeten kimse bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanlara kendinizi benzetmeyiniz. Yahudilerin selamı parmaklarla işaret etmek, hristiyanların selamı da el ile işaret etmektir. Tirimizi Yukarıda zikredilen hadislerden anlaşıldığı gibi müslümanlar birbirine rast geldiklerinde es-Selamü Aleyküm sözünü söylemekle söze başlayacaklar. Baş parmak ve el işaretiyle selam vermeleri caiz olmadığı gibi ?günaydın? gibi sözlerle de caiz değildir. Ancak es Selamü Aleyküm demekle beraber el ile de işaret edilse veya selamdan sonra günaydın veya merhaba dense beis yoktur. Mirkatül Mefatih Fetvalar-Halil GönençGüneş enerjisi ile ısınan sudan abdest Güneşte ısınmış su ile veya güneş enerjisindeki sıcak sı ile abdest almak veya gusletmek mekruh değildir. Kitaplarımızda ?Güneşte ısıtılmış dikkat buyurunuz, ısınmış değil su ile abdest alınmaması ve gusül yapılmaması âdaptandır? denilir. Güneş enerjisiyle kendiliğinden ısınan suda güneş doğrudan suyu değil, suyun dışındaki camı, camdan boruyu ve cihazı ısıtıyor. Böylelikle cihaz da suyu ısıtıyor. Ayrıca dahası var; cihazdaki su yerinde sabit durmuyor, devir yapmaktadır. İkaz-Mehmet GüleçH Hacının elinin içini öpmek Haccın rükünleri içinde hacının elinin içini öpeceksin diye bir emir yoktur. Böyle bir meseleye rastlamak mümkün değildir. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt ÖzcanHacc ve evlilik Hacc yapacak olan kimse bu imkanla evlenmek isterse evlenmeyip hacca gitmesi gerekir. Çünkü hacc farzdır. Tebyin?de de böyledir. Fetevayi HindiyyeHadislerle amel Bir kimse, aksine kat?i delil bulmadığı süre içerisinde Resuli Ekrem sav?den duyduğuna göre amel etmek zorundadır. Risale-İmam Şafii Ebu hanife talebesine ?Delil bulursanız onunla hüküm verin? demiştir. Neticede İmameyn, mezhebin aşağı yukarı üçte biri hususunda üstadlarına muhalif içtihadlarda bulunmuşlardır. Allame Bîrî?nin el-Eşbah şerhinde naklettiği ?Hadis sahih olur da mezhebin hilafını ifade ederse, hadisle amel edilir. Bu hadis onun mezhebi olur. İmam Azam?ı taklid eden bir kimse o hadisle amel etmekle onun mezhebinden çımış olmaz? Sahih rivayete göre Hz. İmam ?Hadis sahih ise benim mezhebimdir? demiştir. Bunu İbni Abdil Ber ve başkaları diğer imamlardan da rivayet etmişlerdir. Nitekim İmam Şarani dört mezhep imamının aynı sözü söylediklerini nakleder. Malumdur ki bu iş, delillere bakarak onların muhkemini, mensuhunu anlayanlara mahsustur. Ehli mezhepten olanlar bir delile bakıp onunla amel ederlerse, o delilin mezhebe nispet edilmesi sahihtir. Çünkü mezhep sahibinin izni ile sadır olmuştur. Şüphesiz o zat bu delilin zayıf olduğunu bilmiş olsa ondan döner ve daha kuvvetli delile tabi olur. Bundan dolayıdır ki, muhakkik İbni Hümam bazı ulemanın İmameyn kavli üzere fetva vermelerini reddetmiş, İmam Azam?ın kavlinden ancak delil zayıf ise o zaman vazgeçilir? demiştir. İbni Abidin-1Halifeliğe engel haller Görmesini ve aklını kaybetmesi, inançla ilgili şüpheli halleri olup bunlar Hak olana zıt düşüyorsa, Basra alimleri dışındaki alimlere göre görevden düşer. Sağırlık, dilsizlik engeldir. Bir guruba göre işaretlerle anlaşılabileceğinden düşürmez. İki elin ve iki ayağın kesilmesi engeldir. Biri olmazsa yine halife olamaz. Halife iken böyle bir noksanlık varsa bir görüşe göre engel, diğer görüşe göre engel değildir. Halifenin idarecilerinden, en yüksek memurlarından birinin devlet işlerini, bir kötülük, suistimal yapmaksızın aksatmadan yürütmesi hali hacir hali halifeliğe engel olmaz. Ahkamus Sultaniye-İmam MaverdiHaram işte çalışmak Bir kimseyi, başka yerlerde iş bulamamak gibi bir zaruret, bu gibi işlere sevketmişse banka, içkili lokanta işi sevmemeli, benimsememeli ve daimi bir helal kapı arayışı içinde olmalıdır. Aynı görüş Yusuf el-Kardavi?nin de var. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanHaram kazanan kocanın geliri Koca ailenin reisidir ve evinin nafakasını temin etmekle yükümlüdür. Kazanç yollarının meşruluğuna riayet onun sorumluluğundadır. Ancak, kadın, kocasını bu emirlere riayet etmeye zorlamalıdır. Etkileyemezse bu kazançtan yiyebilir, vebali kocaya aittir. Diyanetten Günümüz Meselelerine FetvalarHaramla tedavi Haram ilaç ile tedavi olmanın haram olması, helal ilaçlarında bulunması haline mahsustur. Eğer haram ilaçtan başka ilaç bulunmazsa onunla tedavi olmak caizdir. Hidaye Tercümesi Domuzdan vb haram şeylerden maddeler ihtiva eden ilaçların terkibini iyi bilmek gerekir. Eğer başkalaşım istihale=kimyasal tepkime varsa pisliği gitmiş olacağından kullanılması haram olmaz. Fıkıh kitaplarımızda, hınzırın tuzda kalıp tuzlaşması, gübrenin toprağa karışıp topraklaşması, tezeğin yanıp kül olması, pis olan zeytinyağının sabun yapılması gibi olgular istihaleye örnek olarak verilebilir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerHastaya okumak Hasta olan kimse için dua etmek ve ona okumak caiz olduğu gibi salih kimselere bunu yaptırmak da caizdir. İçinde Süryanice veya manası anlaşılmayan birşey varsa hem okunması hem yazılması haramdır. Fetevayi Kübradan Fetvalar-Halil GönençHastalık ve teyemmüm Su kullanıldığı takdirde canına bir zarar gelmesinden yahut bir uzvuna zarar görmesinden; nezle, ateş yükselmesi veyaa buna benzer bir hastalığın meydana gelmesinden korkarsa yahut su kullandığı takdirde hastalığının artmasından ya da uzayacağından yahut iyileşmesinin gecikeceğinden korkacak olursa teyemmüm eder. Bu gibi durumlar adeten ve bilen bir tabibin bildirmesiyle tespit edilir. Maliki ve Şafilere göre bu doktorun müslüman olması şart değilken Hanefi ve Hanbelilere göre müslüman olması gerekir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliHatim duası Birisinin Kuranı hatmi münasebetiyle cemaatin hatim duasını icra etmeleri mekruhtur. Fetvalar-Halil gönenç Kuran hatmedilince cemaatle dua etmek mekruhtur. Fetevayi HindiyyeHayvan kesimi Normal bir kesim, boğazla göğüs arasında olur. Çünkü burası damarların toplandığı ve kanın akıp geçtiği yerdir. Kesilmesiyle en iyi şekilde kanın akıtılması gerçekleşir. Bu itibarla hayvan boğazın neresinden kesilirse kesilsin farketmez. Hayvan kesiminde kesilecek yerler dörttür. Nefes borusu, yemek borusu ve iki yandan şah damarlarıdır. Bize göre adı geçen şeyle, kesildiğinde yenmesi helal olur. Şayet kesilecek 4 şeyden çoğunu keserse İmam Azama göre yine helal olur. Hayvanı keserken başın tamamını veya omurga içindeki sinire kadar kesmek mekruhtur. Ancak kesilen hayvanın eti yenir. Bunun mekruh oluşu Peygamberimiz sav?in ?Hayvan kesilirken, omurga içindeki sinire kadar veya siniri kesmeyin? şeklindeki nehyine dayanmaktadır. Keza hayvan kareket etmekten kesilmedikçe, omurga içindeki siniri de kesmek mekruhtur. Ancak hareketten sonra kesmek ve derisini yüzmek mekruh değildir. Çünkü artık hayvanın incinmesi söz konusu olmaz. Hidaye TercümesiHayvanların yenilmesi haram olan kısımları Temiz ve helal olan hayvanın yedi şeyini yemek haramdır. 1- Akan kanı, 2-Tenasul Uzvu, 3-4- Husyeleri, 5- Bezi, 6- İdrar torbası, 7-Ödü Fetevayi HindiyyeHayvanların yüzüne vurmak Onları öldürmek, özürlü de olsa yüzüne vurmak çok güç bir durumdur. Allah?a yalvarıp gözyaşı dökmekten başka yapacağı hiçbir şey yoktur. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviHayvanların zekatı Hayvanlar, çalıştırılmak için, mesela; çift sürmek, yük taşıtmak veya başka işlerde kullanmak üzere besleniyorlarsa zekata tabi değildir. Büyük Şafi İlmihaliHelal ve haram şüphesi olan parayla hacc Helal mal ile hacca gitmek isteyen ve fakat kendi parası hakkında şüphesi olan bir kimse başkasından borç alır ve kendi parasını o kimseye verir. Fetevayi Kadıhan?da da böyledir. Fetevayi HindiyyeHırsızlık ve namaz Bir kimsenin namaz kılarken bir dirhem kıymetinde bir şeyi çalınırsa, namazını bozar ve hırsızı arar. Bu durumda kılınan namaz ister farz olsun ister nafile müsavidir. Fetevayi HindiyyeHırsızlık ve nefsi müdafaa Camiüs Sağir?in hırsızlık bahsinde ?Bir kimse, gece veya gündüz başkasına silah çeker veya geceleyin şehirde veya gündüz şehir dışındaki bir yolda sopa ile saldırır ve kendisine saldıran kişi öldürülürse bir şey lazım gelmez? denilmiştir. Küçük sopa ise, durdurulması mümkün olmakla birlikte gece yardım ulaşmayacağından saldırıya maruz kalan, saldırganı öldürmek suretiyle defetmek zorunda kalır. Demişlerdir ki, durdurulması mümkün olmayan sopanın da, iki imama göre silah hükmünde olma ihtimali vardır. Bir kimse evine girip eşyasını çalan hırsızı kovalayıp öldürürse kendisine birşey lazım gelmez. Çünkü Peygamber Efendimiz ?Malın için çarpış Müslim buyurmuştur. Ancak bunun caiz olabilmesi için öldürmekten başka bir yolla malını geri almasının imkansız olması gereklidir. Hidaye TercümesiHilalin Gündüz gözükmesi Hilal, zevalden önce veya sonra gözüksün, mutlak surette gelecek gece içindir. Metin kısmındaki ?mezhebe göre? sözünden murad, İmam Azam?la Muhammed?in kavlidir. Bedayi?de şöyle denilmiştir ?O gün, İmam Azam ile İmam Muhammed?e göre ramazan ayından değildir. Ebu Yusuf?a göre ise zevalden sonra olursa hüküm budur. Önce ise, geçen gece içindir. O gün ramazandan olur. Şevval hilali de bu hilafa göredir. Tarafeyn?e göre mutlak olarak gelecek gece içindir ve o gün ramazandan olur. Ebu yusuf?a göre zevalden önce ise geçen gece içindir ve o gün bayram günüdür. Çünkü âdeten zevalden önce hilal görünmez; meğer ki iki gecelik hilal ola! Binaanaleyh ramazan hilalinde o günün ramazandan, şevval hilalinde ise bayram olması icap eder. Tarafeyn?e göre asıl olan, hilalin gündüz görülmesinin itibara alınmamasıdır. Muteber olan, güneş kavuştuktan sonra görülmesidir. Çünkü peygamber sav ?Hilali gördüğünüz vakit oruç tutun! Gördüğünüz vakit bayram edin!? buyurmuş; gerek orucun gerekse bayramın onu gördükten sonra olmasını istemiştir. Ebu Yusuf?un dediğinde nâssa muhalefet vardır.? İbni Abidin 4Hutbeye çıkarken dua okumak Hatiplerin hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua etmeleri bidattır. Kadı Beydavi?nin verdiği fetva tuhaftır. Muğnil Muhtaç Fetvalar-1 Halil GönençHutbeden önceki bidatlar Cumanın iç ezanından önce selatü selamlar ve temannalar okumak bidattir. Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer Zamanımızdaki mutad terakkiye İnnallahe ve melaiketühü... İmam Azam?a göre mekruh, imameyn?e göre mekruh değildir. İbni Hacer, Tuhfe adlı eserinde bunun bidat olduğunu söylemiştir. İbni Abidin-3Hutbe esnasında selavat getirmek Hutbe okunurken Peygamber sav efendimize selavat getirmek mekruhtur. Tatarhaniye?de de böyledir. Fetevayi Hindiyye Bakali muhtasarında şunları söylemiştir ?Hatip duaya başlarsa cemaatin el kaldırmaları ve aşikâre dile ile amin demeleri caiz olmaz. Bunu yaparlarsa günahkar olurlar. Bazıları günahkar değil isaet kabahat etmiş olacaklarını söylemişlerdir. Sahih olan kavil birincisidir. Fetva da ona göredir. Keza peygamber sav zikredilince cemaatin aşikare olarak salavat getirmeleri caiz değildir. Bunu kalpleri ile yaparlar. Fetva buna göredir. Remli İbni Abidin-3Hutbe okunurken namaz Hutbe okunurken sünnet kılınmaz, konuşulmaz, selam alınıp verilmez, etrafa bakılmaz. Kılınan sünnet iki rekata tamamlanır ve hutbe dinlenir. Fetvalar 1-Nevzat Akaltunİ İbadet karşılığı ücret almak İmam Birgivi de İkazun Naimin adlı risalesinde ?Sadece bedeni bir ibadet olup, bir vesile olmayan namaz, oruç, Kuran okumak, tehlil, tesbih, tekbir ve tasliye gibi bir ibadete; bir mal almak amacıyla, sevabını da verdiğini, sadece bu sevabın kendisine ulaşması için verene bağışlamak niyetiyle koyulmak ve başlamak, ne islam mezheplerinden bir mezhepte, ne de semavi dinlerden birinde caizdir? der. Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşerİbadette kendini tercih etmelidir İmam Şafii şöyle demiştir ?Su kıtlığında temiz su ile abdest almak hususunda, setri avrette ve birinci safa geçmekte, insan başkasını değil kendini tercih etmelidir. Çünkü ibadet Allah?a tazim içindir. Başkasını tercih ederek bu tazim ihlal edilmemelidir. Ebu Muhammmed Faruk?ta şöyle demiştir. Abdest suyunu başkasına vermek caiz değildir. Fakat aç bir adamın kendi yiyeceğini başkasına vermesinde bir mahsur yoktur. Bu ikisinin arasındaki fark; biri Allah?ın hakkıdır, tercih yapamaz; diğeri kendi hakkıdır, tercih yapabilir. İlim talep eden bir kimse okuma sırasını başkasına veremez. Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhaneviİçki ve nikah Salih bir kimse olan Zeyd?in kızını, yakın velisi içki içen bir kimseye nikahlaması sahih değildir. Ali Efendi, Kaynak, Abdurrahim Fetvalar-Nevzat Akaltunİkrah Öldürülmesi yahut bir uzvunun kesilmesi yahut şiddetli dövülmesi gibi tahammülünü aşan bir şeyle mürted olması için zorlanan bir kimsenin kalbi iman üzere sabit ve bununla mütmain olduğu halde lisanıyla emredilen şeyi söylemesiyle mürted olmaz. İbni Abidin-9İlham Veliye gelen ilham, sadece kendisi için delil olabilir. Bu ilhamın dini hükümlere yani kitap ve sünnete uygun olduğu veya olmadığı hususunda araştırma yapmak, sonunda o ilhama tabi olmak veya olmamak o veliye aittir. Veli, kendine gelen ilhamı bırakıp da kitap ve sünnete göre amel ettiği takdirde bu ilhama uymadığı için sorumluluk yüklenmez. İslam Akaidi-Lütfi Kazancı İslama göre ilham; bir şeyin sıhhatini bilme sebeplerinden değildir. İlham feyiz yoluyla kalbe bir mananın konulmasıdır. Mutasavvıflar ve Rafıziler, ilhamı bir ilim kaynağı olarak kabul ederler. Bu iddialarına delil olarak ?Sonra da, ona hem kötülüğü, hem ondan sakınmayı ilham eder ki..? Şems8 ayetini delil gösterirler. Aslında buradaki ilham, umumi manada kullanılmış olup, resuller ve kitaplar vasıtasıyla bildirme, demektir. Akaid-Ömer Nesefi Keşf ile yeni bir akide sabit olmaz. Nasslardan farklı bir ziyadelik getirilmez. Ümmet için ibadet vesilesi olmaz. Sahiplerini tasdik etmekle, ümmet mükellef tutulmaz. Ruh Terbiyemiz-Said Havva Keşf ile yeni bir akide sabit olmaz. Nasslardan farklı bir ziyadelik getirilmez. Ümmet için ibadet vesilesi olmaz. Sahiplerini tasdik etmekle, ümmet mükellef tutulmaz. Ruh Terbiyemiz-Said Havva Evliyanın ilhamı başkaları için hiç bir surette delil oluşturmaz. Kendileri hakkında da ancak şeriate uygun olursa delil teşkil eder. Nurul Envar ve Haşiyesi Kamerul Ekmardan Velinin başkasını kendi ilhamina çağırması, kendi ilhamına göre davranmasını istemesi ve sahih olarak içtihad eden bir müctehidi ?kendi ilhamı ile onun içtihadının hata olduğunu bilmiş olsa dahi- ictihadı ile amel etmekten alıkoymak istemesi caiz olmaz. Lüknevi-Kamerul Akmar Salikin, işin künhüne ulaşıncaya kadar, Hak ehli alimleri taklid etmesi, bunu kendisi için gerekli görmesi, keşfine ve ilhamına da muhalefet etmesi gerekir. Bu konuda alimlerin haklı olduğunu, kendisinin ise hata ettiğini kabullenmelidir. Çünkü alimlerin dayanağı, vahiy ile desteklenen, hata ve yanlıştan korunan peygamberlerdir. Onun keşfi ve ilhamı sabit hükümlere muhalif olması halinde hatadır, yanlıştır. Binaanaleyh, keşfi alimlerin görüşlerinden önde tutmak, gerçekte onun Allah?ın indirdiği kesin hükümlere tercih etmek demektir ki bu, hüsranının ve sapıklığın tâ kendisidir. İmam Mustafa Sabri Efendi-Mevkıful Akl Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer Ebu Süleyman Darani ?Hakikate ait vazı keşfi bilgiler, kırk gün süreyle kalbimi sarar, ben, iki şahid olmadan onların gönlüme girmesine izin vermem. O iki şahid Kitap ve Sünnettir.? Cüneydi Bağdadi ?Allah?a giden yol, ancak Resulullah?ın yaşadığı gibi yaşayan, O?nun sünnetini diri tutanlara açıktır.? Sehl b. Abdullah Tusteri ?bizim yolumuzun temel prensipleri yedidir. 1. Allah?ın kitabına sarılmak, 2. Allah?ın Resulünün sünnetine ittiba..? Sehl başka seferinde ?Kitap ve sünnetin kabul etmediği her türlü vecd ve keşf batıldır.? Ebul Kasım Nasrabazi ?Tasavvuf, kitap ve sünnete sarılmaktır. Heva ve bidatleri terktir. Şeyhlerin yasakladıklarına saygıdır. Evrada sarılmaktır. Ruhsat ile amel etmeyi terktir.? Şahı Nakşibend hz. ?Bütün hallerinde ayağını emir ve nehy seccadesine koyasın. Sünnete bağlanıp, ameli yerine getiresin; taviz ve bidatlerden uzaklaşıp daima Allah Resülünün hadislerini rehber edinesin? derler. Kamil Yılmaz Altınoluk Dergisi Evliyaya gelen ilham, helali haram, haramı da helal yapmaz, bir şeyi farz veya sünnet yapamaz. İlhamlar ve keşifler onları başkalarından üstün kılamaz, taklid boyunduruğundan kurtaramaz. İlham ve keşf başkası için hüccet değildir. Sufilerin sünnette yeri olmayan riyazet ve nefis mücadeleleri muteber bir şey değildir. Bu hususta onlara Hind, Yogi ve Brahmanları ile Yunan filozofları ortaktır. Oysa bu riyazetler onların sadece sapıklıklarını ve ziyanlarını artırmıştır. Mektubatı Rabbani Sefihlerden bir cemaat, riyazat ve mücahede yollarını tercih ettiler. Ama enbiyanın yoluna intizam etmeden.. sırf sofiyyei ilahiyenin taklidine gittiler ki bunlar her asırda enbiyanın tabilerindendir. Üstte anlatılan mana uyarınca, vakitlerinin safasına aldandılar. Rüyalarına ve hayallerine itimad ettiler. Hayal keşiflerini sair hallerinde dahi kendilerine mukteda eylediler. Böylelikle, kendileri delalete düştükleri gibi, başkalarını da dalalete düşürdüler. Mektubatı Rabbani arkasında Fatiha okumak Ebu Hureyre?den ?Rasulullah sav üç defa, tekrar ederek namazında Fatiha sıresini okumayanın namazı eksiktir, buyurdu? Müslim, Malik, Nesai Ebu Hureyre?ye İmamın arkasında isek yine okuyacak mıyız diye soruldu. Ebu Hureyre İçinizden okursunuz, karşılığını verdi.? Şu noktaya dikkat edelim Hadisi dinleyen kişi imamın arkasında okuyacak mıyız, diye soruyor ve Ebu Hureyre içinde okuyacağını belirtiyor. Bu da gösteriyor ki, imamın arkasında okumama biliniyordu, meşhurdu. Ebu Hureyrenın kendis bile reddetmemiş, hadisi dinleyene, onu içinden oku, demiştir. İnsanın içinden okuması demek, kalbinde okuması demektir. Yani manaları zihinden geçirmektir. İçten okumak dil ile telaffuz anlamına gelmez. Tartışmalar-Said Havvaİmamların bazı hadislerle amel etmemelerinin sebepleri Bu mazeretlerin hepsini üç kısımda toplayabiliriz 1. Resulullah sav?in o sözü söylediğine inanmaması, 2. Bu sözle, söz konusu meseleyi kastetmiş olduğuna inanmaması, 3. Bu hükmün neshedildiğine inanmış olması. Bu üç kısımdan ise birçok mazeret sebepleri doğmaktadır. A. Hadisin müctehide ulaşmaması, b. Hadis müctehide ulaşmıştır ancak, onun nezdinde sabit ve sahih değildir, c. Müctehid ictihadıyla, diğer tariklerine bakmaksızın bir hadisin zayıf olduğuna inanırken, başka müctehidler ise onun aksine inanırlar, ç. Haberi ahad konusunda başkalarından farklı şartlar ileri sürerler, d. Hadisi unutmuştur, e. Müctehidin, hadisin söz konusu hükme delalet ettiğini bilmemesi. Bu son üç sebep İbni Teymiyye tarafından ilave edilmiştir, f. Müctehidin, hadiste, ilgili meseleye delaletin bulunmadığına kanaat getirmesi, g. Bu delaletin karşısında, onun kastedilmediğini gösteren bir başka delilin onunla çeliştiğine inanması, h. Müctehid bir hadisin zayıf olduğunu, ya mensuh olduğunu, yahut tevil götürürse tevil edildiğini gösteren ve ittifakla muarız olabilecek bir ayet, başka bir hadis veya icma gibi kuvvetli bir delil ile çeliştiğine inanır. Sünneti Anlamada Yöntem-Yusuf el-KardaviHarekeleri terkeden imam İmam Nesefi ?Bir mescidin imamı, okuduğu Kuranın harekelerine dikkat etmiyorsa, onun mescidini terketmekte bir beis yoktur, denilmiştir.? Fetevayi Hindiyyeİmamın maaşı Raşit halifeler döneminde sadece imam ve müezzin tayin edilip onlara maaş ödenmekle kalınmıyor aynı zamanda fakihler, muhaddisler ve Kuran öğreticileri gibi dini konularda halkı irşad eden muallim ve müderrislere de düzenli maaşlar ödeniyordu. Mevlana Şıblî-Asrı Saadetten Hz. Ömer her şehre bir imam bir müezzin tayin ediyor ve bunlara hazineden hazineden aylık bağlıyordu. İbnül Cevzi de ?Siretül Ömerey adlı eserinde? Hz. Ömer ve Hz. Osman, imamlara, müezzinlere maaş veriyorlardı? demektedir. Devlet Siyaset İbadet Üçgeninde Cuma Namazı- Recep Çetintaşİmama sonradan yetişen kimse Mesbuk, imama oturuş esnasında yetişirse, Sübhanekeyi okumaz, hemen tekbir alır, sonra da eğilerek oturur. Bahrur Raık?da da böyledir. Mesbuk akşam namazının son rekatına yetişmiş olsa ?yetişemediği- iki rekati kılarken, oturmakla onların aralarını ayırır. Bu şekilde ?akşam namazında- üç defa oturmuş olur. Ve ?yetişemediği için kaza ettiği- her rekatte, Fatiha?yı ve zammı sureyi okur. Bu rekatlerden birinde, kıraati terk etmiş olsa namazı bozulur. Fetevayi Hindiyye Mesbuk imama yetiştiği yerde imam kıraati gizli okuyorsa mesbuk Sübhanekeyi okur. Cehri okuyorsa okumaz; namaz sonunda ayağa kalkınca okur. Yetişemediği rekatları kaza eder. İmamla kıldığı rekatın son oturuşunda yalnız ettehiyyatüyü okur. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcanİmamın yanlışını ikaz etmek İmam birinci oturuşta oturmayıp kalkarsa, bu durmda, imamı ikaz için ?sübhanallah? denilmez. Çünkü imamın geri dönmesi caiz olmaz. İmam kıyama yakın olduğu zaman, tesbihte faydalı olmaz. Bahrur Raık?ta da böyledir. Fetevayi Hindiyyeİmanın gizlenmesi Amr b. Abese mekke döneminde Peygamberimize ?sana tabi olurum? dedim, bana ?Sen bugün buna dayanamazsın, şimdilik çocuklarının yanına dön ve ne zaman benim ortaya çıktığımı öğrenirsen gel bana yetiş? dedi. Ben de müslüman olup çocuklarımın yanına döndüm. Peygamberimizin Medine?ye geldiğini öğrenince bende geldim. İmam Ahmed, İbni SA?d, Müslim Hayatüs Sahabe-1İmsaktan hemen sonra sabah namazını kılmak İmsak vaktinin girmesi ile yatsı vakti çıkmış, sabah vakti girmiş olur. Bu itibarla imsak vakti girince sabah namazı kılınabilir. Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalarİpek ve altın kullanmak Hz. Peygamber sav, ipeği sağ eline ve altını sol elinde alarak; ?Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır? buyurmuşlardır. Ebu Davud Libas, Nesai-Zineh, Ahmed Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Erkeklerin elbiseleri üzerinde dört parmak eninde çizgi halinde ipek işlemeler haram değildir. Bu miktar ipeğe ruhsat verilmiştir. Ziyadesi haramdır. Çözgüsü ipek olup, argacı ipek olmayan elbisenin giyilmesinde bir beis yoktur. Argacı ipek olup, çözgüsü ipek olmayan elbisenin giyilmesi caiz değildir. Mülteka Tercümesi-4İstihare İstihareye yatılacak meseleler, iki tercih arasında muhayyer bırakıldığımız, hangisinin daha hayırlı olduğuna karar veremediğimiz meseleler olabilir. İslamın apaçık olan emir ve nehiylerini içeren meselelerde istihareye yatmak en açık ifadesiyle sapıklık ya da küfürdür. İnsanlar istihareye yattıkları meselenin cevabını uyuyorken görecekleri rüyada değil, uyanıkken okuyacakları Kuran?da aramaları gerekir. Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaşİstimnanın hükmü Hanefi, Şafii ve Maliki mezheplerine göre haramdır. Hanbeli mezhebine göre ise zina korkusu olmazsa istimna etmek haramdır. Fetvalar-Halil gönençMüminun suresi 5-7 ayetlerini tefsir eden İbni Kesir istimnanın ?haddi aşmak? olduğuna işaret buyurduktan sonra, İmam Şafii indinde bu fiilin haram olduğunu bildirmektedir. Resulullah sav ?Elini nikah eden melundur? buyurduğu sabittir. Kitabul Fıkıh?ta el ile istimna büyük günahlardandır denilmiştir El Ceziri Zina korkusu olursa ya derhal evlenmeli ya da oruç tutulmalı. Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğluİslami hükümlerin gizlenmesi İslami hükümlerin mükellefe ulaştırılmasının fitneye medar olacağına inanmak büyük bir zulümdür. Resuli Ekrem sav?in ?Allahu Teala cc bildiği şeyden sorulup da gizleyen kimseyi kıyamet gününde ateşten bir gemle gemleyecektir. Ebu Davud İslami Hükümlerin, meşru bir mazeret yokken insanlardan gizlenmesi büyük bir zulümdür. Hatta gizleyenlerin lanete müstehak olacakları kat?i nasla bildirilmiştir. Nitekim Kuran?ı Kerimde ?Hakikat indirdiğimiz apaçık ayetlerimiz ve doğruyu biz kitapta insanlara onu pek aşikâr bir surette bildirdikten sonra gizleyenler yok mu? İşte onların hali! Onlara hem Allahu Teala lanet eder, hem de lanet etmek şanından olanlar lanet ederler? Bakara159 Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğluİş elbisesi ile namaz Namazın şartlarından birisi de necasetten taharettir. Kan, idrar, şarap, dışkı ve benzeri necasetler, namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde kesinlikle bulunmamalıdır. Kişinin iş elbisesinde bu tür pislikler yoksa namazın sıhhati yönünden, temiz hükmündedir. İşin cinsine göre iş elbisesinde bulunan badana, boya, madeni yağlar, pas, kir ve benzerleri namazın sıhhatine mani değildir. Ancak kişi, camiye veya mescide gidecekse temiz elbise giymesi Kuranı Kerim?in emridir. Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalarİşçinin yol açtığı zararın tazmini Hanefi ve Maliki de dahil bütün müslüman hukukçular, belli bir ücretle belli bir zaman periyodunda istihdam edilen bir işçinin mallara kasden ve bile bile zarar verdiği ispat edilmedikçe, hukuken para cezası verilemeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. Siret Ansiklopedisi-2İş yerinde namaz ve patronun izni İşçinin mesaisini su-i istimal etmemesi kaydıyla işveren bilhassa farz ve vacip namazların kılınmasından işçisini men edemez. Çünkü Allah?a isyan konusunda mahluka itaat yoktur. Aksi halde işçinin, ibadetini yapabileceği başka bir iş bulması gerekir. Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar Şarih ?ücretle çalışana da Cuma farzdır? dediğine göre iş sahibi onu Cuma namazından men edemez. Bu husustaki iki kavilden biri budur. Metinlerin zahiri de buna şahiddir. İbni Abidin-3İtikaf Namazı beklemek, ilimle uğraşmak veya buna benzer bir sebeple mescidde oturan kimsenin, itikafa niyet etmesi gerekir. Çünkü süresi az dahi olsa itikaf sahihtir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayliİzinsiz meyve yemek vb Aralarındaki dostluk vs dolayı razı olacağını bildiği bir kimsenin mülküne izinsiz girmek caizdir. İzin meselesi sadece mülke girmeye de mahsus değildir. Hayvanına binmek, aletinden istifade etmek, yemeğini veya meyvesini yemek yahut alıp evine götürmek vs hep aynı hükümdedir. İbni Abdilber?in dediği gibi bu durumda dostunun memnun kalacağını bilmek şarttır.Sahihi Müslim Tercümesi 1-Ahmed DavudoğluK Kabir azabı Muhtemeldir ki Allah Teala Berzah aleminde her ruh için dünyadakine benzer cesetler yaratacak, be alemin özelliklerine uygun cesetler içinde ruhlar azab veya mükafata nail olacaklardır. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanKabirleri inşa etmek vb Kabirleri inşa edip üzerine sanduka yerleştirmenin üstüne perde çekmenin ve baş tarafına sarık sarmanın İslamda yeri yoktur. Halil GönençKabirde tuğla ve ağaç kullanmak Kabirde tuğla ve ağaç kullanmak mekruhtur. Zira yapılarda tuğla ve ağaç sağlam ve daha uzun ömürlü olduğu için kullanılır. Kabir ise çürüme yeridir. Hidaye Tercümesi Hanefilere göre, tuğla ve tahta ile kabri örtmek mekruhtur. Çünkü bunlar dünya ahkamındandır. Kabir ise çürüyen şeyler yeridir. Bir de tuğlada ateş eseri vardır. Onun için tefaülen mekruh görülmüştür. Kerpiç ve kamış kullanmak müstehaptır. Bunlar peygamberimizin kabrinde kullanılmışlardır. Sahihi Müslim Tercümesi-Ahmed DavudoğluKadına bakma Sahih hadisle zayıf hadis çelişirse bu hadisler uzlaştırılmaz. Ebu Davud ve Tirmizi?deki, erkek âmâ da olsa kadının ona bakmasını haram kılan ?ikiniz de âmâ mısınız?? şeklindeki Ümmü Seleme hadisini, müminlerin annesi Aişe hadisi ve Fatıma binti Kays hadisi ile reddettiler ki bunların ikisi de sahihtedir. Seleme hadisini Tirmizi hasen ve sahih demişse de hadisin senedinde Ümmü Seleme?nin mevlası Nebehan vardır ki kendisi mechul olup, onu İbni Hibban?dan başkası sika görmemiştir. Zehebi onu zayıf raviler arasında zikretmiştir. Bu hadis sahihteki şu hadisle çelişmektedir. Aişe ra?den ?Ben mescidde savaş oyunları oynayan Habeşlilere bakarken, Nebi as?ın cübbesiyle beni örttüğünü gördüm.? Buhari, Müslim Kadı Iyaz der ki ?Bunda kadınların, yabancı erkeklerin yaptıklarına bakmasına cevaz vardır. Ancak erkeklerin güzel yönlerine bakmaları ve bununla zevk alamayı arzulamaları kadınlara mekruh olur. Buharinin bu hadis için koymuş olduğu başlıklardan birisi ?Başkalarını sui zanna düşürmeksizin, kadının, Habeşlilere vb bakması babı? şeklindedir. Yine Buhari?den rivayet edilen Fatıma b. Kays?tan ?Kocası onu üç talakla boşadığında Nebi as ona buyurdular ki ?Git İbn Mektum?un evinde iddet bekle çünkü o âmâ bir adamdır. Olur ki, elbiseni çıkarırsın ve o seni göremez. Daha önce ona Ümmü Şerik?in evinde iddet beklemesine işaret etmiş, sonra da şöyle buyurmuştur ?O, ashabın yanına girip-çıktığı bir kadındır. Sen, İbni Ümmü Mektum?un evinde iddet bekle.? Müslim-Talak6 not hadis Buharide bulunamadı. Sünneti Anlamada Yöntem-Yusuf el-KardaviKadının boşama hakkı hulu? Hz. Peygamber sav?in beyanına göre, hulu? üçüncü ve son boşanmaya eşittir. Bundan sonra koca, bekleme devresinde uzlaşma yoluna gidemez. Çünkü bu hak hulu?nun geçerliliğini iptal etmiş olur. Kadın, kocasından boşanmak için malının bir kısmını verir, adam da bunu kabul ettikten sonra kadını bırakmamakta direnirse bu, İslami hükümlere aykırılık ve bir satekarlık olur. Yine de eğer kadın aynı adamla tekrar evlenmek isterse bu olabilir. Çünkü hulu?nun hükümleri boşanma gibi değildir. Peygamber sav erkeğin mehir olarak verdiğinden fazlasını almasını onaylamamıştır. Siret Ansiklopedisi-2Kadınların camide namaz kılması Kadının evde namaz kılması, vaaz-u nasihat dinlemek ya da ilmi sohbetlere iştirak etmek veya Kuranı Kerim dinlemek amacı dışında sadece namaz kılmak için camiye gitmesinden daha üstündür. Ancak yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı camiye gitmesi de daha üstün ve evlâ olanıdır. Özellikle günümüzdeki erkekler kadınlara gerekli dini bilgileri verememektedirler. Şu da var ki, kadının evden çıkması ?camiye de olsa- kocasının izni dahilinde olması gerekir. Kadın camiye gitmek istedikten sonra, itibar edilebilecek bir engel olmadığı sürece erkeğin kadına camiyi yasaklama hakkı yoktur. Müslim Peygamber sav?den şöyle bir hadis rivayet etmiştir ?Allah?ın cariye kullarını camiye gitmekten, alıkoymayınız.? Şeri engeller şunlar olabilir; erkeğin hasta olması, evde küçük çocukların bulunması.. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-KardaviKadının dışarıda abdest alması Hanefi mezhebinde ayak avret sayılmadığından bir sakınca olmaz. Böyle bir durumda mütemadiyen kadının ayağına bakan kimse günahkar olur. Fetvalar-Halil GönençKadının dışarı çıkması Kadın zaruri ihtiyaçları ve makbul sebepleri için ancak evinden çıkabilir; bu da başını örtüp dış giysilerini giymesiyle mümkün olmaktadır. Siret Ansiklopedisi-2Kadının doktora gittiği için abdest alması Kadın doğum doktoruna gittiği için gusül gerekmez, ancak abdestin tazelenmesi gerekir. Kadın veya erkeğin cinsel organlarına sokulan pamuk vb şeylerin yaş olarak çıkarılmaları halinde de abdesti tazelemek gerekir. Bunlar içinde durduğu müddetçe içe gelen uçları ıslanmış olsa bile abdest bozulmaz. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanKadının erkek doktora muayene olması Kadın, hasta olduğunda ehliyetli bir kadın doktor varsa ona gidip muayene olabilir. Yoksa erkek bir doktora gider muayenesini ona yaptırır. Erkekte aynıdır. Bedai el-Sanai Fetvalar 2-Halil Gönençkadınların erkeklerin yanında çalışması Bu islamın emrettiği şekilde olursa yani birkaç kadınla birlikte veya açık bir yerde çalışırsa beis yoktur. Ama kapalı bir yerde yalnız yabancı bir kimse ile birlikte kalacak olursa halvet olduğundan haramdır. Mezahibi Erbaadan Halil GönençKadınların görevleri Aslında hak görüş, ev içi ile ilgili konulardaki hizmeti kadına vermektir. ?Kadınların hakları örfe ugun şekilde vazifelerine denktir? Bakara228 İbni Kayyım şöyle demektedir ?Kadınla erkek arasında yapılan mutlak akd, örfe göre gerçekleşir. Örf ise kadının hizmet etmesi, ev işlerini çekip çevirmesidir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır ?Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler? Nisa34 Kadın erkeğe hizmet etmedi mi ?yani erkek kadına hizmetkar oldu mu- kadınlar erkekler üzerine hakim olurlar. Sahabe kadınlarından rivayet edildiğine göre, onlar kocalarına hizmette kusur etmiyorlardı. Ev işlerini kadınlar yerine getiriyorlardı. Ebu Bekir Ra?ın kızı Esma şöyle dedi ?Ben Zübeyr?e hizmet ediyordum. Ev işlerinin tümünü ben yapardım. Atına ot toplar, tımarını yapar hazır hâle getirirdim. Kadınların efendisi Fatımatüz Zehra, Hz. Ali?ye hizmette kusur etmezdi. Efendimize zorluklarından şikayette bulunduklarında Peygamberimiz ev işlerini yapmasını Hz. Fatıma?ya tembih etti. Haz. Ali?ye de dışarıdaki işlerle uğraşmasını söyledi. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi Hukukçular süpürme, mutfak vb ev hizmetlerinin kadına vacip olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kimine göre bunlar vaciptir, kimine göre vacip değildir, kimine göre de hafif yapması vaciptir. Siyaset-İbni TeymiyyeKadının imamlığı Kadının kadına imam olması kerahetle caizdir. Namaz kıldıran kadın öne geçmez. Ahkamus Sultaniyyeden Malikilere göre caiz değildir. Mezahibi Erbaadan Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt ÖzcanKadının kocasının ismiyle çağırması Bir adamın babasını, bir kadının kocasını adıyla çağırması mekruhtur. Fetevayi HindiyyeKadının koku sürmesi Kadın evinde koku sürünebilir. Ancak evinden başka yerde koku sürmekten men edilir. Çünkü bu fitne ve fesada sebep teşkil eder. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliKadının misafire ikramı Her ne zaman Peygamber as?ın bir misafiri evine gelse Aişe onlara hizmet ederdi. Siret Ansiklopedisi-2Kadının namazdaki şekli Namazların ne farzları ne vacipleri ne sünnetleri ne de edepleri konularında kadınla erkek arasında bir fark yoktur. Dolayısıyla bu zikredilen farklar kadını daha tesettürlü kılar gerekçesi ile fıkıhçıların güzel bulduğu farklardır. Fetavayi Hindiyyeden Zaten İmam Ebu Hanife?den gelen nakle göre ?Kadın da tekbirde ellerini kulak hizasına kadar kaldırır, çünkü elleri avret değildir. Kasani-Bedayi, Merginani-Hidaye Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer Farz namazlarda kıyam, namazın farzlarındandır. ?Erkekler görüyor? gerekçesiyle hanımların farz olan kıyamı terkedip, oturarak namaz kılmaları caiz değildir. Diyanetten Günümüz Meselelerine FetvalarKadınların saç kestirmesi Kadının insan saçından yapılmış peruk takması, kaşlarını çekmesi caiz değildir, haramdır. Kadın saçını erkek saçına benzer şekilde keserse haramdır. Ancak kadın saçını erkeğe benzemecek şekilde kısaltsa ve bu memleketinde âdet olduğu için arkadaşlarının ayıplamasına sebep olmazsa bunda bir beis yoktur. Gayetül Me?mul Fetvalar-Halil GönençKadının sesi Şafi ulemasının kaydettiklerine göre kadının sesi avret değildir. Hanefi mezhebinde de en kuvvetli görüşe göre avret değildir. Bazı ulemaya göre namazda avrettir onun dışında avret değildir. İbni Abidinden Fetvalar-Halil Gönenç Tercih edilen kavle göre kadının sesi avret değildir. Nevazil isimli kitapta ise kadının sesi avrettir, der. Kadının Kuranı kadından öğrenmesi daha makbuldür. Kurtubi der ki; zekası kıt olanlar zannetmesinler ki, biz kadının sesi avrettir, demekle konuşmasını kastediyoruz. Bu anlayış doğru değildir. Biz ecnebi erkeklerin ihtiyaç olursa kadınlarla konuşmalarına cevaz veriyoruz. Yalnız kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını ve aruza göre okumalarını caiz görmüyoruz. İbni Abidin-2Kadınla oturma ?Bugünden itibaren kocası bulunmadığı zaman hiçbir kadının evine girmeyiniz. Ancak yanında bir veya iki kişi olursa müstesnâ. Müslim Her ne zaman Peygamber as?ın bir misafiri evine gelse Aişe onlara hizmet ederdi Siret Ansiklopedisi-1_Afzalur Rahman Nevevi yukarıdaki hadisle ilgili olarak diyor ki ?Hadisin zahirine bakılırsa beraberinde iki üç kimse bulunan bir adam kendisine ecnebi sayılan bir kadınla bir yerde bulunabilecektir. Ulemamıza göre meşhur kavil ise bunun haram olmasıdır. Şu halde hadis, salâh ve doğruluklarından dolayı kendilerinden kötülük beklenmeyen bir cemaat bir kadının yanına girebilir diye tevil olunur. Kadı Iyaz da bu tevile benzer bir işarette bulunmuştur.? Sahihi Müslim Tercümesi 9-Ahmed Davudoğlu Ensardan bir adam bir misafir alır. Hanımı çocuklara hazırladığım yemekten başkası yok, der. Adam; ben misafirin yanında oturuyorum. Sen çocukları avut ve uyutmaya çalış. Ne zaman ki uyurlarsa yemeği getir önümüze koy ve bir bahaneyle kalkıp çırayı söndür ki, kendisiyle beraber yemediğimizi bilmesin ve utanmadan doyasıya yesin, dedi. Peygamber Efendimiz ?Cenabı Hak, bu akşam misafirinize karşı yaptığınız hareketten çok hoşlanmıştır? buyurdu. Müslimin rivayetinde bu kişinin Ebu talha olduğu kayıtlı Hayatüs Sahabe-2 Said b. As?ten Peygamberimiz Aişe?nin elbisesini giyerek uzanmıştı. Ebu Bekir izin isteyince verdi. Sonra Ömer ra izin istedi ona da verdi. Daha sonra Osman ra izin istedi. Peygamberimiz kalkıp oturdu. Aişe?ye de ?Kendini topla? buyurdu. Osman ra çıkınca da ?Osman içeri girdiği zaman eğer seni yanımda görseydi ne konuşur ne de çıkıncaya kadar başını önünden kaldırırdı.? Dedi. Hayatüs Sahabe-3 Bir müslümanın evine akrabası dışında kalan dost ve arkadaşlarının da gelmesi tabiidir. Bu durumda kadın ve erkeklerin beraber oturması ve evin kız veya kadınının misafirlere hizmet etmesi mevzu bahis olabilir. Ashabdan Ebu Useyd evlenirken zifaf gecesi, Hz. Peygamber sav?i ve dostlarını davet etmiş, fakat onlar için yemek hazırlamamamış ve bir şey de ikram etmemiştir, ancak eşi geceden, bir tas kabın içinde hurma ıslatmış, bunu ezip sulandırmış ve misafirlere ikram etmiştir. Buhari-Nikah, Müslim-Eşribe İbni Hacer, Ayni gibi Buhari şarihlerinin işaret ettiği üzere bu hadisi şerif vb?den şu netice çıkarılmıştır Kadın, kocasının arkadaşlarına hizmet edebilir ancak bu durumda tesettüre riayet etmesi, tarafların kötü duygulara kapılmaktan emin olmaları, tahrik edici davranışlardan kaçınmaları şarttır. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Aile içinde mahrem olmayan yakınlar veya yabancılar bulunduğunda kadınlar tesettürlü olarak yanlarında bulunabilir, aynı sofrada yemek yiyebilir, aynı kaptan su içebilirler. Kadının hamile olması bu konuda farklı hüküm getirmez. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman İslam, aralarında nikah bulunmayan ve nikah düşecek kadar da birbirine yabancı olan kadın ile erkeğin, üçüncü şahsın bulunmadığı ve ansızın gelme ihtimalinin de söz konusu olmadığı zaman ve zeminlerde başbaşa kalmalarını yasaklamıştır. Sonsuza Yürüyüş-Hekimoğlu İsmail Zinetlerini, dolayısıyla zinet yerlerini, ayet ve hadislerin istediği ölçüler içerisinde ve özellikle de el-Ahzap 59. cilbab ayeti gereği kapadıktan sonra, kadınların, erkeklerin yanında, halvet de değillerse, oturamayacaklarını söyleyen bir nass yoktur. Ama bu yine de kötü duygulara sebep olmuyorsa kaydına bağlanmış, her yönüyle cazip ve latif bir varlık olan kadında, koku, teberrüc süs, kırıtma vb bulunmaması şartıyla caiz görülmüştür. Bütün bunlara dikkat edildikten sonra kadının, yanında yakınları varken, yabancılarla aynı sofrada yemek dahi yiyebileceğine fetva verilmiştir. Ancak buna gerek olup olmadığı ayrı bir konu olduğu gibi, takvaya uygun olan da elbette, tabiiliği aşmayan ?haremlik-selamlık? uygulamasıdır, denilebilir. İmam Malik ?Kadın, mahremi olmayan erkekler ve uşağıyla berabebr yemek yiyebilir. Kocasıyla beraber iken kocasının yemek yediği kimselerle yemek yiyebilir. Der. Haraşi Bir erkeğin, yabancı hür bir kadınla, bir evde başbaşa kalmaları, harama yakın mekruhtur. Serahsi, Tahavi Ancak bulundukları odaların araları kesikse ve her birinin ayrı ayrı kilidi varsa; ya da kilidi yoksa da aralarında duvar ve perde gibi bir engel olup, erkek de güvenilir birisi ise veya kadının yanında bir mahremi, ya da cinsel ilişkide bulunamayacak, ancak saldırıyı önleyebilecek derecede yaşlı bir kadın varsa, veya erkek o derece yaşlı kadın gibi yaşlı ise veya yanında bulunduğu kadın borçlu olup, erkek onu takip için orada bulunuyorsa, halvet haram değildir. Bazı fıkıh kitaplarında haramdır denilir, Mesela; İbni Nüceymin El-Eşbah ven Nezair kitabında erkek yabancı kadınlarla, birden çok olsalar da bir arada bulunamaz. Alauddin Abidin Serahsinin ifadesine dayanarak bazıları; bir erkekle bir kadının halveti, yabancı da olsa, bir başka erkeğin bulunmasıyla önlenmiş olur, ancak mahremi ve güvenilir bir yaşlı kadın dışındaki yabancı kadınlarla ortadan kalkmaz ve erkeğin birden çok yabancı kadınla başbaşa kalması da, harama yakın mekruh olur, demişlerdir. Serahsi-Mebsut Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerKadınla tokalaşma Yabancı bir kadının yüzüne ve eline, el sürmek ?her nekadar şehvetten emin olsa bile- helal olmaz. Fetevayi Hindiyye Şehvetlenilmeyen ihtiyar kadınla musafaha yapmakta bir beis yoktur. İbni Abidin-2Özellikle belirtmek gerekirse, kadın ve erkeğin tokalaşmasını yasaklayan bir ayet olmadığı gibi Hz. Peygamberin bu yönde herhangi bir sözü de yoktur. Mevcutlar zayıf kabul edilir Resulullah döneminde kadınlarla erkeklerin tokalaşmaları gibi bir adet yoktu. Bu sebeple bu yöndeki açıklamalardan sarih bir yasaklama hükmü çıkarmak doğru olmaz. Yaygın olarak kabul edilen bir fıkıh kuralına göre, harama götüren şeyde haramdır. Tokalaşmada bu kuraldan yola çıkılarak haram kılınmıştır. Bu tokalaşmanın zinaya götürme ihtimali zayıfladığında hükümde haramlıktan mekruhluğa indirilmiştir. Zinaya götürme hususu da kişiye ve toplumlara göre değişkendir. Dinin açık ilkelerinde değişkenlik söz konusu olmazken onları koruyucu mahiyetteki dolaylı sınırlama ve tedbirlerde bundan söz edilebilir. Bu itibarla fertlerin, dinin bu önlemlerle korumak istediği ilkeleri ve sakındırmak istediği hususları bilmesi ve davranışlarını ona göre ayarlaması, bu konuda bireysel insiyatif ve sorumluluğa alan bırakması gerekir. Diyanet İslam İlmihali-2Erkekler ve kadınlar enişteleri, yengeleri, baldızları veya yabancı kadın ve erkekler ile musafaha toka yapmamalıdırlar. Bunlar her haramdır. İkaz-Mehmet Güleç Bazı alimler ise burada şehveti esas almış, şehvetin söz konusu olmadığı durumlarda mesela el sıkışmanın caiz olduğun söylemişlerdir. Şerbasi-Yeselunek Kadınla tokalaşma, kadın genç ve şehvete sebep olabilecek durumda ise, haramdır. Fetevayi Hindiyye Ancak şehvet duyulmayacak derecede ihtiyar olan bir kadınla musafaha etmekte bir beis yoktur. Hz. Ebu Bekir, süt annesinin kabilesinden olan ihtiyar kadınlarla musafahalaşırdı. Allah Resulünün de biatta ihtiyar kadınlarla musafaha yaptığı rivayeti mevcuttur. Sabuni-Revai Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer Şehvetsiz tokalaşmak caizdir. Peygamberimiz cariyenin elinden tutmuştur. İmam Ahmed, Buhari-Edep 61 Dokunma ile ilgili hadisteki tehdidi cinsi birleşme olarak anlıyor. Sünneti Anlamada Yöntem-Yusuf el-Kardavi Peygamber sav?e biat eden kadınlar dediler ki Ey Allah?ın Rasülü biat ederken elimizi tutmadınız. Peygamber sav kadınların elini tutup tokalaşmam, buyurdu. Ahmed, Nesai, İbni Mace Peygamber sav bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor ?Sizden birinizin başına iğne ile dürtülmesi, kendisi için helal olmayan kadına dokunmaktan daha hayırlıdır.? Fetvalar 2-Halil GönençKafir anne babayla ilişki İyi mücadele için ana-babanın müslüman olması şart değildir. Esma binti Ebu Bekir ra?den ?İman etmemiş annem, müslümanlar ile Kureyşli müşrikler arasında barış anlaşması olduğu dönemde babası ile geldi. Peygamber sav?in tavsiyesini almaya gittim ?Annem geldi ve teveccühümü ümid ediyor? dedim. Peygamber as buyurdu ki ?Evet, annene karşı iyi ol? Buhari Siret Ansiklopedisi-2Kafir demek Ne darul islamda ne darul harbde hiçbir müslüman diğer bir müslümanı tekfir edemez. Müslümanların küfre girip girmediğine şeri mahkemeler karar verir. Çünkü tekfir bir mahkeme işidir. Salim el-Behsenaviden Darul Harb Fıkhı-Mustafa Çelik Hakkı bilmelerine rağmen inkar eden kafirleri tekfir etmek caiz iken; cahillerin tekfir edilmeleri caiz değildir. Bu kimselerin ne ve açık bir şekilde uyarılmaları ve kurtuluşa davet edilmeleri gerekir. Rabbani Yol ve Sünnetullah-Said Hakim Düşüncesi, inancı, sözü ve fiiliyle kafir olan biri tekfir edilmeyip, işlediği suçun cezası verilmezse, toplum fertleri arasında dağılan bu tip şahıslar aşıladıkları batıl düşüncelerle neslin bozulmasına sebep olacaklardır. Aile fertleri ve akrabalar böyle birinden nefret edeceklerdir. Tekfire karar verecek kişi kelam ilminde münakaşa edilen meseleleri derinlemesine ihata edecek, fıkhın ve fıkıh usülünün inceliklerini anlayabilecek ve bunlara göre olayı değerlendirip neticeye varabilecek kapasiteye ve bilgiye sahip olmak zorundadır. İman Küfür Sınırı-Saim Kılavuz En güzeli bizlerin insanları küfürle itham etmekten ziyade, yapılan bir amelin veya sözün küfür olduğunu biliyorsak, şahsa hitaben bu söz ya da amel küfür sözüdür, bunu yapanın durumunu Allah bilir demektir Bir kimsenin küfür mü, değil mi diye tereddüt edilen bir işi, ya da sözü, doksan dokuz ihtimalle küfre yorulsa, bir ihtimalle de imana hamletme imkanı bulunsa biz onu imana hamleder ve o iş ya da sözüyle ona kafir denilemeyeceğini söyleriz. Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer Onun için Allah?ın fethinden olduğu iddiasıyla söylenen her söz için bakarız, şayet Allah?ın kitabı ve Rasulünün sünnetine uyuyorsa baş göz üstüne. Ama onlara uymuyor fakat kişinin itikadı düzgün ameli salih olup sözü tevil kabul ediyorsa, onu, şahsın bu itikad ve ameliyle uyuşacak şekilde tevil ederiz. Tevil kabul olmayıp ondan sadır olduğu kesin ise ilim ve istikamet ile bilinen bir kimse olsa bile bu sözünden dolayı hangi cezayı hak ediyorsa ona o hükmü verir ve bundan dolayı tevbe etmiş olması ihtimalini veririz. Ancak şunu da göz önünde bulundurmalıyız ki, dinden olduğu zaruri olarak bilinmeyen hususlarda hükmü ehli verir. Şayet dinde bilinmesi zaruri şeylerden ise, o mesele hakkında her müslüman hüküm vermeye yetkilidir. Tartışmalar-Said Havva Bir müslümana ?Ey kafir? diye küfreden kimse, şeran tazir olunur. Bu sözü söyleyen kimse kafir olur mu? Eğer bu sözüyle islam akidelerine inanan muvahhid bir müslümanın küfrünü itikad ederse, kafir olur. Fakat o müslümanın küfrü gerektiren bir şey işlemesiyle küfrünü itikat ederse, kafir olmaz. Bu kaville fetva verilir. Vehbaniye Şerhi İbni Abidin-8 Fetih?te zikredilmiştir ki; ?Bir kimse inanmasa bile şaka yoluyla küfür kelimesini söylese ?Allah?a sığınırız- mürted olur. Çünkü dini hafife alıp küçümsemiştir. Buna göre küfür kelimesini şaka yoluyla söylemek inad küfrü gibidir. Kitaplarda zikredilen küfür kelimelerinden hiçbiriyle, bir kimsenin küfrüne fetva verilmez. Ancak, alimlerin küfrüne ittifak ettikleri surette, onun küfrüne hükmolunur. Metin nitekim bir kimse, KALP İLE TASTİK ETSE BİLE puta secdede bulunuyorsa veya Mushafı Şerifi pisliğe atsa, kafir olur. Çünkü bunlar dini yalanlama hükmündedir. Akaid Şerhi Nurul Ayn?de zikredilmiştir ki, ayeti kerime ve mütevatir haberin delaleti kesin olmazsa yahut haber mütevatir olmazsa yahut haber kesin olur fakat kendisinde şüphe bulnursa yahut icması bütün mütün müctehidlerin icması olmazsa yahut sahabenin icması olup bütün sahabenin icması olmazsa yahut bütün sahabenin icması olur fakat tevatür yoluyla sabit olmadığı için kesin olmazsa yahut kesin olup fakat sukûti icması olursa bu suretlerin her birinde inkar eden kafir olmaz."?Bahır?da zikredilmiştir ki; Bu hususta asıl kaide şudur Bir kimse haramı, helal itikat ederse bakılır; eğer haram ligayrihi başkasından dolayı haram olursa, mesela; başkasının malı gibi, kafir olmaz. Eğer haram liaynihi Kendinden dolayı haram olursa yine bakılır, eğer haram liaynihinin delili kesin olursa yine kafir olur, delili kesin olmazsa kafir olmaz. Bazı fukahaya göre bu tafsilat alim hakkındadır. Cahil haram liaynihi ile haram ligayrihinin arasını ayırt edemez. Cahilin helal itikat ettiği haram, kesin delille sabit olan haramlardan olursa kafir olur. Aksi takdirde kafir olmaz. Mesela cahil, şarap haram değildir, derse kafir olur. İbni Abidin-9Kafirlerin elbiselerini giymek Gayri müslimlerin giydikleri elbiseleri giymekte bir beis yoktur. Ancak bir memlekette adet olmayıp, halkın nazarı dikkatini çeken kıyafete bürünmekte doğru değildir. El-Mugire b. Şube?nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir. Peygamber sav kolları dar bir Rum cübbesi giymişti.Buhari-Müslim bu gün giydiğimiz palto da dinen cübbe sayılır. Fetvalar-Halil GönençKafirin emri altında çalışmak Bir müslüman bir kafirin emri altında bulunsa yani bizzat kendi şahsına hizmet ederse mutemed görüşe göre tenzihen mekruhtur. Fakat şahsına değil, tarla, fabrika, ziraat ve ticaret gibi işlerinde çlışırsa mekruh sayılmaz.MezahibdenHalil GönençKafirlerle alışveriş yapmak Kafirlere savaş aletleri satmak haramdır. Ama yiyecek maddelerinin, kumaşın satılması istihsanen caizdir. Ama bu hüküm müslümanların bunlara ihtiyacı olmadığına göredir. Bunlara müslümanlar muhtaç olurlarsa satılmaları caiz değildir. İbni Abidin-8Kafirlerle oturmak İslamı tebliğ edip anlatmak için kafir olsun, fasık olsun herkesle oturmak caizdir. Halil GönençErkeğin kadını muayene etmesi Kadın, hasta olduğunda ehliyetli bir kadın doktor varsa ona gidip muayene olabilir. Yoksa erkek bir doktora gider muayene olur. Erkekte aynıdır. Bedai el-Senai Halil Gönenç-FetvalarKalp temizliği Abdullah b. Amr?in anlattığına göre Resulullah sav?e en mükemmel insanın kim olduğu sorulması üzerine şu cevabı vermiştir ?Kalbi kirden arınmış ve dili doğru söyleyenler? Etrafındakiler dili doğru söyleyeni anladıklarını fakat ,kalbi kirden arınanları anlamadıklarını söylemeleri üzerine Rasulullah sav ?Pâk olan, günahtan, şüphe, hile, yalan ve hasetten arınmış olan? buyurmuştur. Siret Ansiklopedisi-1_Afzalur Rahman Hz. Ömer ra?ın Sa?d b. Ebi Vakkas?a tavsiyesinden ?Şunu da bil ki kişi, kalbinin temiz olmadığını iki yoldan öğrenebilir Eğer kişi hak yolunda kendisini övenlerle yerenleri bir tutarsa kalbi temizdir. Diğer yol da, kişinin kalbinden diline hikmet dökülmesi ve halk tarafından sevilmesidir. Taberi Hayatüs Sahabe-2 Osman ra?den ?Eğer kalpleriniz temiz olursa Allah?ı anmaktan usanç duymaz? Hayatüs Sahabe-4Kametle ilgili meseleler Hanefilere göre cemaat ?haya alel felah?ta imam ayağa kalktıktan sonra ayağa kalkar. Kametin kıbleye yönelerek ve yürüyüp konuşulmadan getirilmesi sünnettir. Hanefilere göre, imamlık edecek kimsenin müezzinlikte yapması en faziletlisidir. Çünkü peygamberimiz sav ez-Ziya?da bildirildiğine göre bir yolculukta ezan okuyup kamet getirmiş ve öğlen namazını kıldırmıştır. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Müezzin kamet getirirken mescide giren kimse imam mihraba geçinceye kadar oturur. Ayakta beklemesi mekruhtur. Oturur, müezzin ?hayya ale?l felah? cümlesine varınca kalkar. İbni Abidin-2 Kamet getirirken yürümek mekruhtur. İbni Abidin-2Kametten önce ihlas okumak Bu bidattır. Kuran dinlemek farzdır. Halbuki bu esnada cemaat nafile ile meşguldür. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Kametten önce ihlas suresi ya da daha başka şeyler okumak bidattır. Bu tür okuyuşlar zaten klişeleşmiş hale geldikleri için kimse onları, şuuruna vararak Kuran gibi dinlememektedir. Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk BeşerKaranlıkta namaz kılmak Karanlıkta namaz kılmak sahih ise de ışık yakmak mümkünken karanlıkta namaz kılmak birkaç bakımdan mekruhtur. Işık, asgari secde yerini görecek kadar olmalıdır. Fetvalar 4-Nevzat AkaltunKardeşe zekat Ahmet?in fakir olan kardeşine zekat vermesi caiz olur. Nevzat Akaltun Fetvalar 1Karşılama, temel atma kurbanları Törenlerde birinin gelmesinin şerefine kurban kesmek, puta veya o gelen kişiye ibadet maksadıyla kesilen kurban değildir. Bu hayvanlar ya o kişinin gelişine şükran olarak, ya da kurban niyeti olmaksızın, gelenin şerefine, şuna buna et yedirmek için kesilir. Bu maksatla kesilen hayvanın eti haram olmaz. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Bir insan için kurban kesilmesi küfürdür ve kesilen meyte hükmündedir, yenmez. Hacıların ya da gazilerin kudümü gelişleri için hayvan kesilmesi de küfürdür? denmiştir. Hindiyye Yeni alınan araba, ev, atılan temel vb şeyler de aynıdır. Yalnız burada şu incelik vardır, başkası için demek, keserken başkasının adını anarak demektir. Binaanaleyh, bir büyük zatın gelişine, ev ya da araba almasına duyduğu sevinçten ötürü kurban keserse bu küfür olmadığı gibi kesilen hayvan de leş olmaz, eti yenir. Şeyh Davud-İçtihad Tartışması Bismillah diyerek kesse dahi bir kimsenin yoluna, bir evin temeline, bir arabanın tekerine vb kesilen, kanı oraya buraya sürülen kurban en azından çirkin bir bidattır, küfrü gerektirmese dahi günahı gerektirir ve etinin yenmesi de şüpheli olur. Zaten bu kurbanı görenler, filan, falanın gelişi için, yada filan iş için kurban kesti derler ki, bu da onun kesiliş gayesinin Allah için olmadığını gösterir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerKasaptan alınan et Netice olarak müslümanların yaşadıkları bölgelerdeki mezbahalarda kesim işlerini yapan kasaplar, ateist olmayan Ehli Kitap kimselerdense ve kesimi Allah?tan başkası adına yapmıyorlarsa, meseleye yaklaşımımız, bunların kestiklerinin yenilebileceği noktasındadır. Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş Halkının çoğu müslüman veya kitap ehli olan ülkelerde, kesilmesi gereken hayvanların etleri yenebilir. Resulullah sav?e ?Ya Resulallah gittiğimiz yerlerde bize et getiriyorlar, keserken besmele çekip çekmediklerini bilmiyoruz, bunu yiyelim mi diye sordular?, ?Allah?ın adını anın ve yiyin? cevabını aldılar. Buhari-ZebaihKaynana ve kayınpeder ilişkileri Baba dostlarına iyi muamele etmek ve eşlerinin anne-babası sağ ise onları toplumsal anlayışa göre kaynana ve kaynata görmeyerek, birer anne ve baba gibi kabul etmektir. Şanı yüce Rabbimiz kendisine kulluk eden müminlerin anne ve babalarına nasıl değer veriyorsa, herhangi bir müminde kendisine hizmet eden hanımının veya kendisi için çalışan kocasının anne ve babasına da aynı değeri vererek, onlara güzel muamelelerde bulunmak durumundadır. Kişiye Özel-Mehmed AlagaşKaza namazını mescitte kılmak Kaza namazlarını mescitte kılmak mekruhtur. Zira namazı geciktirmek günahtır. Bunu meydana çıkarmamalıdır. Bezzaziye İbni Abidin-2Kerahat vakitlerinde Kuran okumak Bahr?da, Buğye?den naklen ?Kerahat vaktinde Peygamber sav?e salâvat getirmek Kuran okumaktan efdaldir? denilmiştir. Dikkat edin yasaktır değil, efdaldir. İbni Abidin-2Kısa kollu gömlekle namaz Erkeklerin uzun kollu gömlekle kollarını sıvayarak namaz kılmaları mekruh ise de kısa kollu gömlekle namaz kılmaları mekruh değildir. Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet VakfıKıyafette teşebbüh ve şapka giymek Teşebbüh, yani kafir ve fasıklara benzemek yasaktır. Şapka Osmanlı döneminde sırf gayri müslümleri taklid gayesiyle giyilmesi bakımından teşebbüh alameti sayılırdı. Fakat bugün şapka giymede gayri müslimleri taklid söz konusu değildir. Belki adet böyle olduğu için giyilmektedir. Bu itibarla niyette gayri müslimlere benzem söz konusu olmayınca şapka giymek teşebbüh alameti sayılmaz. Halil Gönenç-Fetvalar40 ve 52. Geceler Ölünün 40 ve 52 gecesi ile ilgili hiçbir şey varid olmamıştır. Böyle gecelerde özel merasim tertip etmek doğru değildir. Bu cahil halkın uydurduğu bir bidattir. Halil gönençKız istemek nikah sayılır mı? Bir kimse nikah maksadıyla kız istemeye kalabalık kimseler gönderir de, kızı babası veya velisi, onların huzurunda tezviç ederse sahih olur. İçlerinden yalnız konuşan dünür sayılır. Kalanlar nikaha şahittirler. Bununla fetva verilir. Fetih İbni Abidin-5Kredi Almak Bu kesinlikle haramdır. Çünkü bu Muhammed sav?in alanı, vereni, yazıcısını ve şahitlerini lanetlediği faizin kendisidir. Böyle kesinlikle haram olan işlerin helallik kazanabilmesi için gerekli azık, elbise ve tedavi edilmediği takdirde hayata mal olacak hastalık gibi nedenlerinin olması gerekir. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi Faiz ödeyenin darda kalmış olması onu günahtan kurtarabilir; ancak bunun için bazı şartlar vardır 1- Faizli borç almanın sebebi zaruret veya haklı bir ihtiyaç olacaktır; lüks harcamalar ruhsat kapısını açmaz. 2- Daha önce bütün kapılar çalınacak, faiz vermeden ihtiyacı giderme yolları aranacaktır. 3- Alınan borç zaruret ve ihtiyaç miktarını aşmayacaktır. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Bir müslümanın başka imkanı yoksa, faizsiz kredi de bulmamıyorsa mesken edinmek, kiralayacağı bir yere peşinat ve dipozit ödemek, işini kurmak için alet, tezgah, makina vb temin etmek maksadıyla faizli kredi alır, bu durumda faiz ödemek kendisi için caizdir, bundan dolayı günahkar olmaz, günahkar olanlar onu bu durumda bırakanlar, islamın sosyal adalet ve dayanışma kurumlarını ihmal edenlerdir, cemaattır, toplumdur. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Ancak burada enflasyon oranı faiz oranından çok çok düşük olduğundan pozitif faiz olmasa da bir negatif faiz gerçekleşmekte ve krediyi alanın faiz vermesi şöyle dursun, para değerinin düşmesiyle, aldığının çok azını vereceğinden devletten faiz almaktadır. Problem buradadır ve aslında milletten alınan bu fazlalığın tekrar millete verilmesi şartıyla bu tür krediler caiz olmalıdır, demektedirler. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer Bir hususun altını çizmekte fayda var ?Enflasyon kadar faiz, riba değildir? hükmüne katılmıyorum. Anlatmaya çalıştığım bu değil. Bazı hocalarımız, enflasyon %80 ise bankaların %80 dolayında verdikleri faizler riba hükmüne girmez diyorlar. Bu hükmü iki bakımdan sakıncalı buluyorum. 1. Enflasyon tam bir sıhhatle ölçülemediği için, iki oran arasındaki küçük farklar faiz şüphesini artırır. 2. Böyle yapmakla, faizci bankacılık sistemini meşrulaştırmış oluruz. Benim anlatmaya çalıştığım, devletin hepimizden topladığı vergilerden meydana getirdiği bir takım fonları, hakkımız olduğu halde kullanmamamız halinde, bunu rakiplerimizin kullanacağı ve piyasada aleyhimize bir rekabet ortamının meydana geleceğidir. Aslında gerek konut, gerek tarım veya ihracat kredilerine faiz hiç uygulanmayabilir ve devletin ilave bir zararı olmaz. Mesela, yüzde 30 faizle iki yıllığına verilen bir konut kredisinin bileşik faizi 69 milyondur. Bugün aldığınız 100 milyon TL karşılığında, iki yıl sonra 169 milyon Tl ödersiniz. Devlet bu parayı normalde %80 faizle banka kredisi olarak kullandırmış olsaydı, iki senenin sonunda 324 milyon olurdu. Yani, evi olmayan vatandaşa 155 milyon liralık transfer yapılmıştır. Devlet dese ki, krediyi bir yıl sonra ödeyeceklerden hiç faiz olmayacağım, vatandaşa sadece 80 milyon liralık bir transfer yapmış olur. Ve birçok vatandaş, bu şıkkı tercih edebilir. Devletin görünürde faizli olan şıkkı tercih etmesi, birçok dindar vatandaşın bu haktan faydalanmasını önlemek içindir. Mustafa Özel-7 Haziran 1996 Yeni Şafak Dikkat! Yazar bir fıkıhçı değil bir ekonomisttir...Yukarıdaki yazının devamı niteliğinde Devlet vatandaşa %30 faizle kredi verdiği takdirde, vatandaş bu krediyi kullanarak %80 enflasyona karşı %50 kazançlı çıkıyor, diyorsunuz. Peki Devlet bu durumda %50 zararlı çıkmış olmuyor mu? Devlet aleyhine zarara yol açmış olmakla faizli bir muamele yapmış olmaz mıyız? Olmayız. Devlet bu transferi fakir fukaranın ev sahibi olması için yapıyor. Bir nevi zekat fonundan fakirlere yardım edilmesi gibidir bu. Ancak, 7 Haziran tarihli yazıda da belirttiğim üzere, eviniz olduğu halde bu transferden faydalanırsanız, yoksul bir insanın hakkını gaspetmiş olursunuz. 19 Haziran 1996 İslam her çeşit faizi azıyla ve çoğuyla kıyamete kadar haram kılmıştır. Enflasyonun altında kalan faizlerin haramlığın dışında tutulması diye bir şey yoktur. Bir lira da olsa faizdir ve haramdır.Ziya Eryılmaz-Meseleler ve ÇözümlerKız kaçırma Kızlarını evlendirmede islami esasları ölçü almayan anne-babaların, başka dünyevi gerekçelerle vermemeleri halinde kızlarını karşılıklı rıza ile kaçırarak evlenmek Hanefi mezhebine göre caizdir. Şafii mezhebine göre değildir. Ama islama zıt hareket etmeyen anne-babanın kızı da Allah?ın rızasının babanın rızasına bağlı olduğunu bilmelidir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerKoçun yumurtalıkları Kesilen koçun yumurtalarının yenmesi dinen mekruhtur. Fetvalar 4-Nevzat AkaltunKokmuş etin yenmesi Kokmuş eti yemek haramdır. Halebi ?Necis olduğu için değil, zarar vereceği için haramdır? der. İbni Abidin-1Kolonya Kolonya içinde alkol maddesi bulunduğunda necistir. Bir yere isabet ederse onu yıkamak icap eder. Hanefi mezhebinde fetva var ise de sakınmaları daha evladır. Fetvalar-Halil Gönenç İspirto ve kolonya İmam Azam?a göre necis değildir. Ezber Mecellesi Fetvalar-Nevzat Akaltun Bu mesele içkinin pis olup olmaması ile ilgili bir meseledir. İmam Serahsi ve İmam Kasâni?nin tasniflerine göre;1- Şarap çiğ üzüm suyunun, kabarıp keskinleşerek köpük atmış halidir İmamayn?e göre hamr olabilmesi için köpük atması şart değildir. Bu bütün imalara göre kabamuğallaza pisliktir. Bir dirhem miktarından fazlası namaza Yaş ve kuru hurmadan ve kuru üzümden yapılan içkiler seker,fadîh, nakî. Bunlar da aynen şarap gibi kaba pisliktirler. Pis olmadıklarına dair bir rivayette vardır. Ebu Yusuf?a göre hafif pislik olup; sadece fazla miktarı namaza Yedi grup içkinin geriye kalanları ise- sarhoş edenlerini içmek haram olsa dahi- pis olmayıp namaza mani bunlardan şu sonuca varabiliriz; Hanefi mezhebinde, özellikle Ebu Hanife ve Ebu Yusuf?a göre üzüm ve hurma dışındaki şeylerden yapılan içkiler, sarhoş edenlerini içmek haram olsa bile pis değildirler. Kolonya, şampuan, esans, parfüm vb sıvılar üzüm ve hurma dışında bir şeyden yapılıyorsa- ki şu anda hepsinin öyle olduğunu sanıyorum- veya bu iki şeyden yapılsa dahi sarhoş edici alkol ihtiva etmiyorsa bu iki imama göre pis değildirler, namaza mani olamazlar. Alkol ihtiva etmeleri halinde diğer bütün imamlara göre pistirler. Bu durumda müslümanların önünde iki yol vardır; ya takvaya ve ihtiyatlı olana sarılıp, en azından şüphelidir, diyerek kullanmamak; ya da fetvayı esas alarak bu tür sıvılardan sakınmamak. Bunların her ikisine de bir şey denilemez. Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk BeşerKollar sıvalı iken namaz kılmak Bir kimsenin, elbesesinin kollarını dirseklerine kadar sıvayıp, kolları açık namaz kılması mekruhtur. Fetevayi Kadihan?da da böyledir. Fetevayi HindiyyeKotla namaz Şart olan, avret sayılan mahallerinin, cildin rengi belli olmayacak şekilde örtülmesidir. Vücut hatlarının belli olması, cildin rengi görülmedikten sonra, namaza mani değildir. Ceziri, ö. N. BilmenKölelerin satışı İki yakın akraba olan, biri küçük diğeri de onun nesep yönünden akrabası ve büyük ise bu iki kölenin birbirinden ayrılarak satılması caiz değildir. Zira Hz. Peygamber, baba ve anadan biriyle küçük çocuğunu ayıran kardeşle kardeşi birbirinden ayıran kişilere lanet etmiştir. İbni Mace İbni Abidin-10Köpek havlaması ve horoz ötmesi Köpek havlayınca euzü çekilir. Ebu Davud?dan hadis var. Horoz ötünce Allah?tan fazilet ve ihsan istenir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliKumar Bakara tefsirinde Razi derki İbni Sirin, Mücahid ve Âta?dan; kendisinde kaybetme riski olan herşeyin, hatta çocukların cevizle oynadıkları oyunların kumar olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir. Tefsiri Kebir-Fahruddin RaziKunut duasının anlamı Ey Rabbimiz! Biz ancak senden yardım dileriz. Sana istiğfar ederiz. Hidayeti senden bekleriz. Sana iman eder, yaptığımız hatalardan dolayı sana tevbe ederiz. Sana tevekkül eder, sana güvenir ve dayanırız. Her hayrın her nimetin senden olduğunu itiraf ederek sana teşekkür ettiğimiz gibi ayrıca sana küfredip duranları alaşağı ederiz. Surelerle Yolculuk_Mustafa UzunKuran okutmasahabeye Peygamber sav zaman zaman sahabileriyle birlikte oturup kıraati güzel olan sahabilerinden birine, kendilerine Kuran tilavet etmesini teklif ederdi. Acuri?den Asrı Saadette İslam-1Kurana karşı ayak uzatmak Kuranın bulunduğu tarafa ayak uzatmak eğer aynı hizada değilse mekruh olmaz. Keza, Kuran çivide asılı olduğunda, bir kimse, o istikamete ayaklarını uzatsa, bu mekruh olmaz. Garaib?de de böyledir. Fetevayi HindiyyeYatarken Kuran okumak Ayakta ve yatarken de Kuranı Kerimi okumakta bir beis yoktur. Hindiyyeden Fetvalar_Halil GönençKuranı Kerimi okumak ve dinlemek Bir kimse bir kitap yazmakla meşgulken birisi gelip Kuranı Kerimi yüksek sesle tilavet eder ve onu dinlemek mümkün olmazsa yüksek sesle Kuranı tilavet eden kimse vebale girer.Hindiyye Kuran okuyanın yanındakilerin dinlemesi mümkün değilse, sessizce okuması gerekir. Halil Gönenç-FetvalarKuran toplantıları Maliki mezhebinde bir sureyi mesela yasin suresini okumak için toplanmak mekruhtur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliKurbanlık Kulak ya da kuyruğunun üçte birinden fazlası kopuk olmamalı, yaratılıştan kulaksız olmamalı, doğuştan kuyruğu yok olmamalıdır. Sığırın dişisi tercih edilmelidir. Koyun boğazlamak sığırın yedide birine iştirakten daha iyidir. Kıymette eşit olduğu takdirde koç diğer koyunlardan efdaldir. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt ÖzcanKurban derisi Kurban derisi sadaka olarak verilebilir veya evde kullanmak üzere işlenebilir. Hidaye TercümesiKurban etinin taksimi Tahmini taksim caiz değildir. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviKurbanın eti nerelere verilir? Kurban kesen zat onun etinden dilediği kimselere verebilir. İster zengin, ister fakir olsun, ister müslüman, ister zimmi olsun farketmez. Gıyasiyye?de de böyledir. Fetevayi HindiyyeKurbanlık hayvan ölür veya çalınırsa Kurban niyetiyle satın alınan hayvan öldüğünde, zengin olanlar için, yerine başka bir hayvanın kurban kesilmesi lazım gelirken, fakirlere bir şey lazım gelmez. Şayet kurbanlık hayvan çalınırsa veyahut kaybolursa yerine kurban niyetiyle başka bir hayvan satın alnırsa, daha kesim günleri çıkmadan önce çalınan veya kaybolan hayvan da bulunursa, zengin için, hayvanlardan yalnız birisinin kesilmesi lazım gelirken, fakir için, her ikisinin kesilmesi lazım gelir. Hidaye TercümesiKuş beslemek Bülbül ve kanarya gibi kuşlarla oynayıp onlarla vakit geçirmek doğru değildir. Bununla beraber böyle kuşları evde bulundurup kafeste hapsetmek de haram değildir. Halil gönençKutuplarda namaz Kutup bölgeleri ile benzer yerlerde yaşayan müslümanlar ise namaz vakitlerini kendilerine en yakın normal vakitlerin bulunduğu bölgelere göre takdir etmelidirler. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Kutuplar gibi gece-gündüzlerin anormal uzunlukta olduğu yerlerde, namaz ve oruç gibi ibâdetlerin ifası hususunda, bâzı âlimler, Müslümanları ibâdetlerin feyzinden mahrum etmemek için ihtiyat ve temkin yolunu benimsemişler, takvâ cihetini tercih göre, kutuplar gibi anormal vakitli yerlerde oturan kimseler, namazlarını aynı meridyen üzerinde kendilerine en yakın bulunan normal vakitli yerlerin takvimlerine uymak suretiyle kılarlar. Oruçlarını da aynı şekilde îfa şekilde düşünen İslâm âlimleri, "Ancak bir sene kadar uzun sürecek Deccal günlerinde namaz vakitleri takdir edilir..." meâlindeki hadîs-i şerîfin işaretine dayanmaktadırlar. Bk. Merakı'l-Felâh, s. 53, İst. 1327.Görüldüğü gibi hadîs-i şerîf'te, 1 gün, bir sene kadar uzadığı takdirde 5 vakit namazın normal 24 saatlık vakit üzerinden takdir yoluyla kılınabileceğine ima edilmektedir. Demek ki kutuplarda vakit yok diye namazı terk yerine, takdir yoluyla, namazları 5 vakit kılmak mümkündür. Ve bu daha ihtiyata uygundur. Böylelikle Müslümanlar ibâdetlerin feyz ve nûrundan nasibsiz kalmamış takdir yoluyla günde beş vakit namazın kılınabileceğini söyleyenler; güneşin batıp hemen doğması sebebiyle sabah veya yatsı ve vitir namazlarının vaktinin olmadığı yerlerde ise, bu namazların sâkıt olmayacağını kazasının gerektiğini söylerler. Çünkü, her ne kadar namazın sebebi vakitse de, asıl sebeb ve illet, emr-i İlâhîdir. Allah'ın "Namaz kılınız" şeklindeki emir ve cihetle her Müslüman günde 5 vakit namazla mükelleftir. Vakti olmayan namazlar ise, kaza Şâfiî'nin de ictihadı bu ibadetinde de aynı durum vardır. Orucun sebebi olan ay'ı görmek mümkün olduğu halde, imsâk ve iftar vakitleri taayyün etmemektedir. Bu sebeble, oruç ibâdetinin mükelleften sâkıt olacağını söyleyen âlimler olduğu gibi, namazda olduğu şekilde, takdir yoluyla oruçların tutulması gerektiğini söyleyenler de vardır. İslam İlmihali-Mehmed Dikmen İmam Şafiye göre tanyeri ağarması ile güneşin batışının belirgin biçimde görülmediği yerlerde yaşayan müslümanlar, tanyeri ağarması ile gün batımının belirgin biçimde gözlenebildiği en yakın yerin vakitlerine uyarak oruç tutarlar. Gece veya gündüz süreleri 24 saatten uzun olan yerlerde de aynı hüküm geçerlidir. Namaz konusundaki hüküm de aynıdır. Güneşin batışı, tanyerinin ağarmasının başlangıcı olan yerlerde de aynı hüküm geçerlidir. Böyle yerlerde yatsı namazının vakti akşam şafağının kaybolma ve bir süre sonra tanyeri ağarma olaylarının yaşandığı en yakın yerin yatsı vaktidir. İslam 3-Said HavvaKüfür ehlinin bayramına katılmak Ebu Hafsel Kebir diyor ki ?Bir kimse bir yumurtayı Nevruz gününe saygı duyarak bir gayri müslime hediye ederse kafir olur.? Fetvalar-Halil GönençKüfür sözleri Bir kimse imanında şüpheye düşüp ?inşallah ben müslümanım? dese, bu şahıs kafir olur. Et-Tehyir Fi Kelimatil Küfr kitabında ?Bir kimse eğer başkasının küfrüne rıza gösterirse, uzun süre azap görür fakat kafir olmaz denilmiştir.? Günah işleyen bir kimse, ? islami işleri açıktan yapmak lazımdır? dese, kafir olur. Allahu Teala?nın emirlerinden biriyle alay eden kimse kafir olur. Bir kimse diğer kimseye yalan söyleme der, diğeri de yalansız iş mi var? Derse, o anda kafir olur. Bir kimse Peygamberlerin sünnetinden birine razı olmazsa kafir olur. Bir kimse alime sebepsiz yere buğz ederse küfründen korkulur. Bir kimse haram maldan bir fakire sadaka verse ve bundan sevap beklese kafir olur. Nevruz günü, onları tazim maksadıyla, onlara bir yumurta bile hediye etmek küfürdür. Bir kimse kalbi imanla mutmain olduğu halde, kasden küfür söylerse kafir olur. Allah yanında mümin olmaz. Fetavayi Kadıhan da da böyledir. Fetevayi Hindiyye Zikirle istihza eden, içki içerken, zina ederken ve haramlığı kesinleşmiş fiilleri yaparken bismillah diyen kafirdir. Zar ve remil atarken, küçük taşlarla fal bakarken ve oyun oynarken bismillah derse kafir olur. Haram bir şeyi bitirdikten sonra elhamdülillah diyen kimse helal kabul ederek derse kafir olur, bazılarına göre kafir değildir. Bir kimse, bir fakire haram bir maldan tasadduk eder de sevap umarsa kafir olur. Fakir de verilenin haram olduğunu bildiği halde dua eder, öbürü de amin derse kafir olur. Bir kimse bir müslümanın ağzına küfür ederse kafir olur. Yemeğe cima kelimesiyle söven kimse kafir olur. Eti yenen hayvanlardan birine söverse İmamı Azam?a göre kafir, İmameyne göre değildir. Bir kimse küçük günah işleyip kendisine tevbe et diyene ne yaptım ki tevbe edeyim derse kafir olur. Bir kimse küfür kelimesini söylerken diğeri de buna gülerse, gülen kafir olur. Söz de güldürücü bir taraf varsa ve zaruri bir gülme hasıl olmuşsa kafir olmaz. Bir vaiz küfür kelimesini konuşur, dinleyenler de bunu kabul ederlerse kafir olurlar. Günah işleyen bir kimse islam açıktan olmalıdır, derse kafir olur. Bir kimse, diğerine, git filan adama iyiliği emret derse, diğeri de onun bana ne zararı var, bana ne kötülük yaptı ki ona iyiliği emredeyim derse kafir olur. Zira bu adam iyiliği emretmeyi kabul etmemekte ve iyiliği emretmeyi nefsi, şahsi ve dünyevi şeylere bağlamaktadır. Fakat bana ne zararı var derse bazılarına göre kafir değildir. Bir kimse bir kötülüğe, bir günaha başlarken, diğerine gel güzel güzel yaşayalım veyahut da kimse bizim gibi neşeli olamaz derse kafir olur. Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi İmam Kurtubi Tefisirinde ?Küfre rıza küfürdür. Masiyete rıza masiyettir? diyor. Molla Hüsrev Siyerül Ecnas?da ?Şayet bir kimse, kelimei küfür konuşsa ve bir cemaat de o konuşanın sözünü kabul eylese, o cemaatin hepsi kafir olur? Dürerul Hükkam El-Muhit adlı kitapta şu meseleden bahsedilmiştir ?İnsanlar küfür kelimesini söyleyen kimseye hiç bir şey söylemeyip, küfür kelimesini konuştuktan sonra mecburiyet yokken onun yanında otururlarsa, küfre iştirak etmiş olurlar? Fıkhı Ekber Şerhi Küfür Tek Millettir-Mustafa ÇelikKüfrü söylemek Bir kimse küfür lafzını söylerken ne demek olduğunu bilir, fakat inanmazsa en doğru görüşe göre kafirdir. Çünkü iman ikrar ve tasdiğin birleşmesi ile tamamlanır. Küfredince ikrar ortadan kalkmış olur. Şayet küfreder de, manasının ne demek olduğunu bilmezse Kadıhan?a göre kafir olmaz. Küfrü icab ettiren bir lafzı herhangi bir zorlama olmaksızın bilerek kullanırsa, bütün alimlerce kafirdir. bİlmeyerek kullanırsa ekseriyete göre kafir, bazılarına göre değildir. Bir kimse kendi isteği ile elfazı küfürden bir söz sarfeder de, bu sözün küfür olduğuna inanmadığını veya bilmediğini söylerse, bütün alimlerce kafirdir. Zira, bilmemek özür değildir. Bir kimse zorlama olmadığı halde dili ile küfrü icab ettiren bir söz söyler ve kalbi ile mutmain olursa yine kafirdir. Zira bize göre bir kimsenin kafir veya mümin olduğu ancak sözü ile anlaşılır. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviKüfürbazlık Biri, ?Kahpe orospu? dedi. İbni Abbas ra ?Senin dediğin doğru da olsa, Allah ağzı bozuk ve küfürbaz kimseleri sevmez, dedi. Buhari Hayatüs Sahabe-3Kürtaj Ulema ?Dört aydan önce velev kocasının izni olmadan çocuğu düşürmek mübahtır? demişlerdir. Nehir sahibi diyor ki ?Şimdi şu kalır; Acaba gebe kaldıktan sonra çocuğu düşürmek mubah mıdır? Evet, henüz bir uzvu yaratılmamış olmak şartıyla mübahtır. Bu da ancak 120 gün sonra olur. Haniyye?nin kerahet bahsinde şöyle denilmektedir ?Ben helaldir diyemem çünkü ihramlı bir kimse bir avın yumurtasını kırsa onu öder. Zira yumurta avın aslıdır. Bu ceza ile karşılaştığına göre, burada da en azından özürsüz düşürse, kadına günah yazılır? İbni Vehban şu halde çocuk düşürmenin mübah olması özür haline yorumlanır. Yahut çocuk düşüren kadın, öldürmüş kadar günah işlemiş sayılmaz, manasına alınır. İbni Abidin-6 İmam Gazali çocuğun oluşmasını, aşılanmadan doğuma kadar evrelere ayırdıktan sonra ilk devrede sperm yumurtayı aşılayınca düşürmenin cinayet olduğunu, devreler ilerledikçe cinayetin daha da büyüdüğünü kaydetmiştir. Muhammed Murtaza-İtfafüs Sadeİhya Şerhi Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanM Mehir ve hediye Eğer bir kimse karısına bir şey verdikten sonra kadın ona ?Sen bunu bana hediye olarak verdin? o da ?Hayır, ben onu sana mehirden mahsuben verdim? derse, söz erkeğindir. Hidaye TercümesiMehirden söz edilmezse nikah caiz midir? Mehirden bahsedilmemiş ise mihri misil icab eder. Yani kız kardeş, hala ve amca kızı gibi soyları bir olanların mihri ne kadar ise o kadar vermek lazımdır. HidayedenHalil GönençMehirden vazgeçmek Hz. Ömer ve Kadı Şureyh ra ?Eğer bir kadın mehrinin hepsinden veya bir kısmından vazgeçerse, fakat daha sonra isterse, kocası ona mehri geri vermelidir. Çünkü kadının sonradan istemesi, mehirden kendi isteğiyle vazgeçmediğini gösterir? diye hüküm vermişlerdir. Tefhimül Kuran-MevdudiMekruh İmam Muhammedden rivayet edilen şudur Tüm mekruhlar haramdır. Ancak haramlığında kesin nâss bulunmadığı için mekruh, haram tabiriyle ifade edilmez. Şeyhayn?a göre İmam Azam ve Ebu Yusuf mübahtan çok, mekruhun harama daha yakın olduğu söylenmiştir. Hidaye Tercümesi Merveri, İmam Muhammed?in şöyle buyurduğunu nakletmiştir. Hakkında nass bulunan her mekruh haramdır. Ancak bir mekruh hakkında nass bulunmaz ve haramdır diye lafzına ıtlak olunmazsa, o müstesnadır. Yani böyle bir mekruh haram değildir. İmam Azam ve İmam Yusuf, mekruh, harama yakın şeydir, buyurmuşlardır. Hidaye?de de böyledir. Muhtar olan da budur. Fetevayi HindiyyeMektupla boşanma Başka memleketten karısına gönderdiği mektupla boşama vukû bulur. Ali Efendi, Kaynak Fetvalar 3-Nevzat AkaltunMektupla selam Bir kimseye mektupla bir selam geldiğinde, ona da mektupla karşılık vermek farzdır. Çünkü Allah Teala Bir selam ile selamlandığınız vakit, siz ondan daha güzeli ile selamı alın? buyurmuştur. Nisa suresi tefsirinden sonra. Tefsiri Kebir-Fahruddin RaziMemurluk Firavunların istilası altında bulunan meşru müesseselerde, müslümanlar ikame-i adalet ve icra-i ahkamı şeriat yapmaya muktedir oldukları müddetçe kafirlerin velayetleri altında dahi olsa çalışmaları caizdir. Ruhul Meani-Alusi darul harbde müslümanların firavunların birtakım yaptırımlarını kabullenmeleri, firavunları kabul ettikleri anlamına gelmez. Müslümanlar nerede olurlarsa olsunlar, şeran meşru olan her fiili yapabilirler. Darul Harb Fıkhı-Mustafa Çelik Tağutun memuru olmasına rağmen insanların uyanmasına vesile olacak faydalı şeyler anlatan bir öğretmenin durumu, geleneksel bir dini grubun maaşlı personeli olarak insanları uyutacak şeyler anlatan kişinin durumundan çok daha iyidir. Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş İçine düştüğümüz bir yanlışta, bugün devlet kuruluşlarında çalışan insanları samimiyetsizlik, hatta imansızlıkla suçlamamızdır. Halbuki peygamberimiz as ve onun şanlı ashabı bedelini ödeyip de azad edinceye kadar hiçbir köleye, artık sen müslüman oldun öyleyse artık müşriklere hizmet etme, kaç, bırak gel! Senin rızkını Allah verir dememişlerdir. Bilakis bedellerini ödeyerek onları hürriyetlerine kavuşturmuşlar, daha sonra bırakın gelin, demişlerdir. Bugün bizler bedel ödemeye pek yanaşmıyoruz da efendim bu insanlar rızık korkusuyla, makam korkusuyla yapıyorlar, halbuki rızık Allah?a aittir deyip ucuz kahramanlık yollarına sapıyoruz. Rızkın Allah?a ait olduğunu Pegamberimiz as ve ashabı herhalde bizden çok daha iyi biliyorlardı. Fakat onlar bizim gibi her şeyi hep başkalarından beklemiyorlar, bilakis nerede bir köle varsa iflas etmek pahasına onları azad ediyorlardı. Surelerle Yolculuk_Mustafa UzunMemurun maaşı Hiçbir kimse benim elimdeki mal şüpheden hâlidir, helaldir diyemez. Çay, kahve, şeker gibi şeyler devlete ait Tekel dairesinden gelmiyor mu? Halkın elinde sigara, tuz, para vb şeyler hepsi devletin malı değil midir? İbni Hacer, Zerkeşi?den naklen söyle diyor ?Haram, bir ülkede umumileşir helal nadiren bulunursa, ihtiyaç nispetine göre ondan istifade etmek caizdir.? Fetavayi Kübradan Fetvalar-Halil Gönenç Resmi kurumlarda çalışırken tağutluk misyonunu reddeden ve bu misyonun icraatinden sakınan kardeşlerimizin, maaşlarını nereden aldıkları değil, hangi iş karşılığında aldıkları önemsenmesi ve mn plana çıkarılması gereken bir husustur. Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş Peygamberimiz ?Vali tayin ettiğimiz kimsenin eğer eşi yoksa kendisine eş, evi yoksa kendisine ev, hizmetçisi yoksa kendisine hizmetçi ve bineği yoksa kendisine binek sağlanmalıdır.? Tirmizi İslam 4-Said HavvaMesbuk Namaza sonradan yetişen kimse, kaçırdığı rekatları kazaya başladıktan sonra yalnız başına namaz kılan gibidir. Sübhanekeyi okur, kıraat için euzü besmele çeker ve okumaya başlar. Sübhanekenin okunma yeri, eğer gizli okunan namazsa iftitah tekbirinden sonradır. İmam Hanbelden rivayet edilen Yetiştiğiniz kadarını kılın, kılamadığınızı kaza edin? hadisi Ebu Hureyre?den merfu olarak gelmiştir. Müslim demiştir ki Uyeyne bu lafızda hataya düşmüştür. Bu hadisi ondan başkasının Zühri?den rivayet ettiğini bilmiyorum. Bu hadisi altı imam ?Yetiştiğiniz kısmı kılın, yetişemediğinizi tamamlayın? ifadesiyle rivayet etmişlerdir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Mebuk kıraat hakkında namazın başını, teşehhüd hakkında sonunu kaza eder. İbni Abidin-2Mescide abdestsiz girmek Sahih olan kavle göre mescide abdestsiz girilir. Fetevayi HindiyyeMescidde konuşmak Hızanetül Fıkıh kitabında, şöyle zikredilmiştir Mescidde mubah olan dünya kelamı konuşmanın haramlığına dair bir belge yoktur. Mubah olmayan sözler ise konuşulmaz. Salatül Cellabi isimli kitapta ?Dünya kelamından mubah olanları, mescidde konuşmak caiz olur. En evla olan, zikirle meşgul olmaktır? buyurulmuştur. Fetevayi HindiyyeMescidlerin süslenmesi Bazı alimlerimiz mihrab üzerine nakış yapmayı ve kıble cihetinin duvarına nakış yapmayı kerih görmüşlerdir. Çünkü bunlar namaz kılan şahsın kalbini meşgul eder. Fakih Ebu Cafer?de, Siyeri Kebir şerhinde, ?Mescid duvarını süslemek ister az olsun, ister çok olsun mekruhtur. Fakat tavanını az süslemeye ruhsat vardır; çoğuna ise yoktur? buyurmuştur. Muhit?te de böyledir. Fetevayi Hindiyye İmam Malik, Ebu Husayn?ın şöyle dediğini rivayet eder ?bir ümmetin ameli kötüleştiği vakiti, mescitlerini süslerler.? Asrı Saadette İslamMesh ve çoraplar İmam Ebu Hanife?ye göre çoraplar üzerine meshetmek caiz değildir. Ancak eğer çorabın dibine deri çekilmiş ise, ozaman caizdir. Diğer iki imam ise; ?Su çekmeyecek kadar kalın çorapların meshi caizdir? demişlerdir. Kalın çorap; bir şeye bağlanmadan yere dikildiği zaman boğazı üzerinde durup yere düşmeyen çoraptır ki böyle çorap mesh gibidir. Hidaye TercümesiMesh eden imama uymak Ayaklarını yıkayanın mesh edene uyması da sahihtir. İbni Abidin-2Mesh ve sürenin bitmesi Meshin süresi bittiğinde kişi mestlerini çıkarıp ayaklarını yıkadıktan sonra namaz kılabilir. Abdestin geri kalan kısmını yenilemesi gerekmez. Süre bitmeden de mestler çıkarılırsa mesh bozulur. Çünkü mestler ayaktan çıkınca, ayak yıkanmadığı için abdestsizlik ona geçmiş olur. Hidaye TercümesiMevlid Bundan daha çirkin olmak üzere, minarelerde mevlid okutmayı nezrederler. Halbuki bu mevlidde şarkı ve oyun gibi şeyler de vardır. Sonra bunun sevabını peygamber sav?e hediye ederler. İbni Abidin-4 Ehli sünnet alimleri; Mevlid Merasimlerinin bidat olduğu hususunda müttefiktir. İbni Abidin, mevlidin ?müzik ve eğlence, başka bir şey olmadığı? üzerinde hassasiyetle durmuştur. Şifaül Alil konu sadece yüksek sesle şiir okumak şeklinde ele alınsa dahi, fetva verilemez. Çünkü peygamberimiz mescidde yüksek sesle şiir okunmasını yasaklamıştır. Bunu her ferd; kendi evinde istediği gibi okuyabilir ve muhtevası üzerinde düşünür. Hiç kimsenin bu mahiyete bir itirazı olamaz. Ancak ibadet kasdıyla; merasim düzenlemek ve bu işi meslek edinenlere ücret karşılığı okutturmak caiz değildir. Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu İmam Şarani ?Son zamanlarda zuhûr eden en kötü bidatlardan birisi de, büyük ibadet diye üzerine düştükleri mevlid cemiyetleridir. Bu cemiyetlere çoluk, çocuk, kadın, erkek toplanıyorlar, böylece haramları, bidatları ve daha bir çok kötülükleri işliyorlar.? Tenbihül Muğterin Bir de mevlidin son kısmında Muhammed hakkı için, Arşı ala hakkı için gibi cümleler zikrediliyor. Bu da doğru değildir. Zira hiçbir varlığın Allah?tan alacağı yoktur. İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalMezarlıkta Kuran okumak Şeyhül İmam Ebu Bekir Muhammed bin Fadl?in şöyle buyurduğu rivayet edilir ?Kabristanlıkta, Kuranı Kerimi gizli okumakta bir beis yoktur. Aşikare okumak ise mekruhtur. Ebu İshak el-Hafız hocası olan, Ebu Bekir Muhammed bin İbrahim?in şöyle dediğini nakletmiştir Mülk süresini mezarlıkta, ister gizli ister aleni okumakta bir beis yoktur. Fakat bunun haricinde, başka süre okunmaz, kabristanda Kuran okumak, eğer sesine aşina olmak niyetiyle olursa, aleni olabilir. Böyle bir niyeti olmayınca, gerçekten Allahu Teala her hangi şekilde okursa okusun onu duyar. Fetevayi Kadıhan?da da böyledir. Fetevayi Hindiyye bir adam ölünce, onun varislerinden birisinin, sahih kuran okuyan şahsı oturtup, kabrinde Kuran okutması mekruh olmaz. Bu İmam Muhammedin kavlidir. Ebu Bekir bin Ebu Said?in şöyle dediği rivayet olunmuştur ?Kabirleri ziyarette müstehap olan İhlas suresini yedi defa okumaktır. Fetevayi HindiyyeMezar taşına yazı yazmak Mahiyeti ne olursa olsun mezar taşına yazı yazmak caiz değildir. Cabir?den rivayet edildiğine göre, ?Peygamber sav, mezar taşına yazı yazmak, üzerine bina inşa etmek ve ayak ile üzerine basmaktan nehy etmiştir?Tirmizi-Nesai Hanefi uleması bazı ölünün tanınması için üzerine isim ve soyisim yazılmasına müsaade etmiştir. İbni Abidinden Halil GönençMezhepler arasındaki farkların nedenleri Bu ayrılıklar, çeşitli sebeblerden ileri gelir. Kur'an'da hüküm ifade eden âyetleri ki bunlara, nass denir anlayış, herkes için başka başka olabilir. Zira nassların, usûl-i fıkıhta beyan edildiği üzere, pek çok kısımları vardır Hafî, mücmel, sarîh, kinâye, mecaz, hakikat, mutlak - mukayyed, hâs - âmm gibi. Bu yüzden müctehidlerin aynı nassı anlayışları farklı farklı hadîslerin de nevileri, çeşitleri vardır. Mütevâtir, meşhûr, haber-i vâhid, mürsel, muttasıl, münkatı' hadîsleri delîl olarak kullanma konusunda da müctehidler ihtilâf etmişlerdir. Bunun neticesinde de farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Meselâ Hanefîler hadîsler konusunda titiz davranır. Haber-i vâhidi Tek sahâbenin rivâyet ettiği hadîsi delil olarak kabûl etmezler. Şâfiîler ise, haber-i vâhidi kabûl eder ve onu Kıyâs'a tercih ederler. Hanefîler mürsel hadîsi alır, Şâfiîler bu gibi delillerdeki ihtilâf ve kabûl edilen delilleri de farklı anlayış, müctehidlerin aynı mes'elede farklı hükümler vermelerine sebeb verilen beldenin örf ve âdetleri de, müctehidlerin yaptıkları ictihadlara te'sir etmiştir. Müctehidler Arasında Görüş Ayrılıkları Olmasının Mahzûru Var mıdır?Hayır, bil'akis bu ihtilâflar, ümmet için rahmet olmuştur. Herhangi bir mes'ele hususunda bir mezhebde zorlukla karşılaşınca, zaruret halinde, o mes'ele başka bir mezhebin kolaylık ifade eden hükmü ile halledilme yoluna gidilmiştir. Böylece mezheblerin varlığı ümmet için kolaylık ve genişliğe vesile olmuştur."Ümmetimin ihtilâfında rahmet vardır" meâlindeki hadîs-i şerîfin ifade etmek istediği mânâ da bu olsa gerektir. Mezheblere Ne Lüzum Var? Herkes Kendisi Kur'an'ı ve Hadîsi Okuyup Hüküm Çıkaramaz mı?Müslüman olan her ferdin, dinî mes'eleleri ve hükümleri doğrudan doğruya Kur'an ve Sünnetlerden öğrenmesi mümkün değildir. Bunu, ancak müctehidlik pâyesine erişmiş, salâhiyetli İslâm âlimleri yapabilir. Geriye kalan Müslüman halka, o büyük din âlimlerinin îzah ve görüşlerini anlamak ve benimsemek, onların yolundan gitmek düşer. İlâçların ham maddesi bitkiler, otlar, madenler vs. olduğu halde, nasıl herkes ondan ilâç yapamıyor, bu iş için ayrıca eczacılık tahsili gerekiyorsa, dinî mes'elelerde temel kaynak Kur'an ve Sünnet olduğu halde, ondan hüküm çıkarmak işini de sıradan her Müslüman yapamaz; ancak müctehidlik seviyesine ulaşmış âlimler yapabilir. Herkesin dinî kaynaklardan hüküm çıkarmağa ilmi, bilgisi, aklı, idrâk seviyesi, basiret ve feraseti yetmez. İslam İlmihali-Mehmed DikmenMezhep değiştirmek İbni Abidin şunları kaydeder. ?Bazılarına göre o kimseye o mezhepte kalmak lazımdır. Bazıları da lazım olmadığını söylemişlerdir ki, essah olan da budur. Ulema arasında şuyû bulduğuna göre, avamdan olan bir kimsenin mezhebi yoktur.? Hidaye şerhinde diyor ki ?Amminin kalbine yatan kavil ile amel etmesi bence daha doğrudur. Şu halde iki müctehidden fetva ister de, kendisine muhtelif cevaplar verirlerse, evlâ olan, kalbinin yattığı müctehidin sözü ile amel etmesidir. Bana göre kalbinin yatmadığı müctehidin sözü ile de amel etmesi caizdir. Zira âmminin kalbinin yatması ile yatmaması eşittir. Ona vacip olan, bir müctehidi taklid etmektir, bunu da yapmıştır? İbni Abidin Eğer bir kimsenin kendi mezhebinden başka bir mezhebe geçmesi kendisi için açık bir ictihad ve delil sebebiyle olursa bu caizdir. hAtta sevaba nâil olur. Eğer bir mezhepten diğer bir mezhebe geçmesi, bir içtihad ve delil sebebiyle olmayıp, bilakis dünya maksadı ve menfaatı için olursa bu çirkindir, günahtır, te?dip ve taziri gerektirir. Yusuf Kerimoğlu-Fıkhi Meseleler Bir gün bir mezhebe göre namaz kılar, ertesi gün başka bir mezhebe göre kılmak isterse, bundan men edilmez. Hulasa muayyen bir mezhebi iltizam etmek lazım değildir. Muhalif mezheple de amel edilebilir. Birbiriyle bağlantısı olmayan iki hadisede, iki ayrı mezheple amel etmesi caizdir. İbni Abidin-1Minbere çıkarken okunan ayet Terkiye ?innallahe ve melaiketühü...? ayeti ile ?Arkadaşına sus dersen, hata etmiş olursun? hadisini okumaktır. Bu İmam Hanefi?ye göre tahrimen mekruh, İmameyn?e İmam Muhammed, Ebu Yusuf göre caizdir. Malikilere göre mescidin vakıf şartnamesine konmadığı sürece bidat ve mekruhtur. Şafilere göre bidatı hasenedir. Hanbelilere göre konuşmak caiz olduğundan o da caizdir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Hatibin hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua etmesi bidattır. Hakkında bir hadis veya bir eser varid olmamıştır. Asrı saadette böyle bir şeyi yapan olmadığı gibi, selefi salihin zamanında da olmamıştır. Kadı Beydavi?nin bu husus için verdiği fetva tuhaftır. Mugnil Muhtaçtan Bazı yörelerde hatip cumanın sünnetini kılınca müezzin tarafından hayrat sahibine, caminin bânisine ve Bilali Habeşiye dualar yapılır. Sonra da İnnallahe ve melaiketühü..ayeti okunur. Bu ayet okunurken imam minbere çıkar. Bütün bunlar bidattir. Bunlar hutbenin sünnetlerine aykırıdır. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt ÖzcanMirasta kadının payı Bir kadın; babası, erkek ve kız kardeşi, yakın akrabaları, kocası ve çocuklarının malından pay alır. Siret Ansiklopedisi-2Mudaraa Ebu Derda ra?den ?Biz, birtakım kimselerin yüzüne gülüyorsak da kalbimiz onlara lanet okur. El-Hılye Hayatüs Sahabe-2 Muska taşımak Bazı Kuran ayetlerini ihtiva eden muskaların taşınması ve üzerinde olduğu halde helaya girilmesi ve onlara dokunulması caizdir. Cünüb dahi olsa böyledir. Şu kadar var ki kendilerinden ayrı bir kapak ile muhafaza edilmeleri gerekir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Alimler rukye üflemenin üç şart dahilinde caiz olabileceğini söylemişlerdir. 1. Allahu Teala?nın isimlerinin söylenmesi. 2. Manasının anlaşılır olması ve okunan şeylerin Arapça olması, 3. Şifanın, bu okunan şeyden değil de Allah?tan geleceği inancıyla okunması. İnsanın şifa amacıyla astığı veya taktığı her şey islam tarafından yasaklanmıştır. İbrahim Nehai?de ?Sahabeler ister kuran ayetlerinden olsun ister başka şeylerden olsun muska takmayı hoş karşılamazlardı? demiştir. Tercih edilen muskanın bütün türlerinin yasak sayılmasıdır. Peygamberimiz ?Muska taşıyanın Allah muradını tamam etmesin. Kim de nazar boncuğu takarsa Allah huzurlu bir şekilde yaşatmasın? dediği rivayet edilir. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi Ruveyfi der ki Resuli Ekrem sav bana dedi ki ?Ey Ruveyfi? umarım ki sen, benden sonra uzun zaman yaşarsın. Şu insanlara söyle ki; kim sakallarını boyarsa veya boynuna nazar için ip veya boncuk takarsa yahut hayvan tezeği ile veya kemikle taharet yaparsa Muhammed sav ondan beridir.? Ebu Davud 1, Nesai, İmam Ahmed boynuna ip takmak sözü ile muska takmak veya nazar boncuğu takmak yasaklanmıştır. Hanefi ulemasından Ayni, bu iplerin muska takmak için kullanılan ipler olduğunu söylemiştir. Ebu Davud Tercümesi 1 Peygamber sav hastalıkların tedavisini emretmiş, hastalandığı zaman kendisi de günün şart ve imkanları ölçüsünde, ilaçlar kullanmış ve tedavi görmüştür. Ayrıca, Cenabı Hak?tan şifa isteyerek dua etmiş, şifa talebi ile bazı sure ve ayeti kerimeleri okumuştur. Böyle yapan kişilerin yaptıklarını da reddetmemiştir. Ayet ve duaların yazılıp, muska olarak taşınmasına gelince; Hz. Peygamber, uykuda korkanların okumalarını tavsiye buyurduğu bir duayı, ashaptan Abdullah b. Amr?ın aklı eren çocuklara öğrettiği, henüz aklı erecek yaşa gelmemiş olan çocukların da yazıp boyunlarına astığına dair rivayete dayanarak, bazı bilginler bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. Ancak İbni Abbas, İbni Mesud ile Hanefiler ve bazı Şafiler de nazarlık vb taşınmasını yasaklayan rivayetlere bakarak ayet ve duaların yazılıp taşınmasının caiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir. Muskacılığın meslek haline gelmemesi, dinin ve dini duyguların basit çıkarlara alet edilmemesi bakımından ayet ve duaların muska olarak yazılmaması, şüphesiz daha uygundur. Çocuklara ve okuma bilmeyenlere, okuma bilenler menfaat beklemeden okuyabilirler. Fetvalar-Diyanet Vakfı Abdullah b. Mesud ra?den ?Hamail ve tılsımlar, nazar boncukları ve şirinlik muskaları şirktir.? İmam Ahmed Hayatüs Sahabe-3 Said b. Cübeyr?den rivayet edilmiştir ?Kim bir insanın boncuk ve muska takmasını engellerse, bir köle azad etmiş gibi sevaba girer? Eğer bu muska, Kuran ayetlerinden bir ayet veya Allah?ın isim ve sıfatlarından biri olursa, bu durumda bunu kullanmak nehy kapsamına girer mi? Yoksa, istisna edilip takılması caiz olur mu? Selef bu hususta ihtilaf etmiştir. Bazıları ruhsat vermiş, bazıları ise menetmiştir. Nehyin genel olması, şerre giden yolun kapatılması, Kuranın pisliklerle karşı karşıya gelmesi, Kuranın hafife alınması gibi durumlara yol açtığından dolayı muskanın kullanılmasının caiz olmadığını düşünüyoruz. Tevhidin Hakikati-Yusuf el-Kardavi Peygamber sav, kendisine biat etmek için gelen bir adamın kolunda muska olması, sebebiyle biatını kabul etmemiştir. Adam muskayı kaldırdıktan sonra biatını kabul etmiştir. Bu esnada Resulullah sav şöyle demiştir ?Kim muska takarsa şirk koşmuş olur? İmam Ahmed Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık Akkiraz Yardıma ulaşmanın yolu ancak Allah?a kulluktan geçer. Onun dini için, mallarımızla ve canlarımızla cihad etmekten geçer. Yoksa muska taşımakla, cevşen taşımakla Allah yardım etmez. Ve bizi hiçbir şeyden korumaz. Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun Ebu Bekir el-Ensari şöyle rivayet etti ?Rasulullah sav ile bir yolculuğunda beraberdim. Gördüğü her hayvanın boynunda bulunan nazarlık, boncuk ve bunun gibi ne olursa koparması için bir elçi gönderdi.? Buhari, Ebu Davud, Ahmet, Muvatta İbni Mesud ra?den Rasulullah sav şöyle buyurdu ?Ruk?a, temaim ve tevle şirklerdendir.? Ebu Davud, İbni Mace, Hakim, Elbani Ruk?a; tılsımlı söz ve şekillerle hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktır. Çoğu kere bu söz ve şekillerin manası anlaşılmaz. Temaim Nazardan korunmak için takılan nazarlıklar vb boncuklardır. Göz değmesinden korunmak için Kuranı Kerim ayetleri veya hadisi şeriflerin yazılıp muska şeklinde kişinin üzerinde bulundurulmasına bazı sahabeler izin vermiş; ancak çoğunluğu izin vermemiştir. İbni Mesud izin vermeyen sahabeler arasındadır. Tevle Her çeşit muskadır. Karı kocanın arasını bulmak için yapılan muhabbet muskaları da bu şirkin kapsamına girer. Abdullah b. Akim ra?den Rasulullah sav şöyle buyurdu ?Kim kendisini zarardan koruması için bir şey takarsa, Allah cc o kimsenin korunmasını taktığı şeye bırakır.? Tirmizi, Nesai, Ahmed, Elbani-Daifül Cami Kuranı iyice sarıp üzerinde taşımanın bunlara dahil olup olmadığı hususu ihtilaflıdır. Alimlerin bu konuda kesin bir hükümleri yoktur. Tevhid-2Mübarek gecelerin ihyası Belli günlerde Peygamberimizin oruç tuttuğuna dair bir şey varit olmamıştır. İslam fıkhında sünnette olanların dışında, belli günler için oruç tutmak caiz değildir. Aynı zamanda belli geceleri namaz için belirlemek de caiz değildir. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi Bazı islam ülkelerinde duyduğumuz, gördüğümüz gibi toplanarak o geceyi ihya ile geçirmek sonradan uydurulmuş bidat olan şeylerdir. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi Recep ayının faziletine dair herhangi özel bir hadis rivayet edilmemiştir. ?Recep Allah?ın ayı, Şaban benim ayımdır. Ramazan tüm ümmetin ayıdır? şeklinde rivayet edilen hadis münker bir hadistir. Kandil gecelerine ait özel bir namaz yoktur. Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı Kesinlikle öğrendik ki, ne Peygamber efendimiz ne sahabiler ve ne de diğer imamlar Regaib adı ile anılan günün üstünlüğü ve özellikle bu gün oruç tutup bu gece ibadet etmenin fazileti hakkında tek bir söz söylemiş değillerdir. Böyle bir gün ve gecenin islama mal edilmesi girişimi, hicri dördüncü yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır. Durum böyleyken bu gece ve bu günün üstünlük taşıması caiz değildir. Sıratı Müstakim-2_İbni Teymiyye Bayram gecelerini, Şaban?ın yarıladığı geceyi, Ramazan?ın son on gecesini ve Zilhiccenin ilk on gecesini ihya etmek menduptur. Geceyi ihya bütün geceyi veya ekserisine şamil olan her ibadetle olur. Hz. Aişe ra?den rivayet olunan ?Ben Peygamber sav hiçbir gece sabaha kadar ibadet ettiğini bilmiyorum.? Müslim hadisi hükmünce gecenin ekserisi tercih edilir. İbni Abbas?tan rivayete göre yatsı ve sabah namazlarının cemaatle edası geceyi ihya etmek sayılır. Ulema bayram gecelerinin ihyası hakkında da aynı şeyi söylemişlerdir. Bu mana Müslim?deki hadiste de geçer. İmdad sahibi ?Yalnız başına nafile namaz kılmak? demekle daha sonra kitabının metnindeki ?bu gecelerden birini ihya için mescitlerde toplanmak mekruhtur? sözüne işaret etmiştir. Bahır sahibi diyor ki Bundan anlaşıldığına göre Recep?in ilk Cuma akşamı kılınan Regaib namazını cemaatla kılmak mekruhtur, bu bidattır. Rumeli halkının kerahet ve nafileden kurtulmak için onu nezir etmeleri batıl bir çaredir.? Bunu Bezzaziye sahibi ve Münye?nin iki şarihi de beyan ederek bu babda rivayet edilen sözlerin batıl ve uydurma olduğunu izah etmişlerdir. Makdisi Regaib namazının reddi hususunda bir eser yazmıştır. İbni Abidin-2 Bezzaziye?den naklen Eşbah?ta bildirildiğine göre Regaib, Beraat ve Kadir namazlarında imama uymak mekruhtur. Bu namaz hicretten 480 sene sonra ortaya çıkmıştır. Bu mekruhtan murad, birbirini çağırmak suretiyle nafile namazı cemaatle kılmaktır. Bir kimse dini şeairden olmadığını bildirmek için bu GİBİ NAMAZLARI TERK EDERSE İYİ YAPMIŞ OLUR. Bezzaziye?den Bu ibareden anlaşılıyor ki, nezir etmekle, nafileyi, cemaatle eda etmekten kurtulmuş olmaz. İbni Abidin-3 Recep ayının veya orucunun, onda birkaç gün oruç tutmanın, regaib gecesi gibi ondaki bazı gecelerde kılınacak namazın faziletine dair hadisler hep mevzûdur. İbni Teymiyye, Mevsili, İbni Kayyım, Firûzabadi, Şemhûdi, İbni Hacer, Leknevi Misal; ?Recep Allah?ın, Şaban benim, ramazan da ümmetimin ayıdır.? ?Recep?in ilk cumasından gafil olmayın, çünkü o, meleklerin regaip diye isimlendirdikleri bir gecedir.? İbnül Cevzi, İbni Kayyım, İbn Arrâk, Acluni, Suyûti, Şevkani, Leknevi. Suyuti zayıf der. Münavi ise Hafız Irâki?nin Tirmizi şerhinde hadisin çok zayıf olduğunu bunun yanında Deylemi?nin üç tarikle rivayet ettiğini söyler. Abdülkadir Geylani de Gunye?de zikreder. Bununla beraber Leknevi?nin dediği gibi bu hadis muhaddislerin ittifakıyla mevzudur. İbni Kayyım bu konuda doğruya en yakın hadisin İbni Mace?nin rivayet ettiği ?Resulullah recep ayını oruçlu geçirmekten nehyetti? hadisi olduğunu söyler. Tebaranı?de rivayet ettiği bu hadisin her iki senedinde de Davud b. Âta el-Medeni bulunmaktadır, Ahmed b. Hanbel ile Buhari bu zatın güvenilmez biri olduğunu söylemişler, diğer hadisçiler de cerh etmişlerdir. İbn Adiyy, Cevzi, Zehebi Hadis Problemleri-Enbiya Yıldırım Şaban ayının ortasındaki gece Beraat kılınacak namaza dair tüm rivayetler mevzudur. İbni Kayyım, Suyuti, İbn Arrak, Şevkani, Leknevi Haftanın bazı günleri veya geceleri kılınan namazlara dair hadisler mevzudur. İbni Teymiye, İbni Kayyım Hadis Problemleri-Enbiya Yıldırım Kuranı anlamaya, Onunla hayatını düzenlemeye çalışmadığı halde, Kadir gecesini ibadetle geçirerek ?bin yıllık? sevabı bir gecede kazanmaya koşanlar büyük bir aldanış içindedirler. Hayatımıza anlam katan Kurandır. Ömrümüzü bereketlendiren de odur. Tesettürlü yaşayacağımız bir gün tesettürsüz yaşayacağımız bin aydan, namaz ile yaşayacağımız bir gün, namazsız yaşayacağımız bin aydan, yardımlaşacağımız bir gün, bencilleşeceğimiz bin aydan hayırlıdır. Bunu böyle anlamıyor da ?Ya Rabbi, Sen namazla, infakla, ana babaya itaatla zinayla vs ilgili kararlara almış, bu kararları insanlara indirmeye başladığın geceyi bin aydan hayırlı kılmışsın. Bu kararlara göre yaşayacağımız bir gün, bunlara muhalif yaşadığımız bin aydan hayırlı buyurmuşsun ama, biz bu kararlara uymadan yaşarız. Nefsimizin çıkarlarımızın peşinden koşarız. O günleri kutlarız? diyorsanız yazıklar olsun sizlere. Eğer bu şekilde Kadir gecesine çıkarak, camilere mevlit dinlemeye gitmeyle, bir iki saat ağlamayla kendinizi Allah?ın azabından kurtaracağınızı zannettiyseniz aldandınız gitti demektir. Biz Kuranı kendi hayatımıza nasıl indiririz düşüncesinde olmadığımız halde, Kadir gecesi, takdir gecesi olacaktır ama, bin aydan daha hayırlı olmayacaktır bizim için. Surelerle Yolculuk_Mustafa Uzun Nafile namazı cemaatle kılmanın bidat olmasıyla ilgili Aliyyül Kari?nin Mevzuat adlı kitabında şunlar yazılıdır ?...aşure namazı, regaib namazı, recebi şerif gecelerinde bilhassa miraç gecesi ve şabanın on beşinde her rekatında on ihlasla yüz rekat nafile namaz kılmak Rasulullah sav tarafından işlenmemiş uydurma namazlardır...Hanefi fakihleri bu mübarek geceleri ihya etmek maksadıyla cami ve mescidlere toplanmayı mekruh görmüşlerdir. Şürunbulali merhum Nurul İzah?ında şöyle demiştir ?Mescidlerde bu gecelerden bir gece ihya etmek üzere toplanmak, mekruhtur.? Merakılfelah İslam Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalMürşide bağlanmak Mürşide bağlanmak şahıstan şahısa değişen hükme tabidir. Fıkhi Meseleler-Yusuf KerimoğluMüslüman olmadan önceki namazlar Kafir müslüman olursa, kafirlik hayatında kılmadığı namazların kazasıyla mükellef tutulmaz ki islama rağbeti olsun. Büyük Şafi İlmihaliN Nafile namaz ve cemaat Daha açık söylemek gerekirse her hangi bir nafile namazı kılmak, Kuran okumak veya Allah?ı zikretmek gibi ibadetler için cemaat halinde bir araya gelmek, arasıra olduğu takdirde çok iyi bir şeydir. Nitekim elimizde Rasulullah sav ?Zaman zaman cemaatle nafile namaz kıldığını?, ?Aralarında katıldığı sahabileri Kuran okuyan bir arkadaşlarını dinlerken bulunca, kendisinin oturup onlarla birlikte okunan Kuran ayetlerini dinlediği? ile ilgili güvenilir belgeler hadisler ve sahabi rivayetleri vardır. Yine ?sahabilerin bir araya gelince aralarından birinden Kuran okumasını istediklerini ve hep birlikte okunan Kuranı dinlediklerini ve Rasulullah sav?in sözlerini inceleyen veya Allah?ın adını zikreden guruplardan övgü ile bahsettiği de kesindir. Aşağıdaki hadis bu övgülerin iyi bilinen bir örneğidir ?Her hangi bir grup, Allah?ın evlerinden birinde toplanır da aralarında Allah?ın kitabını okur ve müzakere ederse mutlaka kendilerini Allah?ın rahmeti çepeçevre kuşatır, kalplerine huzur iner, melekler etraflarını sarar ve Allah onlardan yanındakilere meleklere övgü ile bahseder.? Müslim Zikir11 Yalnız şeriatin emrettiği cemaatli ibadetler dışında haftadan haftaya, aydan aya ve yıldan yıla tekrarlanan cemaatli toplantılar düzenlemeye gelince, bu davranış beş vakit namaz, Cuma namazı ve bayram namazlarını kılmak üzere bir araya gelen cemaatlere benzer ki, böyle bir şey sonradan ortaya çıkarılmış bir bidattır. Bu yüzden şeriatımız ?sünnet? olan cemaatli toplantılar ile ?adet haline getirilmiş? cemaatli toplantıları bir birinden ayırmıştır. Gerek Ahmed-i Hanbeli ve gerekse diğer mezhep imamları nass?a dayanan bu ayırımı önemle vurgulamışlardır. Nitekim Ebu Bekir Hilal ?kitabül Edeb? adlı eserinde İshak b. Mansur Kevsec?in, Ahmed İbn Hanbeli?ye ?Bir gurup müslümanın bir araya gelerek hep birlikte el kaldırıp Allah?a dua etmeleri sence mekruh mudur?? diye sorduğunu ve İmam?dan ?Sık sık olmamak ve önceden kararlaştırılıp toplanmış olmamak şartı ile kardeşlerinin böyle yapmalarını mekruh görmüyorum? şeklinde cevap aldığını belirtmektedir. İbni Teymiye-Bidatlar Nafile namazları iki, üç kişinin cemaatle kılmalarında ihtilaf vardır. Ama imamdan başka cemaat dört kişi olduklarında ihtilaf yoktur, yani mekruh olmasında ittifak vardır. Fukaha ?Nafile namazın cemaatle kılınması mekruh olduğundan Regaib, Beraat, Kadir gecesi namalarında imama uymanın mekruh olduğunu tasrih etmişlerdir. Mülteka Tercümesi-1Ayakkabı ile namaz Ayakkabısı temiz olan kimse diğer vakit namazlarını ayakkabı ile kılabildiği gibi cenaze namazını da kılabilir. Halil gönençİnce elbise ile namaz kılmak İnce elbise ile namaz kılmak caiz değildir. Mesela kadının saç rengini gösteren ince tülbent ile başını örtüp namaz kılması sahih değildir. Fetvalar-Halil GönençKısa kollu gömlekle namaz kılmak Erkeğin kısa kollu gömlekle namaz kılması sahihtir. Ancak kısa kollu gömlek ile gezmek veya namaz kılmak memlekette adet değilse böyle bir gömlekle namaz kılmak doğru değildir. Fetvalar-Halil GönençNamaz ve ateş Mum kandile karşı yanar vaziyette ve keza yanan ateşe karşı namaz kılmak mekruh değildir. Zira mecusiler ancak kor halindeki ateşe taparlar. Yanan ateşe tapmazlar. İbni Abidin-2Namazların birleştirilmesi En iyisi fakihlerin ihtilafından kurtulmak için ve Peygamberimizin bu birleştirme işine devam etmemesine binaen iki namazı cem etmemektir zira cem etmek daha iyi olsaydı, peygamberimiz seferde kısalttığı gibi bunu da devamlı yapardı. Kılınmasına kail olanlar sefer hali, yağmur vb kar, soğuk hava gibi durumlar, Arafat ve Müzdelife?de bulunma halinde müttefiktir. Malikilere göre hastalarda ilk farzı vaktin son cüzünde, ikinci farzı vaktin ihtiyarı olan ilk cüzünde kılabilirler. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli "Namaz mü'minlere vakitli olarak farz kılındı" âyet-i celîlesi gereğince, her namazın vaktinde kılınması farz-ı ayındır. Bu sebeble iki vakit namazını bir vakit içinde kılmak ki fıkıhta buna Cem'-i Salâteyn denir Hanefî mezhebine göre câiz olmaz. Zira, iki vakti bir arada kılmak, ya birini vakti girmeden kılmak takdim veya vakti çıktıktan sonra kılmak te'hir yoluyla olur. İkisi de sahih değildir. Vakti girmeden namaz kılınmaz. Namazı vaktinden sonraya bırakmak da câiz değildir. Edâ yerine kaidenin yalnızca hacılara has olmak üzere iki istisnası Arafat'da takdim cem'i,Diğeri, Müzdelife'de te'hir cem' Peygamber Efendimiz buralarda namazlarını iki vakti birleştirerek günü Arafat'da ikindi olmadan öğlenin farzından sonra ikindi namazı kılınır. Büyük bir cemaatla imamın arkasında kılınan bu namaz için, tek ezan ve biri öğle, diğeri ikindi için olmak üzere iki kamet okunur. İki namaz arası böylece ayrılmış olur. Arada nâfile ve sünnet namazları da namazı büyük cemaatle, imam arkasında kılmak zarureti İmam-ı A'zam'a hacının tek başına da cem' yapabileceği ise, o günün akşam namazı yatsı namazı ile birlikte yatsı vaktinde, tek ezan ve tek kametle kılınır. Burada her iki namazın vakti de girmiş olduğundan ikinci namaza başlandığını bildirmek için ikinci kamete ihtiyaç Şâfiî'ye göre, yolculukta öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını hem takdim, hem de te'hir suretiyle birlikte kılmak câizdir. İslam İlmihali-Mehmed Dikmen Yolculuk hali dışında belli mazeretler sebebiyle namazların ikişer ikişer birleştirilerek kılınmasının cevazı da çoğunluk tarafından benimsenmiştir. İnsanların öyle işleri vardır ki, belli bir zaman süresince onu bırakmaları mümkün değildir. Bırakıldığında mala, cana, maddi ve manevi bakımdan önemli olan menfaate zarar söz konusudur. İşte böyle durumlarda namazların, birincisinin veya ikincisinin vaktinde, birleştirilerek kılınması caiz görülmüştür. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanNamazı bozan sesler Ohlamak, gülmek, ağlamak, inlemek. Bu dört halin her birinde, iki harf meydana gelmesiyle anlam taşımasa bile namaz bozulur. ah, uf gibi Büyük Şafi İlmihaliNamaz ve çamur Yolda giden kimsenin elbiselerine çamur sıçrayıp kirletse elbisesini yıkamadan namaz kılması caizdir. İbni Nüceym Fetvalar-Nevzat Akaltun Caddenin çamuru, pis şeyin buharı, hayvan pisliklerinin tozu, köpeklerin gezdiği yer ve damladığı yerler kapta belli olmayan kirli suyun sıçraması afv edilmiştir. Çamur, insan fışkılarıyla karışık bile olsa afv edilmiştir. En makûlü çamur çok olursa namaza manidir demektir. Çamurlu yerlerden işine gidip gelenler müstesnadır. İbni Abidin-1Namaz ve imâ Bir kimse eğer başı ile imâ yapmaya gücü yetmezse, namazı tehir edip gözleri veya kalbi veya kaşları ile imada bulunmaz. Yatarak yahut yaslanarak ima edemeyecek derecede hasta olan kişiden namaz düşmez, namazlarını sayısı çok da olsa kazasının manasını anlayacak derecede şuuru yerinde ise kazasını yapmak gerekir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliNamazın kaçması ve teyemmüm Bazıları ?Vakit namazını kaçıracağından korkan kimse teyemmüm eder? der. Halebi ?Teyemmüm edip kılmak, sonra kaza etmek daha ihtiyatlıdır? diyor. İbni Abidin-1Namaz ve kadının saçı Kadın saçını gösteren tülbent ile namaz kılamaz. ve Celal Yıldırımdan Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt ÖzcanNamaz ve karanlık Karanlıkta namaz kılmak sahih ise de ışık yakmak mümkünken karanlıkta namaz kılmak birkaç bakımdan mekruhtur. Işık, asgari secde yerini gösterecek kadar olmalıdır. Fetvalar-Nevzat AkaltunNamaz kılanın önünden geçmek Derler ki Namaz kılanın önünden geçmek, eğer namaz kılan ile geçen arasında bir hail engel bulunmaz ve geçen kimse namaz kılanın secde edeceği yerden geçer ve namaz kılanla geçenin azaları birbirlerine muhazi olursa günahtır. Hidaye Tercümesi Safta boş yer bulunursa mescide giden kimse orayı doldurmak için namaz kılanın önünden geçebilir. Bir kimse namaz kılanın önünden geçmek isterse elinde birşey bulunduğu takdirde onu namaz kılanın önüne koyar. Sonra geçer ve o şeyi alır. İki kişi geçmek isterse, biri namaz kılanın önünde duru. Diğeri geçer. Öteki de öyle yapar. İki kişi birbirleri hizasında geçerlerse diklemesine namaz kılan tarafında olan günahkar olur. İbni Abidin-2Namazdaki mekruhlardan Tek ayak üzerinde durmak, abdesti sıkışıkken namaz kılmak, namazın fiillerini imamla aynı anda yapmak da mekruhtur. Saftan ayrı durmak, saf arasında açıklık bırakmak mekruhtur, aşağıda olursa değildir. Namazda secdede kolları yere yatırmak mekruhtur. Başın üstünde veya önünde, sağında, solunda bulunan bir resme doğru namaz kılmak da mekruhtur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliNamazda niyet Niyet mana itibariyle kasıt demek ise de, burada kişi hangi namazı kılmak istiyorsa kalbinde o namazı kasdetmesi gerekir. Eğer kişinin kalbinde böyle bir kasıt yok ise, diliyle söylemesinin hiçbir yararı yoktur. Eğer kişi imama uyarak namaz kılıyorsa, ayrıc imama uyma niyetini de getirmesi gereklidir. Hidaye TercümesiNamazın rekatında şaşırırsan Sık sık böyle oluyorsa düşünerek bir neticeye varır ve geri kalanı tamamlar. Düşünerek bir neticeye varamıyorsa, kendini en az bir rekat kılmış kabul eder ve diğer rekatları da onun üzerine ilave ederek namazını tamamlar. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviNamazdaki selamlar Hanefilere göre namaz, birinci selamda ?aleyküm? kelimesinden önce selam sözünü söylemekle son bulur. İmam iki kere selam vermekle sağında ve solunda bulunan melek, insan ve cinlerden müslüman olanlara selam vermeye niyet eder. Selam sözünü çok uzatmamak ve seri okumakta sünnettir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliNamazdan sonraki musafahalaşma Bazı namazlardan sonra cemaatin toplu halde tokalaşmaları sünnet değil bidattir. Nevevi ve İbni Abdisselam gibi bazı alimler ?bidat olmakla beraber, mubahtır yapılabilir? demişlerdir. Ancak Aliyyül Kari haklı olarak bu ifadeyi reddetmiş ve ?sünnet olan musafaha karşılaşan iki müslümanın, ilk karşılaştıklarında yaptıkları tokalaşma olduğuna göre buna uymayan bir şekilde ve namazdan sonra toplu musafaha çirkin bir bidattir? demiş, Ebu Davud şarihi Şemsülhak?da ona katılmıştır. Hz. Peygamber ve sahabe devrinde, böyle bir uygulama mevcut değildir. Şemsülhak-Avnul Mabud, Münavi-Feyzül Kadir, Ayni-Umdetül Kari Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Namazların arkasından namazın bir gereği gibi görülerek yapılması ve terkedildiğinde kınanmayı gerektiren bir adet halini alması bidattir ve terkedilmesi gerekir. Yoksa musafaha namazın arkasından da yapılır önünden de yapılır. Nevevi-Feteva Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerNamaz surelerini bilmeyenin namazı Zarureten ?Allahu Ekber, Elhamdülillah veya Sübhanallah? lafızlarından hangisine gücü yetiyorsa veya bunların hepsini hatta yine Kurandan olmak şartıyla başka tesbih ve duaları ekleyerek okuyabilir. Bir adam Resulullah?a gelerek ?Benim Kuran?dan birşey okumaya gücüm yetmiyor. Bu konuda bana bir şeyler öğretemez misiniz? Dedi. Bunun üzerine Resulullah sav buyurdu ki ?De ki, Subhanallahi vel hamdulillahi ve La ilahe illallahu vallahu ekber ve La havle vela kuvvete illa billahil azim? Adam dedi ki, Ey Allah?ın Rasülü bunlar Allah için bana bir şey yok mu? Rasulullah da buyurdu ki De ki Allahümme irhamni verzukni ve afini vehdini? bunun üzerine adam kalkarken elleriyle de böyle dedi. Rasulullah da bu adam iki elini de hayırlarla doldurdu, dedi? Ebu Davud, Nesai İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya EryılmazNamazın terki Hz. Ali ra ?Kim namazı terkederse kafirdir? İbni Abbas ra ?Kim namazı terkederse kafir olur? İbni Mesud ?Namazı terkeden kişinin dini olmaz. Cabir b. Abdullah ra ?Kim namazı terkederse kafir olmuştur.? Ebu Derda ra ?Namazı olmayanın imanı da olmaz.? Hafız Munziri de bu eleştirileri naklettikten sonra şöyle der Sahabelerden bir kısmı ve onlardan sonra gelen tabiinler, vakti çıkıncaya kadar bekleyip, namazını kasden kılmayanın kafir olduğunu söylemişlerdir. Bu tabiinler ve sahabeler şunlardır Ömer b. Hattab, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Muaz b. Cebel, Cabir b. Abdullah, Ebu Derda ra. Sahabelerin dışında Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahaveyh, Nehai, Hakem b. Uteybe, Ebu Davud, Ebu Şeybe, Züheyr b. Harb vs Tergib vet Terhib?den İmam İbni Teymiyye namaz kılmayan hakkında şunları söylemiştir Namaz kılmayan bir kimseye selam vermek ve davetine icabet etmek doğru olmaz.? Müslüman bir babanın kızını namaz kılmayan bir kişiyle evlendirmesi caiz değildir. Herhangi bir kuruluş sahibinin namaz kılmayan bir insana iş vermesi de doğru değildir. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi Bir kimse kendisine namaz kıl diyene, bekle Ramazan gelsin de kılarız derse kafir olur. Bir kimse, kendisine namaz kıl diyene, bu işi kim sonuna kadar götürebilir veya sen kıldın da ne kazandın, ne kâr elde ettin derse kafir olur. Bir kimse namazı kasden terkederse, kazaya hiç niyet etmez, azabdan korkmazsa kafir olur. Çok namaz kıldım, çok Kuranı Kerim okudum felaketler benim üzerimden kalkmadı diyen kafir olur. Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi Hülasa kitabında, namazı ve cemaati terk edenin şehadeti kabul edilmez, denmiştir. Namaz kılmayan bir kadını boşamak en uygun bir davranıştır. Namaz kılmayan kimse, kılıyorum kılıyorum bir şeyim artmıyor, bu iş nefsime çok uzun geliyor diyen kimse kafirdir. Daha zamanı var, daha ben bekarım diyen kimse kafir olur. Gümüşhanevi İbni teymiyye?den ?Namazı terk edenlerin kafir olduğuna hüküm verilir. Selefin çoğunluğunun ve Maliki, Şafii mezhebine mensub bir gurup ile Ahmed b. Hanbel?in mezhebine mensub bir kesimin görüşü de budur? İman ve Tavır- Beşir Eryarsoy Ömer ?Minber üzerinde? ?Namaz kılmayan kimse müslüman değildir.? Kenz Hayatüs Sahabe-3 Allah?a imandan sonra namazın ibadetlerin en şereflisi ve en kıymetlisi olduğuna Enam suresinin dikkat çekmektedir. Baksana, namaz hariç, zahiri ibadetlerden hiçbirisi hakkında "iman ismi kullanılmamıştır. Nitekim Cenabı Hak ?Allah imanınızı, yani namazınızı, zayi edecek değildir. Bakara 143 buyurmuştur. Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi ?Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse, namazı onun için kıyamet günü nur olur, burhan ve necat olur. Her kim de beş vakit namazı muhafaza etmezse, kıyamet günü onun için ne nur olur ne de burhan ve necat olur. Kıyamet günü Karunla, Hamanla, Firavunla ve Übey İbni Halefle beraberdir.? Müsned, Darimi, İbni Hibban Hanefilere göre tembellik ederek namazı terkeden kişi fasıktır. Böyle bir kişi hapsedilir ve tevbe edip namazını kılıncaya kadar vücudundan kan çıkacak şekilde dövülür. Ya tevbe edip namazını kılar veyahut hapishanede ölür gider. Dürrül muhtardan Namazı terkeden kişinin mutlaka cehenneme gideceğinde asla şüphe yoktur. İslam devletinin bulunduğu yerde kelimei şehadet getirerek mümin olduğunu ibraz eden bir kişi namaz kılmak zorundadır. Devletsiz İslam-Mehmed Göktaş Hz. Câbir radıyallâhu anh'in anlattığına göre, Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'in şöyle söylediğini işitmiştir "Kişiyle şirk arasında namazın terki vardır." Müslim, İman 134, 82; Ebu Dâvud, Sünnet 15, 4678; Tirmizî, İman 9, Metin Müslim'in metnidir. Tirmizinin metni şöyledir "Küfürle îman arasında namazın terki vardır." Tirmizî ve Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde "Kulla küfür arasında namazın terki vardır." Tirmizî, İman 9, Ebu Dâvud, Sünnet 15, İbnu Mâce, Salât 77, Abdullah İbnu Şakik merhum anlatıyor "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Ashâb'ı ameller içerisinde sadece namazın terkinde küfür görürlerdi." Tirmizî, İman 9, Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh'ın anlattığına göre "Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuşlardır "Kulla şirk arasında sadece namazın terki vardır. Onu terketti mi şirke düşmüş demektir." İbni Mace Farz olduğunu kabul etmekle beraber, yapılışını ağır, hakir görürse ve terk ederse hükmü hakkında hukukçular farklı görüştedirler. Ebu Hanife?ye göre, her namaz vaktinde dövülür, öldürülmez. Hanbeli?ye göre kafir olur, bu sebeple de öldürülür. Şafi?ye göre, terk ile kafir olmaz, öldürülmez, dayak da atılmaz, mürtedde olmaz. Tevbe etmesi istenir, tevbe eder ve yapacağına söz verirse ceza terk edilir ve kılması emredilir. İnsanların huzurunda kılmaya zorlanmaz. Tevbe etmez, kılacağını da söylemezse o zaman Şafinin bir görüşüne göre terk sebebiyle öldürülür. Bir görüşüne göre de 3 gün sonra öldürülür. Kılıçla öldürüleceği belirtilir. Ebu Abbas b. Süreyc?e göre sopa yerken belki tevbe eder diye sopayla öldürülür. Orucu terk edenler, ramazan boyunca yeme ve içmeden alıkonulur, hapsedilir. Tazir cezası uygulanır. Borcunu ödemeyenlerden imkanı varsa vereceği miktar zorla alınır, özrü varsa hapsedilir. Şayet güç durumda ise imkan buluncaya kadar beklenir. Ahkamus Sultaniyye-İmam Maverdi Rasulullah sav ?Rukû?u olmayan dinde hayır yoktur.? İmam Ahmed, Ebu Davud ?Kişi ile küfür arasında namazı terketmek vardır.? Müslim Eğer bir kişi namazın farzıyyetine inandığı halde, ancak tembellik veya ihmalkarlıkla namazı terk ediyorsa; yine hakim tarafından tevbeye ve namaz kılmaya davet edilir. Bu davete icabet etmezse, öldürülmesi vaciptir. Ancak, öldürüldükten sonra müslüman olarak kabul edilir. Büyük Şafii İlmihali ?Bizimle onlar arasındaki sözleşme namaza dayanır. Kim namazı terkederse kafir olur.? Tirmizi, Nesai ?Kim ikindi namazını terkederse, iyi amelleri siliniverir.? Buhari, Nesai Abdullah İbni Mesud diyor ki ?Aramızda namazdan geri kalanların mutlaka münafık olduklarını gördüm. Onun münafıklığı mutlaka ortaya çıktı.? Allah cc ?Hiç şüphesiz namaz, kalplerinde Allah korkusu olanlardan başkalarına ağır gelir. Onlar ki, Rablerinin huzuruna varacaklarını hesap eder ve kesinlikle O?na döneceklerini bilirler Bakara 45-46 peygamberimiz ?Kulun kıyamet günü hesaba çekileceği ilk amel namazdır. Namazı eksiksiz olursa felaha ve başarıya ermiş, eğer bozuk çıkarsa, aldanmış ve hüsrana uğramış olur. Eğer kulun farz namazlarında eksiklik bulunursa yüce Allah ?Bakın bakalım, bu kulumun amel defterinde nafile namaz var mı?? buyurur ve farz namazlardaki eksiklikler nafile namazlarla tamamlanır. Arkasından diğer amelleri ile ilgilii sorgusu da aynı şekilde yapılır.? Tirmizi İslam-Said Havva Bir hadisi şerifte buyuruluyor ki ?Taammüden kasıtlı olarak bir kimse, bir vakit namazını kazaya bırakırsa, cehennemde seksen bin sene kalacaktır.? Mektubatı Rabbani ?Enbiyadan sonra kötü nesiller ona halef oldular ki onlar namazı zâyi ettiler ve şehevatı nefsiyelerine ittiba ile doğru yoldan çıktılar. Binaanaleyh onlar yakında cehennem ateşine mülaki olurlar.? Meryem59 buyurulmuştur. ?Gayy? cehennemde sırf şerden ibaret olan bir deredir ki o dereden cehennemin diğer dereleri istiaze ederler ki bu derece şehviyatı nefsiyyelerine tebeiyetle günahı kebair işlemeğe musır olup namazlarını da zayii ve terk edip kılmayanlar muazzep olacaklardır. ?Ashabul yemin sorarlar ki ?Sizi cehenneme hangi ameliniz soktu?? Onlar biz namaz kılanlardan olmadık. Fukaraya yemek yedirenlerden olmadık ve biz bâtıla dalanlarla bâtıla dalardık ve hatta bize ölüm gelinceye kadar kıyameti yalanlardık dediler.? Müddessir40-48 M. Sami Ramazanoğlu Altınoluk Dergisi Huzeyfe ra demiştir ki ?Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey huşu en son kaybedeceğiniz ise namazdır.? Asrı Saadette İslam-1 Umursamayarak, yani tembelliğinden dolayı kasden terk eden fasık olur ve namaz kılıncaya kadar hapsedilir. Bazıları kan akıncaya kadar dövüleceğini söylemişlerdir. İmam Şafi?ye göre bir tek namazdan dolayı haddi şeri ceza olmak üzere öldürülür. Bazıları kafir olduğu için öldürüleceğini söylemişlerdir. Metinden Kan akıncaya kadar dövülür diyen Mahbubi?dir. Zira o şöyle der Aralarında Zühri de bulunan bir takım ulema öldürülmeyeceğini, fakat tazir edileceğini ve ölünceye kadar yahut tevbe edinceye kadar hapis edileceğini söylemişlerdir.? İmam Malik ve İmam Ahmed?in mezhepleri de öldürmektir. İmam Ahmed?den bir rivayete göre kafir olduğu için öldürülür. Hanbelilerin cumhuruna göre muhtar olan kavil budur. İbni Abidin-2Namaz tesbihatının yapılışı Namazdan sonra yapılan zikir ve duanın sessiz yapılması sünnettir. Çünkü Saadet asrında ve Hulefai Raşidin zamanında zikir ve dua sesli yapılmazdı. Ancak cemaat cahil olursa öğreninceye kadar seslice, öğrendikten sonra gizlice yapılmalıdır.Fetavai Kübradan Halil Gönenç Ayetel Kürsi, İhlas ve Muavvazeteyn okuyup sonra tesbih edilir. Bugün sadece Ayetel Kürsi okunuyor, bu sünnete uygun değildir. Sureleri okuduktan sonra tesbihe üflemek bidattır. Namaz sonu zikirleri tesbih aletiyle yapılabileceği gibi, parmak ya da parmak boğumlarıyla da yapılabilir. Peygamberimiz parmakla saymanın efdaliyetine işaret etmiştir. İbni Abidinde Cemaat halinde tesbih duaları yapılmaz. Hindiyyeden Yapılan zikir ve duanın sessiz yapılması sünnettir. Ancak cemaat cahil olursa öğreninceye kadar seslice yapılabilir. Tesbih dualarını herkesin ayrı ayrı söylemeleri sünnettir. Bunun yerine başkalarının söylemesi bidattir. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt ÖzcanNamaza yetişme ve teyemmüm Maliki mezhebine göre, beş vakit namazın farzları, abdest veya gusül alındığında gecikecek, teyemmüm ile kılındığında geçmeyecekse, vakit bu derecede sıkışmış bulunursa teyemmüm ile kılınır, sonra da yeniden kılınması gerekmez. Fıkhul Mezahib Bugün Malikilerin ictihadını tercih etmek gerekir. Çünkü namazların kazasını edasına denk tutmak mümkün değildir. Vaktin gusül veya abdest için yeterli olmaması bir imkansızlık ve darlıktır, teyemmümde işte bu gibi darlıkla sebebiyle meşru kılınmıştır. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanNamazda uzvun ¼?inin açılması Hanefilere göre namazda iken, herhangi bir avret yerinin dörtte biri kendi tesiri olmaksızın açılır ve bu bir rükün eda edecek kadar sürerse namaz fasit olur. Eğer kendi tesiri ile açılırsa namaz o anda batıl olur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliNazarlık İslam uleması ?İsabeti Ayn?ın göz değmesinin hak olduğu hususunda müttefiktir ancak bunu nazarlık önleyebilir mi? İşte bu suale ?evet? demek mümkün değildir. Çünkü tevhid akidesini parçalar. Nazar boncuğu ve nazarlık takmak bidattir, derhal terkedilmelidir. Resuli Ekrem sav?in üzerinde nazarlık bulunan bir kişinin beyatını kabul etmediği muteber kaynaklarda yazılıdır. Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu Ahmed bin hanbel, Ukbe b. Amir?den merfu? olarak rivayet etmiştir ?Kim boncuk asarsa, Allah onun işini bitirmez. Kim katır boncuğu takarsa Allah onu korumaz? Diğer bir rivayette ?Boncuk takan şirk koşmuş olur? buyurulmuştur. Boncuk takmanın anlamı, bunun bir hayrı celbettiğine veya bir şerri defettiğine kalbin inanmasıdır. Bu kesinlikle şirktir. Tevhidin Hakikati-Yusuf el-KardaviNecaset Eti yenen kuşlar müstesna diğerlerinin pisliği necistir. Ancak tavuk, ördek, kaz gibi hayvanların kokusu çirkin olan pisliği, necaseti galizadır. Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi Havada tersleyen işeyen kuşlardan, eti yenenlerin fışkısı temiz, yenmeyenlerin hafif necasettir. Koyun, keçi ve sığırın fışkıları ğaliz necasettir. İbni Abidin-1 Vücuttan çıkan ince cerahat elbise veya vücuda el ayası kadar bulaşmadıkça namaza mani değildir. Fetavayi Behçe Fetvalar 2-Nevzat AkaltunNema ödemeleri Memurun rızasına bakılmaksızın kendisinden kesilen para onun hakkıdır. Bu para yine onun rızasına bakılmaksızın bankalarda işletilmekte, faize verilmekte veya devlet tarafından faizle kullanılmaktadır. Memur kendisine zaman zaman verilen ve adına faiz denilen meblağı alıp bir yere kaydettikten sonra istediği gibi sarfeder ve bunu devletin kestiği ana para olarak kabul eder bu niyetle alır ve harcar faiz diye ödenen meblağlar, kendisinden kesilen para meblağına ulaşınca, bir de geçen zaman içinde paranın ne kadar değer kaybettiğini hesaplar enflasyon miktarını veya hesaplattırır. Rızası dışında kesilen para kendisine ödenirken, kesildiği günün değeri üzerinden ödenmelidir, bu fark memurun hakkıdır. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman İslama göre faiz olmayan bir muameleye başkaları faiz dese de o faiz olmaz. Faiz ya da faiz şüphesi taşıyan para yenmemeli, faiz olduğu söylenmeden bir hayır ya da ?varsa- aslında alınmaması gerektiği halde alınan vergilere verilmelidir. Faiz; mubadeleli akitlerde taraflardan birisi için şart koşulan karşılıksız fazlalıktır. Nema da karşılıklı yapılan bir anlaşma yoktur. Zorunludur. Kesintiyi yapan da fazlalığı veren de devlettir. Bu uygulamada karşılıksız bir fazlalık yoktur. Devlet çalıştırdığı paranın bir miktarını tasarruf sahibine veriyorsa bu zaten faiz olmaz. Çalıştırma olmadan sadece faiz olarak verilse, değer kaybından dolayı ortada bir fazlalık olmaz ve yine faiz olmaz. Sonuç olarak nema faiz değildir, bunda faiz şüphesi de yoktur. Herşeye rağmen şüphe edenler, en azından kendilerinden kesilen kadarını tamamlayıncaya dek alırla. Adı ne olursa olsun kendi paralarını almış olurlar. Şüphe olsa bundan sonrakilerinde olur. O kadarını da zaten vermiyorlar. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer Politikacıların zorunlu tasarruf adını verdikleri hadise, islam fıkhı açısından gasp hükmündedir. Bu kesintilerin hak sahiplerine, aynen iade edilmesi gerekir. Fakat İtimad Senedi hükmünde olan Türk lirasının ?değeri ölçme? ve ?değeri koruma? açısından içinde bulunduğu hal malumdur. 1987 yılında yapılan kesinti miktarının, satın alam gücü ile bugünkü verilen miktarın gücü, aynı değildir. Fakat satın alma gücündeki değişim nedir? Sualine verilecek cevap meçhuldür. Zira resmi enflasyon rakamları, gerçeği ifade etmemektedir. Adil olan bir ?ehli hibrenin? tespiti de söz konusu değildir. Bu durumda Resuli ekrem sav?in ?Helal açık ve belli, haram da açık ve bellidir. Bunların arasında birtakım şüpheli şeyler vardır ki, ,insanların çoğu bunların helal veya haram olduğunu bilemezler. Şüpheli şeylerden sakınan kimseler, dinini ve ırzını korumuş olurlar? Buhari-Müslim buyurduğunu dikkate alıp, nema denilen şüpheli kısımdan sakınmak gerekir. Zorunlu tasarruf adı altında sizden kesilen miktarı aynen almanızda bir mahzur yoktur. Zira bu kendi malınızdır. İşverenden kesilen miktar ise rızası olmadığı için şüphelidir. Nema denilen kısım için de, şüpheli kazanç diyebiliriz. Bunun fakir, miskin, dul, kimsesiz ve zulmen mahkum edilmiş insanlara verilmesinde ?şüpheden korunmak için- fayda vardır. Yusuf Kerimoğlu-Akit 9 Ağustos 1996Nikahın yenilenmesi Kişinin, kadını bir daha nikahı altına geri alması da "seni? yahut ?karımı bir daha nikah altına aldım? deyimiyle olur. Kişi karısını bir daha nikahı altına almak isteyince buna iki kişiyi şahit tutması müstehabtır. Şayet şahit tutmasa yine de geçerlidir. Hidaye TercümesiNişanlıların Birlikte Gezmesi Nişan, nikah değildir. Nikahlılar için mubah olan şey asla nişanlılar için mubah olmaz. Halil Gönenç-FetvalarO Oje ve abdest Kadınlar el ve ayak parmaklarına oje vb şeyler sürüyorlar. Bunlar el ve ayak tırnaklarında bulunduğu müddetçe -altlarına su girmeyeceğinden- cünüplükten kurtulamazlar ve abdestleri de olmaz. Büyük İslam İlmihali İkaz-Mehmet GüleçOkumak bilmeyenin imamlığı Okumak bilmeyen bir kimse, eğer okumak bilen ve bilmeyen kimselerden oluşan bir cemaate namaz kıldırırsa ?İmam Ebu Hanife?ye göre- hepsinin namazı fasiddir. Diğer iki imama göre ise bilmeyenlerin namazı yerindedir. Hidaye TercümesiOrgan nakli Öldükten sonra bir organını, kurtuluşuna vesile olacak bir hastaya nakletmekte beis yoktur. Sağlıklı olan kimsenin böbreğinin hayatı tehlikede olan bir hastaya, hazır doktorların nezareti altında verilmesinde bir beis yoktur. Fetvalar-Halil Gönenç Hastaya verilecek mubah bir ilaç yoksa, o takdirde gayri müslimden bile olsa, kan alıp vermek caizdir. Şafii fukahasının hicri 5. Asırdan sonra gelenlerinden bir çoğu, diri bir insanın kırık kemiğini, ölü insan kemiğiyle düzeltmeyi veya tamamen kırık olanı çıkarıp, yerine ölü bir insanın kemiğini koymayı caiz görmüşlerdir. Buna kıyasla, dirinin gözünü islah için, ölü gözü nakletmek caizdir. Celal Yıldırımdan Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Ademoğlunun kılının satılması da caiz değildir. Onunla faydalanılması da caiz değildir. İnsanın parçalarından hiçbir parçanın satılması ve faydalanılması da caiz değildir. Zira Ademoğlu, mükerremdir. Kerameti için caiz değildir. Mülteka Tercümesi-3 Organ nakli ve tüp bebek, otopsi vb de tedavi zarureti sebebiyle caiz olmaktadır. Helaller ve Haramlar-Hayreddin Karaman Alimler bir insandan bir başkasına herhangi bir uzuv aktarılamayacağını, zaruret içerisinde de olsa bunun caiz olmayacağını çeşitli ifadelerle ve hemen hemen ittifakla söylemişlerdir. Nevevi-EL-Mecü?l, Mugnil Muhtaç, Mecmaul Enhur Yapay organlar ve domuz dışındaki kemik vb lerini bu gaye ile kullanmakta da sakınca olmadığını söylemişlerdir. En ihtiyatlı görülen bu izaha göre; insanın tek hedefi, nasıl olursa olsun yaşamak değil, ne kadar yaşarsa yaşasın bir gün nasılsa ayrılacağı bu dünyadan, asıl dünyasını kazanarak ayrılmaktır. Bizce caiz olmadığını savunan görüşün delilleri daha güçlü daha ihtiyatlı daha insani görülmektedir. Bazı nedenler şunlar, dokuların uyuşmayabileceği, uzuvları alınan bir insan ne derece onlarındır diğer yandan diğer insanların uzuvlarıyla yaşayan insan bu organlarla işleyeceği haramlar, haşrin cismani olacağını savunan görüşe göre nakledilen bir organ mesela kalp tekrar dirilmede kimin organı olarak dirilecektir? Organ naklinin bir kalemde caiz olduğunu söylemek, aynı zamanda alternatif çarelerin de önünü tıkamak ve insanı gibi görülen bir uygulamanın, daha insani olana engel olması anlamına gelebilir. Nitekim yakınlarda dinlediğim bir radyo programından ABD?de kadavra görevi üstlenecek yapay bir vücut geliştirilmiştir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerOrucun bozulması halinde ne yapmalı Ramazanda orucu bozulan kimsenin gündüz boyunca imsakı bir şey yememesi, içmemesi vaciptir. İslam İlmihali İkaz-Mehmet GüleçOruçlunun ağır işte çalışması Ramazan ayında sıcak bir ülkede veya harareti yüksek bir maden ocağında çalışan bir kimse işini Ramazandan sonraya bırakması mümkünse ?yani geçim hususunda sıkıntı çekmeyecek ve malı telef olmayacaksa? muvakkaten işine son vermek mecburiyetindedir. Yoksa çalışmadığı takdirde kendisi veya çocukları sefalete maruz kalacak veya ekin gibi malı telef olacaksa her gece oruç tutmak için niyet getirir çalışamayacak hâl gelirse orucunu bozar. İbni Abidinden Halil Gönenç Remli şöyle diyor Camiül Fetava?da bildirildiğine göre bir kimse geçim derdi ile meşgul olurken zayıf düşerek oruç tutamazsa orucu bırakarak her gün için yarım sâ? yiyecek verebilir. Yani orucunu kaza edecek başka günlere yetişemezse, demek istiyor. Yetişirse kaza etmesi vacip olur. Bu izaha göre, orak zamanı oruçlu olarak işe gücü yetmez, geciktiği takdirde ekin helak olursa, şüphesiz orucu bırakıp sonra kaza eder. Ekmekçi de öyledir. İbni Abidin-4Orucun başlangıcı ve hilalin gözlenmesi Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezhebine göre hesaba dayanarak Ramazan orucunu tutmak ve bayram yapmak caiz değildir. Dünyanın herhangi bir yerinde rüyeti hilal sabit olursa, bütün müslümanlara oruç tutmak ve bayram yapmak vacip olur. Halil Gönenç Astronomi alimlerinin, ayın hareketlerini esas alarak yaptıkları hesaplara itibar edilerek, Ramazan ayına başlanılmaz. iBni Abidin muvakkitlerin hesap uzmanlarının sözüne itibar yoktur. Nehir de şu ibare vardır Muvakkitlerin filan gecede hilal şöyle görülecektir demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez. Sahih kavle göre velev ki adalet sahibi olsunlar. Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu Şaban ayının akşam üzeri gurup vaktinde insanların hilali gözlemeleri bir vecibedir. hilali görürlerse ertesi gün Ramazan orucuna başlarlar. Eğer hava bulutlu ise, Şaban ayını otuza tamamlarlar. İhtiyar?da da böyledir. Hilali gören kimsenin parmakla göstermesi mekruhtur. Fetevayi Hindiyye Şaban ayının hilali aramak gerekir. Eğer hilal görülürse oruç tutulur. Hava kapalı olup hilalin görülmesine imkan bulunmazsa o zaman Şaban ayı 30 gün olarak tamamlanır ve ondan sonra oruca başlanır. Hidaye Tercümesi Bazı alimler de illeti değiştiği için hükmün değişikliğine cevaz vermiştir Müellefi-i kulüb payının durdurulması ve kameri ayların başlarını bulmada rüyete değil de hesaba dayanılması gibi.. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Nasslardaki ifadelerden, hilalin tespiti illada çıplak gözle olacaktır, bunun dışında ?kesinlik arzetse de- başka bir yolla hilali tespit edemezsiniz, gibi bir kayıt yoktur. Diğer taraftan ayın, güneşin ve diğer yıldızların belli bir hesap ve ölçü dahilinde olduğu, rastgele ve başıboş olmadığı Rabbimiz tarafından bize haber verilmektedir. ?Güneş de ay da hesap iledir. Semayı, onu, O yükseltti ve ölçü koydu.? Ahzap31 İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya Eryılmaz Ulemamız, ramazan ayının girmesi hakkında astronomi alimlerinin sözlerine itimad edilmeyeceğini açıkça söylemişlerdir. Bu sözün esası orucun farziyeti ?Hilali görürseniz oruç tutun!? hadisi şerifi ile hilalin görülmesine bağlanmıştır. Hilalin doğması görülmesine bağlı değil, astronomi kaidelerine göredir. Bu kaideler haddi zatında doğru da olsalar ay filan gece doğar da bazen görülür, bazen görülmeyebilir. Şarih Teala hazretleri orucun farz olmasını, ayın doğmasına değil, görülmesine bağlamıştır. Benim anladığım budur. İbni Abidin-2 ?Muvakkitlerin sözüne itibar yoktur? Yani halka oruç farz olmak için onların sözü delil olamaz. Hatta Mi?rac adlı kitapta, ?Onların sözü bil ittifak muteber değildir. Müneccimin kendi hesabı ile amel etmesi caiz değildir.? Denilmiştir. Nehir?de de şu ibare vardır ?Muvakkitlerin filan gece hilali gök yüzünde şöyle görülecektir; demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez. Sahih kavle göre velev ki adalet sahibi olsunlar. Nitekim İzah?ta da böyle denilmiştir. Şafilerden İmam Subki?nin bir telifi vardır ki, onda müneccimlerin sözünü kabule meyletmiştir. Çünkü hesap kesindir.? Vehbaniyye şerhinde de bunun gibi sözler vardır. Ben derim ki, Subki?nin sözünü kendi mezhebinin sonra gelen uleması reddetmişlerdir ki, onlardan bazıları İbni Hacer ile Remli?dir. İbni Abidin-4 Allah Teala ?Güneş ve ay husban iledir.? Buyurmuştur. Bundan murad, Güneşle Ay?ın seyretmeleri hesapladır, demektir. İbni Abidin-1 Bir belde halkı ramazan hilalini görseler ve 29 gün oruç tutsalar, diğer belde halkı da ayı görseler ve onlarda 30 gün oruç tutsalar, 29 gün tutanların bir gün kaza orucu tutmaları icab eder. İbni Nüceym Fetvalar 1-Nevzat AkaltunOruç ve banyo Vücuda dışardan herhangi bir şey girmedikçe oruç bozulmaz. Bu itibarla ister temizlik, ister serinlemek maksadıyla olsun, ağız ve burundan su kaçırmamak şartıyla banyo yapmakla oruç bozulmaz. Diyanetten Günümüz Meselelerine FetvalarOruçlunun cünüb olarak sabahlaması Oruç tutan bir kimsenin cünüb olarak sabahlaması veya gündüz uyuyup ihtilam olması orucuna bir zarar vermez. Muhiyt?te de böyledir. Fetevayi Hindiyye İhtilam olunca, banyo yaparken kulağına veya mazmaza yaparken elinde olmayarak ağzına su sızsa dahi orucunu bozmaz. Çünkü bu affedilen hatalardandır. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-KardaviOruçlunun göz yaşını yutması Bir oruçlu ağzına giren bir veya iki damla göz yaşını yutarsa orucu bozulmaz. Gözyaşı fazla olursa bozulur. Fetevayi HindiyyeOruç ve hamilelik Hamile bir kadın karnındaki ceninin ölüm tehlikesinden korkarsa orucunu tutmaması daha uygundur. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-KardaviOruç ve iğne İmameyne göre bir şey, hılki bir medhalden içeri girmedikçe, oruç bozulmaz. Binaanaleyh hariçteki bir yaraya konulan ilaç içeriye kadar gitse de oruca zarar vermez. Bu halde iğne ile orucun bozulmaması lazım gelir. Binaanaleyh bir baş göstermeyince iğneleri iftardan sonra yaptırmak ihtiyata uygundur. Ö. N. Bilmen Fetvalar-Nevzat AkaltunOruç ve kolonya Racih olan görüş kolonyanın necaseti mugallaza olmasıdır. Kolonya ister muhaffefe olsun, ister mugallaza olsun şayet necis olarak onu kabul edersek Ramazanı şerifin içinde ve dışında kullanılması caiz değildir. Tahirdir dersek her zaman kullanılmasında bir beis olmaz. Halil GönençOruçlunun kulağına su kaçarsa Kulağına su giren veyahut damlatan kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü suyun kulağa hiç bir faydası yoktur. Yağ ise öyle değildir. Hidaye TercümesiOruç ve kusmak Midesi bulanıp elinde olmayarak kusan kimsenin orucu bozulmaz. Zira peygamber sav ?Elinde olmayarak kusan kimseye kaza lazım gelmez. Kendini kasten kusturan kimseye ise kaza lazım gelir. Ebu Davud-Tirmizi Hidaye TercümesiOruç ve misvak Oruçlu olan kimse için ?ister sabah ister akşam olsun- ağzına yaş misvak sürmek mekruh değildir. Hidaye TercümesiOruç ve nefes açıcı spreyler Yoğunlaştırılmış suni oksijen, yiyecek, içecek cinsinden olmayıp sırf hastanın teneffüs imkanını kolaylaştırmak için kullanılan bir maddedir. Astımlı hastaların rahat nefes almalarına sağlamak amacıyla ağıza püskürtülen oksijenli ilacın orucu bozmayacağı mutalaâ olunmuştur. Fetvalar-Diyanet VakfıOruç ve niyet Oruçta müslümanlara kolaylık olması için öğleye kadar da niyet yapılabilir. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviOruçlunun serinlemesi İmam Ebu Hanife?ye göre ?abdestin dışında- oruç tutan kimsenin ağzına ve burnuna su alması, başına su dökmesi, suda yıkanması ve ıslak beze sarılması mekruhtur. İmam Ebu Yusuf?a göre ise bunlar mekruh değildir. Fetva bu kavil üzeredir. Serahsi?nin Muhitin?de de böyledir. Fetevayi HindiyyeOruçlunun tahareti Oruçlu kimsenin istincada taharette mübalağa yapması mekruhtur. Fetevayi HindiyyeOruç tutamayacak derecedeki ihtiyarın orucu Oruç tutmaya gücü yetmeyen şeyhi fani iftar eder ve her gün için bir yoksula fidye verir. Fetevayi Hindiyye de şeyhi fani ölümüne kadar her gün kuvveti noksanlaşan kimsedir ki, bunlar tekrar kuvvet bulmadan vefat ederler. Fidye verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeter hale gelen yaşlı kimsenin vermiş olduğu fidyesinin hükmü, batıl olur. Bu kimsenin önceden tutmamış olduğu oruçlarını kaza etmesi gerekir, der. Fıkhi Meseleler-Yusuf KerimoğluOruç tutmamak Rivayet edildiğine göre Ramazanda adamın biri oruç tutmadı bunun üzerine Ebu Hureyre ra şunları söyledi ?Bir yıl oruç tutsa da bu günler ramazanda oruç tutmadığı günlerin yerine geçmez? İbni Mesud?dan şöyle rivayet edilir ?Hiçbir ruhsata dayanmadan Ramazandan bir gün oruç tutmayan kişi sair zamanlarda bir yıl boyunca oruç tutsana tuttuğu bu oruçlar ramazan orucunda tutmadığı günün yerini karşılamaz.? Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-KardaviOruç ve yer değişikliği Bir yerde oruca başladıktan sonra, daha önce akşam olan bir yere uçakla giden bir kimse, gittiği yerdeki vakte göre orucunu açacaktır. Eğer batıya giderse durum yine aynıdır. Yani gittiği yerin vaktine uyarak orucunu açacaktır. Yüksek bir yerde bulunan kimse güneşin gurubunu batışını görmeden iftar edemez. Aynı şekilde uçakla giden kimse üzerinde olduğu yere göre değil güneşin batışına göre iftar edebilir. Fetvalar-Diyanet VakfıUnutarak orucu yemek Unutarak orucu yemekte olan birini gören bir kimse, şayet onun akşama kadar oruç tutacak kudrette birisi olduğunu anlarsa muhtar olan kavle göre o kimseye oruçlu olduğunu hatırlatmaması mekruh olur. Ancak unutarak orucunu yemekte olan bir kimse zayıf veya yaşlı bir kimse ise ona haber vermeme ruhsatı vardır. Zahiriyye?de de böyledir. Fetevayi HindiyyeKar yağmur tanesi ve oruç En sahihi şudur ki kar ve yağmur tanelerinin boğaza kaçması ile oruç bozulur. Hidaye TercümesiOtobüste namaz Hanefi fıkıhçılarının farz namazlar hakkındaki görüşü şudur Sefer süresi yolda dahi olsa kişi, farz namazları, özrü zaruret olmaksızın binek üzerinde kılmaz. Serahsi, İbni hümam Yol arkadaşlarının inip kendisini beklememesi, inmesi halinde hırsız, yırtıcı hayvan, düşman korkusu bulunması, ortalığın yağmur ve çamur olması, ihtiyar olup, inip binmede yardımcısının bulunmaması, bineğinin huysuz olması vb şeyler özür olarak görülmüş ve böyle durumlarda farzların da binek üzerinde otobüste kılınabileceği söylenmiştir. Serahsi, İbni Hümam İma ederken ön koltuğa secde etme yerine, dönebildiği kadar kıbleye dönüp, rüku için biraz, secde için ise biraz daha fazla eğilerek kılacaktır. Şoföre uyarıyı her namaz vakti yapacak ancak çekişmeye ve tartışmaya girmeyecektir. Güzel bir ikazı nazarı itibara almayan şoför, huysuz bineğe fevkalade kıyas edilir ve bu, farzı arabada kılmak için bir özür sayılabilir. Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk BeşerOyun oynanan kahvenin çayı İçinde oyun oynanan kahveye girmek, çay, kahve gibi meşrubat içmek için değil, İslamı tanıtıp emri bil maruf nehyi anil münker farizasını ifâ etmek için olursa gitmek caiz, hatta lazımdır. Böyle bir görev olmazsa çay içilsin içilmesin oraya gidip oturmak haramdır. Fetvalar-Halil GönençÖ Ölünün gömülme vakti Hiçbir vakit ölüleri gömmek mekruh değildir. Hidaye TercümesiÖlünün sorgusu hakkında İbni Hacer?den sorulmuş bazı sorular Ölü oturarak mı sorguya çekilir yoksa yatarak mı? Oturduğu halde sorulur. Ruh cesedin içine girer mi? Evet girer fakat bu konudaki rivayetlerin açıkları, ruhun vücudun üst kısmına girdiğini gösterir. İbni Kayyım ?Hadisler sorgu anında ruhun cesede iade edildiğini tasrih ederler. Fakat bu iade ile bizim alıştığımız, mutad hayat elde edilmez ki, ruh bedenin idare ve tedbiriyle uğraşıp yemek ve içmeye muhtaç olsun. Bu iade ile ancak bir çeşit hayat elde edilir ki, onunla sorguya çekilir, imtihan edilir. Nasıl ki, yatanın hayatı, uyanığın hayatından değişik bir şeydir. Hadis, ruhun devamlı vücutta kaldığını göstermiyor. Ancak, ruhun misalinin, devamlı olarak kabirle ilişkisi olduğunu gösteriyor. Vücut çözülse, parçalansa, dağılsa da.. Hafız İbni Hacer?e ölü hangi dilde cevap verir diye sorulmuş ?O, hadisin zahiri sual ve cevabın Arapça olduğunu gösteriyor, demiş. Ve bununla beraber, herkesin soru ve cevabı kendi lisanıyla olması muhtemel olduğunu söylemiş. Hanefilerden Bezzazi Fetavasında şöyle demiştir sual ölünün yerleştiği yerde olur. Hatta vahşi bir hayvanın karnına girse, sual orada olur. Tabutta defn edilmeden kaldığı müddetçe sorguya çekilmez. İmam Suyuti-Kabir AlemiÖlüye Kuran okumak İmam Şafii ve Malike göre ölüye Kuran okumak hiçbir fayda vermez. Ne Peygamber sav zamanında ne de sahabe devrinde ölü için Kuran okunmamıştır.? Derler. Bazı ulemaya göre, duaya kıyasla, Kuran tilavet etmek ölüye fayda verir Mugnil Muhtaçtan İmam Muhammed ra kabristanda Kuran tilavet etmek mekruh değildir, demekle iktifa etmiş fayda verir veya vermez dememiştir. Hindiyyeden Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Fetih sahibi ?Cenaze sahibinin yemek ziyafeti vermesi mekruhtur. Çünkü ziyafet, musibetlerde değil şenliklerde meşru olmuştur. Bu kötü bir bidattır. İmam Ahmed?le İbni Mace?nin sahih isnadla Cerir b. Abdullah?tan rivayet ettikleri bir hadiste şöyle denilmiştir ?Biz cenaze sahibinin evinde toplanmayı ve onların yemek vermesini yascılıktan sayardık.? Bezzaziyyede de şu satırlar vardır ?Birinci ve üçüncü günlerde ve bir haftadan sonra yemek yapmak, bayramlarda kabre yemek götürmek, KURAN OKUMAK İÇİN DAVET YAPMAK, hatim veya surei Enam?ı yahut ihlası okumak için sulehayı ve hafızları toplamak mekruhtur. Hasılı Kuran okunurken, yemek için yiyecek hazırlamak mekruhtur.? Mirac sahibi bu hususta uzun uzadıya söz etmiş ve şöyle demiştir ?Bu fiillerin hepsi riya ve gösteriştir. Bunlardan korunmalıdır. Zira bunları yapanlar, Allah?ın rızasını murad etmezler.? Münye şerhinde ise, Cerir b. Abdullah?ın hadisine aykırı bir hadisle inceleme yapılmıştır, o hadiste Peygamber sav?in bir cenaze dönüşünde bir kadın tarafından davet edildiği ve davete giderek kendisine yemek getirildiği bildirilmektedir. İbni Abidin Ben derim ki Bu hadis söz götürür. Çünkü bu umumi olmayan bir vakıadır. Hususi bir sebebi olması ihtimali de vardır. Cerir hadisi böyle değildir. Halbuki Münye sahibi, bu konuda, bizim mezhebimizde, Şafilerle Hanbeliler gibi başka mezheplerde rivayet edilen deliller üzerinde inceleme yapmış, mezkur Cerir hadisiyle istidlal ederek kerahete hüküm etmiştir. İbni Abidin-3Ölüden medet ummak İstiğase Ziyaret edilenden bir şey istenmez. Mezahibi Erbaa Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Allah?tan istenmesi gereken şeyler, Allah?tan başkasından istenmez. İnanç konusunu ilgilendirdiği için şirke götürür. Herhangi bir müslüman hayattaki müslümanlardan dua isteyebilir. Fakat kişi öldükten sonra ondan ne dua, ne de başka hiçbir şey katiyyen istenmez. Herhangi bir fayda ya da zarar isteme, hastalıklara şifa isteme vb Allah?tan başkasından istenmez. İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya Eryılmaz ?Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir? Yunus18 Bu ayetten çıkarılan manalardan biri de şudur Onlar, bu putları ve heykelleri, kendi peygamberlerinin ve büyüklerinin şekillerinde yaptılar ve her ne zaman bu heykellere ibadetle meşgul olurlarsa, o ulu kişilerin, Allah katında kendileri için şefaatçi olacaklarını iddia ettiler. Bunun bir benzeri de, zamanımızdaki pek çok insanın, onların kabirlerine saygı duyup hürmet ettiklerinde, Allah katında onların kendilerine şefaatçi olacağı inancını taşıyarak, büyük zatların kabirlerine tazim ile meşgul olmalarıdır. Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi Kabir ziyareti Resulullah sav?den rivayet edilen şekliyle caizdir. Bununla beraber kabirlerden yardım dilemek, onlara seslenmek, herhangi bir hacetini gidermesini istemek, ona nezirde bulunmak, mum yakmak, çaput asmak, el yüz sürmek, Allah?ın dışında bir üzerine yemin etmek, kabirleri mescid haline getirerek namaz kılmak, tavaf eder gibi etrafından dönmek ve buna benzer tüm bidatlarla savaşmak gerekir. İslam Davetçilerine-Abdullah Nasıh Ulvan Bazı tasavvuf ehli ile diğer bazı kimselerde sıkıntılarının giderilmesi, kötü bir durumun izalesi bir faydanın temini yahut bir zararın def?i için ölü veya diri olan salih kimselerden istiğase yardım bir âdet haline gelmiştir. Zikir halkalarında ?medet? kelimesini kullanırlar. ?Medet ey falan büyük! Medet ya filan efendim!? denildiğini görüyoruz. Bazı halkta Hızır as ?Ya Hızır? şeklinde çağırmakta, anne çocuğuna Hızır seni korusun, diye dua etmektedir. ?Ya Muhammed Rabbinin yanında bana şefaatçi ol? diyeni ile ?Ey Muhammed, bana şefaat et? diyeni birbirinden ayrı tutarım. Birinci şekil, tevessül konusundan bir cüzdür. İkinci şekil ise, salih kimselerin kabirlerini ziyaret eden bazı kimselerde gördüğümüz, kabirde yatandan ihtiyaçlarının giderilmesi için direkt olarak istekte bulunmaktan bir cüzdür. Bu kimseler salih bir kimsenin kabrine giderek ?Ey filan beni evlendir? ?Ey falan bana şifa ver? ?Ya falan şu ihtiyacımı gider? şeklinde veya buna benzer sözlerle direkt olarak kabir sahibinden talepte bulunurlar. Hasan el-Benna ?Yüce Allah?ın ?O kimseler ki iman ettiler ve sakınıyordular? Yunus63 sözünde zikredilenlerdir. Değil başkalarına fayda veya zarar vermek, ne hayatlarında ne de öldükten sonra kendi kendilerine fayda veya zarar dokundurmaya kadir olmadıklarına inanmakla beraber, şeri şartlar dahilinde keramet onlar için sabittir. Meşru dairede kabir ziyareti sünnettir. Lakin kim olursa olsun kabirde yatandan yardım dilemek, bunun için onu çağırmak, ihtiyaçlarının giderilmesini ondan istemek, ona kurban kesmek, kabirleri yükseltip üzerlerine örtü sermek, kabirleri aydınlatmak, onlara sürtünmek, Allah?tan başkasıyla yemin etmek ve buna benzer şeyler bidatlerdendir. Kötülüklere yol açmamak için onları tevil cihetine gitmemelidir.? Der. Tasavvuf ehlinin kullandıkları ?medet? kelimesi, salihlerin isimlerini zikrederek bereketlenme babında kullanılmaktadır. Bazıları da, ruhların alemi şehadetle ilişkilerinin imkan dahilinde olduğunu düşünerek bunu kabullenmektedir. Yüce Allah geçmişimize dua etmemizi istemiştir. Onlardan birşeyler beklemek niyetiyle onları çağırmayı değil. ?onlardan sonra gelenler derler ki ?Rabbimiz bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin.? Haşr10 Mesele tersine çevrilip onlardan istememiz yanlış bir davranıştır. Ruh Terbiyemiz-Said Havva Türkiye?deki medfun olan zat ne kadar derecesi yüksek olursa olsun, ondan doğrudan doğruya istekte bulunmaz. Böyle bir hareket ve niyette bulunursa şirk olur. Ancak o vesile yani vasıta kılınır. Sadık Dânâ Altınoluk Dergisi 123 sayı Ebu Yezid el-Bistami?den gelen haberde ?Yaratığın yaratıktan yardım istemesi, boğulmuş birisinin boğulmuştan yardım istemesi gibidir.? Allah Teala buyuruyor ki Hatırla o vakti ki, siz Rabbinizden yardım istediniz, O da size yardım edip icabet etti.? Allah bu ayette yardım istemenin kendisinden olacağını açıklar. Şeyh Ebu Abdullah Kureşi?de der ki ?Yaratığın yaratıktan yardım istemesi, tutuklunun tutukludan yardım istemesi gibidir.? İbni Teymiyye bize, Resulullah?a inanma ve itaatla tevessülün her halükarda, bâtıni ve zahiri hayatından ve ölümden sonra, Resulullah?tan tevessül etmek herkes üzerine farzdır. Bu tevessül herkese açıktır. Her kim Resulullah?tan başka birisine benim veya bizim için dua et derse, bu kişi Resulullah?a uymuştur.? Alusi de der ki; vesile istenenin ölü veya gaib olması durumuna gelince, bunun caiz olmadığında ve seleften hiç kimsenin yapmadığı bir bidat olduğunda şüphe yoktur.? Cilâul Ayneynden İbni Teymiyyede Tasavvuf-Tıblevi Mahmud Sa?d İslamda dilek ve istekler sadece Allah?a arzedilir. Allah?tan başkasına sığınmak ve O?ndan gayrisinden mağfiret dilemek doğru değildir. Kimisi dua etmek için türbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bir çeşit tapınma hareketleri yapmaktadırlar. Bu hareketlerin cümlesi yanlıştır ve bâtıldır. Şu bir gerçektir ki, dua etmek için kabir başına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah arasında vasıta olamazlar. Çünkü islamda Allah?a sığınmak, O?na dua etmek için bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kul, vasıtasız Allah?a iltica eder. Bu itibarla bir kimse ?Filan yatıra gittim ona dua ettim, o mübarek zatın himmetiyle duam kabul olundu? derse bu caiz değildir. Duam oraya gidince kabul olacak inancı da yanlıştır. Kabirlere gidip kurban kesme adeti islamdan önceki kavimlerin müşrik adetlerindendir. İslam dini kabirler üzerine kurban kesmeyi yasaklamıştır. Peygamberimiz sav ?Kabirler üzerinde kurban kesmek islamiyette yoktur? Fethül Kebir buyurmuşlardır. Yaşayan Hurafeler-Kemaleddin Erdil Günümüzde yatır ve türbe ziyaretlerin amacı ölüden medet ummak, yardım istemektir. Dirilerden istenmeyen şeylerin ölülerden istenmesi doğru değildir. Yardım yalnızca Allah?tan istenir. Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık Akkiraz Evliyayı kirama yakınlaşmak maksadı ile ?Ey seyyid filan! Eğer hastam düzelir veya kaybım elime geçer yahut hacetim görülürse, sana şu kadar altın veya gümüş yahut yiyecek veya mum ve zeytin yağı adadım!? gibi sözler, bilittifak batıldır. Bahır?da da böyle denilmiştir. Bunlar birçok sebeplerden batıl ve haramdır. Şöyle ki 1- Bu iş mahluka nezirdir. Mahluka nezir caiz değildir. Çünkü nezir ibadettir mahluka ibadet yapılmaz. 2- Kendisine nezir yapılan kimse ölüdür. Ölü hiçbir şeye malik olamaz. 3- Bu işi yapan kimse ölünün TASARRUFTA BULUNDUĞUNU ZANNEDERSE, BU İTİKADİ KÜFÜRDÜR. İbni Abidin-4 ?Şeriate en uzak bidat, birçok insanın yaptıkları gibi, ölüden muradının husûlü için yardım istemektir. Bu hâl puta tapmak gibidir. Ölüden medet dilemek, şekli bir benzeyiş değil, fiili bir putperestlik, müşrikliktir. Ölüden yardım dilemek avamı zavallılığa düşürmüştür. Allah ile kendi arasında bir vasıta ve şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, ya zanneder ki, Allah, kulunun isteğini bilmiyor. Yahut kendi uzaklarda olduğunda işitmiyorda böyle vasıtaya muhtaç oluyor. Bir hükümdarın, kabul etmek istemediği dileği, vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettiği gibi. Dünya büyüklerinin idarelerinde vasıtaya mecbur oldukları gibi. Böylece fâsid ve batıl zanlara katılan adam bilmiyor ki, padişah devletin intizamı, asayişin devamı, halkın rahatı için bu vasıta ve müşavirlere muhtaçtır. Bazı cahiller ?ziyaret? denilen türbelere giderek kıtlık, kuraklık, düşman istilası gibi felaketlerden korunmak, muradına kavuşmak için ölüden medet umarlar. Aleyhüsselatü vesselam efendimiz, peygamberlerinin mescitlerini kabir yaptıklarından dolayı yahudilere ve hıristiyanlara lanet etmiştir. Bu türlü hareketler insanı islamdan uzaklaştırır, putperestliğe doğru götürür. İslamda Kabir Azabı-İmam birgivi?den Kurana Muhatap Olmak-Said Çekmegil Kuduri diyor ki ?Ebu Yusuf?un şöyle dediğini işittim Ebu Muhammed dedi ki; Dua ederken, falanın, filanın hakkı için bana şunu bunu ver demek, bir müslümana yakışmaz. Çünkü kulların Allah?ta hakları yoktur ki bir defa insan aracılığı manasına ?filan evliyanın, falan şeyhin hakkı için? denildi mi, artık o veli veya şeyh, avam nazarında mukaddesleşmekte, türbesine kandiller yakılıp kurbanlar kesilmekte. Bu tür hareketler putperestlerin ve sapık itikatlıların hareketlerine öylesine benzer ki, adeta; bunlar putperestliktir, diyesimiz gelir.? Kurana Muhatap Olmak-Said Çekmegil Kendilerine adak yapılmış olarak, meşayihin kabirlerinde, meşayih için adak olarak kesilen kurbanları dahi, fıkhî rivayetlerde fukaha şirke dahil edip üzerinde sıkı durdular. Sonra bunu, şeran men edilen cinne tapanların kestikleri cinse dahil eylediler. Kendisinde şirk şaibesi olduğundan, bu amelden dahi sakınmak gerek. Zira, adak yolları bunun dışında çoktur. Neden dolayı, öyle bir şekilde hayvan boğazlanıp da, cinne tapanların cin için kestiklerine benzetilip onlara katılmak olsun? Kadınların, meşayih niyeti ile oruç tutmaları da böyledir. Bunların isimlerini ekseriyetle kendiliklerinden uydururlar. Onların niyeti ile de oruç tutarlar. Taleplerini ve maksatlarını da bu oruçlar sebebi ile, o meşayıhtan hacetlerinin yerine gelmesini talep ederler. Sanırlar ki, işlerinin yerine gelmesi onlardandır. Böyle bir fiil, Allah?ın ibadetinde başkasını ortak etmektir. Ona ibadet yolu ile hacetlerin talebini başkasından yapmaktır. Bu filleri izhar ettikleri zaman, bazı kadınlar der ki ?Biz bu oruçları Allah için tutarız. Ancak, onun sevabını meşayıhın ruhlarına hediye ederiz.? Böyle bir söz, onlardan gelen hile yoludur. Eğer bu sözlerinde doğru iseler, oruç için günlerin tayinine ne hacet? Bu manada yapılan işler aynen dalalet olup şeytanın aldatmacalarıdır. İmam sövmek İkrime müslüman olmak için Mekke?ye yaklaştığı zaman Peygamber Efendimiz ashabına ?Ebu Cehil?in oğlu İkrime mümin ve muhacir olarak geliyor. Sakın babasına sövmeyin. Zira ölüye sövmek ölüye yetişmediği gibi, sağ olanları da incitir, dedi. İkrime geldiği zaman hanımı da peçeli olarak yanında idi. Hayatüs Sahabe-1Ölüye tabi olmak Ebu Nuaym?dan ?Abdullah b. Mesud şöyle dedi İçinizde herhangi biriniz, dininde başkasına uymasın. Eğer inanıyorsa inansın. İnanmıyorsa inanmasın. Şayet başkasına uymaktan kendinizi alamıyorsanız, bari sağ olanlara değil, ölmüşlere uyunuz. Zira sağ olanların fitneden korunmuş olmalarına güvenilmez.? Hayatüs Sahabe-4Ölünün yerine oruç ve namaz Ölünün yakını ölü yerine ne namaz kılabilir ne oruç tutabilir. Hidaye Tercümesi Ölenin vasiyeti üzerine, kalan namazlarını varisinin kılması caiz olmadığı gibi, kalan orucunu da tutması caiz değildir. Yalnız, namaz kılar ve oruç tutar da sevabını ölene bağışlarsa caizdir. Çünkü bizim mezhebimize göre bir kimse amelinin sevabını başkasına bağışlayabilir. İbni Abidin-3Ölü yıkanmadan Kuran okumak Ölü yıkanmadan yanında Kuran okumak mekruhtur. Ancak başka bir odada okunmasında bir sakınca yoktur. Yıkandıktan sonra yanında da okunabilir. Fetvalar-Diyanet VakfıÖmrün uzatılması Selman ra?den ?Kazayı ancak dua geri çevirir, ömrü ise ancak birr iyilik ve itaat artırır.? Tirmizi-Kader6 Rasulullah sav şöyle buyurmuştur ?Allahım! Muhakkak ki ben başıma geleceğin kötüsünden, şakilik bedbahtlık mertebesinden, belanın beni yenmesinden ve düşmanların başıma gelene sevinmesinden sana sığınırım? Kulun başına ancak yazılmış olan şeyler gelecek olsaydı, Rasulullah sav hükmedilenin kötülüğünden Allah cc?ya sığınmazdı. Enes ra?den ?Kim rızkının genişlemesini ve ömrünün uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.? Buhari-Edep12 Buyû13 Müslim-Birr20,21 Ebu Davud-Zekat 45 Dediler ki o halde şu ayetlere nasıl mana veriyorsun? ?...Ecelleri geldiği zaman da, ne bir saat geri kalırlar ne de ileri geçerler.? Nahl 16/61 ?Allah eceli geldiği zaman hiçbir canı ertelemez.? Münafıkun 63/11 ?Allah?ın taktir ettiği vakit geldiği zaman ertelenmez.? Nuh 71/4 Ben de derim ki; her ayetin manasını kendi ihtiva ettiği lafızla tefsir ederim, zira birinci ayette ecelleri geldiği zaman, ikincisinde ?ecel geldiği zaman? üçüncü ayette ?Allah?ın taktir ettiği vakit geldiği zaman? buyurulmuştur. Yani ecel gelip çatınca, elbette ne ileri geçebilir ne de geri kalabilir. Gelip çatmadan ise Allah cc?ün onu dua, sıla-i rahim, yahut hayır yapmakla geciktirmesi, şer işleyen yahut Allah cc?ün bitiştirilmesini emrettiği şeyi kesen ya da Allah cc?ın sınırlarını çiğneyen kimse için de öne alması caizdir. Ömer b. Hattab hakkında ileri geri konuşulduğunda Kab?ul Ahbar?ın söylediği şu söz ne kadar güzeldir ?Allah?a yemin ederim ki eğer Ömer ra Allah?tan ecelini geciktirmesini isteseydi elbette geciktirirdi.? Bunun üzerine kendisine şöyle denildi Muhakkak ki Allahu Teala ?Ecelleri geldiği zaman ne bir saat geri kalırlar ne de ileri geçerler.? Araf 7/34 buyurmaktadır. O da cevap olarak ?Bu ecel hazır olduğu zamandır. Daha önce ise artması da azalması da caizdir.? Dedi ve Allahu Teala?nın şu buyruğunu okudu ?Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır.? Fatır 35/11Özürlü bir kimsenin abdesti İbrahim Nehai ?Bu kimse öğle namazı için vaktin sonunda abdest alır; bu abdestle hem öğleyi hem ikindiyi kılar. Akşam için vaktin sonunda abdest alır, o abdestle de hem akşamı hem de yatsıyı kılar demiştir. Zaman zaman sidiği gelen, içi giden, devamlı yellenen, burnu kanayan iyi olmayan, yarası devamlı kanayan kimseler her vakitte abdest alırlar. Bu abdestle bir vakit içinde o özürden başka bir şeyle bozmadıkları müddetçe farz ve nafile namazlardan diledikleri kadar kılabilirler. Mülteka-1Özürlünün imamlığı Abdestli kişinin teyemmümlüye, abdest uzuvlarını yıkamış olan kişinin, mesela mest üzerine veya sargı üzerine meshetmiş olan kişiye; ayakta duranın oturan kişiye iktidası da, bunun tersine bir iktida da sahihtir. Nafile kılan farz kılana uyabilir, fakat aksi sahih değildir. İma ile namaz kılan kişi kendi durumunda olana uyabilir. Diyanet İlmihali 1 Devamlı bir özrü olan sidiğini ya da abdestini tutamama, kan akması vb Hanefi ve Hanbelilere göre kendisi gibi olanlara imamlık yapabilir. Diğerlerine yapamaz. Malikilere göre mekruh olmakla birlikte herkese yapabilir. Şafilere göre herkese yapabilir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2-Vehbe ZühayliP Pelteğin imamlığı Pelteğin okuyamadığı harfleri okuyabilen bir kimse bulunursa imam olan pelteğin de, diğerlerinin de namazı fesada gider. Fetevayi Hindiyye Esah kavle göre peltek olmayan bir kimse pelteğe uyamaz. İbni Abidin-2Peruk Saçla hiçbir suretle faydalanmak, istifade etmek caiz değildir. Zira bu konuda hadis vardır ?Saç ulatan ve ulayan, başkasının saçını kendi saçına ekleyen ve bunu eklemede vasıta olan kişilere Hz. Peygamber ve Cenabı Allah lanet etmiştir.? Buyurulmaktadır. Ancak kadınların saçlarına uladıkları kılları hayvan kılından yapılması durumuna izin verilmiş, saç örgülerini, bu tüy ve kıllarla uzatmalarına cevaz verilmiştir. İbni Abidin-10 Kadının saçını erkeğe benzeyecek ölçüde kısaltması, ya da tıraş etmesi de tedavi gayesiyle olmadıkça haramdır. İbni Kudame-Mugni Peruk olarak insan saçından başka birşey kullanmasına izin verilmiştir. İbni Abidin Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerPeygamberimizi görmeden iman edenlerin mükafatı Ebu Ümame ra?den Peygamber Efendimizin ?Ne mutlu o kimseye ki, beni görmediği halde bana iman eder? buyurarak bunu yedi kez tekrarladığını rivayet etmiştir. İmam Ahmed Ebu Ya?la?dan Peygamber Efendimiz ?Ah, kardeşlerimi ne zaman göreceğim diye hasret çekti. Ashap- Ya Rasulallah biz senin kardeşlerin değil miyiz? Dediler. Peygamber sav Siz benim arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim beni görmedikleri halde bana inananlardır, buyurdu. İmam Ahmed Hayatüs Sahabe-2Peygamberimize salatu selam getirmek Bir kimse peygamber sav?in ismini duyarsa, o şahsın, peygamber sav?e salatu selam getirmesi gerekir. Şayet bir mecliste peygamber sav?in ismini tekrar tekrar duyarsa, bu hususta alimler ihtilaf etmişler bazıları ?Her işittiğinde değil de, bir defa efdaldir. Okumasını bitirdikten sonra söylerse bu efdal olur. Eğer okumazsa bir şey gerekmez?demişlerdir. Eğer peygamber sav?e âl ve ashabına, ismini her işitmesinde salatu selam getirmezse, zimmetinde o salat borç olarak kalır. Fetevayi HindiyyePeygamberimizin tesbihte parmaklarını kullanışı Abdullah b. Amr?in ?Resulullah as?ı, tesbih çekerken sağ elinin parmak uçlarını sayarken gördüm? dediği rivayet edilir. Asım Köksal-İslam Tarihi ve sabahlık ile namaz Setrü avrete riayet etmek ve temiz olmak şartı ile ev kıyafeti olan pijama ve sabahlıkla namaz kılmak caizdir. Fetvalar-Diyanet VakfıPislik yiyen hayvanın kesimi Pislik yiyen hayvan, etinin kokusu gidinceye kadar kapanır. Bu müddet tavuk için üç gün, koyun için dört ve meşhur kavle göre deve ve sığır için on gündür. İbni Abidin-1R Rabıta Meşayihin ruhlarından yardım ve medet ummak, onların, menfaatı temin edecek, mazarratları def edecek güçte olduklarına, gaybı bildiklerine inanmak, insanın dünya ve ahiret işlerinde bir takım tasarrufta bulunabileceklerini zannetmek yanlıştır. Bunların kabirlerini aynı inançla ziyaret edip onlara kurban adamak da dinen tehlikeli bir davranıştır. Alimleri, faziletli insanları, Allah dostlarını sevmek, ilim öğrendiği kişilere saygılı olmak bir müslümandan beklenilen bir davranıştır. ancak, Allah?dan beklenilmesi gerekeni ?kim olursa olsun- başkalarından beklemek dinimizin tevhid ruhuna aykırıdır. Bu anlamda rabıta, insanı şirke kadar götürebilir. Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı Hadis kitaplarında Peygamberin konuşmalarını nakleden sahabilerin ?Şimdi onu görür gibi duyuyorum, onun şöyle şöyle yaptığını gözümle görür gibiyim? tarzındaki ifadeler, bu tür hayalde canlandırmanın fıtri ve tabii oluşunu göstermektedir. Rabıta da kafa karıştıran hususlardan biri belki resimle yapılan rabıtadır. Bu işin fotoğrafla yapılması, genellikle tehlikeli değerlendirmelere sebebiyet vermektedir. Bunun için resimle rabıta yapılmaması tavsiye edilmektedir. Kamil Yılmaz Altınoluk Dergisi ayında niyet Ramazanda niyeti geceden unutup, öğleden evvel niyet etse orucu sahih olur. İbni Nüceym Fetvalar 1- Nevzat AkaltunRamazan orucunu tutmamak Ramazan ayında niyet etmeksizin bir gün oruç tutmayan kimseye keffaret lazım gelmez. Yalnız kazası gerekir. Diyanet Fetvası 1965Reankarnasyon Rafızilerin itikadına göre ruhlar tenasüh halindedirler. Yani ruhlar bir cisimden diğer bir cisme intikal ederler. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviRuh hastasına okunacak dua Übeyy b. Kâb ra?den ?Bir Arabî Peygamber efendimize gelip Kardeşinin ruh hastası olduğunu söyleyince Peygamberimiz sav onun üzerine, Fatiha ve Bakara suresinin başından dört ayet, sonundan üç ayet, Bakara ile Ayetül Kürsi, Araf Mü?minun suresinin sonundan Cin Saffat suresinin başından 10 ayet, Haşr suresinin sonundan üç ayet, İhlas, Felak ve Nâs surelerini okudu. Bunun üzerine adam kendisinde hiçbir şey yokmuş gibi ayağa kalktı.? İmam Ahmed, Tirmizi, Hakim Hayatüs Sahabe-4Ruhların ziyaretleşmeleri Ahmed, Hakim ve tirmizi, Nevadirül Usul?da Abdullah b. Ömer?den rivayet ettiklerine göre Peygamber sav ?Bir günlük mesafede müminlerin ruhları birbirini ziyaret ederler. Halbuki o zamana kadar biri diğerini görmüş değildir.? Buyurdu. Bezzar sahih bir senedle Ebu Hureyre?den şöyle demiştir ?Mümine ölüm gelince, göreceğini görür ve Allah?a yalvarmayı sever. Allah da onun gelmesini ister. Müminin ruhu semaya yükselir. Diğer ruhlar onu karşılarlar. Akrabaları hakkında malumat edinmek üzere soru sorarken cevaben ?filan hala dünyadadır yaşıyor deyince taaccup ediyorlar. ?Filan da benden önce öldü deyince de o bize gelmedi? diyorlar. İmam Suyuti-Kabir Alemi İbni Kayyım, Ruhların Ziyaretleşme ve Görüşmeleri bahsinde demiş ki ?Ruhlar iki kısımdır. Nimet gören ruhlar ve azap gören ruhlar. Azap görenler, görüşüp ziyaretleşemezler. Nimet görenler ise serbesttirler, görüşürler, ziyaretleşirler. Dünyadaki eski hatıralarını birbirlerine zikrederler. Her ruh, aynı meslekte olan bir arkadaşıyla bulunur. Allah buyuruyor ?Kim Allah?a ve Rasulüne itaat ederse, Allah?ın nimetlendirdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraber olur. Onlar arkadaş olarak ne iyidirler.? Nisa69 Bu beraberlik dünyada, berzahta ve ahirette sabittir. İnsan bu üç diyarda sevdiğiyle beraber olur. İmam Suyuti Kabir AlemiRüşvet ne zaman verilir? Rüşvet sadece iki yerde verilebilir. 1 Haksız bir yerde hapis ve işkenceye maruz kalındığında 2 Malın elinden gitmesi durumunda rüşvet vermek çare ise o zaman ona başvurulabilir. Şirvani, İbni Abidin Halil Gönenç Hediye şartsız olarak verilse ve fakat alan, kendisine, devlet dairelerinde ona yardım etmesi için hediye verdiğini kesinlikle bilse, ulemamız bunda bir beis olmadığı görüşündedirler. Her hangi bir ön şart ve bekleyiş olmaksızın ihtiyacını giderse ve ondan sonra hediye verse, bunu kabul etmekte bir beis yoktur. Bu hususta almanın hoş olmayacağına dair İbni Mesud?dan rivayet edilen haber, takvanın ileri derecesini bildirir. Bu husus Bezzaziyye?de de aynıdır. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer Rüşvetin bazı nevileri vardır 1- Bir kimsenin diğer bir kimseye dostluk ve muhabbet için olmayarak, hediye vermesidir. Bu nevi, hediye veren için de, alan için de helaldir. 2- Bir şahsın diğer bir şahsa onun kendisini korkutması sebebiyle, onun korkusundan nefsini korumak için hediye vermesidir. Bir kimsenin hükümdarın zulmünden canını veya malını kurtarmak için ona hediye vermesi gibi... Bu çeşit hediye helal değildir. Bu gibi hediyeyi alanlar, söylenilen azabın altına girerler. 3- bir kimse diğer birine kendisiyle hükümdar arasında olan işini düzeltmesi için, malını hediye verir ve ihtiyacını açıklar. Bu da iki yönlüdür a- Onun isteği haram olur. Bu durumda alana da verene de helal olmaz. B- İsteği mübah olur o da iki yönlüdür Hükümdarın huzurunda isteğini açıklaması şartıyla hediye verir. Bu durumda her ikisine de almakta vermekte helal olmaz. Bir başka çeşidi de Bir kimse hükümdara kendisini hakim tayin etsin diye veya başka bir iş için hediye verirse, bu da her ikisine de haram olur. Muhit?te de böyledir. Hindiyye-6 Normal yollardan hakkını alamayan bir kimsenin sırf hakkını alabilmek için rüşvet vermesi caizdir. İslam 4-Said HavvaRüya Peygamberlerden başka hiçbir kimsenin rüyası, ne kendi için ne de başkaları için delil olmaz. İslam Akaidi-A. Lütfi KazancıS Sabah namazına farzda yetişen kimse Eğer sünnet kıldığı takdirde ikinci rekatte imama yetişeceğini umarsa hemen sünnetini kapıda kılar ve ondan sonra içeri girer. Sünneti kapıda kılar dedik çünkü imam cemaatle namaz kılarken cami içinde imamdan ayrı olarak namaz kılmak mekruhtur. Hidaye TercümesiSaç ve bıyıkları boyamak Saçları ve bıyıkları kına ve benzeri, suyun nüfuzuna engel olmayacak nitelikteki boyalarla boyamak gusül abdestine mani değildir. Diyanetten Günümüz Meselelerine FetvalarSakal ve bıyık bırakmak Sakalı kesmek Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheplerinde haram görülmektedir. Nevevi, Rafii, Gazali ve Şafii alimlerinin çoğuna göre sakalı kesmek tenzihen mekruhtur.İanetüt Talibinden Peygamberimizden gelen hadislerden bir kısmında sakalı uzatmak ve bıyığı kısaltmanın fıtrattan olduğu belirtilmişken, bir kısmında da açıkça sakalı uzatıp bıyığı kısaltmak emredilmiştir. Ebu Davud?u şerheden Hattabi, Hz. Aişe vasıtasıyla rivayet edilen ve içerisinde sakalı uzatıp bıyığı kısaltmanın da bulunduğu on şey fıtrattan olduğu bildirilen hadisin şerhinde alimlerin çoğunun burada fıtratı sünnet manasına anladıklarını kaydeder. Hattabi devamla ?Bunun manası şudur Şüphesiz bu hasletler bizim kendilerine uymakla emr olunduğumuz Peygamberin sünnetlerindendir. Çünkü Cenabı Hak ?Sen onların yollarına tâbi ol? buyurmuştur der...Bunu için sakal vacip veya sünnettir. Halil Gönenç-Fetvalar İbni Hümam ?Kadınlaşan erkeklerin ve bazı mağriblilerin yaptığı gibi, sakalın bir kabzadan az bırakılmasını hiçbir alim mübah görmemiştir. Sakalı tamamen kazımak ise Hindli yahudilerin ve İranlı mecusilerin adetidir. Ehli sünnetin bütün müctehid imamları ?Sakalın mütevatir bir sünnet olduğunda ve tamamen kazımanın haramlığında ittifak etmişlerdir. Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu Sakalı kesmek Şafii?ye göre mekruh, diğer üç mezhebe göre haramdır. Sakal duası sonradan ihdas edilmiştir. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Eba Nuh ile Ced Cemire Peygamber efendimizin yanına girdikleri zaman sakallarını tıraş etmiş ve bıyıklarını bırakmış oldukları için Peygamber efendimiz onların yüzüne bakmaktan ikrah etti ve ?Yazıklar olsun size! Bu ne biçim kılıktır.? Diye onları kınadı. Onlar da Kisra?yı kastederek ?Bizim Rabbımız ise böyle emretmiştir, dediler. Peygamber efendimiz ?Benim de Rabbim bana sakalımı bırakmamı ve bıyıklarımı kestirmemi emretmiştir.? Dedi. Bidaye İbni Cerir?den Hayatüs Sahabe-1 Bir tutamdan az olan sakal, bazı Mağriblilerle kadınlaşmış erkeklerin yaptığı gibi kısaltmaya gelince, bunu kimse mübah görmemiştir. Bütün sakalı kazıtmak ise hint yahudileri ile Acem mecusilerinin işidir. Fetih İbni Abidin-4 Ebu Davud şarihi es-Suki, sakalı emreden on kadar sahih hadis zikrettikten sonra, aksine delil olmadığı için, bu emirlerin vücup ifade ettiğini, bu yüzden sakalı kesmenin dört mezhebe göre de haram olduğunu söyler. Bir kabzeden az olan sakalın alınmasını muhanneslik ve bazı Mağribliler?e benzemek olduğunu, bir kabzeden fazlasının ise alınması gerektiğini delilleriyle anlatmaya çalışır. Sübki-Menhel sakal yokken bıyığı da kazımak, kadına benzemek sayılacağından, muhanneslik olması itibariyle ikinci bir mahzurlu iş olmalıdır. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer Sakalla ilgili hadisler ile tatbikata bakan ulema sakalı tıraş etmenin haram olduğu neticesine varmışlardır. Kadı Iyad bunun mekruh olduğunu söylemiştir. Aynı mahiyette peygamberimizin söylediği boyama emrini yerine getirmenin farz ve terkinin haram sayılmaması da bu görüşü destekler. İbni Hacer Bazı muasır alimler bunun bir adet meselesi olduğunu düşünerek mübah olduğunu söylemişlerdir. Kardavi?de ikinci görüşü tercih eden muasır bir alimdir. Kardavi-Helal ve Haram, Şerbasi-Yeselunek Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Sünnet miktarı olursa, sakalı uzatmak da mekruh değildir. Sünnet miktarı bir tutamdır. Nihaye sahibinin açıkladığına göre, sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek vaciptir. Bunun muktezası, kesmemenin günah olmasıdır. Meğer ki vücup ?subût? manasına yorumlana. İbni Abidin-4Sarıkla namaz Sarıkla namaz kılmanın faziletinden bahseden bütün hadisler, ya ?mevzudur? ya da ?sabit değildir? damgasını yemişlerdir. Fakat bu, sarıkla namaz kılmanın yasak olduğu yada genel olarak sarığın şiar olmadığı anlamına gelmez. Gerçi namazın bir sünneti olduğunu söyleyenler de vardır. Nitekim Allah Resülünün sarıkla namaz kıldığı sabittir. Fakat genel olarak, sarığın bir islam şiarı olduğunda çoğunluk müttefiktir. Ebu Davud?un ve daha başkalarının rivayet ettikleri ?Müşriklerle bizim aramızdaki fark, kalansüveler üzerindeki sarıklardır? hadisi şerifi her ne kadar sahihlik derecesine ulaşmış değilse de, birçok rivayetlerle desteklendiği için, zayıf olarak da görülmemiştir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerSatılan malın kusurunun söylenmesi Malın kusurunu satıcının söylemesi vacip olduğu gibi, bunu bilen herkesin söylemesi de vaciptir. Peygamberimiz sav ?..bu kusuru bilen başkası da söylemezse kendisi için helal olmaz, yani sorumlu olur.? İmam Ahmed Büyük Şafii İlmihaliSatışı çeşitli zamanlara bağlamak Satışı hacıların gelişiyle kayıtlamak caiz değildir. Aynı şekilde satışı hasat, ekini dövme, üzümü kesme ve koyun kırpma zamanlarıyla kayıtlamak da caiz değildir. Çünkü bu işler ileri geri olmaktadır. Hidaye TercümesiSatranç oynamak Satranç, düşünme ve aklı kullanmağa sevk eden bir oyundur. Şartsız olduğu takdirde bazı sahabe ile Şafii mezhebine göre caiz ise de Hanefi Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre haramdır. Halil Gönenç-Fetvalar Satranç oyunu Sahabei Kiram döneminde bilinmekteydi. Bu konuda ihtilaf vardır. İbni Abbas ra ve Ebu Hureyre ra mübahlığı üzerinde durmuş, Hz. Ali ra ve diğer bir kısım sahabei kiramda kumar noktasını ele alarak haramlığını esas almıştır. Molla Hüsrev ?Satrançla kumar oynarsa yahut satrançla oyalanıp namazı terkederse şahidliği kabul edilmez. Fakat kumarsız ve namazı terketmeksizin sadece satranç oynamak bize göre Hanefi mekruh ise de İmam Şafiye göre satranç mübah olmakla, onda içtihada mesağ vardır. Tavla ve dama ise bunun zıddınadır, çünkü her ikisi de şer?an yasaklanmıştır. Zahirür Rivayeye göre tahrimen mekruhtur. ibni Hümam, Molla Hüsrev, Mülteka Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu Satranç, tavla, on dörtlükler gibi her çeşit oyun oynamak mekruhtur. Eğer kumar söz konusu olmayıp sadece eğlence maksadı ile ise, o zaman vakit zayi etmek olduğu için yine iyi değildir. Hidaye TercümesiSavaş halinde namaz kılmak Göğüs göğüse savaş halinde, nmazın velli bir şekli yoktur. Askerlerin her biri kendi başına muktedir olduğu halde yürüyerek, durarak, binek üzerinde, yüzü kıbleye doğru olsun olmasın namaz kılabilir. Ruku ve secdeleri işaretle yapar. Yani başının hareketiyle ruku ve secdeleri yerine getirir. Bu halde namaz kılarken savaşın gerektirdiği hareket ve darbeler mazeret sayılır, yani sakıncası yoktur. Ancak namaz esnasında bağırıp çağırmak ve konuşmak mazeret sayılmaz. Ayrıca mükellef olan kimse, içinde bulunduğu her şiddetli korku halinde, mesela akan selden veya yırtıcı hayvanlardan kaçışı sırasında bu şekilde namaz kılabilir. Büyük Şafi İlmihaliSeferi namaz Yolculuğa çıkmış bulunan kişi, bir ihtiyaç için memleketine geri dönse mukim olur. Bir şehirde memur olsa, asıl köyüne ziyarete gitse mukim olur. Çünkü bu kişi iki vatanlıdır. Bir kimsenin asıl vatanı kendisi, ailesi ve ev eşyası ile tamamen başka bir şehre hicret edince batıl olur. Bunun delili hicretten sonra Hz. Peygamber?in kendini Mekke?de yolcu saymasıdır. Hanefilere göre emniyet içindeyse seferde sünnet namazlarını kılar. Yolculuğa devam mecburiyeti varsa kılmaz. Muhtar olan görüşte budur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Bir kimse namaz kılarken, mukim mi, misafir mi olduğu hususunda şüpheye düşerse 4 rekat kılar. Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi Vatanı asli Kişinin doğduğu veya evlendiği yahut yerleştiği yerdir. İlk vatanında kimsesi kalmadığı zaman bu vatan yalnız misli batıl olur. İlk vatanında ailesinden kalanlar varsa batıl olmaz. Her iki vatanda da namazlarını tam kılar. İbni Abidin-3Selam verilmeyecek davranışlar Şaka yapan yaşlıya, yalan söyleyen kimseye, boş söz konuşana, insanlara sövene, sokaklarda kadınların yüzüne bakan kimseye ?tevbe ettiği bilinmedikçe- selam verilmez. Gunye?de de böyledir. Şarkı söyleyene, bevl edene, güvercin uçurana, hamamdaki veya başka yerdeki açık çıplaklara selam verilmez. Böyle olanların verdiği selamı iade etmek gerekmez. Gıyasiyye?de de böyledir. Günahkarla karşılaşınca selama önce başlamamak esahh olan kavildir. Fetevayi HindiyyeSenet, çek ve bono satışı Senet, bono ve çek satmak veya satın almak caiz değildir. Çünkü bunlar para veya meta? değildir. Halil gönençSıkışık hallerde namaz kılmak ?Sizden biriniz namaza dururken helaya gitmek ihtiyacı duyarsa önce helaya gitsin? Ebu Davud 1, Tirmizi, Darimi, Ahmed Namazı sıkışık bir şekilde kılmanın namazı bozmayacağı görüşünde olanlar ?Hadisteki nehy, namazın dışındaki kişilerle ilgilidir. Bizzat namazla ilgili değildir. Bilakis namazın hiçbir farzını terketmeden eda eden kimse için iadesi gerekmez"?dediler. şafiler ve Hanbeliler bu görüştedir. Önce ihtiyacın giderilmesi sonra namaza durulması menduptur. Hanefilere göre farzlara ve vaciplere dikkat edilmesi şartıyla bu halde kılınan namaz sahihtir. Ancak namazda gerekli huzurun sağlanmaması sebebiyle mekruhtur. Zira namazda aranan husus huzuru kalp ile namazın eda edilmesidir. Bu bakımdan cemaatle namaz kılarken abdestine sıkışan kimse, ikinci bir cemaat bulamama ihtimali bile olsa namazı bozup, abdest ihtiyacını giderdikten sonra abdest alıp namazını yeniden kılar. İbn Abidin Şafilerle Hanbeliler bu görüştedirler. İnsan gönlünün arzu ettiği bir yemek hazırken de yine namaza durmamalıdır. Ebu Davud Tercümesi 1Sıkışık durumda olanla alışveriş Hanefiler ?Sıkışık durumda olan kimsenin alış verişi geçersizdir. Bu şöyle olur Adam bir yiyecek, içecek, giyecek vb maddeyi almak zorundayken satıcı söz konusu malları normal fiyatlarından yüksek, hatta fahiş fiyatlarla satıyor. Eğer biri malını satmak zorundayken çok ucuza kapatılmak istense onun da hükmü aynıdır.? Sıkışık bir durumda olan kimseyi düşük ücretle çalıştırmak da aynı kategoriye girer. ?Zarar vermek de zarara uğramak da yoktur.? İmam Ahmed, İbni Mace İslam 4 Said HavvaSıvılardaki necaset miktarı Sıvı necaseti galizelerde ?az? avuç içinden daha az olanlardır. Bağışlanmış olmasına rağmen az necasetle kılınan namaz, meşhur görüşe göre tahrimen mekruhtur. Katı necaseti galizede ?az? dirhemden gr?dan az olan miktardır. Elbisedeki hafif necasetin azı, elbisenin dörtte birinden az olandır. Bedende de necasetin bulaştığı kol ve ayak gibi organın dörtte birinden az olandır. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliSigara Hanefi fukahası ?Haramın sabit olması için kat?i ve şüphesiz bir delil şarttır? hükmünde müttefiktir. Tütün insanı sarhoş etmediği için diğer içkilerin yasaklanmasındaki illet mevcut değildir. Müminler nasıl vacip olan bir ibadeti eda hususunda titizlik gösteriyorlarsa, tahrimen mekruh olan hususlarda da titiz olmak durumundadırlar. Hanefi fukahası; istihsanı, kıyas içerisinde müteala etmiştir. Sigara, gerek insanın sağlığına gerekse malına verdiği zarardan dolayı mekruhtur. Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu Bir anda zarar verenle, zamanla zararlı olan arasında haram olmaları bakımından bir fark yoktur. Mali zararı da vardır. ?Gereksiz yere saçıp savurma! Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.? Sigaranın haram olduğuna fetva veren alimler şunlardır Şeyhül İslam Ahmed Senhuri, İbrahim el-Likani, Ebu Gays el-Kaşşaş, Dımeşk alimlerinden Necmeddin b. Bedreddin, Yemen alimlerinden İbrahim b. Ceman ve öğrencisi Ebu Bekir b. El-Ehdel. Hanefi olan Şeyh Ebu Sehl Muhammed İbnul Vaiz der ki ?Kati deliller onun mekruh oluşunu, zanni deliller de haram oluşunu göstermektedir. Bu nedenle tahrimen mekruh olduğunu savunuyor. Doktorlar geç de olsa sigarada ölüm mikrobu bulmuşlardır. Şayet ulema bu maddede zarar olduğu konusunda kesin bir karara varsaydı hiç çekinmeden onu haram kılarlardı. Bizim kanaatimiz haram olması mekruh olmasından daha kuvvetlidir. Alışkanlık haline geldiğinde biyolojik ve ekonomik zararın olacağı kaçınılmazdır. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi Tütün, 15. asırdan sonra, İslâm ülkelerine girmiştir. O zamandan beri, İslâm uleması onu içmenin hükmü üzerinde durmuşlardır. Şöyle kia. Bâzı âlimler, tütünün mübah olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyleyenler, tütünün zararı olmadığını ve Şâri' tarafından men'edilmediğini ileri bugün tütünün zararları ilmen kesin şekilde ortaya çıkmıştır. Zararsız olduğu söylenemez. Şâri'nin men'etmediğini söylemek de doğru olmasa gerektir. Zira Şâri', her haramı ismen tek tek zikretmemiştir. Hüküm, sadece sarih ve hususî naslarla değil, naslarda geçenlerin haram kılınış illetlerine bakarak yapılan kıyas ve istidlâl yollarıyla da verilebilmektedir. Bu bakımdan hakkında sarih nas olmayan bir nesne hakkında kıyas ve istidlâl yoluyla bir hüküm verilmesinde hiçbir mâni Bâzıları da sigara içmek mekruhtur, demişlerdir. Bunlar, kıyasla sâbit bir hükme, haram demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sâhibi olmamaları yüzünden bu hükmü vermişlerdir. c. Bâzıları da sigara içmek, özellikle tiryakisi olmak haramdır, demişlerdir. Bunların mesnedi ise, sigaranın vücuda zarar vermesi, israf olması ve nafaka mükellefiyetinde darlığa yol açması gibi 3 sebebden biri gerçekleştiği yer ve durumda, sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise, mekruhtur. İslam İlmihali-Mehmed Dikmen Hem içene hem de o ortamda bulunan şahıslara ve çevreye verdiği zararlar, israf ve hakların ihlaline yol açabileceğinin kuvvetle muhtemel olması dikkate alınarak, sigara içmenin kural olarak dinen ?harama yakın mekruh? sayılması gerekir. Ancak beden verdiği zarar ilmen ve tıbben açıklık ve kesinlik kazanmışsa, açık bir israfa ve kişinin nafaka yükümlülüğünü etkileyip aile fertlerinin ve bakmakla yükümlü bulunduğu kimselerin nafakasını kısmasına yol açıyorsa, zorunlu harcamalardan ve asli ihtiyaçlarından bile fedakarlık yapmaya zorluyorsa, o takdirde sigara içmenin dinen de ?haram? olduğu söylenebilir. Nargile ve enfiye gibi alışkanlıklar da bu çerçevede değerlendirilebilir. Diyanet İslam İlmihali-2 Tütün içmenin hükmü de bundan anlaşılır. Şurunbulali bunu Vehbaniyye Şerhinde şu sözleri ile manzum olarak anlatmıştır ?Tütünü satmak ve içmekten men edilir. Oruçta onu içen şüphesiz iftar etmiş olur. Şayet faydalı zannederse keffaret vermesi de lazım gelir.? İbni Abidin-4 Tütün sonra yeni dünyadan islam ülkelerine girmiştir. Tütünün mübah olduğunu söyleyenler zararı olmadığını ve Şâri tarafından men edilmediği deliline dayanmışlardır. Halbuki, sigaranın zararı bugün ilmen, kesin olarak bilindiği için zararsız denemez. Hüküm kaynakları yalnız sarih ve hususi nasslar değildir. Nasslarda geçenlerin haram kılınış sebeplerine bakılarak yapılan kıyaslar ve diğer istidlal yolları vardır. Sigara içmek mekruhtur diyenlerin dayanağı, kıyasla sabit bir hükme haram demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sahibi olmamalarıdır. Sigaranın haram olduğunu söyleyenlerin delilleri zarar, israf ve nafaka mükellefiyetidir. Netice olarak denebilir ki, bu üç sebepten birisinin gerçekleştiği yer ve zamanda sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise mekruhtur. Her iki durumda da sigaranın içilmemesi, terkedilmesi dince gereklidir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Sigaranın mutlak haram olduğunu söyleyenlerin tutundukları deliller, onun mutlak mubah olduğunu söyleyenlerin delillerinden hem daha çok hem de daha tutarlıdır. Sigaranın hükmü mutlak haramla, mutlak mubahın orta noktasından mutlak harama daha yakındır. Buna da tahrimen mekruhtur denilebilir. Haram diyenler arasında Şurunbulali, Mesiri, Ed-Dürrül Münteka sahibi Selim es-Senhuri, İbrahim el-Lekkani, Halid b. Ahmed, İbni Haldun, Necmeddin el-Gazzi, Kalyubi, İbn Allan, Ahmed el-Behuti. Haramlık gerekçelerinden bazıları Bu kişilerin ağzı kokar bu da sürekli camiye gelmemelerini gerektirir. Ayeti kerimede ?Mümin erkekler ve mümin kadınlara hak etmedikleri bir şeyle eziyet edenler şüphesiz açık bir buhtan ve günahtan yüklenmişlerdir.? Ahzap58 Sigara içenler içmeyenler için küçümsenmeyecek bir eziyettir. Eza veren şey aynı zamanda pisliktir. Ayette ?habis? murdar şeylerin haram kılındığı bildirilmiştir. Araf157 Sigaranın teneffüs edilen kısmı dumandır, yani ateştir. Suçlulara ceza aracı olarak yaratılan şeyler insanlar için nimet olamazlar. Sigara hiçbir faydası bulunmayan safi bir israftır. İsraf ise haramdır. Sigara abesle iştigaldir. Sigara islam alemine hıristiyan ve yahudilerden geçmiştir. Sigara insan için zararlı bir şeydir. ?zarar ve zarara mukabil zarar yoktur? ?Kendi kendinizi öldürmeyin?Nisa29 ?Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın? Bakara 195 Sigara bir çeşit uyuşturma etkisi yapmaktadır. Sigara en azından şüphelidir. Böyle şeylerde hadiste de belirtildiği gibi harama düşürür. Sigara konusunda islam halifesinin yasaklaması söz konusudur. Sigara insanı ibadetten ve zikirden alıkoyar. Sigara tiryakileri oruca zor tahammül ederler. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer Fakat her halükarda tütün ziraatı ve sigara alım satımı yapmaktaki mahzur içilmesinden daha azdır. Çünkü sigaranın maddesi bizzat li-aynihi pis değildir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer Her yıl ABD?de 440 bin, İngiltere de 120 bin insan sigara nedeniyle ölmektedir. Tüm dünyada bir yıl içinde ölenlerin sayısının 13-14 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Ribat Dergisi kokusu ve cemaatle namaz Sigaranın zararı bugün tıbben sabit olduğundan, cami ve cemaatine gitmesine engel olan sarmısak ile soğan kokusu kadar kerih görüldüğünden onu içmemek daha uygundur. Halil GönençSigorta Hiçbir tereddüt olmadan Allah?a tevekkük bazı havassın hâli ve kârı olabilir. Resulün ümmetine tavsiyesi tedbirdir. Sigortada tedbirlerden biridir. Ancak sigorta, insanların istikbal endişesini, kaza ve felakete uğrama korkusunu istismar ederse islamın bunu meşru görmesi düşünülemez. Bilinen üç sigorta çeşidi vardır. 1- Devlet sigortası, 2- Üyelik sigortası, mesela bir iş koluna mensup üyelerin, içlerinden birinin kaza ve felakete uğradığı zaman yardım edilmek üzere periyodik bir meblağ vermeleriyle gerçekleşir. Bu da meşrudur, teşvike değer bir sigorta çeşididir. 3- Ücretli sigorta. Bir sigortacının kaza, yangın vb durumlarda zararı ödemek, bunlar meydan gelmezse hiçbir şey ödememek üzere bir şahısla ücretli sigorta akdi yapmasıyla vücut bulur. Bu şekil bilhassa sigortacının kazancı açısından islami ahkama aykırıdır, ancak zaruret halinde diğer sigorta çeşitleri bulunmadığında caiz olabilir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Müslümanların pirimli sigorta şirketleri kurup işletmeleri caiz değildir. İslami sigorta kurumlarının bulunmadığı ülkelerde müslümanlar, mallarını ve sağlıklarını ?hayatlarını değil- mevcut sigorta şirketlerine de sigorta ettirebilirler. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Mal ve hayat sigortaları yaklaşık yüz yıl önce çıkmış ve islam alimleri bununla ilgili çeşitli yorumlar yapmışlardır. İslam alimlerinin bir kısmı, sigorta şirketi haramdır demiş, bazıları da içinde faiz olmamak şartıyla helal olduğuna hükmetmiştir. Haramdır diyenlerin delilleri şunlardır; çünkü bu akidde aldanma mevcuttur. Bir nevi kumardır. Faiz ihtiva etmektedir. Başkasının malı haksız yere alınmaktadır vb sebepler ileri sürmüşlerdir. Helaldir diyenlerin delilleri ise şunlardır Sigorta akdinin bir satış akdi olmadığını, aksine felakete uğramış kimselerin zararının hafifletilmesi için bir yardım ve dayanışma akdi olduğunu, ayrıca zarara uğrayan kişinin tek başına bu yükü kaldıramayacağını, ancak başkasının yardımıyla bu felaketi izale edeceği gibi sebepler ileri sürmüşlerdir. Büyük Şafi İlmihali Kapitalist sistemde herkesin hayatını sadece kendi imkanlarına dayanması esastır. Eğer bir kişi yaşlılığı için bir kenara bir koymazsa, yaşlılığında yoklukla yüz yüze gelebilir; eğer bir kişi çocuklarına bir bırakmadan ölürse, çocukları bir parça ekmek bulamadan kapı kapı dolaşacaklardır. Hasta olduğunda birikmiş parası olmayan kişi tedavisini bile sağlamaya muktedir olamayacaktır; evi yanan, iflasa uğrayan veya başına başka bir çeşit ani felaket gelen kişi yine bir birikimi yoksa hiçbir yerden hiçbir destek bulamaz. İslam, beytül mâl varolduğu sürece sizin için hiçbir açlık ve barınak yokluğu tehlikesi olmayacaktır. Siret Ansiklopedisi-2Sövmek Eğer bir kimse bir başkasına ?Ey orospunun oğlu? diye söver ve o kimsenin annesi de sağ olmadığı için onun yerine oğlu davacı olursa ona ceza lazım gelir. Hidaye Tercümesi Bir kimsenin bir müslümana zina isnad etmeyip, sadece ona fasık, kafir, habis yahut hırsız demesi de idari cezayı gerektirir. Hidaye TercümesiSusuz kalmak ve içki içmek Bir şahıs şarap içmeye zorlansa veya haram olduğnu bilmeyerek içse cezalandırılmaz. Susuzluğu gidermek için içki içerse cezalandırılır. Çünkü içki susuzluğu gidermez. Ahkamus Sultaniyye-İmam MaverdiSünnetle farz arasında konuşmak Sünnetle farz namaz arasında konuşmak namazı ifsad etmezse de sevabı eksiltir. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviSünnet namazları Sünnet namazları farzlarda meydana gelen eksiklikleri tamamlamak ve kıyamet gününde Allah?ın huzurunda farzlardaki eksiklikler için bir gerekçe olarak kullanılabilir. Muhakkik alimler, imamın müstehap namazları sık sık terketmesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü cemaat zamanla bu namazları vacipmiş gibi algılayabilir. İnsan bankalarda yatan malını ve servetini artırmayı düşünür de niçin Allah katında değer ifade edecek olan iyiliklerini artırmayı düşünmez? Kıyamet gününde insanın hesaba çekileceği ilk şey namazdır. İlk önce farz namazlarına bakılır. Şayet farz namazlarını tam eda etmişse bırakılır yoksa sünnetlere bakılır onda da eksiklikler varsa bu sefer nafile namazlara bakılır. Farz namazlarından eksik olanlar bu sünnet ve nafile namazlarıyla tamamlanır. Şunu da belirtelim ki bir müslüman rükünlerini, adaplarını ve şartlarını tam manasıyla yerine getirdiği müddetçe farz namazlarıyla yetinmesinde herhangi bir kusur ve günah olmaz. Peygamber sav Sadece farz namazlara, ne bir ekleme ne de bir eksitme yapmaksızın kılacağını söyleyen adam için ?Eğer sözünde durursa felah bulur? veya ?Eğer söylediklerini yaparsa cennete girer buyurmuştur? Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-KardaviSünnet namazları evde kılmak Bu secde yerlerinin çoğalması için yapılır. Farzı camide kıldıktan sonra eve gelip sünneti evde kılmak daha efdaldir. Büyük Şafi İlmihaliSünnet namazların terki Sünnet namazlar sünneti müekkede ve sünneti gayri müekkede olarak ikiye ayrılır. Sünneti müekkede olan namazlar, Peygamber sav efendimizin devamlı kılıp pek az terketmiş oldukları sünnetlerdir. Bu sünnetlerin yapılması sevaptır. Kasden terk edilmesinde azap yok ise de itab azar vardır. Ancak aşırı yorgunluk, hastalık vb durumlarda sünnet namazlar terk edilebileceği gibi yolculuk esnasında seferi durumda da terk edilebilir. Sünneti gayri müekkede; Peygamber Efendimizin ibadet maksadı ile arasıra yapmış oldukları şeylerdir. Bu sünnetlerin yapılması güzeldir. Sevaba ve Peygamberimizin şefaatine vesiledir. Kılanlar, sevabını alırlar; terk edilmesi ise azarlanmayı gerektirmez. Fetvalar-Diyanet Vakfı Mesele hakkında Hanefi mezhebinden İbni Nüceym gibilerin Şafii görüşüne meyletmeleri de hesaba katılarak, kırkbeş elli yaşlarından sonra namaza başlamış birisi gibi çok fazla kaza namazı olanların, sünnet yerine terkettiği farzların kazalarını kılmaları daha uygundur. Ancak bu görüşü tamim etmek ve bununla fetva vermek doğru olmaz. Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk BeşerSünnetin terki Sünneti terk eden cehennem azabına layık olmaz. Fakat şefaatten mahrum olup itaba layık olur. Sünneti işleyen şefaata nail olur. Fetvalar-1 Nevzat AkaltunŞ Şarap imalatçısına üzüm satmak Şarap imal edeceği bilinen kişiye üzüm şırasını satmakta beis yoktur. Çünkü bununla direkt masiyet söz konusu değildir. Hidaye Tercümesi Şirayı içki yapan adama satarken maksad ticaret ise haram değildir. İçki yapması için verilirse haramdır. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviŞarkı söylemek Şarkıcı ve şiirin güzeli güzel, çirkini de çirkin ve haramdır. Ancak, çalgılı aletlerle olursa mutlaka caiz değildir. Mühezzeb Ashabı Kiram ile büyük islam alimlerinden şiir ve kaside yazmamış söylememiş olanı hemen hemen yok gibidir. Binaanaleyh şiir ve şarkı söyleyip yazmakta herhangi bir sakınca yoktur, yeter ki islamın getirdiği ölçüler dahilinde olsun. Halil Gönenç-FetvalarŞek gününde oruç Bir kimse şek gününde nafile oruca niyet etmiş olursa, sahih olan kavle göre, bunda bir beis yoktur. Eğer bu günün Ramazandan olduğu ortaya çıkarsa, o kimse ramazan orucunu tutmuş olur. Şaban ayından olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç nafile olur. Bu durumda orucunu bozarsa, kaza etmesi lazım gelir. Çünkü bu oruca açıkça nafile niyeti ile başlamıştır. Kadıhan?da da böyledir. Fetevayi Hindiyye Şek günü, yani Ramazandan olduğu kesin olarak bilinmeyen şabanın otuzuncu günü Ramazan diye oruç tutulamaz. Ancak eğer istenirse nafile olarak tutulabilir. Hidaye TercümesiŞeriat kabuk mu? Bazıları ?Şeriat, meyvenin kabuğu gibidir, daha içi var, özü var diyorlar? halbuki insanı küfre götüren sözler ve fiillerle ilgili kitaplara baktığımızda şeriatı küçümsemek, hor görmek; herhangi bir yolu, sistemi, metodu, hükmü ondan üstün görmek, beğenmek, bağlanmak küfür sebebi olarak sayılmıştır. Ancak biz biliyoruz ki bu müslümanlar şeriatı küçük gördüklerinden dolayı böyle söylemiyorlar. Şeriatı daha güzel yaşama adına bunu söylüyorlar. Fakat aynı sözün şeriatı küçük görme manasına da geldiğini bilip kelimeleri ona göre seçmek gerekir. Öyleyse tarikle sıratı karıştırmayalım. Sıratı müstakiym de olmamız bize yeter. Başka yollara, hele şeriatı yetersiz görüp, daha ileri götüreceğini iddia eden yollara asla ihtiyaç yoktur. Surelerle Yolculuk-Mustafa UzunŞevval orucu İmam Malik?ten ?Ramazan Bayramından sonra altı gün oruç tutan hiçbir alim ve fakih görmedim. Ashaptan hiçbirisinden de bu konuda bir rivayet bana gelmedi. Ancak alimler, bazı cahillerin bu altı günü Ramazana dahil etmelerinden ve bir bidat uydurmalarından korkarak bunu mekruh bulmuşlardır. Şayet alimler bu konuda ruhsat vermiş olsalardı, onların da bayramdan sonra altı gün oruç tuttuklarını görürlerdi. Muvatta 2-İmam Malik Müekked nafile oruçlardan biri de Şevvalin altı gününde tutulan oruçtur. Nitekim Eyyup ra?den Rasulullah sav?in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur ?Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, bütün yıl oruç tutmuş gibi olur.? Müslim-Sıyam204, Tirmizi-Savm53, Ebu Davud-Savm58 Sevban ra?den Rasulullah sav şöyle buyurdu ?Kim Ramazanda ve bayramdan sonra altı gün oruç tutarsa bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur. Çünkü kim bir iyilik yaparsa onun için on katı sevap vardır.? İbni Mace-Sıyam2,33 Nesai-Sıyam39 Allah Dostları-İmam ŞevkaniŞeyh değiştirmek İmam Suyuti; Bir şeyhe daha önce bağlanmışken sonradan başka birine bağlanan insan bunlardan hangisine bağlılığını sürdürmesi lazımdır? Sorusuna ?Ne buna ne ona bağlanmak mecburiyetinde değildir. Çünkü bağlanma mecburiyetinin hiçbir aslı yoktur. Zira tek asıl ve esas islam cemaatine ve onun imamına bağlanmaktır? demektedir. Ruh Terbiyemiz-Said HavvaŞeyhi olmayanın şeyhi Şeyhi olmayan, yani şeri ilimleri öğretecek kimsesi bulunmayan, daha doğrusu ne öğrenen ve de öğrenmeyi kabul eden kimse demektir. Böylelerinin şeyhi şeytandır. Ama ilim ışığında seyreden kimsenin şeyhi ilim ve şeriattır. Usûl alimleri bizzat sahabinin sözünü kabul etmemişlerdir. Sahabinin sözü bağlayıcı değilken başkalarının sözü nasıl bağlayıcı olabilir? Bu cümlenin anlamı sadece bir tek ihtimal halinde sahih olabilir. Şöyle ki; kendi kendine şeri ilimleri öğrenmeye gücü olmayan cahil bir insan, bidat ve hurafeler içinde yüzmektedir. İbadet ve muamelelerinde ve diğer tasarruflarında bilmeden hareket etmektedir. Böyle bir kişinin şeyhi şüphesiz şeytandır. Ama kendi kendine öğrenme kudreti olan ve sahih ilmin ışığında seyreden bir insanın şeyhi, kitapları ve sahih ilimdir. ilmi ehlinden alan kimsenin şeyhi de kendilerinden ilim aldığı kimselerdir. Ruh Terbiyemiz-Said HavvaŞeyhin resmini öpmek İster şeyh, ister alim veya herhangi bir büyüğün resmini, ona tazim ve ondan himmet beklemek niyetiyle taşımak ve öpmek caiz değildir. Çünkü bu hem dinimizin ?sadece Allah?tan yardım dileme? prensibine aykırı; hem de batıl din mensuplarının resim ve şekillere tapmalarına benzemesi açısından mahzurludur. Fetvalar-Diyanet VakfıŞeyhin vasıta olması Günümüzde bazı insanlar bâtıl bir kıyas yaparak şöyle diyorlar ?Efendim, nasıl ki bir belediye başkanının, devlet başkanının yanına girmek, herhangi bir işini görmek için bir adamını bulman gerekiyorsa, Allah?a ve Resulüne ulaşmak için de mutlaka bir vasıta gerekir. Hatta direkt olarak Allah?a ulaşılamaz. Önce veli bir kula ulaşacaksın. O seni yetiştirecek, Resule ulaştıracak. Sonra Resul yetiştirecek Allah?a ulaştıracak? bunlar tamamen islam dışı sözlerdir. Peki islam dışı olduğuna delilimiz nedir? Birincisi; Allahu teala ne belediye başkanıdır ne de devlet reisidir ki kapısında kapıcılar bulunsun. Allah, peygamberlerin, velilerin, mürşidlerin nasıl Rabbi ise, bizim de Rabbimizdir. Onlara karşı başka bize karşı başka değildir. Araya vasıta konulmadan kendisine ulaşılamayanlar zalimlerdir. İkincisi; Fatihayı okuyan herkes ?Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz? ayetini okuyor. Bu Rabbimizle karşılıklı konuşmadır. Madem ki biz direkt Allah?ın huzuruna gidemiyorsak, Ona ulaşamıyorsak, ne diye kendimizi kandırıp sanki Rabbimizin huzuruna kabul edilmiş gibi karşılıklı konuşma kipiyle konuşuyoruz? Demek ki, bize şah damarımızdan daha yakın olan Rabbimizin huzuruna girmek, Ondan birşeyler istemek için herhangi bir vasıtaya ihtiyacımız yoktur. Eğer böyle olmayıp da aracılara ihtiyaç olsaydı bu bize zulüm olurdu. Çünkü benim Rabbime her an ihtiyacım var. Ne zaman, ne isteyeceğim belli olmaz ki. Ben her an aracıları nasıl bulacağım. Kaldı ki aracılar da zaten Rabbime muhtaçlar. Surelerle Yolculuk-Mustafa UzunT Tadili erkan Vaciptir. Rüku, secde vb hareketlerde azalar kalkma, doğrulma gibi durumlarda teskin olmalıdır. Öyle ki, ruku ve secdede, bunlardan kalkınca bir tesbih miktarı mafsallar mutmain olmalı, her uzuv mahallinde istikrar etmelidir. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliTaklid Taklid Maturidi mezhebine göre caizdir. Mutezile ulemasına göre caiz değildir. Bize göre taklid yapan kimse günahkardır. Her ne kadar delilleri terk ettiğinden dolayı günahkar olsa da mukallidin imanı sahihtir. Sonunun kötü olabileceğinden korkmak haktır. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviTasavvuf ilmi İmam Rabbani der ki ?Yarın kıyamette bize sorulacak olan şeriattır, tasavvuf değil. Cennete girmek, cehennemden kurtulmak ancak şeriatı uygulamaya bağlıdır. İlim ehli kendi kurtuluşlarına ilave olarak çevrelerindekileri de kurtarırlar. Ama tasavvuf ehli sadece kendilerini kurtarırlar. Bu yüzden ehli ilim, ehli tasavvuftan üstündürler. Eğer sofi tasavvuf ilmi yanında şeriat ilmini de alırsa o zaman kendisi de şeriat alimlerine dahil olmuş olacaktır. Tasavvufi Yorumlarıyla Kırk Hadis-Sadreddin Konevi Seyyid Ahmed Rufai der ki ?Tarikat, şeriatın aynı, şeriat da tarikatın aynıdır. İkisinin arasında olan fark lafızdadır. Maddeten ve manen netice birdir. Şeriatın kabul etmeyip reddettiği her şey zındıklıktır. Bilip bilmeyen birtakım kimse daima filan şöyle dedi falan evliya böyle söylemiş diye konuşmak nasıl olur? Bu sözler, bu işler boştur. Ancak ehli sünnetten olan müctehidlerimizin söylediklerine uygun ise ona bakmalıyız. Kulluk muamelesini, kulluk işlerini bunların dedikleri ölçüde tasdik etmeliyiz, işlerimizi onunla ayarlamalıyız, ondan sonra da tefekkür edebilirsiniz.? İslam Dini İkaz-Mehmet Güleç İnsana öncelikle lazım olan, ehli sünnet vel cemaat görüşünün iktiza ettiği biçimde, itikadını düzeltmektir ki bu zatlar, fırkai naciyedir. İkinci olarak, fıkhi hükümlere göre, yararlı salih amelleri işlemektir. Şayet, tevfiki ilahi müsait olursa, farzları, sünnetleri, vacipleri, müstehapları, helali, haramı ve şüpheli işleri öğrenip anlatılan itikada ve amele dayalı iki kanat dahi hasıl olduktan sonra, hakikat alemi canibine uçmak mümkün olur. İtikada ve amele dayalı iki şeyin husulü olmadan; hakikat alemi canibine uçmak muhaldir. Mektubatı Sofiyye yoluna girmekten maksad; imanın hakikatı sayılan şeriata bağlı itikadlara karşı yakini artırmaktır. Fıkıh hükümlerini yerine getirmekte kolaylık yolunu bulmaktır. İş, bunun ötesinde birşey değildir. Mektubatı Meselelerden bir meselede, ulema ile sofiyye ihtilaf halinde olduğu zaman, tam bir şekilde mülahaza edilince görülecektir ki, Hak ulema tarafındadır. Mektubatı Rabbani Sonuç olarak denilebilir ki, bugün tasavvufun tamamen kaldırılması düşüncesinde olanlar olduğu gibi, işlenmekte olan yanlış inanış ve amellerin temizlendiği tasavvufu savunanlar da vardır. Bu isimlerden aklıma gelen bazıları şunlardır Yusuf Kerimoğlu, Said Ramazan Bûti, Yusuf el-Kardavi, Halil Gönenç bu isimlerin başında sayılabilir. Tavla oynamak Tavla oynamak cumhuru ulemaya göre haramdır. Peygamber sav ?Tavla oynayan kimse sanki elini domuz et ve kanı ile boyamış gibidir.? Müsnedi Ahmed ve Ebu Davud Halil Gönenç-Fetvalar Tavla ve iskambil oynayan günaha girer. Söz de olsa, oyun da olsa insanı kötülüğe, günaha, cehenneme götürür. Resulullah sav bunlardan nehyetmiştir. Fetvalar-Nevzat AkaltunTavuk Tavuk kesilip karnı yarılmazdan, tüyünü yolmak için kaynar suya atılsa o tavuk necis olur. Bu surette o tavuk yolunup karnı temizlendikten sonra üç defa temiz su ile yıkansa tavuk eti temiz olur. İbni Nüceym Fetvalar-Nevzat Akaltun Süt, bal ve pekmez üç defa kaynamakla, şarapla pişen et üç defa kaynatılıp soğutmakla temizlenir. Keza içi yarılmadan yolmak için kaynar suya atılan tavukta öyledir. Fetih?te tavuğun ebediyyen temizlenmeyeceği bildiriliyor. Ama Ebu Yusuf?a göre temizlenir. Buradaki illet tavuğun kaynamakla pisliği çekmesidir. Ancak et, kaynadıktan sonra pisliği içecek ve etin içine işleyecek kadar durmadıkça mezkur illet sabit olmaz. Kaynar su ile yolunan ette bunların ikisi de tahakkuk etmemiştir. Zira su, kaynama derecesine varmaz. Et dahi suyun içinde yalnız sıcaklık cildin dış kısmına ulaşacak kadar durur. Şu halde kaynak su ile yolunan kuzu etinde evlâ olan, üç defa yıkamakla temizlenmesidir. Şerefetül Eimme tavuk, işkembe ve kaynak ile yıkanan kuzu hakkında buna kail olmuştur. Bahr sahibi de onu tasdik etmiştir. İbni Abidin-1 Tavuk vb hayvanlar usulüne göre kesilip ölünce, kolay yolmak için sıcak suya batırılması halinde yalnız derisi pislenir, pislenen deri ise yıkamakla temizlenir ve yenir. Helaller ve Haramlar-Hayreddin KaramanTayyi mekan Kim bir veli için tayyi mekan Aynı anda birden fazla yerde bulunmak, göz açıp kapayana kadar uzak mesafeleri aşmak caizdir derse cahildir. Hatta bazıları tekfir etmiştir. Irak uleması; bu ancak mucize olur. Ona keramet diye inanmak cehalet veya küfürdür, demişlerdir. Horasan ve Batı Türkistan uleması onu bir keramet olmak üzere ispat etmişlerdir. Bu meselede İmam Muhammedin bu sözünden başka diğer üç imamdan bir nakil yoktur. İbni Abidin-7Taziri dayak gerektiren suçlar İçki içenlerin yanında bulunan şahıs ?içmese bile- içki şüphesi ile tazir olunur. Yanlarında içki şisesi bulunan şahıs, tazir olunur ve hapsedilir. İçki satan ve faiz yiyen müslüman, tazir olunur ve hapsedilir. Keza, teganni edip, şarkı, türkü söyleyen, ölü için birşeyler söyleyerek ağlayan ve kadın gibi davranan kimseler, tevbe edene kadar tazir ve hapsolunurlar. Nehrül Faık?ta da böyledir. Fetevayi HindiyyeTefsir kitabı ve abdest Kuran lafızları tefsir kısmından daha çok olursa o tefsiri abdestsiz tutmak haram olur. Diğer halde bu tür kitapları tutmak için abdest almak menduptur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Tefsir kitaplarına abdestsiz el sürülemez. Bunun dışındaki dini kitaplara el sürmek için abdest almak menduptur. Nimeti İslamdan Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt ÖzcanTek kişi imamın neresinde durur Açık olan rivayete göre tek kişi imamın tam hizasında durur. İmam Muhammed ise ?Ayak parmaklarını imamın ökçesi hizasına koyar? demiştir. İki kişi olursa arkada dururlar. Hadise göre efdali budur. İbni Mesud?dan gelen esere göre ise imamın ortada olması da caizdir. Hidaye TercümesiTelkin vermek Hanefi mezhebine göre, definden sonra telkinden ne nehyedilir ve de onunla emredilir. Tercih yapmamakla beraber telkini meşru görmüşlerdir. Bazı kimselerin telkin verecekleri vakit, cemaati kabrin başından uzaklaştırmalarının hiçbir mesnedi yoktur. Dürretül Fahireden Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Cenaze defnedildikten sonra telkin yapılmaz. Ama yapılırsa mâni de olunmaz. Cevhere de bunun ehli sünnete göre meşru olduğu bildirilmiştir. Şu kadar demek kâfidir ?Ey fulan oğlu filan! Hangi dinde olduğunu hatırla ve Rab olarak Allah?a din olarak islama, Peygamber olarak da Muhammed?e razı oldum de? Ya Rasulallah babasının adını bilmezse ne yapacak? Diyenler oldu. ?Adem ile Havva?ya nispet eder? buyurdular. Kabirde soru sual edilmeyene telkin yapılmamalıdır. Esah kavle göre peygamberlerle müminlerin çocuklarına kabirde sual yoktur. İbni Abidin-3Teravih namazı İki rekatta bir selam vererek kılınır. Dört rekatta bir selam vererek kılınması sahih değildir. Şunu ifade edelim ki bu bir sünnet namazdır, 20 rekat kılmak şart değildir. İki rekat, sekiz rekat veya yirmi rekat kılınabilir. Büyük Şafii İlmihali Vitirden önce ve sonra kılınabilir. Bir kimse teravihin bir kısmına yetişemezde imam vitire kalkarsa, imamla birlikte vitiri kılar; sonra da yetişemediği kısmını tamamlar. Teravih yirmi rekattır. Fethul Kadir?de beyan olunduğuna göre delilin muktezası sekiz rekatın sünnet olmasıdır. Kalanı müstehabdır. İbni Abidin-2Teravih namazında acele etmek Namazlarını kalbi ve bedeni huşudan yoksun kılan veya kıldıranlara tavsiyem şudur Teravih namazlarını huşusuz yirmi rekat kılmaktansa sekiz rekat huşulu kılmak daha hayırlıdır. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-KardaviTeravih namazında işlenen bidatlar Teravih namazı kılarken her iki veya dört rekatın selamından sonra; müezzin, cemaat ve hatta imamlar hep bir ağızdan yüksek sesle ilahi, salâvat ve tekbirler getirmeleri de sünnete muhalif ve mekruhtur. Bunlar bidattır. Zira tervihadan maksat, kılınan rekat kadar istirahat yapmak ve huzuru bozmadan sessiz olarak tesbih, tehlil veya tefekkür gibi amel ve hallerle meşgul olmak sünnete uygun olanıdır. Teravih namazını kılmak için mahalle camilerini bırakıp başka camilere giden günahkarların halleri de ayrı bir bidattır. İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa UysalTeravih namazında niyet Her iki rekat başında, tervih için niyet etmeye ihtiyaç yoktur. Esah olan da budur. Fetevayi Hindiyye Teravih namazında her selamdan sonra, namazdan çıkılacağı için, yeniden niyet edilmelidir. Hilaftan kurtulmak için bunun daha ihtiyatlı olduğunda şüphe yoktur. İbni Abidin-2Tesbih kullanmak Gösteriş olmamak şartıyla tesbih kullanmakta beis yoktur. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe ZühayliTeşehhüdde dua okumak İkinci teşehhüdden sonra Kuran ayetlerine ve varid olan dualara benzer dualar istendiği kadar yapılabilir. Zira İbni Mesud ra rivayetine göre Peygamber efendimiz sav ona ?Teşehhüdden sonra duaların en güzelini ve senin hoşuna en çok gidenini seç? Ebu Davud Hidaye TercümesiTeşehhüde ve parmak Elleri uyluğun üzerine koyar. Parmakların arası az açılır, uçları dizlerin üzerine konur, fakat en sahih olan görüşe göre, ellerle diz kapakları tutulmaz. Mutemed olan görüşe göre, kelimei şehadet getirirken sağ elin işaret parmağı, ?Lâ? derken kaldırılır, ?illallah? derken indirilir ki bu kaldırma ve indirme işaretleri ile Allah?ın eşinin bulunmadığı teyid edilmiş olsun. Oturuşta parmakların hiçbiri yumulmaz. İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli Dört mezhebe göre de sünnettir. Hanefiler, teşehhüdün sonunda ?Lailahe? sözünü söylerken işaret parmağını kaldırır ?illallah? sözünü söylerken işaret parmağını indirir. Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan Şehadet getirirken şehadet parmağıyla şehadette bulunmaz. Fetva buna göredir. Lakin mutemed olan kavil Kemal, Halebi, Şeyhul İslam vb gibi müteahhirinin sahih buldukları kavildir ki o da şehadet parmağı ile işaret etmesidir. Çünkü Peygamber sav bunu yapmıştır. Ulema bu kavli İmam Azam ile İmam Muhammed?e tarafeyn nispet etmişlerdir. Nefi? ederken kaldırır, ispat ederken indirir. İşaretin şekli şehadet getirirken orta ve bağ parmak halka yapılarak ve küçük parmakla yüzük parmak yumularak, şehadet parmağı ile işaret etmektir. Ayni?de parmak kaldırmanın müstehap, Muhit?te ise sünnet olduğu bildirilmiştir. Bu iki sözün arasını bulmak için sünneti gayri müekked demek mümkündür. İbni Abidin-2 ?...şehadet parmağıyla işaret ederdi.? Müslim İmam Muhammed, sağ elin baş parmağı ile orta parmağını halka yapmak, diğer iki parmağını yumarak şehadet parmağını kaldırmakla olur, der. Bazıları parmakların yumulmadan işaret edileceğine, birtakımları da baş parmağı diğer parmakların altına getirmek sureti ile parmağı kaldıracağını söyler. Şehadet parmağının kaldırılmasına lüzum görmeyenler de bulunmuşsa da onların kavilleri sahih rivayetlere muhaliftir. Şehadet parmağıyla işaret yapılırken tevhidi yani Allah?ın birliğini, ihlası niyet etmek gerekir. Sahihi Müslim Tercümesi-Ahmed Davudoğlu ?Hz. Peygamber sav, sol elini dizi üzerine yayar, sağ elinin bütün parmaklarını kapatarak, şehadet parmağı ile işaret ederdi. Gözü ile de ona bakardı.? Müslim, Ebu Avane, İbni Huzeyme. Humeydi Müsnedinde yine Ebu Ya?la Müsnedinde İbni Ömer?den sağlam bir isnadla şu ilaveyi yapmışlardır ?Bu şeytanın figanıdır. Hiçbir kimse, onun böyle yapmasından ötürü yanılmasın? Humeydi?nin kendisi de parmağını diker ve şöyle derdi ?Müslim b. Ebi Meryem diyor ki bana bir adam Şam?daki bir kilise de Peygamberlerin namazda böyle yapar vaziyette resimlerini gördüğünü nakletti.? Ben derim ki bu hoş ve garip bir nüktedir. Senedi de o şahsa kadar sağlamdır. Hz. Peygamber sav şehadet parmağıyla kıbleyi işaret ettiği zaman baş parmağını orta parmağının üzerine koyar Müslim, Ebu Avane bazen de bu iki parmağı ile halka yapardı Ebu Davud, Nesai, İbnul Carud el-Munteka, İbni Huzeyme, İbni Hibban, es-Sahih sağlam bir isnadla. İbni Mulakk?ın da hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadisin İbni Adiyy?de de bir benzeri vardır. İmam Tahavi ?bununla dua ederdi? ifadesi hakkında şöyle diyor ?Bu hadiste olayın namazın sonunda olduğuna delil vardır.? Ben diyorum ki yine bu hadiste işaretin ve parmağın hareketinin selama kadar devam etmesinin sünnet olduğuna delil vardır. Çünkü dua selamdan öncedir. Bu Malik ve başkalarının mezhebidir. İmam Ahmed?e sormuşlar ?Kişi parmağı ile namazda işaret eder mi?diye. ahmed kuvvetli bir ifade ile ?evet? cevabını vermiştir. İbni Hani bunu ?Mesail?inde nakletmektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki; teşehhüdde parmağı hareket ettirmek Hz. Peygamber?den çıkmış bir sünnettir. Ahmed ve diğer hadis imamları bununla amel etmişlerdir. Bunun namaza yakışmayan abes bir şey olduğunu iddia eden bir takım kimseler Allah?tan korksunlar. Onlar böyle yapmanın Hz. Peygamberden sabit olduğunu bilmelerine rağmen bu düşünceyle parmaklarını hareket ettirmiyorlar. Onlar bunun tevilinde de Arap üslubunun delalet etmediği tarzda tevilinde zorlanıyorlar ve müctehidlerin anlayışlarına muhalif hareket ediyorlar. Ne gariptir ki; onlardan bir kısmı, sözü sünnete ters düşse de, bu meselenin dışındaki meselelerde imamı müdafaa ediyorlar. Delil olarakta şunu ileri sürüyorlar imamın yanıldığını söylemek o müctehidi kötülemek ve ona saygısızlık etmektir. ?Sonra bunu unutuyorlar, bu sağlam ve Hz. Peygamber?den sabit olan sünneti reddedip onunla amel edenlerle de alay ediyorlar. Bilerek veya bilmeyerek bu alaylarının kendi imamlarını da içine aldığının farkında değiller. Çünkü, sünneti bize getiren bizzat O?dur. Sünnetle amel etmek onunla alay etmektir. İşaretten sonra parmağı indirmek, ya da onu Kelime-i Tevhiddeki Lâ ve illa lafızları ile kayıtlandırmak ise, tamamen sünnette yeri olmayan, hatta bu hadisin delaletine ters düşen bir husustur. Şehadette parmağın hareket ettirilmeyeceğini bildiren hadis, isnat yönünden sabit ve sağlam değildir. Sağlam bile olsa hadis olumsuz mana bildirmektedir. Bu hadis ise olumlu mana ortaya koymaktadır. Alimlerce bilindiği üzere, müspet mana menfiye tercih edilir. ?Hz. Peygamber sav parmağını kaldırdığı zaman hareket ettirerek dua ederdi. Ahmed, Bezzar, Abdulgani el-Makdisi, hasen bir isnadla Beyhaki ?Hz. Peygamber her iki teşehhüdde de böyle yapardı. Nesai, Beyhaki sahih bir isnadla Hadislerle Hz. Peygamberin Namaz Kılma Şekli-ElbaniTevazu Ali ra?den Üçe şey tevazunun başıdır. 1. Kişinin rastladığı kişiye önce selam vermesi 2. Meclisin aşağı yerinde oturmaya razı olması 3. Riya ve gösterişten hoşlanmaması. Kenz Hayatüs Sahabe-3Teyemmümde yüzük Fakihler, teyemmüm esnasında, abdestin hilafına teyemmümde yüzüğün çıkarılmasını beyan etmişlerdir. Hidaye Top oynamak Top oynamak namazın terkine vesile olursa veya islama muhalif başka hareket olursa o cihetten haram olur. Yoksa haddi zatında haram değildir. Halil Gönenç-FetvalarTuvalet yeri ve kıble Eğer o yer, abdest bozmak için tahsis edilmişse tuvaletler gibi yüzü veya sırtı kıbleye vermek caizdir. Büyük Şafii İlmihaliTüp bebek Kadın veya eşindeki bir kusur sebebiyle, tabii ilişki ile gebeliğin gerçekleşmesi mümkün olmadığı durumlarda döllendirilecek yumurta ve sperm, her ikisi de nikahlı eşlere ait olmak, doğacak çocuğun maddi, ruhi ve akli sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisinin olmayacağı tıbben sabit olmak şartıyla, tıbbi usüllerle gebe kalmalarında, islami hükümler açısından bir sakınca yoktur. Fetvalar-Diyanet Vakfı 1986 yılında Amman?da yapılan İslam Konferansı Teşkilatına bağlı İslam Fıkıh Akademisi bu konuda şu sonuca varmıştır 1- Kocanın sperminin yabancı bir kadından alınan yumurta ile döllendirilerek karısının rahmine yerleştirilmesi, 2- Yabancı bir erkekten alınan spermin kadının rahmine yerleştirilmesi, 3- Oluşan embriyonun başka bir anne adayına yerleştirilmesi, 4- Yabancı erkek ve yabancı kadın hücresinin döllendirilerek kadının rahmine yerleştirilmesi, 5- Kocanın spermi ile karısının yumurtasının dışarıda döllendirilmesiyle oluşan embriyonun, kocanın diğer karısının rahmine yerleştirilmesi şeklinde yapılan suni döllenme ve tüp bebek uygulamaları, islamın bu konuda koyduğu temel ilke yasak ve amaçlara ters düştüğü için şeran caiz değildir. Buna karşılık kocanın spermi ile kadının yumurtaları alınarak oluşacak embriyonun kadının rahmine yerleştirilmesi işlemi ihtiyaç halinde başvurulabilecek, tedavi karakteri taşıyan ve dini ilkelere de ters düşmeyen bir yol olup dini bir sakınca taşımaz.? Diyanet İslam İlmihali-2Türbe yapmak Cabir ra?den rivayet edilmiştir ki, Efendimiz sav, kabirlerin kireçlenmesini, üzerinde oturulmasını, bina yapılmasını yasaklamıştır. Müslim Tevhidin Hakikati-Yusuf el-Kardavi Bugün birçok insanın yaptığı gibi, kabrin çimento ile inşa edilmesi tahrimen mekruhtur. Yalnız büyük zatların, din alimlerinin mezarlarını duvarlarla çevirmenin ve üzerlerine kubbe yapmanın bir sakıncası yoktur. Büyük Şafii İlmihali Kabirleri inşa edip üzerine sanduka yerleştirmenin üstüne perde çekmenin ve baş tarafında sarık sarmanın islamda yeri yoktur. Fetvalar-1 Halil Gönenç Hz. Ali ra, Ebu?l Heyyac el-Esedi?yi Yemen?e gönderir ve kendisine şöyle der ?Resulullah?ın gönderdiği bir iş için seni gönderiyorum, Yerden yüksek ne kadar kabir varsa yık ve ne kadar heykel varsa yerle bir et.? Müslim Cenaiz93 Tasavvuf ve İslam-İbrahim Sarmış Peygamberimiz sav ?Onlar, aralarında bulunan iyi bir adam ölünce mezarı başında mabed yaparlar, sonra da bu mabedi o gördüğünüz resimlerle süslerler. Onlar Allah?ın kötü kullarıdırlar.? Buhari, Müslim, NesaiTürbelerde namaz İmam Ahmed ve diğer fıkıhçılardan gelen delillere göre islam dininde, cami ile kabrin bir arada bulunmasına yönelik icma yapılamaz. Bunlardan hangisi önce yapılmış ise diğeri önce yapılanın yanına inşa edilemez. Önce yapılan yerinde bırakılır. İkisinin bir arada bulunması caiz değildir. Yanında kabir bulunan bir camide namaz kılmak caiz değildir. İbni Kayyımdan Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi Namaz kılanın üç arşın yakınlığında, karşısında kabirler olup, gözün onlara ilişse kerahet vardır. Abdurrahim Fetvalar-Nevzat Akaltun Rasulullah sav şöyle buyurmuşlardır ?Habeşliler öyle kimselerdir ki, içlerinden salih bir kimse ölünce, hemen onun kabrinin üzerine mescid yaparlar ve resmini de o mescide koyarlardı. İşte onlar Allah katında halkın en şerlileridir? Buhari-Müslim ?İnsanların en şerlileri, kıyamet koptuğu zaman hayatta olanlar ve kabirleri mescid haline getirenlerdir? Ahmed-Ebu Hatim Türk lirası verip, dolar almak Meselâ 1000 Amerikan dolarının bugünki değeri kadar Türk lirası verip bir yıl sonra ödemek üzere 1200 Amerikan doları alınamaz. Çünkü bunlar birbirlerinin yerine geçebilen şeylerdir. Abdülaziz Bayındır-Faiz ve TicaretTütün satışı Benim kanaatime göre tütünü tiryaki olarak içmek haram, ara sıra bir iki tane içmek ise mekruhtur. İçilmesi haram ve mekruh olan bir nesneyi yetiştirmek ve satmak caiz değildir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanV Vaaz mı Kuran mı? Vaaz dinlemenin evla olması, Kuran ayetlerini anlayıp, şeri manalarını tedebbüre ve hikmetli vaazlarından istifadeye kudreti olmayanlara mahsustur. Çünkü bunlara kudreti olan bir kimsenin Kuran dinlemesinin evla hatta vacip olduğunda şüphe yoktur. Cahil böyle değildir. O Kuran okuyandan anlamadıklarını muallimden ve vaazından anlar. Binaanaleyh bu onun için daha faydalıdır. İbni Abidin-2Vade farkı koymak Alış veriş peşin olursa normal olarak kâr etmek tabii olduğu gibi vadeli olursa da insaf dairesinde karşı tarafı yıkmadan belirtilen zamanı ölçerek kâr elde etmekte tabiidir. Her tarihte bu tip alış veriş olmuştur. Yani alış verişte vade farkı alınmıştır. Alış verişte vade farkını eklemek cumhuru ulemaya göre caizdir.Neylül Evtardan Halil Gönenç Ebu Hanife?ye göre, para tedavülde olduğu sürece, değeri ister artsın, ister eksilsin, borç aynen ödenir. Para değerindeki değişmenin, ödenecek miktar üzerinde bir etkisi olmaz. İmam Ebu Yusuf?a göre, sözleşmenin yapıldığı tarihteki değeri, kullanılmakta olan bir başka para veya altına göre takdir edilip ödenmesi gerekir. İmam Muhammed?e göre ise, bu durumda sözleşmenin yapıldığı zamana değil; paranın değerinin değiştiği zamana itibar edilir. Günümüzde paranın çok sık değer değiştirdiği göz önüne alınarak, Ebu Yusuf?un fetvasıyla amel edilmesi, ayrıca tarafların helalleşmeleri yerinde olur. Fetvalar-Diyanet Vakfı Vadesinde ödenmeyen borçların makul ve ekonomik bir vade farkı ile tahsil edilebilmesi için karşılıklı rızayla ilk akdin bozulması ikale yapılması yine karşılıklı rızayla aynı malın aynı müşteriye yeni bir fiyatla satılmasıdır. Fıkıh kitaplarında satılan malın mevcut olması halinde bu işlemi caiz görmektedir. Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman Bir satış içerisinde, iki satış caiz olmaz vadeli satış ve vade farkı Günümüzde en çok tartışılan konulardan birisi de; bir malın "peşin" ve "vadeli" satışındaki, fiyat farkıdır. Bir mal; peşin "bin liraya" satın alınabilirken, vade süresine göre "bin ikiyüz" veya "bin beşyüz" liraya alınabilmektedir. Mal aynı olduğuna göre; fiyatın farklılaşması "vade faktörüne" dayanıyor demektir. Bunu "Pazarlık sonucu malın fiyatının farklı olabileceği" tezi ile izah etmek mümkün değildir. Zira ticari piyasada bir malın "Peşin" ve "Veresiye" fiyatları; faiz oranları ve enflasyon dikkate alınarak ilan edilmektedir. Günümüzde birçok müellif; vadeli satıştaki vade farkını pazarlıkla izah ederek, fetva vermektedir. Esasen ticaretle uğraşan birçok mü'min "Peşin ve vadeli satış arasında fark olmazsa biz ayakta duramayız. Vadeli satışları takip için, ayrıca eleman görevlendiriyoruz" diyerek, içinde bulundukları durumu izaha gayret ediyorlar. Paranın değerinin sürekli düşmesini de; ayrı bir delil şeklinde ele almaktadırlar. Darû'l İslâm'da para; "itimad senedi" değil, bizzat maldır. Esasen şer'an satışın "Malın, mal ile mübadelesidir" şeklinde tarif edilmesinin sebebi de budur. Para, altın, gümüş veya bunların yerine kaim olacak nakit kaime dir. Günümüzde de kullanılan parası ise; belli bir mal karşılığında basılmamakta, "İtimad senedi" mahiyetini korumaktadır. Emisyon fazla para basmak ise; değerini değiştirmektedir. Bu değişiklik; bazen çok kısa sürede olmaktadır, cehalet süreklidir. Şimdi konunun Darû'l İslâm'daki durumunu izaha gayret edelim. Abdullah İbn-i Ömer ra'den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sav Hz. Attab b. Esed'i Mekke-i Mükerreme'ye vali olarak gönderirken "- İnsanların, bir satış içerisinde iki satış yapmalarına müsaade etme, yasakla" emrini vermiştir. Hanefi fûkahası "Bir malın, peşin "şu fiyata" vadeli veresiye "bu fiyata" sattım" şeklindeki ifadelerle satılması caiz değildir" İmam-ı Kasani-El Bedaiû's Senai-Beyrut 1974 C 5, Sh 158 vd. Ayrıca Şeyh Nizamüdinni ve Heyet-El Feteva-ı Hindiyye-Beyrut 1400 C 3, Sh 136, İmam-ı C 14, Sh 36. Feteva-ı Bezzaziye-C 4, Sh 431 hükmünde ittifak etmiştir. Mesela "Şu buzdolabını peşin olursa " TL", vadeli olursa " TL." karşılığında sattım" gibi!.. Ancak müşteri bu iki fiyattan birisini, aynı mecliste kabul eder ve mesela "Ben vadeli olarak " TL." karşılığı satın aldım" derse caiz olur mu? Yasaklamanın illetini; malın fiyatındaki cehalete bağlayan müctehidler indinde bu caizdir. Zira cehalet ortadan kalkmış, iki tarafın icab ve kabulle rızası söz konusu olmuştur. Yasaklamanın illetini; vade sebebiyle malın fiyatının yükselmesine bağlayan müctehidler indinde caiz değildir. Zira Resûl-i Ekrem sav, "Kim bir satış içerisinde, iki satış yaparsa, ona iki fiyattan az olanını almak veya faiz yemek vardır" Tac Tercümesi, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud hadisinin zahiri esastır. Çünkü bir şeyin helal veya haramlığı hususunda ihtilaf hasıl olursa, itiyaden uzak durmak Şüpheliden kaçınmak gerekir" hükmünü beyan etmişlerdir. Hz. Ömer ra'in rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif'te "Malum olan ribayı terkettiğiniz gibi, riba faiz şubesi olan işleri de terkediniz" buyurulmuştur. İmam Ebû Bekir El Cessas-El Ahkamû'l Kur'an-Beyrut 1335 C 1, Sh 465. Not İbn-i Abidin "Mecmuati'r Resail" isimli eserinde bu hadisi zikretmekte ve "-İki satıştan maksat, söylediği iki fiyattan az olanını kabul ederse mesele yoktur. Çok olanı kabul ederse faiz yemiş olur" demektedir. Pazarlık etmek; hem satıcının, hem alıcının şer'i hakkıdır. Sonuç olarak ticaretle meşgul olan mü'minlerin; bir satış içerisinde iki satış yapmaktan kaçınmaları, tek fiyat söylemeleri daha uygundur. Bu sayede "şüpheden" kurtulmuş olurlar. İmam Serahsi?nin konuyla ilgili olarak iki tespiti söz konusu. Şimdi bunları gözden geçirelim ?Resuli Ekrem Sav Hz. Attab b. Esed?i Mekke?ye vali olarak gönderdiğinde ona şu talimatı vermiştir Mekke halkını, bir satış içinde iki şart peşin şu, veresiye bu koşmaktan ve seleften menet? biz bu rivayeti esas alıyor ve bununla amel ediyoruz. El-Mebsut-Serahsi Bu tespitte; kat?i bir tercih ortaya koymuştur. Fakat ne gariptir bu tercih hiç dikkate alınmadan; Mebsut?un yer alan; ?İki fiyattan birisi üzerinde anlaşma sağlandığı takdirde bu alışverişin caiz olacağını? beyan eden hüküm zikrediliyor. Sonuç olarak yazara göre vadeli alışverişlerde aradaki fiyat farkında bankalardaki faiz oranlarının etkili olması ve ilgili hadisin illeti olarak; malın fiyatındaki belirsizliği görmesi nedeniyle bu tür alışverişlerden kaçınmak gerekir. Ancak yazar Türkiye?deki enflasyon gerçeğinden de bahsetmeden geçemez. Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu İşçi, terzi, boyacı, tornacı ve sobacı gibi, yaptığı işte eseri veresiye yahut taksit için konulan ayrı ayrı fiyatlardan biri üzerinde anlaşsalar ve böylece belli bir fiyatla alışveriş kesinleşse, bu şekilde yapılan akit sahihtir. Zira aktin sıhhat şartı olan fiyat belirlilik kazanmıştır. Mebsut Fetvalar 4-Nevzat AkaltunVahdeti vücut Ali el_Kari ?Herhangi bir insanın, Allah?ın bir parçası olduğunu söyleyenler bütün tevhid dinlerinde kafir olur. Söyledikleri en büyük küfür olmasına rağmen, hristiyanlar her şey Allah?tır, dememişlerdir. Hiçbir kimse, ?yaratıklar Yaratanın aynıdır; yaratan, yaratılanın kendisidir, münezzeh olan Hak, müşebbeh olan halktır? dememiştir. Firra?l Avn fi Mudai İmanı Firavn İbrahim Sarmış-Tasavvuf ve İslamVarislere yapılan vasiyet Kişinin varisleri arasında herhangi birine vasiyet etmesi geçerli değildir. Zira Peygamber Efendimiz sav ?Cenabı Allah her hak sahibinin hakkını vermiştir. Şunu bilin ki, bir vârise vasiyet olamaz.? Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Nesai Hidaye TercümesiMüslüman olmayanın vasiyyeti Müslümanın gayri müslime, gayri müslimin de müslümana vasiyyeti geçerlidir. Hidaye TercümesiVatanı asli Vatanı Asli; kişinin doğduğu veya evlendiği yahut yerleştiği yerdir. İlk vatanında kimsesi kalmadığı zaman bu vatan yalnız misli bir batıl olur. İlk vatanında ailesinden kalanlar varsa bâtıl olmaz. Her iki vatanında da namazlarını tam kılar. Metin kısmı İbni Abidin-3Vesile nedir? ?Ey iman edenler, Allah?a saygılı olun, O?na yaklaşmaya vesile arayın? Maide35 Bil ki, bütün yükümlülükler iki nevide toplanmıştır. Bunların bir üçüncüsü yoktur. 1- Yasaklanmış olan şeyleri terketmektir ki Allah?a saygılı olun emriyle, işte buna işaret edilmiştir. 2- Emredilenleri yapmak ki Allah cc buna, O?na yaklaşmaya vesile arayın buyruğuyla işaret etmiştir. Öyleyse bundan murad, O?nun rızasını elde etmek için kendisine ulaştıran vesileyi aramaktır ki, işte bu da ibadet ve taatlarla olur. Tefsiri Kebir-Fahruddin RaziY Yahudinin yanında çalışmak Hz. Ali ra aç olduğu bir gün, bakracı bir hurma olmak üzere bir yahudiye çalışmıştır. El-Kenz, Tirmizi Hayatüs Sahabe-2Yaş günü Yaş günü kutlamalarını yapılış amacı ve doğurduğu sonuçlar itibariyle değerlendirmek gerekir. Bu kutlamalarda amaç, bir kişinin doğmuş ve o anda kutlamış olduğu yaşa gelmiş olmasının sevincini yakın arkadaş ve dostlarıyla paylaşmaktan, bunu toplanıp hoşça vakit geçirmek için vesile yapmaktan ibaret olduğunda, kutlamanın meşrû ölçüler içinde yapılması şartıyla, mâkul ve caiz olduğunu söylemek gerekir. Yılbaşı eğlence ve kutlamalarında da olduğu gibi, bu tür kutlamaların yabancı kültüre imrenme ve taklit unsurları galip gelirse sakıncalı olacağı tabiidir. Diyanet İslam İlmihali-2 Sıradan şahısların yaş günleri ile ilgili kutlama ve merasimlerin günümüzde dinle ilgisi kalmamıştır, bunlar milli örfler haline gelmiş, hatta millilik sınırını da aşarak küreselleşmiştir. Bunun dini bir sakıncası yoktur. Ancak kendi çocuklarımızın yaş günlerini kutlarken şekilde başka kültürleri taklit etmemeliyiz. Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanYatarak Kuran okuma Ayakta ve yatarken de Kuranı Kerimi tilavet etmekte beis yoktur. Hindiyye Fetvalar-1 Halil GönençYeme kan karıştırmak ?De ki, bana vahyolunanlar içinde bir yiyenin yemesi için ölü eti, akıtılan kan, domuz eti ?ki, bu gerçekten murdardır- ya da Allah cc?tan başkası adına kesilmiş iş bir fısk dışında haram kılınan bir şey bulamıyorum. Enam6 Hiçbir tefsirde temas edilmemekle beraber, yukarıda mealini verdiğimiz ayette haram olarak sayılan maddelerin kime haram olduğu, ?bir yiyenin yemesi için? gibi ilginç bir Kuran ifadesi ile anlatılır. Hayvanlarda birer yiyen olduğuna göre bu ayete bu maddelerin onlara da haram olduğuna işaret olsa gerektir. Öyleyse hangi oranda karıştırılırsa karıştırılsın, yem yapmak üzere kan almak isteyen bir müslüman onu nasıl satın alacak, satan nasıl satacaktır? Görüldüğü gibi iki tarafın yaptığı muameleyi meşru kılacak bir yol yoktur. Mekruh olmakla beraber bu hayvanlar yenilebilir... ?Pak olmayan şeyleri, mesela bozulup temizliğini kaybeden kokmuş etleri vesaireyi, etleri yenebilen hayvanlara yedirmek caiz değildir.? Ö. N. BilmenFetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerYeminde istisna Eğer bir kimse herhangi bir şey için yemin ettikten sonra hemen ardından ?inşallah? derse, o kimseye yemin ettiği şey lazım gelmez. Zira peygamber efendimizin sav ?Kim ki herhangi bir şey için yemin ederken ?Allah dilerse? dese yemin etmemiş gibi olur? buyurmuştur.? Hidaye TercümesiYenilebilen hayvanlar Şafiilere göre at, kertenkele, samur, kirpi, veber ve sincap gibi hayvanların eti mubahtır. Sırtlan ve tilki gibi azı dişi zayıf olup da onunla kapıp parçalama durumunda olmayan hayvanların eti haram değildir. Ekin kargası da helaldir. Keler haramdır. Büyük Şafii İlmihaliYenilmesi yasak olan hayvanlar Midye, istiridye, istakoz ve salyangoz haramdır. Fetvalar-Halil gönençYılbaşı İttifakla kabul edilen fıkhi kaidelerden birisi de şudur ?Müslümanın, bir başka dinin şiarı alameti farikası olan bir fiili kendi ihtiyarı ile yapması küfürdür.? Nevruz ve yılbaşı kutlamaları alimlerimizce başka dinlerden ve inanç sistemlerinin şiarları olarak görülmüş ve hüküm ona göre verilmiştir. Bazı Hanefi alimleri demişlerdir ki, adı geçen bütün bu başka inançların gereği olan bayram ve kutlamalara katılan ve bundan tevbe etmeyen onlar gibi kafirdir. İmam Malik?in arkadaşlarından biri de demiştir ki, nevruz günü o günü tazim için bir karpuz kesen sanki domuz kesmiş gibidir. Dolayısıyla müslüman, böyleleriyle oturması, kesmede ve pişirmede onlara yardımcı olması ile günahkar olmuş olur. Türkmani Yılbaşı gibi başka inançların şiarı olan günlere, o güne tazim ve kutlama maksadıyla katılmak, aynı maksatla o günlerde tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi almak, yemek, ziyafet çekmek, bu tür kutlamalara katılmak küfürdür. PTT?nin ucuz hizmetinden yararlanmak için tebrikleşmek küfür değilse de, onlara benzeme ve onların uygulamalarını yaygınlaştırma ve meşru gösterme anlamı taşıdığından tehlikeli ve mahzurludur. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerYüksek sesle Kuran Okumak Kuranı kerimi okurken, cenazede, harbde, vaazda sesi yükseltmeyi mekruh görmüşlerdir. Binaanaleyh ?vecd? adını verdikleri şiir ve ilahiler nağmelerle okunurken sesin yükseltilmesini mekruh olduğunda şüphe yoktur.Mülteka Tercümesi-4Z Zararlı şeyler Maide Razi Zararlı şeylerde aslolan onun meşru helal olmamasıdır. Tefsiri Kebir-Fahruddin RaziZaruret hali Fethül Kadir?in kaza bölümünde, ölüm derecesinde veya uzvun kaybı ile ilgili bulunmayan maslahatın celbi veya mefsedetin def?i için müslümanın, devlet adamına veya aracıya rüşvet verebileceğinden bahsediyor. Bu bir çelişki değil midir? Müslüman mesela, malını kurtarmak için rüşvet vermese ve malı elinden haksız yere alınsa, ne ölür ne kör olur, bu durumda rüşvet verip malını kurtarabilir demek, ?ihtiyaç zaruret gibi kabul edilir? demek değil midir? Helaller ve Haramlar-Hayrettin KaramanZekat ve borç verilen para Geri ödeneceği kesin olan alacakların, her yıl alacaklı tarafından zekatlarının ödenmesi gerekir. şayet her yıl zekatı verilmemiş ise, alacak tahsis edildikten sonra, geçmiş yıllara ait zekatların da ödenmesi gerekir. İnkar edilen ve geri alınma ihtimali görünmeyen alacaklar için, alacaklının her yıl zekat vermesi gerekmez. Şayet böyle bir alacak ödenirse, üzerinden yıl geçtikten sonra zekatı ödenir, geçmiş yılların zekatı ödenmez. Fetvalar-Diyanet VakfıZekat ve cami Zekat ile cami yaptırılamaz ve ölülere kefen alınamaz. Hidaye TercümesiZekat ve kadının bilezikleri Ama kadına islamın tanıdığı hakların tanınmadığı, kadının ezildiği, erkeğin hakimiyeti değil de baskısının bulunduğu ailelerde, hanıma ya da geline, altınlar bir kandırmaca olarak verilmişse, istendiğinde zorla da olsa alınabiliyor ve kadının isteğine hiç bırakılmıyorsa demek ki, o altınlar aslında kadının değildir. O onlarla sadece kandırılmaktadır, o takdirde zekatlarını da erkeğin ya da bu durumda olan, kayınpederinin vermesi, kurbanı onun kesmesi gerekir. Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk BeşerZekatını kardeşine vermek Kardeş kardeşe her ne kadar bakmakla yükümlü olsa da kendi zekatından vermesi caizdir. Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-KardaviZekatta niyetin zamanı Zekatı verdikten sonra niyet etmek hususunda Mecma şerhinde şöyle demektedir ?Zekatı verdikten sonra mal fakirin elinde duruyorsa caizdir, durmuyorsa caiz değildir. O zaman sadaka yerine geçer. Ehli Sünnet İtikadı-GümüşhaneviZekatını önceden vermek Nisaba malik olan bir kimse birkaç senenin veya birkaç nisabın zekatını önceden verse sahih olur. Musannıfın ?nisaba malik olan? diye kayıtlaması şundandır O kimse nisabdan az bir mala sahip olur da 200 dirhem için 5 dirhemi önceden verir, ikiyüz dirhemin senesi sonra dolarsa bu caiz olmaz. Kırk koyun için önceden bir koyun verir de elinde 39 koyun kaldığı halde sene dolarsa fakire verdiği koyun nafile sadaka olur. İbni Abidin-4Zengin olan baba oğulun Kurban kesmesi Bir evde bulunan, buluğa ermiş oğul ile, babanın malları ayrı ise ikisinin de kesmesi icab eder. Malları birlikse babasının kesmesi kifayet eder. Fetvalar 1- Nevzat AkaltunZikir Şayet insanlar Allahu Teala?yı zikir, tesbih için toplanırlarsa, gizli söylemeleri, aşikareden, daha faziletlidir. Fetevayi Hindiyye Abdullah b. Mesud ra?den ?Sünnet yolunda normal yürümek, bidat yolunda hızlı yürümekten evladır? El-Müstedrek Ebu Buhteri?den Abdullah b. Mesud bir gün akşam ile yatsı arası camide zikir edildiği haberini aldı. ?Siz bidat olan bir şeye öncülük ediyorsunuz. Eğer sizin bu yaptığınız bidat değilse, Muhammed?in ashabı delalet içindedirler, demek lazım gelir, demiş. Oradakiler af dileyip dağılmışlardır. Amr b. Abdullah b. Zübeyr?den ?Bir gün eve geç geldim. Babama, camide zikrediyorlardı, içlerinden kimisi titriyor ve o kadar cezbeye tutuluyorlardı ki, Allah korkusundan düşüp bayılıyorlardı, dedim. Babam ?Onların yanına gitmemi yasakladı ve ?Ben Resulullah?ı, Ebu Bekir?, Ömer?i Kuran okurken gördüm. Onlardan hiçbiri cezbeye tutulmuyor ve bayılmıyordu. Bu kimseler Allah?tan onlardan daha mı çok korkuyor! Hılye Hayatüs Sahabe-3Zulmü desteklemek İmam Devlet başkanı, zulme devam ederse, insanların onu desteklememeleri gerekir. Çünkü desteklemeleri halinde zulme karşı yardım etmiş olurlar. Fetevayi HindiyyeÇEŞİTLİ SORULAR -Dilenciye para vermek sevap mıdır?-Dilenciye para verilir. Peygamber SAS diyor ki "İsteyen kim olursa olsun, at üstünde gelse bile verin!" diyor. Verildiği zaman sevap olur amma, dilencileri gruplara ayırmak lâzım!.. Bu devirde bu işin tüccarları türedi. Baktın, işin tüccarıysa, gerçekten ihtiyacı yoksa, vermeyebilirsin. Gerçeğini, hakîkisini bulmağa gayret edersin. Bu adam sahtekârdır diye içinde tam bir his belirmiyorsa, o zaman küçük büyük bir şey verirsin. Vermeyi teşvik ediyor Peygamber SAS... Verince de sevap harcarsa, kumara harcarsa, zinaya harcarsa... Burda dilenip, gidip şurda meyhanede içecekse, ona verilmez tabii... Bazısı cami kapısında cemaati ayartıyor, parayı topluyor. Ondan sonra gidiyor, günahını işliyor. Öyle olanlara vermemek lâzım!..-Dükkânımda sigara satmamın bir mahzuru var mı?-Sigara sıhhate zararlıdır. Alimlerimizin bir kısmı mekruhtur demiştir. Bazı mezheblere göre haramdır. Meselâ, Suudî Arabistan'da bugün haram diye fetvâ veriyorlar. Osmalı diyarına ilk geldiği zaman, dört mezhebin fakihlerinden sorulmuş; o zaman haram demişler. Sonradan biraz belvâ-yi âm meselesinden, yâni herkes mübtelâ olduğundan dolayı, "Kerahat-i tahrimiye ile mekruhtur." bakımdan, mümkünse satılmaması lâzım kesileceği zaman, beş voltluk cereyan verilmiş suya daldırılarak uyuşturuluyor. Bu şekilde kesilen tavukları yemekte bir sakınca var mı?-Uyuşturulan hayvanın kesilmesinde sakınca yoktur. Hayvan ölmüşse, o zaman murdar olur. Ölmeden kesildiği zaman, bir mahzur olmaz!.. Uyuşur, bayılır... Canlı ise, kalbi tık tık atıyorsa, kestiğin zaman kanı çıkıyorsa; bir şey değil, irtibat kurarak haber veren ve cinleri yakarak bazı hastalıkları tedavi ettiğini söyleyen kimseler duyuyoruz; İslâm'da bu tür tedavi var mı?-Benim bildiğime göre, böyle bir tedavi tarzı yok ve bu cinlerle uğraşanların da sonunda büyük sıkıntılara, zor durumlara düştüklerini, bir kenarda, köşede çatladıklarını, patladıklarını görüyoruz. Bize dua tavsiye edilmiştir, Kur'an-ı Kerim okumak bildirilmiştir. Cinlere de müessir olacak "Kulhüvallah", "Kul eûzü birabbil felak", "Kul eûzü birabbin nâs", "Ayetel kürsî", "Fatiha-i Şerife" gibi herkesin bilebildiği, söyleyebildiği dualar vardır. Peygamber Efendimiz bunları okumayı tavsiye etmiştir. Bu duaları ettiği zaman insan, insin ve cinnin şeytanlarının şerlerinden, hattâ her türlü mahlûkatın şerrinden emin olur. O bakımdan, biz dua ederek tedavi olmağa ederek tedavi vardır. Fatiha okuyarak, Sûre-i İhlâs okuyarak, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini okuyarak tedavi vardır. Bu şekilde Peygamber Efendimiz tedavi etmiştir. Hastalanan bir kimsenin hasta olan uzvuna elini koyupEs'elullahel azîm, rabbel arşil azîm, en yeşfiyek tarzında, yedi defa dua etmeyi hadis-i şeriflerde bize tavsiye etmiştir. Bu çeşit dualar vardır. Fakat yakma, yıkma vs. şeyler ve cinlerle uğraşmak pek uygun şeyler korunmanın çaresi nedir? -Ben büyü işlerinden pek anlamam. Yalnız anladığım bir şey var, "Kul hüvallahu ehad" "Kul eûzü birabbil felak" "Kul eûzü birabbin nâs", büyüyü de bozar, şifa da verir. Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne dua edince hepsi geçer. Ben böyle büyüye de aklımı fazla takmayı da uygun görmüyorum, sizin de takmanızı uygun görmüyorum. Her şeyi de büyüye bağlamanızı da uygun görmüyorum. Bazı şehirlerde bu büyü lafı pek büyümüş, iki kişi kavga ediyor; "Büyü yaptılar buna!" diyorlar. Siz kendiniz hatadasınız, karılığı kocalığı iyi bilmiyorsunuz, büyü yaptılar diye suçu başka yerde arıyorsunuz. Sabuna iğne batırmış da, kuyunun içine atmış da, eriyince şöyle olmuş da, böyle kalmış da...Zararı Allah verir, faydayı Allah verir. Hastalığı Allah verir, şifayı Allah verir. Esmâ-i Hüsnâ'nın içinde, Allah'ın mübârek isimlerinden birisi de "Ed-Dârr", zarar veren... "En-Nâfî'" onun arkasından geliyor; o da fayda veren demek... Zarar veren de Allah'tır, fayda veren de Allah'tır. İnsan Allah'a dayandı mı, ne büyü tesir eder, ne şeytan tesir eder. Şeytanın tesir etmediğini ayet-i kerimede bildiriyor Allah-u Teâlâ Hazretleriİnnehû leyse lehû sultànün alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn "Sağlam iman edip de Allah'a tevekkül edenlere onun zararı olmaz." diye bildiriyor. Onun için, büyüye filân aklınızı takıp da, hiç kafanızı karıştırmayın!.. Çünkü, bunlar bir takım psikolojik bozukluklara yol açıyor. Allah'a dayanın, Allah olmasa dahi oyun oynanan kahveden alış-veriş yapılabilir mi, çay kahve içilebilir mi?-Parasına olunca kumar oluyor, parasına olmadığı zaman da vakit öldürmece oluyor. Eğlence, keyf, lehv deniliyor ona... Doğru değil... Mecbur olmadıkça bu gibi yerlerde bulunmamak gerekiyor. Hani mecburiyet olur... Yağmur yağıyor, dışarda dursan olmayacak gibi; birisiyle buluşacaksın, onu ancak orda görebilirsin gibi mecburiyetler olursa... Yolculuk esnasındaki durumlar oluyor. Meselâ, bir yerde otobüs park ediyor, başka çare olmuyor... filân. Mecburiyetler biraz mazeret olur. Onun dışında muhtaç olmadıkça gitmemek lâzım!..Ama, kumar oynanmadığı zaman, ordan çay içmesi çekilebilir mi, fotoğrafla resim arasında fark var mı?-Bu hususta alimler farklı görüşler belirtmişlerdir. Bazılarına göre fotoğraf da resim gibidir. Resim yapmak günah, -insan ve hayvan resmi- heykel yapmak günah... Ahirette onlar azablandırılacaklar bu işi yaptıkları için... "Hadi bakalım canlandır şu yaptığını!" diye orda itab olunacakları alimlere göre de fotoğraf, dışarıdaki ışıkların kağıt üzerine aksidir. Yâni "Servinin havuza aksetmesi gibi filân bir şeydir. Onun için bunun mahzuru yoktur!" diyenler de ki, ihtilâflı bir konu olmuş oluyor. İhtiyata riayet etmek isteyenler çektirmez. O alimlerin fetvasına göre müsaade tarafını alanlar, o müsaadeyi kullanır. Vebali, mes'ûliyeti kendisine ait olmak üzere...-Yılbaşında müslüman nasıl hareket etmeli? Çerez satan bakkal, o gün çerez satabilir mi?-Çerez satan bakkal, satabilir. Müslüman yılbaşı eğlencelerine katılamaz! Evinde bu eğlenceleri yapamaz! Evini o gece için hazırlayamaz! Çam ağacı alamaz, hindi kesemez. Gâvurlara benzeyemez, kâfirlerin yaptığı işleri yapamaz! Noel Baba'ya itibar edemez. Böyle saçma şeyler tamamen İslâm'ın dışındadır. Yapmaması icab çam ağacını koyuyorlar; çünkü, "Hazret-i İsa ağaca inecek." diye düşünüyorlar. Noel Baba, hristiyanların ne idüğü belirsiz bir şahsiyetidir, bizimle hiç ilgisi yoktur. Yılbaşı eğlencelerini yaparsak, büyük günah kazanmamıza vesile olur. Bizimle hiç alâkası için biz o gün, diğer günlerden daha erken yatalım, ibadetimize daha düşkün olalım! Yatsı namazından sonra hemen yatalım, bizim ışıklar sönsün. Geceleyin teheccüd namazına kalkalım o gün, dörtte, üçte... "Yâ Rabbi! Bu kâfirlerin, bu cahillerin yaptığı ile benim hiç alâkam yok!.. Ben onlara hiç razı değilim, onlar gibi de yaşamadım yâ Rabbi!" diye dua edelim! Yatsı ve sabah namazlarında camide olmağa dikkat edelim ve onların hiç bir şeyine uymamağa gayret edelim!-Ölünün arkasından kırkıncı günü mevlid okutulması doğru mudur?-Böyle bir mecburiyet yoktur. Mevlid zâten Osmanlılar zamanında Süleyman Çelebi merhum tarfından yazılmış bir şey... Peygamber Efendimiz zamanında olan bir şey değil... Ölüye mevlid okutulması da dinimizin aslından olan bir şey Peygamber Efendimiz'e sevgisini, saygısını, muhabbetini dile getiren bir şiirdir. İnsanlar ilâhileri okur gibi onu okuyorlar. Meselâ ben de geçen gün bir tutturdum, yatıp uyuyuncaya kadar hep dilimdeCanım kurban olsun senin yoluna,Adı güzel, kendi güzel Muhammed!..Ne güzel söylemiş Yunus Emre!.. İçimden söyledim durdum. İnsan dayanamıyor güzel olunca, söyleyip duruyor. Mevlid de öyle, bir ilâhinin büyüğü yâni... İlâhiler küçük oluyor, sekiz on satırdan ibaret oluyor. Mevlid de çok satırı olan bir ilâhi gibi... İlâhi söylenebilir. Çünkü, Peygamberimiz şiir söylenmesini yasaklamadı. Hattâ Hassan ibn-i Sâbit RA'a dedi ki, "Yâ Hassan, müşriklere cevap ver, hicvet onları!.. Cebrâil AS seni de te'yid edecek." diye teşvik de ile hangi şartlarda amel edilebilir?-Rüya bir şer'î delil, şeriat yönünden bir hüküm kaynağı olamaz. Çünkü, herkes bir çeşit rüya görüyor. O zaman din böyle rüyaya bağlanırsa tepetaklak gider. "-Ben rüya gördüm şu şöyle... Ben rüya gördüm bu böyle... Ben rüya gördüm namazı bıraktım... Ben rüya gördüm ramazanı yedim..." Her şeyi görebilir insan... Çünkü şeytan var insanın içinde, nefsi var... Hani düşü bile azıyor rüyada... O halde rüya şer'î delil olmaz, umûmî delil rüyanın bir de rüya-yı saliha kısmı vardır. Bunun da bir aslı esası vardır. Böyle salih rüya olduğu zaman, o salih rüyayı bir kaç defa görür, ikaz olur. Onlardan da, şeriatin genel çizgisini zedelemeyen bir rüya ise ona riayet edilir. Bazan rahmânî olur, bir işaret olur, bir ikaz bırakmak sünnet... Sakal bırakıp kesmek mi, yoksa her zaman, hergün kesmek mi haramdır?-Sakalı kesmek, Efendimiz'in tavsiyesine aykırıdır. Hilkati tağyirdir. Bazılarına göre haramdır, bazılarına göre hükmü değişiktir. Kesmemek lâzım!.. Ama memurdur, polistir, askerdir, öğrencidir; mecburdur. O zaman kesiyor ama, Allah'tan af dileyerek kessin; fırsat olduğu zaman sakalını bırakırken hanımın müsaadesini almak gerekiyor." diyorlar; doğru mu?-Doğru değildir. Sakalı kesmek haramdır. Bırakmak gerekli olduğundan... Sorarsanız, "Yapma!" der. Bazı kimselere sorsanız, "Namaz kılma!" der, bazı kimselere sorsanız, "Oruç tutma!" der. Esad Coşan-Güncel Meseleler-Pop aletleriyle dînî ve millî mûsiki olur mu?-Bu bir akımdır. İnsanlar zaman zaman çeşitli devrelerden geçiyorlar. Meselâ, Türk şiirinde divan şiiri vardır, halk şiiri vardır; bunlar farklıdır. Çeşitli devreler vardır; Tanzimat devresi vardır, Millî Edebiyat devresi vardır, Beylikler Devri Edebiyatı vardır, Osmanlı devresi vardır... Çeşitli edebî akımlar gelip geçiyor. Form, şekil olarak veya vasıta, alet olarak çeşitli şeyler kullanılıyor. Değişebiliyor bunlar asırdan asıra, çağdan çağa... Bölgeden bölgeye bile değişiyor. Karadeniz'in çalgısıyla, İsparta'nınki aynı olmuyor. Başka isimleri, başka şekilleri oluyor. Bu mühim değil, mûsukînin içindeki sözler ve neye hizmet ettiği mühim... Adam yeni bir mûsikî akımına mensub, öyle yaşamış ama, dindarlaşmış. O akım ve üslûb ile dînî eserler veriyor. Olabilir, bu da bir çeşit... Ayakkabıların modası olduğu gibi, elbiselerin modası olduğu gibi... Bir zaman İspanyol modası vardı, paçalar kocamandı. Sonra başka modalar çıktı, blue-jean modası çıktı vs. Mühim olan gayenin tahakkukudur. Yâni İslâm'a hizmet gayesiyle hece vezniyle de olur, aruz vezniyle de olur... Şu şekilde de olur, bu şekilde de olur. Ben şekli önemli görmüyorum, amacı önemli görüyorum. Hangi amaçla yapılmış çalışma; o şahsen garip geliyor. Ben şahsen, bizim klasik ilâhileri seviyorum da, bu modern parçaları biraz garipsiyorum. Belki siz de garipsiyorsunuz. Belki gençler de hoşlanıyor. Zevkler ve renkler tartışılmaz. İstikamet iyi olduktan sonra, niyet iyi olduktan sonra, hizmet edilen alan iyi tarafa doğru olduktan sonra, SAS'e muhabbeti dile getiriyor, ama şu üslubda... Ne yapalım, o da onun üslûbu!.. Kur'an-ı Kerim'i medhediyor veyahut müslüman kahramanlarından bir tanesini canlandırıyor; tamam, güzel bir şey...-İslâm'da kâr haddi var mıdır?-Şu kadar diye sabit bir yüzde yok... Piyasanın genel durumu içerisinde, insaf dairesinde bir kâr olacak. İnsafsızca olmayacak. Adama, "Yâhu beni amma aldatmışsın, belimi bükmüşsün!" dedirtecek tarzda olmayacak. Mâkul bir ölçü içinde olacak. Meselâ, bazan insan bir yerden bir kelepir mal düşürmüş oluyor. "İlle ben bunu yüzde bilmem kaç kârla satacağım!" demesine lüzum yok... Kelepir düşürmüştür, halletmiştir, imar etmiştir; onun kârı serbesttir. Piyasanın normal değerinden; yâni malı bilen, almasını satmasını bilen bir insanın kabul edebileceği bir mâkul fiyatla satacak. Hiç bilmeyen bir insana ikibin liralık şeyi otuz bin liradan sat, parasını aldıktan sonra da kıs kıs gül; İslâm'da böyle şey yok... Ona gabn-i fâhiş derler; yâni büyük bir aldatma... Bu İslâm'da mâkul ölçüler içerisinde, piyasanın şartlarına göre, mal bir azalır, değeri birden yükselir. Gazetelerde her gün okuyorsunuz Altın düştü, dolar çıktı, mark yükseldi... Bir sürü piyasa hareketleri oluyor. O piyasa hareketleri içinde, normal ölçülerde kârlarını tesbit kimse vadesi gelen borcu ödeyemedi. Ne zaman ödeyebileceği de belli değil. Bir başka bir para birimine çevirmek caiz olur mu?-Karşılıklı konuşarak olabilir. -Parayı borsa ve hisse senedinde değerlendirebilir miyiz?-Hissesini aldığı fabrika helâl iktisâdî faaliyet yapıyorsa, olur. Haram iktisâdî faaliyet yapıyorsa, o zaman haram faaliyette bulunan bir şeye ortak olacağı için günah olacağından, olmaz! Faizli işlem yapıyorsa veya bira üretiyorsa, yaptığı işte kusur varsa veya ürettiği şeyde İslâm'a aykırı bir durum varsa, o zaman olmaz. İslâmî usüllere göre çalışıyorsa, böyle bir müessesenin hisse senedini almak câizdir. Ortak olmak demektir. Onları alarak parayı değerlendirmek mümkün...Fakat ben borsadaki bu hisse senetleri hikâyesini, bu adamların kumara döndürdükleri kanaatindeyim. Amerika'dan aşılama bir moda... Bu işi artık hisse senedi alıp, o fabrikaya ortak olmak tarzında değil de; alıyor, değerlendiği zaman satıyor. Güyâ kâr ediyor ama, çoğu zaman değerini kaybediyor, zarar ediyor. Güzel oynayamıyor borsada, çok kere zarar yürümek daha iyi... Bildiğiniz insanlarla, samîmî dostlarla iş yapmayı tavsiye ederim. -Döviz alım-satımı câiz midir? Enflasyondan korunmak için ne yapılmalı?-Döviz alım-satımı câizdir. Buna sarf derler; yâni paranın bir başka para ile tebdili, değiştirilmesi, exchange korunmak için elde para bulundurmamalı, parayı dâimâ kullanmalı!.. Tek kelime ile söylemek gerekirse, duran para durduğu yerde ağzı açık benzin tenekesi gibidir, uçar gider. Onun için ya parayı çalıştıracaksınız; ya bir hayra sarfedeceksiniz, mânevî kazanç kazanacaksınız; ya bir mala bağlayacaksınız ki, para para olmaktan çıksın, başka bir şeye dönüşsün! Siz de enflasyonun şerrinden kurtulun!..-Bir kimsenin şahsı için hayat sigortası yaptırması câiz midir?-Sigorta İslâmî bir müessese değildir. Birileri veriyor, hiç karşılığını almıyor; ötekiler alıyor, istifade ediyor. Gayr-i adil oluyor. Onun için caiz değil... Mecburiyet yoksa yaptırmaması lâzım!..Ama, meselâ arabası var, sigorta olmadan trafiğe çıkartmıyorlar. Böyle mecburiyet olduğu zaman yaptırabilir. Keyfi olarak yaptırmaması lâzım!..-Devlet zorunlu tasarrufun faizini veriyor. Bu para haram olur mu?-Haram olur. Bu parayı yememeli!.. Ya almamalı; ya da almak mecburî oluyorsa, alıp hayıra vermeli!.. Kendisinin istifade etmesi haram gidiyorum, cumayı kaçırıyorum; ne yapmalıyım?-Tabii bu bir umûmî belâdır. Memleketin üzerine gelmiştir bu gibi şeyler... İbadetleri yapmakta zorluklar oluyor, şartlar zor oluyor. Bütün müslümanların bu zor şartları düzeltmeğe, değiştirmeğe çalışması lâzım gelir. Haksızlığı haklı tarafa götürmeğe çalışması lâzım gelir. Bu arada tabii, bu işi yapamayanlar yapabilmenin şartlarını araştırmalı!.. Mahzuru yoksa cuma günü o vakitlerde gidivermeli... Herhangi bir şekilde kılamıyorsa, o zaman o günün öğle namazını kılması gerekiyor. Kaçırmamağa çalışmalı...-Nişanlı kişilerin birbirleriyle konuşmalarının hükmü nedir?-Konuşma olabilir; çünkü, nişanlanmışlardır. Hattâ nişanlamadan bile bir kimse çarşıya pazara çıkıp ciddî bir şekilde alışveriş yapabiliyor. Başkalarıyla örtülü olarak, belli bir ciddiyet dairesinde konuşabiliyor. Ama, nişan nikâh demek olmadığı için, aralarında yine mesafe ve bir ciddiyet olması lâzım! Lâubâlilik olmaması lâzım! Öyle tek başlarına gezmek, ikisi yalnız bir yerde kalmak filân gibi şeyler selâmlığın sınırı nedir? Hanımıyla gelen bir akrabam veya arkadaşımla, tesettüre uygun olarak bir arada oturabilir miyiz?-Tabii, kendisine nikâh düşmeyen akrabalarıyla oturabilir. Onun dışında nikâh düşenlerle oturmaması, haremlik selâmlık uygulaması uygun bir şekilde eğer oturma mecburiyeti çıkmışsa, o zaman da dış tesettürün tam olması lâzım!.. Yâni, sokaktaymış gibi saçın başın tam örtülü olması lâzım ki, günah olmasın!-Bir kız, babasının daha sonra izin vereceğini bilirse ve zaruret durumu varsa, babasından habersiz nikâh kıydırabilir mi?-Nikâh hususunda bizim mezhebimizde esas olan kişilerin kendileridir. Şafii mezhebinde ve bazı mezheblerde velisinin izni de şarttır. Ama her şeyi usûlüyle yapmak için, hakkı olanlara sorarak nikâhı güzel yapmak olabilir. Ama bazan anneler babalar dinsiz oluyor, müslümana vermek istemiyorlar, açık kimseye vermek istiyorlar... Böyle garip durumlar olabiliyor. Esas itibariyle hak kendisinindir bizim mezhebimize göre...- İslâm'da kadının tesettürü nasıl olmalıdır?-İslâm'da kadının tesettürü, el hariç bilekten, ayak bileğinden ayak hariç, yüz hariç her tarafını örtmek tarzında olmalıdır. Fıkıh kitaplarında, fitne bahis konusu olduğunda yüzüne de peçe takarsa iyi olur diye de bir hüküm vardır. Orası mecbur değil ama, fitne olacaksa, bakılacak, sataşılacak vs. gibi durumlar olursa örtmesi iyi olur bol olacak; el hariç, ayak hariç, yüz hariç bütün vücudunu örtecek, vücudunun hatlarını belli etmeyecek!..Şimdi -streç diyorlar galiba- dar bir blue-jean pantolon giyiyorlar; bu tesettür değil!.. Neden?.. Bütün her şeyi belli... Veyahut üstüne dar bir blûz giyiyor, her tarafı belli... Olmaz! Veyahut şeffaf, altı görülüyor. Olmaz!Bir hadis-i şerifte okumuştuk, Peygamber Efendimiz "Kâsiyâtün, âriyâtün" diyordu. Ahir zamandaki bazı insanları anlatırken, "Giyinmiş ama çıplak!.." Nasıl giyinmiş ama çıplak?.. Elbisenin kumaşı şeffaf, görünüyor alt tarafı da ondan... Örtecek, altını göstermeyecek, vücut hatlarını belli etmeyecek!.. Yüzü, eli, ayağı hariç her tarafını güzelce kapatması lâzım! İslâm'da örtü ben öyle örtünürsem patlarım!-Hiç bir şey olmaz. Ben senden daha fazla örtünüyorum. Erkekler daha fazla örtünüyor. Öyle değil mi?.. Erkekler maşaallah kadınlardan daha fazla örtünüyor. Daha az örtünme hakları varken, erkekler daha fazla örtünüyor. Bol giyersin. Bol olduğu zaman havalanır içi, hiç bir şey olmaz. Böyle güzelce örtünmesi lâzım geliyor. Tesettür böyle...Asıl ince tesettür ise, hassas, tam böyle takvaya uygun tesettür, erkeklerin gözüne hiç görünmemek... En güzeli o... Yâni, giyimli de olsa ortada görünmemek... Erkeklerin gözünün önünde geziyor, çarşıyı dolaşıyor, pazarı dolaşıyor, alışveriş yapıyor, kumaş beğeniyor, başörtü beğeniyor... Sütyenini, acaba bu numarası bana uyar mı, uymaz mı diye sorarak alıyor, ediyor... Olmaz!.. Mümkün olduğu kadar, böyle şeyler yapmayacak. Nazarlara, gözlerin dikildiği bir duruma gelmemeğe gayret edecek. Güzel olanı bu!..Çarşı pazar işini kocası yapsın, oğlu yapsın, akrabası yapsın...-E, iyi kumaşı bilemezler!-Biraz kötü kumaş giy, Allah rızası için!.. İyi tarif et!.. Muvakkat olarak getirsinler; beğenirsen alırsın, beğenmezsen iade edersin... Ama, çarşıya pazara gidip de, elin adamıyla alışveriş, konuşma vs. şimdi hoca olduğum için, zaman zaman gösterip anlatıyorum Bakın, çarşıya gitmiş şu kadıncağız... Başı örtülü mü, örtülü... Mantosu var mı, var... Bak, biberleri almak için eğildi, neresine kadar görünüyor!.. Tesettür olmuyor. Beyler hanımlarına dikkat edecekler. Altına şalvar giyinecek, eğilse de görünmemesini mantom var ya, dizimin altında!..Dizinin altı da zaten nâmahrem... Orasını da göstermemen lâzım, bileğine kadar... -Naylon çorap giyiyorum!Naylon çorap örtü değil... Naylon çorap hiç bir şey değil... Ne ısıtır, ne örter. Yalnız bir işe yarar Parmakların arasında mantar üremesine yarar, kaşıntı yapmağa yarar. Ayağının sırtı kaşınmak isteyen naylon giysin!.. O kadar. Başka bir işe Efendimiz buyuruyor ki "Allah rahmetine erdirsin şalvar giyenleri!.." Erkek için de öyle, kadın için de öyle... Şalvar giydiği zaman eteği isterse açılsın, isterse otursun, ister dizini kaldırsın, ister tarlada çalışsın... Neden bizim Adana'mızda, Urfa'mızda, Antalya'mızda halkımız şalvar kıyafetini benimsemiş?.. Tarlada da çalışıyor, her işi yapıyor. Bol, gayet güzel, gayet rahat... O sıcak şehirlerde, o sıcaklığa rağmen gayet rahat çalışılabiliyor. İslâm'ın tesettürü böyle aziz ve muhterem kardeşlerim!..-Vadeli satışlarda fiat farkı caiz midir?-Bu hususta fıkıh alimlerine sorduğumuz zaman, söyledikleri şudur ki Vadeli satışlarda paranın geç gelmesinden dolayı fiyatı yüksek söylemek mümkündür. Ama, ilk mecliste pazarlık yapılırken"-Kaç ayda ödeyeceksin?""-Altı ayda ödeyeceğim.""-O zaman bu malı ben sana şu kadara satarım." diye bu pazarlık konuşması olmuş oluyor. Akit tamam olduktan sonra, "-Tamam, aldım.""-Sattım..." dedikten sonra o fiyat değişmez. Altı ay sonra parasını ödeyemese, bir sene sonra ödeyeceğim dese, yine o altı ay sonraki para olur. Yâni, pazarlık yapıp söz kesildikten sonra, fiyat değişmez. Bu şekilde olursa caiz olur bakkal veresiye defterine, vermiş olduğu malın fiyatını yazmadan sadece cinsini yazabilir mi?-Mal alındığı zaman fiyatının belli olması lâzım! fiyatı müphem kalırsa alışveriş olmaz. Ya da bu malı sana verdim, bu kadar malı senden alırım demesi lâzım. Meselâ, bir kilo pirince bir kilo pirinç... fiyat belli olmadan şu kadar şey demek olmuyor, alışveriş tamamlanmamış oluyor. Senin aldığın malın fiyatı şudur diyecek ve defterine yazacak. Hem onun defterine yazacak, hem kendi defterine yazacak. fiyatı fazla söyleyebilir. Adam bir ay sonra, iki ay sonra ödeyecek diye, isterse sana şu kadar fiyata satıyorum diyebilir; ama, fiyatı müphem bırakamaz.
Ramazan ayının başlamasıyla gözler Nihat Hatipoğlu'nun iftar programına çevrildi. Birbirinden ilginç soruların sorulduğu programda her Ramazan olduğu gibi gelenek bu yıl da bozulmadı. Öyle ki bir gencin Hatipoğlu'na yönelttiği "Evlenmek üzere olduğum kızı yarı yolda bıraktım, günahı nedir?" sorusu Twitter'ı salladı. İşte Nihat Hatipoğlu'na sorulan diğer ilginç sorular...1Ateist ile evliyim, oğlumun mezarını ziyarete gittiğimde taşa tapıyorsun diyor, bu ne demektir?2Banyoda çıplak olarak yıkanılır mı?3Hollanda'da oruç vakti uzun sürüyor. Türkiye'de tutabilir miyiz?4Lens takmak orucu bozar mı?5Akıllı telefonlara yüklenen Kur'an-ı Kerim abdestsiz okunabilir mi?6Evlenmek üzere olduğum kişiyle değil ablasıyla evlensem sorun olur mu?7İki evlilik yapanlar ahirette hangi eşleriyle beraber olacak?8Eşimle kaçarak evlendim. Sonra altınları alıp evi terk etti. Mehir vermek zorunda mıyım?9Gayrimüslim mezarlığında yanlışlıkla fatiha okudum. Günah mıdır?10Saçıma çizik attırdım günah mı?11Adım Kur'an'da geçmiyor günah mıdır?12Şans oyunlarından kazanılan para ile anne ve baba hacca gönderilir mi?13Sevdiğim için oğlumun saçını uzatıyorum. Günahı var mı?14Yeğenimin kulağına ezan okunmadan, Beşiktaş dedirttim doğru mu?15Temizlik hastasıyım, annem ile kavga edip onu kırıyorum, Günahı nedir?16Eşim bana maaşını getiriyor, sonra vermedim diye yemin ediyor, ne yapmalıyım?17Bayanların uzun süre makyaj yapması ne kadar doğru?18Evlenmek üzere olduğum kızı yarı yolda bıraktım, günahı nedir?19Yediğim yemekleri sosyal medyada paylaşıyorum, günahı nedir?
8/Enfâl, 28; Kavram, 187 Evlât; Anlam ve Mâhiyeti Mal; Anlam ve Mâhiyeti Fitne; Anlam ve Mâhiyeti Kur’ân-ı Kerim’de Evlât ve Mal/Dünya Fitnesi Hadis-i Şeriflerde Evlât ve Mal Fitnesi Nimetten Belâya; Mal ve Çocukların Fitne Olması Malın Fitneye Dönüşmesi; Dünyevîleşme Mal Yığmak; Ne Kadar, Kim ve Ne İçin? “Dünya Hayatı, Dünya Malı Sizi Aldatmasın!” Çocuk Cennet Kokusu veya Düşman/Fitne... Ana-Babanın Çocuklarına Karşı Görevleri Gerçek Eğitim Yuvası Ev, Esas Öğretmen de Anne ve Babadır Çocuk Öldürme Yasağı Doğum Kontrolü Tefsirlerden İktibaslar Evlâdın Fitne Olmasıyla İlgili Bir Okuma Parçası; Evlât Katili Bir Babanın İtirafları بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحيم يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَخُونُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُواْ أَمَانَاتِكُمْ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hâinlik etmeyin. Sonra bile bile kendi emânetlerinize hâinlik etmiş olursunuz. İyi bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitneden/imtihandan ibârettir. Allah yanında ise büyük ecirler/mükâfatlar vardır.” 8/Enfâl, 27-28 Evlât; Anlam ve Mâhiyeti Evlâd Veled kelimesinin çoğuludur. Veled de Arapçada çocuk demektir. Yani, doğumundan bülûğ yaşına kadar insan yavrusu. Doğurmak fiili ile, doğuran erkek -doğurmaya sebep olan- ve kadın, doğurulan çocuk Kur’ân-ı Kerim’de hep bu kelimenin türevleriyle karşılanır. Çocuk demek olan veled, çoğul ve tekil yerinde kullanılabildiği gibi; hem erkek, hem kız için kullanılabilir. Velîd, henüz yakında doğmuş olan çocuk demektir. Aynı kökten gelen tevellüd Herhangi bir sebeple bir şeyin, bir başka şeyden doğmasıdır. İnsanın çocuklarını ifâde eden veled ve bunun çoğulu evlâd, Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli vesilelerle türevleriyle birlikte toplam 103 yerde geçer. Allah Teâlâ Hz. Âdem bizzat hayat verdikten sonra, muayyen bir yolla erkekle kadının birleşmesi, erkek ve dişideki sperm denen canlı hücrelerin birbirleriyle buluşması yoluyla insanın yaratılışının devamlı olarak tekrarını murad etti. Erkek ve kadının birleşmesi tamamlanınca, insan yaratılışının sebebi olan olay da tamamlanıyor. İnsanlar, işte bu birleşme ile nesillerini devam ettiriyorlar. İslâm bu birleşme için bir ölçü koymuştur. Bu ölçü de nikâhtır. Nikâhtan maksat da, her canlı için gerekli olan neslin devamını sağlamaktır. İnsandaki devamlılığın gâyesi ise, Allah'a ibâdet ve dünyayı Allah için imar ederek insanların yardımına koşmaktır. Bu, esas gâye olunca çocuk ve nesil arzusu, sâlih ve hayırlı bir neslin talep edilmesini gerektirmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de çocuk arzusu ile ilgili âyetlerde bu hayırlı ve sâlih çocuk meselesine her seferinde ayrı ve tevhidî bir önem verilir “Onlar ki Ey Rabbimiz, bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin bebeği olarak sâlih çocuklar ihsân et, bizi takvâ sahiplerine rehber kıl!’ derler” 25/Furkan, 74. Bu âyette çocuk kelimesi yerine "gözbebeği gibi kıymetli" anlamında "kurretu aynin" ifâdesi kullanılmıştır. Bu ise arzularımıza uygun ve gerçekten Allah'tan korkan takvâ sahibi bir nesil demektir. İstenmesi gereken neslin ana vasıfları, başka âyetlerde de kaydedilmiştir "Yâ Rabbi, bana kendi katından temiz bir soy bahşet. Doğrusu sen duâyı işitirsin." 3/Âl-i İmrân, 38. Bu âyette istenecek neslin "temiz" olduğu belirtilmektedir. Mü’min, ancak temiz bir nesil talebinde bulunur. Bu duâ, Zekeriyya duâsıdır. "Ey Rabbimiz, ikimizi de Müslüman, Sana teslimiyette sâbit kıl. Soyumuzdan da müslüman bir ümmet yetiştir." 2/Bakara, 128. "Müslüman nesil" isteğini dile getiren İbrâhim ve İsmâil bize bu bakımdan birer örnektirler. Ayrıca Cenâb-ı Allah bize "İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için uyulacak güzel örnekler vardır" 60/Mümtehıne, 4 buyurmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de, elde edilecek çocuk ve arkadan gelen nesille alâkalı olarak yapılması gereken duâyı öğretici mâhiyetteki bir âyet, neslin "sâlih" olmasına dikkat çeker. Kırk yaşına basan kimsenin, yapması gereken duâlar meyanında şöyle demesi istenir "Bana verdiğin gibi, soyuma da salâh ver." 46/Ahkâf, 15. Bu talepteki salâhtan, iyi amel üzere olan hayırlı nesil sâlih insan anlaşılacağı gibi, yaratılış yönünden bedeni sağlam, tam, kusursuz, sakat olmayan anlamı da çıkarılmaktadır. Hz. Âişe validemize bir doğum haberi ulaşınca, kız mı erkek mi diye hiç sormayıp, "Yaratılışı tamam mı?" diye sorduğu; "Evet!" cevabı alınca da, "Âlemlerin Rabbine hamdolsun" diye duâ ettiği bilinmektedir. Hz. Âdem ve Havvâ vâlidemiz de zâten bu şekilde duâ etmişlerdir "Bize sâlih, bedence kusursuz bir çocuk verirsen, and olsun ki, şükredenlerden oluruz." 7/A’râf, 189. İhtiyarlığına rağmen kendisine Cenâb-ı Hakk'ın iki çocuk vermesi karşısında Hz. İbrâhim şu duâyı yapmıştır "İhtiyarlığıma rağmen bana İsmail'i ve İshak'ı bahşeden Allah'a hamd olsun. Doğrusu Rabbim duâları işitendir." 14/İbrâhim, 39. Bu teslimiyet içindeki bir baba Allah Teâlâ'ya şu niyazda bulunmaktadır "Rabbim, beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Duâmı kabul buyur Rabbimiz" 14/İbrâhim, 40 Çocuk, babasının sırrı ve husûsiyetlerinin sahibidir. Hayatı boyunca onun gözbebeği, ölümünden sonra da mevcûdiyetini devam ettiren ve ebedîliğe doğru götüren bir parçasıdır. Bütün husûsiyetleri iyi ve çirkin yönlerini ondan âdeta miras yolu ile aktarır. Zira o, kalbinin bir parçasıdır. Bundan dolayı Allahu Teâlâ, neseplerin korunmasını, neslin tevhid üzere yetişmesini emretmiştir. Bunun için aile halkına, özellikle yeni yetişen çocuklara her şeyden önce öğretilmesi gereken şey, iman esasları ve bilhassa "tevhid" inancıdır. Yani Allah'ın varlığı ve sıfatlarıyla tanıtılması, hiç bir şekilde O'nun ortağı, yardımcısı, O'na giden yolda aracının olmadığı, insanların O'nun hükümleri, emir ve yasaklarıyla yönetilmesi gerektiği inancıdır. Yaş ve idrâk yönüyle bir şeyler öğrenme durumuna gelen bir çocuğa, öncelikle bu inanç kazandırılmalıdır. Nitekim bir kısım rivâyetler, Rasûlullah kendi yakınlarından bir çocuk konuşmaya başlar başlamaz çocuğa tevhîd'i öğrettiğini ve bu maksatla "Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, âcizlikten ötürü bir velîsi/yardımcısı da bulunmayan Allah'a hamd olsun..." 17/İsra, 111 âyetini okuduğu kaydedilmektedir. Tevhidle birlikte, şirkin kötülüğü, bâtıllığı, şirke düşmenin ne büyük bir zulüm ve cinâyet olduğu da, öncelikle öğretilmesi gereken bilgiler olmaktadır. Bu konuda Kur'ân'ın verdiği en güzel örnek Hz. Lokman "Hani Lokman oğluna -ona öğüt verirken- şöyle demişti Oğulcuğum, Allah'a şirk/ortak koşma. Çünkü şirk büyük bir zulümdür." 31/Lokman, 13 Hz. Nuh da kavmini Allah'a dâvet etmiş, dâvetini kabul ederek iman eden insanları tufandan kurtulmaları için gemisine almış, bu arada öz oğlunun da inanarak gemiye binmesini istemişti. Ancak oğlu, inanmadığı için gemiye binmeyerek, kendi helâkini kendi elleriyle hazırlamıştır. Şefkatinin eseri olarak oğlunun affedilmesi için; "Yâ Rab, oğlum benim ailemdendir" diye duâ etmiş, Allah da "Ey Nuh, o senin ailenden değildir, onun yaptığı sâlih olmayan, yaramaz iştir" 11/Hûd, 42-46 buyurarak, evlâd olabilmek için sadece babanın sulbünden gelmiş olmanın yetmediğini; bilâkis müslüman/Allah’a teslim olmuş babanın gösterdiği eğitimi ve akîdeyi kabul etmenin gerektiğini vurgulamıştır. Birçok insan, evlât sahibi olmayı toplum içerisinde bir iftihar vesîlesi 57/Hadîd, 20 olarak düşünmüş, Allah'ın ebeveyne emâneti olan bu varlıklara İslâmî terbiye ve eğitimi vermediği için de, onları kendilerine âdetâ düşman yapmıştır. Allah, böyleleri için şöyle buyurmaktadır "...Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır, onlardan sakının!" 64/Teğâbun, 14. Gerçekte evlât, insan için bir imtihan vâsıtasıdır. "Mal ve çocuklar birer fitnedir." 8/Enfâl, 28 Peygamber de, bütün insanların, emri altındakilerin çobanı olduğunu ifâde etmiştir Buhârî, Cum’a 11. Ebeveynin evlâda bırakacağı en güzel mîras, hiç şüphesiz ki, onu güzel terbiye etmesidir Tirmizî, Birr 33. Güzel terbiye edilen çocuk, ebeveyni için âhiret mutluluğunun sebebidir. Ölen insanın amel defteri kapandığı halde, sâlih evlât bırakanın defteri kapanmaz; onun yaptığı hayırlı işlerden ebeveyn de mutlak fayda görür Müslim, V/73; Ahmed bin Hanbel, IV/105. Evlâdın ruh terbiyesine önem verildiği gibi, zamanın meşhur olan bilgilerinin de ona kazandırılması, geçimini temin edebileceği helâl kazanç yollarının öğretilmesi gerekir. Diğer taraftan, yine Kur'ân-ı Kerîm, rasûl inancı olmadan Allah'a inanmanın hiç bir değer ifâde etmediğini, Allah'a inanmanın mutlaka rasûllere de inanmayı gerektirdiğini bildirir "Allah'ı ve Rasûlü'nü inkâr eden Allah ile rasullerinin arasını ayırmak isteyen; bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek, ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, kâfirlerdir. Kâfirlere ağır bir azap hazırlamışızdır. Allah'a ve rasullerine inanıp onlardan hiç birini ayırmayanlara, işte onlara, Allah ecrini verecektir. O, bağışlar ve merhamet eder." 4/Nisâ, 150-152. İslâm, çocuğun göstereceği kabiliyete göre yönlendirilmesini mü’minlere tavsiye eder. Bu konuda İbn Kayyim el-Cevziyye şu görüşe yer vermektedir "Eğer baba, çocukta iyi bir anlayış, sıhhatli bir idrâk, kuvvetli bir hâfıza ve yeterli bir kavrayış keşfederse onu ilme teşvik etmelidir. Zira, bu vasıflar ilmi kolayca kabul için çocukta fıtrî bir kâbiliyetin varlığına delildir. Bunun aksine, çocukta mesleklerden birine yönelik bir kabiliyet ve heves görürse ve meslek de mubah ve insanlar için faydalı bir meslekse, çocuğu o sahada yetiştirmesi gerekir" İbn Kayyim el-Cevziyye, Tuhfetu'l-Mevdûd fî Ahkâmi'l Mevlûd, 144-145. Kur'ân-ı Kerim'de öğretim ve terbiye konularıyla ilgili olarak erkek ve kız çocuklar arasında herhangi bir ayırım açık olarak gelmiş değildir. Eğitimle ilgili hükümler; kız ve erkek, her iki cins için de aynıdır. Ancak, özellikle cinslerin eğitimi ile ilgili birçok bahsin kadın ve erkek, her iki cinste de ayrı ayrı ele alınarak tebliğ edilmiş olması; âyetlerin açık olan hükümlerinin yanında, cinslerle alâkalı bilgilerin, onlarla çeşitli şekilde ilgilenilmesi gerektiğini mü’minlere hatırlatmak içindir "...Mahrem yerlerini, henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar..." 24/Nûr, 31. "Ey Nebî, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını almalarını söyle. Bu, onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder" 33/Ahzâb, 59. Çocukların iki cinsi arasındaki terbiyenin çeşitliliği hadislerle ve sünnet ile daha açık olarak gösterilmiştir. Onların cinsiyetlerinin farklı oluşu sebebi ile eğitimlerinin farklılığı tabii karşılanırken, ikisine de eşit davranmak emredilmiştir. Âdil ismi ile muttasıf olan Allah, kullarına karşı âdil olduğu gibi, kullarının da birbirlerine karşı adâletli davranmalarını ve iyilikte bulunmalarını emretmektedir 16/Nahl, 90. Bu ilâhî emir, aynı zamanda ana-babanın evlâdına karşı göstereceği ilginin de esasını teşkil etmektedir. Ebeveyn tarafından çocuklar arasında gösterilecek adâletli muâmele, saygınlıklarının artmasına vesîle olur. İslâm âdâbı kız veya erkek çocuklar arasında ayrım yapmayı hoş görmemektedir. Öyle ki, gönül işi olan sevgide bile her iki tarafı eşit tutmayı öngörmektedir. Ebû Hüreyre'den rivâyet edilen şu hadis bunun açık bir delilidir "Peygamber yanına bir adam gelmişti. Yanında da bir çocuk vardı. Adam çocuğu öpmeye başlayınca Peygamber, "Ona acıyor musun?" dedi. Adam "Evet" deyince Rasûlullah şöyle buyurdu "Çocuğa olan şefkatinle sen de Allah'ın merhametine lâyıksın. Çünkü Allah, merhametlilerin en merhametlisidir." Hz. Enes'in rivâyetinde ise şu ilâve vardır "Adam çocuğunu öpüp dizine oturttu. Derken bir de kızı geldi. Onu da önüne oturtunca Rasûlullah "Aralarında eşit muâmele yapacak mısın?" diye ikazda bulundu." Buhârî, Edeb 12, 13 Kız çocuklarına bakma ve onları yetiştirme konusunda Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır "Kim, üç kızı olur da bunlara sabrederse ve varlığından onlara giydirirse, ona ateşten koruyucu bir perde olurlar." İbn Mâce, Edeb 3 "Kimin üç kızı yahut üç kız kardeşi olur da onlara iyi muâmele ederse muhakkak Cennet'e girer" Ebû Dâvud, Edeb 130. Hz. Peygamber Sürakâ İbn Cu'şüm'e şöyle dedi "Sana sadakaların en büyüğünü göstereyim mi?" Sürakâ "Evet yâ Rasûlallah!" dedi. Peygamber de "Boşanmak veya kocası ölmek sûretiyle sana dönmüş olan, senden başka geçindiricisi olmayan kızındır." İbn Mâce, Edeb 3 Enes bin Mâlik'ten rivâyetle Hz. Peygamber şöyle dediği rivâyet edilmiştir "Her kim bülûğ çağına ulaşmalarına kadar iki kız çocuğunun bakımlarını, nafakalarını, terbiye ve yetiştirilmelerini üzerine alır, yerine getirirse o kimse kıyâmet gününde benimle beraber şöyle gelecektir." buyurmuş ve parmaklarını birbirine yanaştırıp kavuşturmuştur Müslim, el-Birr Ve's-Sıla Ve'l-Âdab 149. Evlâda karşı sevgi ve şefkat, fıtrî bir duygudur. Bu konuda genellikle adâletsiz davranılması pek olağan bir hâdise değildir. Ancak, hayatta bulunan ebeveynin mal konusunda evlâdından bir kısmını diğerine tercihi mümkündür. İslâm fıkhında çocuklardan bir kısmına mal hibe etme konusu özetle şöyle kaydedilir "Bir kimse, sağlığında kendi malını dilediği bir kimseye bağışlayabildiği gibi; bu malı çocuklarından herhangi birine de bağışlayabilir. Ancak, bu durum adâlete aykırı olacağından harama yakın bir kerâhattir. Çocuklardan bir kısmını diğerine tercih etmek, kardeşler arasında düşmanlığa ve soğukluğa sebep olur. Hatta mîrasta erkek kardeşinden daha az alacak olan kız bile, bağışlamada diğer kardeşleriyle eşit miktarda tutulmalıdır. Hanefî mezhebine göre fetvâ böyle verilmiştir. Ancak, Mütekaddimîn denen ilk devir İslâm âlimleri, çocuklardan bir kısmı câhil, fâsık da olsalar, takvâ sahibi ve edepli olan diğer kardeşlerini bunlara mal ile tercih etmenin uygun olmadığını söylerken; Müteahhirîn denen son devir İslâm âlimleri takvâ ve edep sahibi evlâdı diğerlerine tercih etmenin mümkün olduğunu söylemişlerdir. Bir hadiste Hz. Peygamber "Allah'tan korkunuz, evlâdınız arasında adâlete riâyet ediniz." buyurur. Diğer bir hadiste "Ey ashâbım ve ümmetim! Atıyye ve hibede çocuklar arasında eşitliğe riâyet ediniz. Ben, evlâttan birisini üstün görecek olsaydım kızları üstün görür ve tercih ederdim" buyurur. Bir diğer hadiste ise "Çocuklarınızın arasında adâletli olun. Çocuklarınızın arasında adâletli olun. çocuklarınızın arasında adâletli olun." buyurur Buhârî, Hibe 12, 13; Müslim, Hibât 13; Ebû Dâvud, Büyû’ 83; Ahmed bin Hanbel, IV/275, 278. Bu hadisin vürûdu şöyledir Beşir bin Sa'd el-Ensârî'nin karısı, oğlu Nu'man bin Beşir'e, köle, bahçe ve benzeri malî bir yardımda bulunarak onu diğer çocuklarından ayırmasını ve bu bağışı belgelendirmek için Rasûlullah şâhit olmasını kocasından istemişti. Bunun üzerine Beşir, Rasûlullah gitmiş ve aralarında şu konuşma geçmiştir "Yâ Rasûlallah, Revaha kızı Amre kendi karısı oğluna kölemi bağışlamamı benden istedi." "Onun oğlunun kardeşleri var mı?" "Evet!" "Buna verdiğin gibi diğerlerine de verdin mi?" "Hayır!" "Bu doğru değildir. Ben de doğru olmayan şeye şâhit olmam." Ebû Davûd'un rivâyetinde Rasûlullah şu cevabı vermiştir "Haksızlığa beni şâhit tutma. Sana iyilik etmeleri yönünden çocukların üzerinde senin hakkın olduğu gibi, aralarında adâletli olman için de senin üzerinde onların hakları vardır." "Allah'dan korkunuz ve çocuklarınız arasında adâletli olunuz" Ebû Davud, Büyû’ 83. İmam Muhammed ve diğer bazı fakihler, ebeveynin çocuklara vereceği hibe konusunda miras nisbetinin nazara alınması; oğullara iki, kızlara bir nisbetinde verilmesi gerektiğini, adâletin böyle yerine geleceğini söylemişlerdir. Mirasta olduğu gibi hediyede de erkeğin, kızın alacağından iki misli alması, erkeğin, aile ve çocukların nafakalarını temin ile mükellef olmasındandır. İmam Mâlik ve İmam Leys ile İmam Sevrî'ye göre; evlât arasında bazılarını tercihen bir malı hibe etmek câizdir. Ancak İmam Mâlik, malın tümünün değil, malın bir kısmının bağışlanabileceğini belirtir. Hepsini bağışlamak câiz değildir. Şafiîlere göre; tercihe şâyan görüş, bağışlanacak malın kadın-erkek arasında ayrım yapılmaksızın eşit ölçüde bağışlanmasıdır. Bir görüşe göre de, mirastaki hisse nisbetinde bağışlanır. Hanbelî fakîhlere göre; bağışın evlât arasında, mirastaki hisseleri oranında yapılması gerekir. Çocuğun evlendirilmesinde de diğerlerinin izni olmaksızın fazla masrafta bulunmamalı veya diğerlerine de aynı ölçüde masraf yaparak eşitliği sağlamalıdır. Nafaka ve giyim husûsunda ihtiyaç miktarı nazar-ı itibara alınır. Fakat, İmam Ahmed'den bir rivâyete göre; bir kimse, çocuklarından, ihtiyaç sahibi olan aile fertlerinin çokluğu yahut ilim ile meşgul olması gibi sebeplerden dolayı, birini veya bir kısmını, fâsık ve malını kötü yolda sarf edecek olan diğer çocuklarına tercih eder ve onlara mal hibe edebilir. Bu câizdir. Diğer akrabaya hibe konusunda ise eşitlik şartı aranmaz. Zâhiriyye mezhebi âlimlerince, bir kimsenin evlâdından yalnız birine hibe ve tasaddukta bulunması helâl değildir. Erkek çocuğunu kız çocuğuna tercih etmesi de helâl değildir. Diğerlerine de aynı ölçüde hibede bulunması gerekir. Bu durum, iyilik kabilinden yapılan hibelerde de geçerlidir. Bir baba hayatta iken, evlâdından birine, meselâ oğluna, tasarrufta bulunmak üzere bir miktar mal vermiş ve bu mal tasarruf neticesi artmış ise; artan bu malın aslı hibe yoluyla verilmişse, o, erkeğin olur; ticaret kasdıyla verilmişse, bütün vârisler o maldan hak alabilirler. Zira, artan mal, babanın malından artmış demektir Ö. N. Bilmen, Hukuku İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, IV/274. İslâm'a göre hiçbir çocuk korumasız değildir. İster soyu sopu belli, ister yakın bir akrabası bulunsun veya bulunmasın her çocuk, İslâm hukuku bakımından koruma altındadır. Nitekim, herhangi bir çocuğu bulan bir kimsenin, -eğer bu çocuk başkasını görme ihtimali olmadığı için helâk olacak durumda ise- onu alması farz-ı ayındır; almadığı takdirde günahkâr olur. Çocuğu bulanın kendisi bakmak istemediği takdirde ona bakacak birini bulmak, İslâm devleti veya devletin gösterdiği müesseseye ait bir görevdir. Bulunan çocuğun bakımıyla ilgili birçok ihtilâflı meseleyi mahkemeler de çözüme kavuşturur. Hâkim, herhangi bir kişiyi nafaka ödemeye mecbur edebilir. Çocuğun yeme, içme, giyinme, temizlenme, istincâ işlerini kendi kendine yapabileceği yaşa kadar kız olsun, erkek olsun çocuğun bakımı anneye aittir. Bu yaştan sonra erkeklerde bülûğ; kızlarda hayız yaşına kadarki terbiye, Hanefi fıkhına göre erkekte babaya; kızda anneye aittir. Şâfiîlerde ise bu bakım çocuğun isteğine bağlıdır. Bu mesele, boşanma ile ilgili durumlarda ortaya çıkar. Anne öldüğü veya yeniden evlendiği takdirde, çocuğa aşağıdaki sıraya göre anne veya baba tarafından bir kadın akrabası bakar a Annenin annesi; bu da ölse veya evlense; b Babanın annesi; bu da ölse veya evlense; c Anne-baba bir kızkardeş; bu da ölse veya evlense; d Anne bir kızkardeş; bu da ölse veya evlense; e Anne-Baba bir kızkardeşin kızı; bu da ölse veya evlense; f Anne bir kızkardeşin kızı; bu da ölse veya evlense... Bu kadınlar, çocuğa mahrem olan bir akraba ile evlenecek olsa, -meselâ çocuğun annesinin amcası ile evlenmesi gibi- kadın bu durumda hidâne hakkını kaybetmez. Çocuğun nesebi ve babaya nisbeti Ebu Nuaym'den Peygamberimizin "Sizi nesebinizden büyükbabanıza bağlayacak bilgileri öğrenin." ve "Her kim kendi babasından, soyundan başkasına ve her köle ki, efendisinden başkasına kendisini nisbet ederse, Allah'ın aâabına uğrasın!" buyurduğunu nakleder Buhârî, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 214. Sahih-i Müslim'de nakledilen hadislerde Hz. Peygamber'in "Bile bile babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eden hiçbir adam yoktur ki, küfretmiş olmasın..." "Babalarınızı inkâr etmeyin. Zira her kim babasını inkâr ederse bu küfürdür." "Her kim İslâm'da babası olmadığını bildiği halde babasından başkasına iddia ederse, ona Cennet haramdır." buyurduğu ifâde edilmektedir Müslim, İmân, 61, 64. Neseb, baba ve ana tarafından iştirâk ve ittisal demektir. Neseb bi'ttûl, babalar ile babaların ilânihâye babalarıyla oğullar ve oğulların ilânihâye oğulları arasındaki bağımlılık ve neseb bi'l-arz erkek kardeşler ile bunların oğulları ve amca oğulları arasında olan bağımlılık olmak üzere iki çeşittir. Nesebin tesbiti sosyal hayatın zarûrî bir neticesidir. İnsanlık silsilesinin intizam içinde devamı, fertler arasında şefkat, yardımlaşma ve dayanışmanın ortaya çıkması, medenî bir çevrenin oluşması, ailevî ve iktisâdî ilerlemenin meydana gelmesi; nesebin sâbit olmasıyla mümkün olmaktadır. Bunun içindir ki nesebin sâbit olması İlâhî bir rahmettir ve insanı hayvanattan ayıran özelliklerden biridir. Binâenaleyh nesebin muhâfazası gerektiği gibi, nesebi inkâr veya sahih olmayan bir nesebi benimsemek de, din ve insanlık adına işlenen en büyük suçlardan biridir. Allah, nesebi muhâfaza için nikâh akdini helâl kılarken, nesebi soysuzlaştırmaya vesile olan zinâyı da haram kılmıştır 4/Nîsâ, 3, 4, 15, 25; 17/İsrâ, 3. Bir çocuğun nesebi kendini doğuran kadından sâbit olur. Fakat o çocuğun nesebinin bir erkeğe nisbet edilebilmesi için, o erkek ile anası arasında sahih veya kısmen bu hükümde bulunan fâsit bir nikâh ile veyahut câriyelik veya bir mâzerete mebnî şüphe ile cinsî bir yakınlaşmanın gerçekleşmesi esastır. Cinsî yakınlaşma neticesi meydana gelen hâmilelik müddeti hakkında mezhepler arasında farklılıklar vardır. Hanefî mezhebine göre hâmilelik müddetinin en azı altı ay, en çoğu iki senedir. Diğer üç mezhebe göre ise bu müddetin en azı altı ay, en çoğu ise dört senedir. Bu müddet içerisinde doğan çocuk, kadının hâmile kalmasına sebep olan erkeğe nisbet edilir. Sahîh bir nikâh, hâmilelik müddetinin başlangıcı kabul edilirken; fâsit bir nikâhta ise hâmilelik müddetinin başlangıcı, karı-koca ilişkilerinin vukû bulduğu andır. Çocuğun nesebinin sübûtu da bu ikrar tarihinden itibaren değerlendirilir. Nikâhlı bir kadının nikâh akdinden altı ay veya daha sonra doğuracağı çocukların nesebi kocasından sâbit olur. Bu kadınlar bu süre içinde boşanmış olsalar da nesebin kocaya âidiyeti değişmez. Lian sûretiyle meydana gelen ayrılmalarda da kocanın isbat edememekle birlikte karısının zinâ ettiği iddiasında bulunmasıyla aralarında meydana gelen ayrılık hâmilelik müddetinde doğan çocuk yine kocaya isnad edilir. Nikâh akdinden veya cinsî yakınlaşmadan itibaren hâmilelik müddeti için müsâit olmayan bir zamanda doğacak çocukların nesebi sâbit olmaz. Ancak koca, çocuğun kendinden olduğunu iddia ederse, bu durumda çocuk kocaya nisbet edilir. Bâtıl nikâh neticesi doğan çocuğun nesebi sâbit olmaz. Müslüman ile kâfir karı-kocanın nikâhları bâtıl olduğu için bunlardan doğacak çocukların nesebi sâbit olmaz. Bir kimse herhangi bir sebeple sokağa bırakılmış, anası-babası bilinmeyen bir çocuğu korumak için alıp beslemiş olsa; bununla aralarında nesep sâbit olmaz. Evlâtlık edinilen çocuğun nesebi, kendisine evlât edinen kimseye nisbet edilemediği gibi evli veya bekâr bir kadının zinâ neticesi doğurduğu çocuk da kendisiyle zinâ eden erkeğe nispet edilemez. Bir kimsenin nesebi ya ikrar ile veya deliller ile sâbit olur Ö. N. Bilmen, Hukûku İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kâmusu, II, 395-424. Çocuk sevgisi Enes bin Mâlik'ten rivâyet edilen bir hadiste o şöyle demiştir "İyâline karşı insanların Rasûlullah'tan daha şefkatlisini görmedim. Oğlu İbrahim'in Medine'nin bir kenarında oturan süt annesi vardı. Süt annenin kocası bir demirci idi. Rasûlullah ile birlikte oraya sık sık giderdik. Varınca, demircinin dumanla dolmuş evine girer, çocuğu kucaklar, öper, koklar, bir müddet sonra dönerdi." Mecmauz-Zevâid, VIII, 155. Rasûlullah herkesi çocuklarını öpmeye teşvik ederdi "Çocuklarınızı öpün, zira her öpücük için size Cennet'te bir derece verilir. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve bunu sizin için yazarlar." Torunlarını öpen Rasûlullah Akra b. el-Hâbis yadırgayıp Rasûlullah'a şöyle demişti "Benim on çocuğum var, hiç birini öpmedim." Rasûlullah "Şefkatli olmayana merhamet edilmez." cevabı ile onu azarlamıştı Buhârî, Edeb 18. Bir gün bedevîler Rasûlullah'ı ziyaret ederler ve ona "Çocuklarınızı öper misiniz?" diye bir soru sorarlar. Rasûlullah "Evet" der. Bedevîler "Fakat biz Allah'a andolsun öpmeyiz" derler. Rasûlullah "Allah kalplerinizden merhameti çıkardı ise ben ne yapabilirim?" buyurur. Rasûlullah çocuk sevgisi, sadece kendi çocuklarına karşı olmaktan daha çok, sevgiye muhtaç bütün çocuklara idi. Yine Enes bin Mâlik'ten rivâyetle "Onun çocuklara karşı insanların en müşfiği olduğu'' belirtilmiştir. Buhârî'den gelen bir rivâyette, Usâme bin Zeyd şöyle demiştir "Rasûlullah beni bir dizine, Hasan bin Ali'yi de diğer dizine oturtur, sonra ikimizi birden bağrına basar ve "Allah'ım bunlara merhamet et, çünkü ben bunlara merhametliyim" derdi" Buhârî, Edeb 22, Ahmed bin Hanbel, V/205. Râbia bin el Hâris de şöyle rivâyet etmiştir "Babam beni, Abbas da oğlu Fadl'ı Rasûlullah'a gönderdi. Huzurlarına girdiğimiz zaman bizi sağlı sollu oturttu. Bizi öylesine kucakladı ki, daha kuvvetlisini görmedik." Abdullah b. Selâm'ın oğlu Yusuf, Rasûlullah'ın kendisine Yusuf adını verdiğini ve kucağına oturtarak başını okşadığını söylüyor İbnü'l-Esir, el-İsâbe, I/312. Hz. Âişe, Peygamber evinde henüz küçük yaşta iken, kız arkadaşları gelir, birlikte oynarlardı. Hz. Peygamber eve gelince arkadaşları utanır ve köşelere kaçarlardı. Peygamber onları okşayarak Hz. Âişe'nin yanına gönderir, birlikte oynamalarına müsaade ederdi Buhârî, Edeb 81. Peygamber, çocuklarla şakalaşır Müslim, Âdâb 30, hasta çocukları ziyârete giderdi. Kızı Zeyneb'in çocuğunun hastalığında yanına gitmiş, onu bağrına basıp ağlamıştır. Yanında bulunan sahâbeden Sa'd b. Ubâde, "Ağlıyor musun? Halbuki sen Allah'ın Peygamberisin!" deyince, Efendimiz "Ben ona şefkat duyduğumdan ağlıyorum. Allah, kullarından ancak merhametli olanlara rahmet eder" buyurmuştur. Oğlu İbrahim'in ölümünde de yine ağlamış, onun ağlamasını garip karşılayanlara da aynı mânâda ifâdeler kullanmıştır Buhârî, Cenâiz 33; Müslim, Cenâiz 11; İbn Mâce, Cenâiz 53. Bütün bu hadîsler, Peygamber çocuklara karşı ne derece sevgi ve şefkat gösterdiğini ispat için yeterlidir. Ahlâkı Kur'ân olan Peygamber diğer hususlarda olduğu gibi, çocuklara karşı gösterdiği şefkat konusunda da gösterdiği örnekleri aynen tatbik ederek küçüklerimize sevgi ile kucak açmamız gerekir. Rasûlullah çocuklarla haşır-neşir olurlardı. Kendisiyle çocuklar arasında hiçbir engel bırakmazdı. Çocukların çekinip ürkmelerine sebebiyet verecek hiçbir davranışı olmamıştır. Hattâ bir Cuma hutbesinde minberden inerek onları kucaklamış, sonra yeniden minbere çıkarak hutbesini okumaya devam buyurmuşlardır. O, çocukların serbestçe yanına girmelerine imkân tanımış, onlara rastlayınca selâm vermiş, hâl ve hatırlarını sormuş, hasta çocukları ziyâret etmiş, onlarla şakalaşmış, onlara isim takmıştır. Çocukları gördüklerinde "Selâm size çocuklar!" diye hitab ediyordu. Birkısım âlimler çocuklara selâm vermeyi uygun görmemişlerse de, Hz. Peygamber'in çocuklara da selâm verilebileceğine delil olan hadisleri vardır Buhârî, Tecrid-i Sarih Tercümesi, 2015; Müslim, Selâm 5. Küçüğün büyüğe; geçenin oturana; azın çoğa selâm vermesi emredilmiştir. Enes İbn Mâlik'in "Rasûlullah birtakım erkek çocuklarının yanına uğrayıp onlara selâm vermiştir." dediği rivâyet edilir. Enes bin Mâlik Hz. Peygamber'in çocuklara selâm verdiğini gördüğü için o da çocuklara selâm vermiş ve yanındakilere "Peygamber çocuklara bunu selâm vermeyi yapardı." demiştir Buhârî, Edeb'ül-Müfred, Hadis no 1043. Çocuklara selâm vermekle onlara İslâm âdabı öğretilmiş olur ve buna alışkanlık kazandırılır. Çocukların kendilerine verilen selâma mukabelede bulunmaları vâcip değildir. Çünkü büluğ çağına ermeyen çocuklar İslâmî emirlerle mükellef değildirler. Fakat bir çocuk, mükellef olan bir adama selâm verdiği takdirde buna karşılık vermek farzdır. Bir topluluğa selâm verilse, o topluluktan da bir çocuk selâma mukabelede bulunsa, cemaat adına bu mukabele yeterlidir. Anbese'nin rivâyet ettiğine göre İbn Ömer de mektepte çocuklara selâm vermiştir. Bu haber de çocuklara selâm vermenin örnek bir hareket olduğuna delil teşkil eder. Peygamber çocuklara selâm vermesi bir mecburiyetten değil, O'nun tevâzu ve bütün insanlara mü'minlere olan şefkatinin bir tezahürüdür. 1 Mal; Anlam ve Mâhiyeti Mal Bir kimsenin sahip olduğu şey; menkul ve gayr-i menkul varlık, servet demektir. Mal terimi, Arapçada önceleri altın ve gümüş için kullanılırken, kapsamı genişlemiş, nakit para, menkul ve gayrimenkul mallardan maddî değeri olan herşeyi şümûlüne almıştır. Çoğulu "emvâl"dir. Aynı kökten mal verme anlamında "temvîl", mal sahibi olma anlamında "temevvül" terimleri kullanılmıştır. Bu kelimenin, donuk bir kelime olmayıp, ism-i mevsul "mâ"sı ile, mülkiyet ifâde eden "li" harfi cerri ve birinci tekil şahsa ait "y" zamirinden olmuş "mâlî" yani "bana ait olan şeyler" anlamında bir terim olduğu, kısaltma sonucunda "mal" şeklini aldığı belirtilmiştir İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab, XI, 636; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, mal maddesi; Fahri Demir, İslâm Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılımı, s., 13, 14. Hanefîlere göre, bir İslâm hukuku terimi olarak mal; elde edilip ihtiyaç için biriktirilmesi ve normal olarak yararlanılması mümkün olan her şey demektir. Buna göre, malın iki özelliğe sahip olması gerekir 1 Elde edilip biriktirmeye elverişli olması. Bu yüzden ilim, sağlık, şeref ve zekâ gibi mânevî şeylerle, mutlak olarak hava, güneş ve ayın ışığı ya da sıcaklığı gibi elde edilip depolanamayan şeyler mal sayılmaz. Ancak temelde mubah olan bu gibi değerler yeni teknolojik imkânlarla depolanırsa mal sınıfına girebilir. 2 Yararlanmanın mümkün ve câiz olması. Murdar ölmüş hayvan eti, zehirli veya bozuk gıda maddeleri gibi temelde mülk olmayan şeylerle, bir buğday tanesi, bir damla su, yırtık bir kâğıt parçası gibi, insanların yararlanmayı alışkanlık haline getirmediği şeyler de mal sayılmaz. Bir şeyin mal oluşu, herkesin veya bir kısım insanların ona ilgi duyup mal edinmesiyle sabit olur. Mecelle, malı şöyle tarif etmiştir "Mal; tab'-ı insanı mâil olup da vakt-i hâcet için iddihar olunabilen şeydir ki, menkule ve gayrimenkule şâmil olur" madde, 126. Bunu şöyle ifâde edebiliriz Mal, insan tabiatının meylettiği, ihtiyaç için elde biriktirilebilen şeyler olup, menkul ve gayrimenkulü kapsamına alır. Hanefîler dışındaki diğer çoğunluk İslâm hukukçularına göre maddî bir değeri olan ve telef edildiğinde tazmini gereken herşey maldır. İmam Şafiî şöyle der "Mal denilince akla gelebilen şeyler şunlardır Az da olsa bir ticarî değeri olup, telef edenin tazmin etmek zorunda kalacağı ve insanların normal olarak sokağa atmadıkları para gibi şeyler" Suyûtî, el-Eşbâh ve'n Nezâir, Mısır 1959, s., 327. Hanefîler malı, maddî varlığı olan şeylere hasrederler. Menfaat ve hakları mal değil, mülk olarak kabul ederler. Hanefîler dışındaki mezheb müctehidleri ise, bunları da mal sayar. Çünkü eşyadan kasdolunan, bunların maddesi aynı değil, menfaatidir. Evde oturmak, at ve katıra binmek gibi... Meselâ; mahkemede dâvâcının dâvâlıya yemin teklif etme hakkı, maddî bir yönü bulunmadığı için Hanefîlere göre mal değildir. Bu görüş ayrılığı, gasp, miras ve kira gibi muâmelelerde farklı sonuçlar doğurur. Bir kimse bir gayrimenkulü gasbedip bir süre yararlansa, sonra sahibine iâde etse, Hanefîler dışındaki fakîhlere göre bu yararlanmanın kıymetini tazmin etmesi gerekirken; Hanefîlere göre, gasbedilen mal ancak vakıf veya yetim malı, yahut otel, lokanta gibi kira için hazırlanmış bir yer olursa zararı tazmin gerekir. Yine Hanefîlere göre, kiracının ölümüyle kira sona erer. Çünkü kira akdinde, yararlanma bir mal olmadığı için mirasla geçmez. Diğer fakihlere göre ise, kira akdi, kiracının ölümüyle sona ermez ve akit sonuna kadar devam eder. Şart veya görme muhayyerlikleri de mirasçıya geçer. Hanefîlere göre ise geçmez. İslâm hukukçuları malları özelliklerine göre Mütekavvim - gayri mütekavvim, menkul -gayrimenkul, mislî - kıyemî, tüketime elverişli istihlâkî - kullanmaya elverişli isti’mâlî gibi kısımlara ayırmışlardır. 2 Mal kelimesi, meyl’ kelimesinden türemiştir. Meyl’ sözlükte; denge noktasından sağa sola sapmak demektir. Sürekli değişen ve ölümsüz olmayan değerlere bu bakımdan mal’ denilmiştir. Malın ana özelliği, devamlı değişmesi, sâbit olmaması ve ebedî ölümsüz olma özelliğinin bulunmamasıdır. Mal’, insanın yaşayabilmesi ve ayakta kalabilmesi için bir vâsıtadır. İnsanı ayakta tutmak amacına yönelik olarak kullanılırsa bir anlam taşır. Eğer dünyalık değerlerin elde edilişi uğruna harcanırsa veya bu amaç için elde edilmeye çalışılırsa o zaman olumsuz bir anlam kazanır. Mal, esâsen insanların sahip olmak istedikleri, ihtiyaç için elde edebildikleri, biriktirilebilen, taşınabilir veya taşınamaz şeylerdir, varlıklardır. Mallar ve çocuklar dünya hayatının süsüdür 18/Kehf, 46. Bunlar aynı zamanda birer fitnedir, yani insan için birer deneme alanıdırlar 64/Teğâbûn, 15; 3/Âl-i İmrân, 186. Mala sahip olma ile onu harcama yeri; onun kullanılış gâyesidir. Mallar, Allah’ın insanlara birer emânetidir. O’nun helâl kıldığı yoldan kazanılmalı ve o mal Allah’a varmak gâyesi için kullanılmalıdır. İnsan ölünce Rabbine kavuşacaktır. Öyleyse kendisine emânet olarak verilen malı, bu Son Varış/Meâd’ anlayışı doğrultusunda harcamalıdır. Bir başka deyişle, mal insanın hayatını sürdürebilmesi için Yaratıcı tarafından insanın emrine verilen bir faydalanma aracıdır. İnsan bu aracı güzel bir yoldan elde etmeli ve emânetin asıl sahibinin gösterdiği gibi kullanmalı, bu şekilde hem dünya hem âhiret mutluluğuna ulaşmalıdır. Mal, insanın sonsuz hayattaki durumuna kesinlikle etki edecektir. Allah, insanlara ellerindeki malı O’nun yolunda infak’ etmeyi emretmektedir. Bu, hem toplum dengesi, hem insanın mala karşı aşırı ilgisinin törpülenmesi, hem de insanların ihtiyaçlarının karşılanması açısından son derece önemlidir. Dünyadaki mallar ve zenginlikler, insanlar için süslü kılındı 3/Âl-i İmrân, 14. Bütün mallar dünya hayatının süsüdür, ama asıl varılacak yer Allah’ın huzurudur. İnsan bu yüzden malı ve dünyalıkları çok sever 89/Fecr, 20. Kimileri de malının çokluğundan dolayı övünür, kibir gösterir 18/Kehf, 34; 34/Sebe', 35. Ancak malı olduğu halde, Allah’a hakkıyla kulluk yapmayan, Allah’a karşı istikbâr’ eden azgınları bağîleri, malları ve evlâtları kurtaramayacaktır 92/Leyl, 11; 111/Mesed, 2; 58/Mücâdele, 17. Malın insan hakkında daha faydalı olabilmesi için onun Allah yolunda harcanması gerekmektedir 4/Nisâ, 95; 8/Enfâl, 72; 9/Tevbe, 20. Bu harcamanın en güzel şekli, gerekli kimselere zekât vermektir 6/En’âm, 141; 30/Rûm, 38. Mal konusu, müslümanların en önemli meselelerinden biridir. Malı helâldan kazanmak kadar, ona ilgiyi dengeli tutmak, onu gerekli yerlere harcamak, onunla insanlara faydalı olmak, onun peşinden sürüklenip gitmemek ve onunla şımarıp istiğnâ zengin oldum duygusuna kapılmamak önemli şeylerdir. İnsan ne kadar yaşarsa yaşasın, bir gün ölecektir ve malından ayrılacaktır. Kişi, mal üzerinde yalnızca nöbetçilik yapmaktadır. Öyleyse bu nöbetçilik ve emânetçilik iyi yapılmalıdır. “Mal bir kahpeye benzer; bir gün attarın evinde bir gün baytarın evinde olur.” Râgıp el-Isfehânî, Müfredat 726. Mal kazanmak, servet sahibi olmak, o maldan faydalanmak mubahtır helâldir. Zekâtı ancak malı olanlar verebilir. Malı olanlar Allah yolunda daha çok harcama yapabilirler. Hakkıyla elde edilen bir zenginlik daha iyidir. Ancak mü’min, Allah’ın büyüklüğü karşısında fakr’ duygusu içerisinde olmalı, yani yetersizliğini, her şeyin Allah’ın olduğunu bilmeli. Peygamberimiz müslümanların mal fitnesiyle karşılaşacaklarını haber veriyor İbn Mâce, Fiten 18, hadis no 3995; Tirmizî, Zühd 26, Hadis no 2336. Âhirette de mal mülk değil, ancak selim kalbe sahip olmak fayda verecektir 26/Şuarâ, 88. 3 Fitne; Anlam ve Mâhiyeti “Fitne” kelimesinin aslı “fetn”dir. “Fetn” sözlükte, altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saflığını anlamak için onları ateşte eritmek demektir. “Fitne” sözlükte, deneme ve imtihana tâbi tutmak, sınamak, maddî ve mânevî sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etme gibi anlamlara gelir. Fitne kelimesinin bunlardan başka, küfür, azgınlık, sapıklık, günah, ayrılık, iç ihtilâf ve kargaşa, kavga, delilik, azap, musîbet, aklını çelmek, gönlünü çalmak, kandırma iğvâ, kışkırtma, nifak, ihtilâf, baştan çıkarma, birbirine düşme, çekişme, zulüm, baskı, karışıklık ve kalbin bir şeye fazla meyletmesi gibi mânâları da vardır. İnsanın içine aşk ateşi düşürdüğü ve aklını çeldiği için kadına, kişinin aklını çelip ona azap kazandırdığı için şeytana, kişiye zarar verdiği için hırsıza, aynı kökten gelen “fettân” denmiştir. İnsanın gönlünü çelen, hırsını artırıp günaha sürükleyen altın ve gümüşe de iki fettân’ denmiştir. Aynı kökten gelen “meftûn”; aklından zoru olmak anlamından hareketle, deli gibi tutulmak, âşık olmak, çok beğenmek anlamları kazanmıştır. Fitne, aynı zamanda inanç uğruna uğranılan ağır işkence anlamına da gelmektedir. Olumlu Anlamıyla Fitne Fitne kelimesinin sözlük anlamından anlaşıldığı kadarıyla o, iyiyi kötüden, arı olanı kirli olandan, doğruyu yalancıdan ayıran bir metoddur. İnsanlar arasında suç, kötülük, kirlilik arttıkça onların karşılaşacağı fitne de çok olacaktır. Fitne bu anlamda toplumun kirlerini arıtan, temizleyen bir temizleyici gibidir. Nitekim içinde zorlukları, sıkıntı ve meşakkatleri barındıran savaş da bir fitnedir. Savaş bazen, insanların hatalarını, pisliklerini kendi önlerine koyar. İnanç uğruna belâ ve sıkıntılara uğrama anlamındaki fitne, olumsuz bir anlam taşımamaktadır. Bu gibi sıkıntılar inanan kişiyi kararlı kılar, irâdesini güçlendirir, ahlâkını arındırır. Böyle bir fitne kişiyi ve toplumu dinî yönden geliştirir. Onların hatalarını gösterdiği gibi, din uğruna sabırlarını da ortaya koyar. Böylece Allah’ın vereceği karşılığı/ödülü almalarına zemin hazırlar. Kur’an, insanların sürekli olarak “fitne” ile denendiklerini açıklıyor “İnsanlar, yalnızca İman ettik’ diyerek, fitneye uğratılmadan denenmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınamadan geçirdik fitneye uğrattık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” 29/Ankebût, 2-3 Bu bağlamda “fitne” ile “belâ”, aynı anlamdadır. Ne ki “fitne”nin kapsamı biraz daha geniştir. “Belâ” yalnızca Allah’tan geldiği halde, “fitne” hem Allah’tan hem de kullardan gelebilir, insan kendisini olduğu kadar başkalarını da fitneye uğratabilir. Fitne kelimesinde azap, zorluk ve kötülük yönü daha fazladır. Fitne, öncelikli olarak bir sınav yolu olduğuna göre, hem nimet sebebiyle, hem de zahmet ve perişanlıktan dolayı olabilir. İnsan, karşılaştığı bütün değerlerle imtihana tâbi tutulabilir. Nitekim Kur’an şöyle diyor “Biz sizi bir imtihan olarak hayır fitnesiyle de şer fitnesiyle de deniyoruz. Ve eninde sonunda Bize döneceksiniz.” 21/Enbiyâ, 35 Demek ki fitne imtihanı, bir hikmete bağlı olarak bazen Allah’tan gelir, bazen de kulların bir hatası sebebiyle meydana gelir. Böyle olunca da fitne, bizzat o fitneyi meydana getiren için bir uyarıdır; bir düzelme veya aklını başına alma imkânıdır. Fitne Kavramının Kur’an’daki Anlamları Fitne kelimesinin anlam sahası oldukça geniştir. Kur’an bu kelimeyi ondan fazla mânâda kullanmaktadır 1- Sınanma, deneme, belâya uğratma 2/Bakara, 102; 20/Tâhâ, 40, 85 vd., 2- Küfür, şirk, müşriklerin müslümanları şirke döndürmek için uyguladıkları baskılar anlamında 2/Bakara, 191, 217; 4/Nisâ, 91, 3- Sapıklık, sapma, saptırma 5/Mâide, 41, 49; 37/Saffât, 162, 4- Azap, işkence, ateşe atma 85/Bürûc, 10; 51/Zâriyât, 13-14; 29/Ankebût, 10, 5- Günah 9/Tevbe, 49; 24/Nûr, 63, 6- İslâm düşmanlarının savaşa sebep olmaları 4 Nisa/101, 7- Allah’ın kullarına farklı imkânlar vererek birbirlerine karşı tutumlarının ortaya çıkarılması 25/Furkan, 20; 6/En’âm, 53, 8- Şeytanın hile ve tuzakları 7/A’râf, 27, 9- Şeytanın zayıf ruhlu kimselere aşıladığı bâtıl inanç ve kuruntu 22/Hacc, 53, 10- Delilik ve gaflet 68/Kalem, 6, 11- Dosdoğru yoldan sırât-ı müstakîm’den saptırma 17/İsrâ, 73, 12- Nifak münâfıklık 57/Hadid, 14 ve 13- Özür, bahane anlamında 6/En’âm, 23 kullanılır. Allah’a Nisbetle Fitne Allah’ın fitne vermesi, O’na ait bir hikmete dayanır ve insanın tekâmülüne sebep olur. Bu bağlamda insanlık, çeşitli fitnelerle zaman zaman denemeye uğratılmaktadır. Kur’an’ın haber verdiğine göre, başta peygamberler olmak üzere müslümanlar ve diğer dinlere inananlar kâfirler zaman zaman fitnelere/sınavlara tâbi tutulurlar. Peygamberlerin Denenmesi Allah Hz. Süleyman’ı denemeden geçirmişti. Kur’an’ın ifâdesine göre, tahtının üzerine bir ceset bırakılmıştı. Bu belki de yönetim gücünün zayıflamasıydı. Tekrar eski durumuna kavuşunca; “Rabbim, beni bağışla...” diye duâ etmişti 38/Sâd, 34-35. Hz. İbrâhim birtakım kelimelerle denenmişti ve o da onları bir bir başarıyla tamamlamıştı. Bunun üzerine Allah onu bütün insanlığa imam önder yapmıştı 2/Bakara, 124. Hz. Mûsâ da denemeye tâbi tutulan elçilerdendir. Allah onun için şöyle diyor “... O zaman da seni tasadan kurtarmış ve seni bazı sıkıntılarla iyice denemiştik...” 20/Tâhâ, 40. Şeytanın peygamberlerin dâvetlerine ve hedeflerine gölge düşürme çabası da onlar için bir iman sınavıdır 22/Hacc, 52-53. Müslümanların Denenmesi Müslümanlar için sadece iman etmek yeterli değildir. İmanın kökleşmesi ve sağlamlaşması için mü’minler çeşitli denemelerden geçirilirler 29/Ankebût, 2-3. Allah müslümanları, içlerinde kim kendi yolunda cihad ediyor, bu yolda kim sabrediyor, ortaya çıksın diye, onları dener 47/Muhammed, 31. Benzer âyetler için bkz. 8/Enfâl, 17; 3/Âl-i İmrân, 152, 154; 33/Ahzâb, 11. Hz. Mûsâ, kendisi Tûr dağında iken kavminin altın buzağıya tapması üzerine onların içerisinden Allah’tan af dilemek üzere yetmiş kişi seçmişti. Onlarda gördüğü tereddüt üzerine Allah’a duâ etti ve bu olayın kendileri hakkında bir imtihan deneme olduğunu söyledi 7/A’râf, 154-156. Ayrıca inkâr edenlerin müslümanlara karşı tavırları bir fitnedir. Böylece müslümanların İslâm’a bağlılıkları denenmiş olur 25/Furkan, 207; 60/Mümtehine, 5. Mü’minlere yapılan bu azap ve işkence onları dinlerinden döndürmeye yöneliktir. Mü’min böyle bir azapla imtihan edilebilir. Mü’min, tıpkı madenin fitne/deneme kazanında kaynatılması gibi, azapla karşı karşıya getirilir. Böylece samimi müslümanla gevşek müslüman ortaya çıkar. Bu konuda Kur’an şöyle buyuruyor “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah’a iman ettik’ der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların kendisine yönelttikleri işkence ve fitnesini Allah’ın azabıyla bir tutar. Ama Rabbinden bir yardım ve zafer’ gelirse, andolsun; biz gerçekten sizlerle birlikteydik’ demektedirler. Oysa Allah, âlemlerin sînelerinde olanı daha iyi bilen değil midir?” 29/Ankebût, 10 Allah’ın azâbı şüphesiz insanlardan gelecek fitnelerden daha büyüktür. Mü’minler sürekli bir biçimde bu tür fitnelerle karşılaşacaktır. Bu denemeyi başaranlar, yani imanlarında samimi olanlar sonsuz mükâfatı kazanacaktır. Kur’an, mü’minlerin bu şekilde denemeye tâbi tutulduklarını haber veriyor 29/Ankebût, 2-3; 2/Bakara, 214. İnsanların ve Toplulukların Denenmesi Bazı kavimlere elçiler gönderilmesi onlar için ilâhî imtihan sebebidir. Meselâ, Sâlih kendisini ve mü’minleri uğursuzlukla suçlayan Semud kavmine; “...Uğursuzluğunuzun sebebi, Allah katında bulunan takdiridir. Kötü amel işleyene o uğursuzluğu takdir etmiştir. Doğrusu siz çeşitli olaylarla imtihan edilen bir topluluksunuz.” 27/Neml, 47. Ayrıca Hz. Sâlih’in kavmi Semud’a bir dişi devenin verilmesi onlar için bir deneme idi 54/Kamer, 27-29. Allah Peygamberimiz’e Mekke hayatında gösterdiği bir rüyası ve “Kur’an’da lânet edilmiş ağaç” ile insanları denemişti 17/İsrâ, 6. Kimilerine göre Peygamberimiz’in buradaki rüyasından maksat O’nun gördüğü herhangi bir düş değil; Mirac olayıdır. Çünkü âyette geçen “rü’yâ” kelimesi Arapça’da görmeyi ifâde eder. Sıradan bir rüyayı herkes görebilir. Rüyaların da olağanüstü bir tarafı yoktur. Peygamberimiz’e gösterilen, ya da O’nun gördüğü şey Mirac yolculuğu ve karşılaştığı olağanüstü durumlardır. Bu olay insanlar için bir deneme aracı olmuştu. Peygamberimiz Mirac olayını anlatınca müşrikler O’nunla alay ettikleri gibi, bazı zayıf imanlı müslümanlar da O’nu terketmişlerdi. Gerçekten iman edenlerin imanı ise bu denemeden sonra bir kat daha kuvvetlenmişti Muh. İbn Kesir, 2/386; Beydavî, 1/575; Fî Zılâli’l-Kur’an, 4/2237; Elmalılı, 5/309; Y. K. Çağdaş Tefsiri, 5/230. 4 Kur’ân-ı Kerim’de Evlât ve Mal Fitnesi “Evlâd” kelimesi, bilindiği gibi “veled” kelimesinin çoğuludur. Doğurmak fiili ile, doğuran erkek -doğurmaya sebep olan- ve kadın, doğurulan çocuk hep bu kelimenin türevleriyle karşılanır. Bu kelime, türevleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerim’de toplam 103 yerde geçer. “Benû” kelimesi de erkek çocuk, oğul anlamındadır. Çoğulu “benîn”, “benûn”, “ebnâ’”gelir. Erkek çocuk anlamındaki “ibn” kelimesinin müennesi/dişili “ibnetun” veya “bintun”, cemîsi de “benâtun” şeklinde kullanılır. Zamirli veya izâfet terkibiyle toplam 162 yerde kullanılır. Yine, çocuk kelimesinin Arapça karşılığı olan “tıfl” 4 yerde, bülûğ çağına ermemiş çocuk anlamında “sabî” 2 yerde, bıyığı terlemiş delikanlı, genç ve çocuk anlamına gelen “ğulâm” kelimesi 13 yerde, küçük anlamında “sağîr” kelimesi 13 yerde; nesil, zürriyet anlamında “zürriyyet” 32 yerde küçük torunlar anlamında “hafede” 1 yerde; ehil, âile, aşiret, yakınlar, halk gibi anlamlara gelen “ehl” kelimesi 127 yerde, yine yaklaşık aynı anlamlarda, ehil, âile, akraba, yakınlar, hânedan anlamlarına gelen “âl” kelimesi de 88 yerde kullanılır. Bülûğ çağına girmeden önce babasını kaybetmiş çocuk anlamındaki “yetîm” kelimesi 23 yerde, üvey kızlar anlamındaki “rebâib” kelimesi de 1 yerde kullanılır. Bütün bu rakamlar gösteriyor ki, Kur’an çocuklara ve onlarla ilişkin konulara çok büyük önem vermektedir. “Mal” ve çoğulu “emvâl” kelimeleri, Kur’ân-ı Kerim’de 86 yerde geçer. “M-l-k” ve türevleri ise Kur’ân-ı Kerim’de 206 yerde zikredilir. Bunların 88’i “melek” ve çoğuludur. Diğerleri 118’i mülk kavramıyla ilgili kelimelerdir. “Mâlik” kelimesi 3 yerde 1/Fâtiha, 4; 3/Âl-i İmrân, 26; 43/Zuhruf, 77, Bunun çoğulu “mâlikûn” 1 yerde 36/Yâsîn, 71, “melîk” kelimesi yine 1 yerde 54/Kamer, 55 geçer. “Dünyâ” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 115 yerde geçer. Dünyâ kelimesinin kökü olan “ednâ ve türevleriyle birlikte bu sayı, 133’e yükselir. “Dünya hayatı” anlamındaki “hayâtü’d-dünyâ” terkibi ise, 67 âyette kullanılır. “Ednâ” kelimesi Kur’an’da küçük, az veya eksik 58/Mücâdele, 7; 73/Müzemmil, 20, daha uygun, daha münâsip, daha yakın 2/Bakara, 282; 5/Mâide, 108; 33/Ahzâb, 51, daha değersiz, âdi, hayır yönünden daha az 2/Bakara, 61; 32/Secde, 21, yakın mekân, yer olarak daha yakın 30/Rûm, 3 gibi anlamlarda kullanılmaktadır. İslâm’a göre insanın var oluşunun asıl gâyesi, Allah’a kul olmanın şuuruna ermesi ve bunun gereğini yerine getirmesidir, ibâdettir. Kur’an’da çocuklar çok defa, ebeveynine aslî gâyelerini unutturan ve onları Allah’tan uzaklaştıran engeller arasında gösterilmiştir. Buna göre birçok insan, fazla mal ve evlât sahibi olmayı hayatın tek gâyesi saymak sûretiyle Allah ile olan münâsebetini tehlikeye düşürmektedir. Bu sebeple çeşitli âyetler insanı uyarmakta ve asıl gözetilmesi gereken hedefi göstermektedir meselâ bk. 18/Kehf, 46; 34/Sebe’, 37; 63/Münâfıkun, 9. Her ne kadar insanlar fazla mala ve çocuğa sahip bulunmakla kendi kendilerine yeterli, dolayısıyla güçlü ve üstün olacakları zannına kapılıyor ve bunu başkalarına karşı bir üstünlük sebebi olarak görüyorlarsa da 57/Hadîd, 20, Kur’an’a göre bu yanılgıya düşenler için mal ve çocuk da bir “fitne”dir 8/Enfâl, 27-28; 34/Sebe’34-35 ve “apaçık bir düşman”dır 23/Mü’minûn, 55-56; 64/Teğâbün, 14. Bundan dolayı İslâm’da, kişinin çocuk sahibi olması büyük sorumluluk gerektiren bir durum olarak değerlendirilmiştir. Nitekim ana-baba ile çocuk arasındaki ilişkiler hem ahlâkî hem de hukukî yönden belli esaslara bağlanmıştır. Buna göre çocuğun varlığı ciddiye alınmalı, iyi bir insan ve ihlâslı/samimi bir Müslüman olarak yetişmesi için her türlü gayret ve fedâkârlık gösterilmelidir. Çocuğun dünya ve âhiret mutluluğunu gözetmek, onu dünyaya getiren insanların önemle üzerinde durmaları gereken bir konudur. İslâm, bu hususta birinci derecede babayı sorumlu tutar. “Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun” 66/Tahrîm, 6 meâlindeki âyeti yorumlayan müfessirler, çocukların ve diğer âile fertlerinin gözetiminden ve terbiyesinden âile reisi olan babanın sorumlu olduğu konusunda ortak görüş belirtirler bk. F. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, 30/46; İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’an, 4/390-393. Hz. Peygamberimiz de, “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz” Buhârî, Cum’a 11; Müslim, İmâre 20 meâlindeki hadisinde aynı şekilde babanın büyük sorumluluğuna dikkat çeker. Anne de sorumluluğa ortaktır; âilenin iç düzeniyle birlikte çocukların bakımı ve yetiştirilmesi onun sorumluluk alanına girmektedir Buhârî, Rikak 17; Müslim, İmâre 5. Çocuğun, kendisine söylenenleri tam olarak anladığı ve kendi düşüncelerini az-çok ifâde edebildiği yaşlardan itibaren dinî esasların öğretimi yapılmalıdır. Bu konuda ilk öğretilecek şey; tevhid inancıdır. Hz. Peygamberimiz’in “Çocuklarınıza önce lâ ilâhe illâllah’ cümlesini öğretin” şeklinde tavsiyede bulunduğu nakledilir İbn Mahled, Ahbâru’s-Sığar, s. 142; İbn Kayyim el-Cevziyye, Tuhfetu’l-Mevrûd bi Ahkâmi’l-Mevlûd, Beyrut, 1403/1983, s. 158 Onların anlayacağı bir dil ve üslûpla Allah inancı anlatılması gerektiği gibi, temyiz yaşına doğru Allah sevgisiyle birlikte dozu ayarlanmış bir tarzda Allah korkusunu da aşılamak, böylece değer yargılarına ters düşen davranışlar karşısında iyiliklerini ödüllendirecek, kötülüklerini cezâlandıracak olan İlâhî otoritenin varlığını vicdanında hissetmesini sağlamak gerekir. Çocuklarda küçük yaşlardan itibaren imanla birlikte ibâdet şuurunun da geliştirilmesi gerekir. Onlara namazın öğretilmesi ve âile reisinin de bunda devamlı olması Kur’ân-ı Kerim’de açıkça zikredilmiştir 20/Tâhâ, 132. Hz. Peygamber’in de çocuklara yedi yaşında namazın öğretilmesi, kıldırılmaya başlanmasını, on yaşına geldikleri halde kılmıyorlarsa hafifçe cezalandırılmalarını tavsiye eden hadisleri Ebû Dâvud, Salât 25; Tirmizî, Mevâkît 182 bu konuda Müslüman ebeveyne ve eğitimcilere ışık tutmaktadır. Bunlarla birlikte, çocuğun sevgiye, iyi örneklere, açıklayıcı doğru bilgilere ihtiyacı unutulmamalıdır. 5 Kur’an dünya ile âhiret arasında bir tercih olursa, elbette âhiretin tercih edilmesini emrediyor. Çünkü âhiret hayatı daha hayırlı ve daha kalıcıdır 93/Duhâ, 4. Dünya hayatını âhirete tercih edenler, uzak bir sapıklığa düşerler 14/İbrahim, 3. Allah’ın hükümlerine kulak vermeyip âhireti unutanlar, dünyaya karşılık âhireti satanlardır. Böyle bir alış-veriş hiç de kârlı değildir 2/Bakara, 86. Müslümanlardan bazıları da âhiretlerini kazanmak için dünyalarını satarlar. Kur’an, Allah yolunda cihad etmenin bu anlama geldiğini ve böylelerinin büyük bir sevaba kavuşacaklarını haber veriyor. Allah yolunun şehitleri bu çok kârlı alış-verişin canlı örneğidir 4/Nisâ, 74. Kur’ân-ı Kerim’e göre dünya hayatı, bir oyun oyalanma ve bir eğlencedir 6/En’âm, 32; 47/Muhammed, 36, vd., aldatıcı bir metâ fayda, alınıp-satılan şey 3/Âl-i İmrân, 14, 185; 9/ Tevbe, 38, vd., geçici ve önemsizdir 4/Nisâ, 77. Dünya hayatı, yağmurla biten ve yeşeren, sonra da bir doğal âfetle yok olup giden ekin gibidir 10/Yûnus, 24; 18/Kehf, 45. Oyun, oyalanma, eğlence ve bir süs olmasının yanı sıra; mal ve çocuk bakımından bir övünme ve bir çoğalma yarışıdır. O, aldatıcı bir geçinme aracıdır 57/Hadîd, 20. Mal sahibi olmak, çocuk edinmek ve diğer sahip olunan şeyler, aslında dünya hayatının süsüdür. Ancak, varılacak yerin en güzeli, mutluluğun en şahanesi Allah’ın katındadır 3/Âl-i İmrân, 14. Dünya hayatı, bu gibi özellikleriyle aldatıcı, oyalayıcı, gaflete düşürücü, asıl maksattan uzaklaştırıcı, gelip-geçici ve vefasızdır. Kur’an, gerek dünya, gerekse âhiret nimetleri bakımından Allah’ın lütfunun sınırsızlığını ifâde etmekte; servet, mevki, sağlık ve yaşayış güzelliği bakımından insanlar arasındaki farkların, ilâhî takdirin bir gereği olduğunu, dolayısıyla, bu dünyada mutlak eşitliğin imkânsızlığını vurgulamaktadır 17/İsrâ, 20. Bunun yanında, âhirette de insanlar eşit durumda olmayacaklar, insanların dünyada yapmış oldukları işlere göre diğer âlemde derece farkları daha da büyük olacaktır 17/İsrâ, 21. Ancak, para ve mevkî gibi dünyevî imkânlar, Allah nezdinde mutlak bir değer ifâde etmediği için, dünya hayatını sırf bunların peşinde koşarak geçirenler, âhirette üstün derecelere ulaşmak hakkını kaybetmiş olacaklardır 17/İsrâ, 18. Din, dünyada yaşanır, âhiret dünyada kazanılır. Dünya bir imtihan alanıdır, o yüzden dünyayı âhiret için yaşamalıdır. Ebedî saâdet bu dünyada kazanıldığı için dünya hayatı çok değerlidir. Kıymeti bilinmeli, ömür boşa harcanmamalıdır. Kur’an’da dünya için “bugün” âhirete de “yarın” denilmiş, âhiretin bir gün kadar yakın olduğu ve ona azık hazırlanması istenmiştir 59/Haşr, 18. Bütün bunlarla birlikte Kur’an, dünyadan el etek çekilmesini emretmez. “Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan Allah’tır.” 2/Bakara, 29 buyurur. Kur’an, bize çalışmayı emretmiş, dünya nimetlerinden meşrû şekilde istifâde etmemizi tavsiye etmiştir “Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin/anın ki kurtuluşa eresiniz.” 62/Cum’a, 10 Dünyadan nasibimizi unutmamamızı hatırlatır 28/Kasas, 77. Kur’an’da “arz”, coğrafî, “dünya” ise dinî ve ahlâkî bir terim olarak yer almış; dünya kötülenir veya hafife alınırken kozmik varlığı değil; burada sürdürülen ve âhiret kaygısını geri plânda bırakan hayat tarzı kastedilmiştir. Dünya, sahih hadislerde de bu anlamda kullanılır. Kur’an’da kötülenen dünyadan maksat, madde ve şahsî çıkardır. Mal, mevkî, şehvet, lüks ve israf gibi tutku ve eğilimler kınanırken; mânevî değerlere ve uhrevî hayata bağlılık gösterilmesi istenmiştir. Dünya hayatı, Kur’an’da genellikle âhiret hayatı ile birlikte anılmış, bazen ikisi arasında karşılaştırma yapılarak âhiret hayatının üstün olduğu belirtilmiştir. Kur’an’a göre, âhiret için amelleri engellemeyen ve aksatmayan dünya hayatı meşrû bir nimet, hatta saâdettir. Nitekim müslümanların, “Rabbimiz! Bize dünyada da âhirette de hasene/güzellik ve iyilik ver” 2/Bakara, 201 diye duâ etmeleri tavsiye edilmiş, “Allah dünyadaki şeylerin hepsini sizin için yarattı” 2/Bakara, 29 denilmiştir. Birçok âyette peygamberlere ve mü’minlere hitap edilirken dünya ve âhiret mutluluğu birlikte vurgulanmış, bu durum Allah’ın özel bir lutfu olarak kaydedilmiştir. Hz. İbrahim ve Hz. İsa, dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmışlardır 2/Bakara, 130; 3/Âl-i İmrân, 45. Çünkü dünya mutluluğu ile âhiret saâdeti birbirine zıt değildir; âhirette ödül kazanmanın yolu, dünyadan vazgeçmek değildir. Âhiretlerini kaybedenler dünyada da mutlu olamazlar. “Kâfirler için dünyada ve âhirette şiddetli bir azap vardır.” 3/Âl-i İmrân, 56; 5/Mâide, 33 İki cihanda yüzü ak olanlara karşılık yüzü kara olacaklar da vardır 3/Âl-i İmrân, 106-107. Dünya ve âhiret arasında bir tercih yapma mecburiyeti ortaya çıktığı zaman hiç tereddüt etmeden âhiret hayatının tercih edilmesi istenmiş, aksi davranışta bulunanlar şiddetle kınanmıştır 14/İbrahim, 3; 79/Nâziât, 37-39. Çünkü âhiret, dünyadan daha hayırlıdır 93/Duhâ, 4. Geçici ve süreksiz olan, kalıcı ve daimî olana tercih edilemez. “Önce dünya” diyenler “dünya karşılığında âhireti satanlar” şeklinde nitelendirilmiş, değerli ve çok olanı verip değersiz ve az olanı satın almanın kârlı bir iş olmadığı ifâde edilmiştir 2/Bakara, 86, 90. Bu anlayışa sahip olanların yaptıkları işler kendilerine dünyada da âhirette de bir yarar sağlamaz 2/Bakara, 217. Buna karşılık, âhiretlerini kazanmak için dünyalarını satanlar övülmüştür 4/Nisâ, 74. Mal-Mülk Allah'ındır "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır." 3/Âl-i İmrân, 189; 5/Mâide, 17, 18, 40, 120; 9/Tevbe, 116; 24/Nûr, 42; 45/Câsiye, 27; 48/Fetih, 14. "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur." 2/Bakara, 107; 3/Âl-i İmrân, 189; 5/Mâide, 40; 7/A'râf, 158; 25/Furkan, 2; 39/Zümer, 44; 42/Şûrâ, 49; 43/Zuhruf, 85; 57/Hadîd, 2, 5; 85/Bürûc, 9. "Mülk O'nundur." 6/En'âm, 73; 35/Fâtır, 13; 39/Zümer, 6. Ve yine bkz. 3/Âl-i İmrân, 26; 17/İsrâ, 111; 22/Hacc, 56; 25/Furkan, 26; 40/Mü'min, 16; 64/Teğâbün, 1 Bu âyetler ve benzerleri mülkün, hükümranlığın Allah'a âit olduğunu, gerçek mülk sahibinin O olduğunu vurgulamaktadır. Allah, mülkünü yönetme hakkını, yeryüzünde halîfe tâyin ettiği insana vermiştir. "Allah'a ve Rasûlüne iman edin ve O'nun sizi hâkim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden Allah için infak edip harcayın. Sizden, iman eden ve Allah rızâsına infak edip harcayanlar için büyük mükâfat vardır." 57/Hadîd, 7. Bu âyetten anlaşıldığı üzere mal, gerçekte Allah'ındır. İnsan, yeryüzünde halîfe olarak mala sahip olur; mal, aslında ona emânettir. Göklerin ve yerin mülkü Allah'a âittir. Mülkün gerçek sahibi Allah'tır. İnsanın mala halîfe kılınması, iki anlama gelebilir Ya Allah adına malın üzerinde vekil kılınması, malın yönetiminin kendisine bırakılmasıdır. Yahut başkasından kendisine geçmesi, kendisi başkasının yerine geçip mala sahip olmasıdır. Mal denilen şey, böyle insandan insana geçen, insanların mülkiyetini birbirinden devraldıkları bir şey olduğu için âyette "cealeküm müstahlefîne fîh; başkasının yerine geçirildiğiniz, başkasının ardından size verilen şey" diye nitelendirilmiştir. Şimdi insan, mülkiyeti geçici olarak elinde bulunan malı Allah yolunda harcarsa, aslında kendi malını değil; Allah'ın malını harcamakta; O'nun adına, O'nun yoluna vermektedir. Mülkün gerçek sahibi Allah olduğuna göre, neden Allah'ın malını, Allah'ın emrettiği yere harcamaktan çekinir, niçin kendisini mutlu edecek şeyden geri kalır? Hz. Peygamber şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir "Sizi çokluk mahvetti. İnsanoğlu 'malım, malım' der. Yiyip tükettiğinden, ya da giyip eskittiğinden, ya da sadaka verdiğinden başka senin malın mı var? Çünkü bundan ötesi başkasının eline geçecektir." Müslim, Zühd 3; Tirmizî, Zühd 31, Tefsir, sûre 102; Nesâî, Vesâyâ 1; Ahmed bin Hanbel, 4/24, 26 “Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten, salma atlardan, sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve bağlılık insanlar için bezenip süslendi. Bunlar, dünya hayatının metâıdır. Nihâyet varılacak güzel yer, Allah’ın huzurudur.”. Rasûlüm! De ki Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için rableri yanında, içinden ırmaklar akan ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve hepsinin üstünde Allah’ın rızâsı/hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” 3/Âl-i İmrân, 14-15. 14. âyette sayılan dünya nimetleri ve dünya güzelliğinin insana sevdirildiği ifâde Edilmiştir. Bu davranış tabiîdir, dünyevîdir. 15. âyette bunlardan daha güzeli gösterilmiştir, çünkü evvelkiler ne kadar güzel olursa olsun geçicidir, ikinciler ise devamlıdır. Bazılarına imtihan ve hatta sıkıntı olsun diye verilen mal ve çocuklar, bazı insanları hayran bırakır, kendilerine niye onlara verilmediğini düşünürler. Halbuki sadece âhirette değil, aynı zamanda dünyada da bu mallar ve evlâtlar, onların sıkıntılarını, azaplarını arttırmaktan başka bir işe yaramaz “Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların canlarının kâfir olarak güçlükle çıkmasını istiyor.” 9/Tevbe, 85 Allah, bazı önem verdiği şeylerle birlikte, babaya ve ondan gelen çocuğa yemin eder 90/Beled, 3. Rivâyet edildiğine göre, Mekke’den hicret arzusunda bulunan bazı Müslümanların eş ve çocukları, kendilerinin perişan duruma düşeceklerini öne sürerek babalarını hicretten alıkoymak istediler. Fakat hicretle kazanılan yüksek mertebeleri öğrenen Müslümanlar, eş ve evlâtlarını cezâlandırmak isteyince bu âyet inerek, onların affedilmesini ve kusurlarından geçilmesini emretti. Buna rağmen, mal ve çocukların beklenmedik yer ve durumlarda kişiyi günaha sokup âhiret hazırlığından alıkoyabileceğine işaret edilmiştir “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoşgörür ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.” 64/Teğâbün, 14, 15 Bazı babalar, kendi inanç ve amelleriyle cennete gidemeyeceklerine kendileri de inandıkları için, çocuklarına elif-be öğretmek ve arkalarından Fâtiha okumalarını ve onlar yüzünden cennete gidivereceklerini umarlar. Şu âyet, inanılması gerekenlere gerektiği gibi inanmayan ve Kur’an’ı kendisi için okuyup amel etmeyen, çocukları yüzünden kolayca cennete gidivereceklerini umanlar için önemli bir cevaptır “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın evlâdı, evlâdın da babası için hiçbir şey ödeyemeyeceği günden çekinin...” 31/Lokman, 33 “Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” 2/Bakara, 155 “Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hâkimlere aktarmayın.” 2/Bakara, 188 “Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah muhsinleri/dürüstleri sever.” 2/Bakara, 195 “Onlardan öylesi vardır ki Rabbimiz, bize dünyada da hasene iyilik ve güzellik ver, âhirette de hasene iyilik ve güzellik ver ve bizi ateş azabından koru’ der.” 2/Bakara, 201; ayrıca 7/A’râf, 156; 16/Nahl, 122 “İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızâsını almak için kendini ve malını fedâ eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” 2/Bakara, 207 “…Bir insan ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle zarara uğratılmamalı, hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara girmemelidir…” 2/Bakara, 233 “Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç isteyene fâizsiz ödünç verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz.” 2Bakara, 245 “Şeytan sizi fakirlikle tehdit eder korkutur, fakir olursunuz diyerek sadaka vermenize engel olur ve sizin cimri olmanızı emreder/telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve lütuf/bolluk vaad eder. Allah, her şeyi ihâta eden ihsânı geniş olan ve her şeyi bilendir.” 2/Bakara, 268 “Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” 2/Bakara, 274 “Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.” 2/Bakara, 284 “Şüphesiz inkâr edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah'tan gelecek azâba karşı hiçbir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar.” 3/Âl-i İmrân, 10 “Nefsânî arzulara, özellikle kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, sadece dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki asıl varılacak güzel yer, Allah'ın yanındadır.” 3/Âl-i İmrân, 14 “De ki Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz kılar, yüceltir; dilediğini de zelil kılar, alçaltırsın. Her türlü iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kaadirsin. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin.” 3/Âl-i İmrân, 26-27 “Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah'a varır.” 3/Âl-i İmrân, 109 “İnkâr eden kâfirler var ya, onların malları da evlâtları da Allah nezdinde kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramayacaktır. İşte onlar, orada ebedî kalacaklardır.” 3/Âl-i İmrân, 116 “Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.” 3/Âl-i İmrân, 129 "Allah’ın kereminden kendilerine verdiklerini infakta cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine, bu, onlar için çok fenâdır. Cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Şüphesiz, 'Allah fakirdir, biz ise zenginiz' diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu sözünü, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki tadın o yakıcı azâbı! " 3/Âl-i İmrân, 180-181 “Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bu, emirlere olan azimdendir.” 3/Âl-i İmrân, 186 “Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.” 3/Âl-i İmrân, 189 “Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan doğan bir ticaretten başka haksız nedenler ve yollarla' bâtılca yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, size çok merhamet edendir.” 4/Nisâ, 29 “Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o.” 4/Nisâ, 38 “Yoksa onların mülkten hükümranlıktan bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi kadar bir şey bile vermezlerdi.” 4/Nisâ, 53 “... De ki Dünya metâı/menfaati azdır/önemsizdir. Allah’tan korkanlar için âhiret daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.” 4/Nisâ, 77 “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. İttika edenler, Allah’ın azâbından korkanlar için elbette âhiret yurdu daha hayırlıdır. Dünya hayatının fâniliğine hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” 6/En’âm, 32 “Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi hoş bir şeymiş gibi gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler, hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi onu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile baş başa bırak!” 6/En’âm, 137 “Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftirâ ederek kadınlara haram kılanlar, muhakkik ki ziyana uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu bulacak da değillerdir.” 6/En’âm, 140 “De ki Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizin de onların da rızkını Biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve haksız yere Allah yasakladığı cana kıymayın! İşte şu size anlatılanları Allah vasiyet etti. Umulur ki düşünüp anlarsınız.” 6/En’âm, 151 “İyi bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitneden/imtihandan ibârettir. Allah yanında ise büyük ecirler/mükâfatlar vardır.” 8/Enfâl, 28 “Gerçek şu ki, inkâr eden kâfirler, insanları Allah'ın yolundan engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar. Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır. İnkâr edenler sonunda cehenneme sürülüp toplanacaklardır.” 8/Enfâl, 36 “…Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah sizin için ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.” 8/Enfâl, 67 “De ki Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Rasûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez.” 9/Tevbe, 24 “Ey iman edenler!... Yoksulluktan korkarsanız, biliniz ki, Allah dilerse sizi kendi lutfundan zengin edecektir. Çünkü Allah her şeyi iyi bilendir, hikmet sahibidir.” 9/Tevbe, 28 “Ey iman edenler, gerçek şu ki, Yahûdi bilginlerinden ve Hıristiyan râhiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azâbı müjdele. Bu paralar cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azâbını tadın!" 9/Tevbe, 34-35 “Onların malları ve ya da çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların canlarının kâfir olarak güçlükle çıkmasını istiyor.” 9/Tevbe, 55 “Ey münâfıklar! Siz de, sizden öncekiler gibi yaptınız. Onlar sizeden kuvveçe daha üstün, mal ve evlâtça daha çok idiler. Onlar dünya malından paylarına düşenden faydalandılar zevklerini tatmin ettiler. Sizden öncekiler nasıl paylarına düşenden faydalandıysalar, siz dte payınıza düşenden öyle faydalandınız ve bâtıla dalanlar gibi siz de daldınız. İşte bunların amelleri dünyada da, âhirette de boşa gitmiştir. Ve onlar ziyana uğrayanları kendileridir. Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrâhim kavminin, Meyden halkının ve ters dönen şehirlerin haberi gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık mûcizeler getirmişti İnanmadıkları için helâk oldular. Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” 9/Tevbe, 69-70 “Onlardan kimi de, Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız! diye Allah'a and içti. Fakat Allah lütfundan onlara zenginlik verince, onda cimrilik edip Allah'ın emrinden yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” 9/Tevbe, 75-76 “Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların canlarının kâfir olarak güçlükle çıkmasını istiyor.” 9/Tevbe, 85 “Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.” 9/Tevbe, 111 “Dünya hayatının şu yakın hayatın durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sebebiyle ağ gibi birbirlerine örülüp karışırlar. Nihâyet yeryüzü zînetini takınıp, rengârenk süslendiği ve sahipleri de ona ürünleri biçmeye, yemişleri toplamaya kadir olduklarını sandıkları bir sırada, gece veya gündüz ona emrimiz âfetimiz gelir de onu sanki dün öyle süslü değilmiş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek toplumlar için âyetlerimizi böyle açıklarız.” 10/Yûnus, 24 “Mûsâ dedi ki "Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun'a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik güç, ihtişam ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için mi? Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler." 10/Yûnus, 88 "Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkını vermek Allah'a aittir." 11/Hûd, 6 “Allah dilediğine rızkını bollaştırır da, daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Oysa âhiretin yanında dünya hayatı, basit eşyadan, geçici bir zevkten başka bir şey değildir.” 13/Ra’d, 26 “O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline!” 14/İbrâhim, 2 "Hatırlayın ki, Rabbiniz size Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!’ diye bildirmişti.” 14/İbrâhim, 7 “Göklerde ve yerde ne varsa, O'nundur, din de yalnız O'nundur. O halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?” 16/Nahl, 52 “Onlardan biri kız ile müjdelendiği zaman, öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde kalarak yanında tutacak mı yoksa toprağa mı gömecek? Bunu düşünür durur. Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” 16/Nahl, 58-59 "Allah, rızıkta kiminizi diğer bir kısmınıza üstün kıldı." 16/Nahl, 71 "Sizin yanınızdaki dünya malı tükenir ama, Allah katında olanlar sonsuzdur, tükenmez. Elbette sabırlı davrananlara, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz." 16/Nahl 96 “Allah güven ve huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, o şehrin halkının rızkı, her taraftan bol bol gelirdi. Fakat, Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı. Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar kendilerine zulmederlerken azap onları hemen yakalayıverdi. Artık, Allah’ın size rızık verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin de eğer gerçekten yalnız Allah’a ibâdet ediyorsanız, O’nun nimetlerine şükredin.” 16/Nahl, 112-114 “Sonra onlara karşı size tekrar güç ve kuvvet verdik', size mallar ve çocuklarla yardım ettik ve topluluk olarak sizi sayıca çok kıldık.” 17/İsrâ, 6 “Kim bu aceleciyi çabuk geçen dünyayı isterse, ona, dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını verir, sonra da onu, kınanmış ve mahrum bırakılmış olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de âhireti diler ve bir mü’min olarak kendine yaraşır bir çaba ile o gün için çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür. Hepsine; dünyayı isteyenlere de, âhireti isteyenlere de, Rabbinin ihsânından, ayırdetmeksizin veririz. Rabbinin ihsânı kısıtlanmış değildir. Baksana, Biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki âhiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.” 17/İsrâ, 18-21 “Akrabâya, miskîne/yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira, böylesine saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür. Eğer, Rabbinden umduğun bir rızkı beklemek durumunda olduğun için onlara bakamıyorsan, hiç olmazsa, kendilerine gönül alıcı bir söz söyle. Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, kaybettiklerinin hasretini çeker kalırsın. Çünkü Rabbin rızkı dilediğine çok, dilediğine az verir. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, onları çok iyi görür. Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da, sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek, gerçekten büyük bir suçtur.” 17/İsrâ, 26-31 “Allah şeytana buyurdu Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki cehennem hepinizin cezâsızıdır. Mükemel ve tam bir cezâ! Onlardan gücünün yettiği kimseleri d3avetinle şaşırt, süvârilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol; kendilerine vaadlerde bulun!’ Şeytan, insanlara, aldatmaktan başka bir şey vaad etmez. Şurası muhakkak ki, Benim ihlâslı kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığınhâkimiyetin olmayacaktır. Onları koruyucu olarak Rabbin yeter.” 17/İsrâ, 64-65 “Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi, kendisine bir zînet/süs yaptık. Bununla beraber Biz, mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız.” 18/Kehf, 7-8 “Onlara, dünya hayatının tıpkı şöyle olduğunu anlat Gökten bir su indirdik, yerin bitkisi onunla karışıp yeşerdi. Sonra kuruyup rüzgârların savurduğu çöp kırıntıları haline geldi işte bu dünya hayatı, böyle bir mevsim kadar kısadır. Allah her şeye kadirdir, her şey üzerinde iktidar sahibidir. Mal/servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Kalıcı ve ölümsüz olan güzel işler ise, Rabbinin katında hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit etmeye daha lâyıktır.” 18/Kehf, 45-46 “Onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal giyim, kuşam ve tefriş bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler.” 19/Meryem, 74 “Âyetlerimizi inkar edip, bana Elbette mal ve çocuklar verilecektir’ diyeni gördün mü? O, gaybı mı bildi, yoksa Allah'ın katından bir söz mü aldı? Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız. Onun dediğine biz vâris oluruz, malı ve evlâdı bize kalır; kendisi de Bize yapayalnız gelir.” 19/Meryem, 77-80 “Sakın, kendilerini denemek için onlardan bazılarını faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hem daha süreklidir.” 20/Tâhâ, 131 “Âilene namazı emret, kendin de ona sabır ile devam et! Biz senden rızık istemiyoruz; Biz seni rızıklandırıyoruz. Âkıbet/güzel sonuç, takvâ iledir.” 20/Tâhâ, 132 “Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Hakikaten Allah, yalnız O zengindir, övgüye değerdir.” 22/Hacc, 64 “Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz? Hayır! Onlar işin farkına varamıyorlar.” 23/Mü’minûn, 55-56 “Ve onlar ki, Rabbimiz! Bize gözümüzün aydınatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!’ derler. İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır.” 25/Furkan, 74-75 “O gün âhiret günü ne mal, ne evlât fayda verir. Ancak Allah’a selîm/temiz bir kalble gelenler o günde kurtuluşa ererler.” 26/Şuarâ, 88-89 “Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vâsıtası ve debdebesi/süsüdür. Allah’ın yanında olan ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” 28/Kasas, 60 “Karun, Mûsâ'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlükuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiğinden O'nun yolunda harcayarak âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.’ Karun ise O servet bana ancak kendimdeki bilgi sâyesinde verildi’ demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz Allah onların hepsini bilir. Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir. Nihâyet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şâyet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar. İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. En güzel âkıbet, takvâ sahiplerinindir. Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.” 28/Kasas, 76-84 “İnsanlar, fitneden/imtihandan geçirilmeden, sadece iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de fitneden/imtihandan geçirdik. Elbette Allah, sâdıkları/doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” 29/Ankebût, 2-3 “İnsanlardan; Allah'a iman ettik’ diyenler vardır; ama Allah uğrunda bir ezâya uğratılınca, insanların azâbını Allah’ın azâbı gibi tutarlar. Rabbinizden bir yardım gelecek olursa; andolsun ki, doğrusu biz sizinle beraberdik’ derler. Allah herkesin kalbinde olanı en iyi bilen değil midir?” 29/Ankebût, 10 “Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibârettir. Âhiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” 29/Ankebût, 64 "Allah, kullarından dilediği kimsenin rızkını genişletir ve dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilir." 29/Ankebut, 82 “İnsanlar bir darlığa uğrayınca, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra Allah, kendi katından onlara bir rahmet nimet ve bolluk taddırınca, bakarsınız ki onlardan bir grup Rablerine şirk/ortak koşup durmaktadırlar. Kendilerine verdiğiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi sefâ sürün; ama yakında bileceksiniz! Yoksa onlara bir delil indirdik de, o delil, müşrik olmalarını mı söylüyor? İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Şâyet yaptıklarından ötürü başlarına bir fenâlık gelse, hemen ümitsizliğe düşüverirler. Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine geniş geniş vermekte, dilediğinin rızkını da daraltmaktadır. Şüphesiz, imanlı bir kavim için bunda, ibretler vardır. O halde sen, akrabâya, miskîne/yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızâsını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi fâiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızâsını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır. Allah, o yüce zâttır ki, sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır; sonra O, hayatınızı sona erdirecek, daha szonra da sizi tekrar diriltecektir...” 30/Rûm, 33-40 “Lokman, oğluna öğüt vererek Yavrucuğum! Allah’a şirk/ortak koşma! Gerçekten şirk, büyük bir zulümdür’ demişti.” 31/Lokman, 13 “Lokman, öğütlerine devamla oğluna şöyle demişti Yavrucuğum! Yaptığın iş iyilik veya kötülük, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa bile ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu senin karşına getirir. Doğrusu Allah, çok lutufkârdır, her şeyden haberdardır.Yavrum, namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve bu hususlarda başına gelene sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdendir. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünen kimseleri asla sevmez. Yürüyüşünde doğal ol. Sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini avaz avaz bağıran eşeklerin sesidir.”31/Lokman, 16-19 “Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır. Bilinmeli ki, asıl ganî/zengin ve övülmeye lâyık olan Allah'tır.” 31/Lokman, 26 “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın evlâdı, evlâdın da babası için hiçbir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Alla’ın verdiği söz geçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve ğarûr/aldatıcı şeytan , Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” 31/Lokman, 33 “Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri, biz, size gönderilmiş olan şeyi hemen inkâr ediyoruz’ dediler. Ve ilâve ettiler. Biz malca ve evlâtça daha çoğuz, biz azâba uğratılacak da değiliz.” 34/Sebe’, 34-35 “Bizim katımızda sizi bize yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip sâlih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükâfaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler.” 34/Sebe’, 37 “Ey insanlar, Allah’ın vaadi gerçektir; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı Şeytan Allah’ın affına güvendirmek sûretiyle sizi aldatmasın.” 35/Fâtır, 5 “Ey insanlar! Siz Allah’a fakirlersiniz/muhtaçsınız. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O’dur, Allah’tır.” 35/Fâtır, 15 “İnsana bir zarar dokunduğu zaman Bize duâ eder. Sonra, ona Bizden bir nimet verdiğimiz vakit Bu benim bilgim sâyesinde bana verildi’ der. Hayır! O bir fitnedir/imtihandır, fakat çokları bilmiyorlar.” 39/Zümer, 49 “Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama âhiret, gerçekten karar yeri, kalınacak yurttur.” 40/Mü’min, 39 “Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun ekinini/kazancını arttırırız. Kim dünya ekinini/kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şey veririz. Fakat onun âhirette bir nasibi olmaz.” 42/Şûrâ, 20 “Allah, kullarına rızkı bollaştırsaydı, yeryüzünde taşkınlık yapar azarlardı. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indiriyor. Çünkü O, kullarından haberdardır, her şeyi görendir.” 42/Şûrâ, 27 “Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.” 42/Şûrâ, 49 “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. Şâyet insanlar küfürde birleşen bir tek inkârcı ümmet olacak olmasaydı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da hep gümüşten yapardık. Ve onları altın zînetlere boğardık. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçici metâından ibârettir. Âhiret nimeti ise, Rabbinin yanında, Allah’ın azâbından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur.” 43/Zuhruf, 32-35 “Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah ne yücedir! Kıyâmet saatini bilmek de O'na mahsustur. Siz O'na döndürüleceksiniz.” 43/Zuhruf, 85 “İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeyleri harcadınız, onların zevkini sürüp tükettiniz burası için hiçbir şey bırakmadınız. Yeryüzünde haksız yere istikbâr etmenizden/büyüklük taslamanızdan ve fıskınızdan/yoldan çıkmanızdan dolayı bugün, alçaltıcı bir azap göreceksiniz’ denir.” 46/Ahkaf, 20 "Kâfirler/inkâr edenler dünyada zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir." 47/Muhammed, 12 “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve ittika ederseniz sakınırsanız Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden mallarınızı tamamen sarfetmenizi istemez. Eğer onları isteseydi ve sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz ve bu da sizin kinlerinizi ortaya çıkarırdı.” 47/Muhammed, 36-37 “Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Rasûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık doğru olanların ta kendileridir.” 49/Hucurât, 15 “Zengin eden de, varlıklı kılan da O’dur.” 53/Necm, 48 “Bilin ki dünya hayatı, ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibârettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziyaretçilerin de hoşuna giden bir bitki gibi önce yeşerir sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çerçöp olur. Âhirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızâsı vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey değildir.” 57/Hadîd, 20 “Onların malları da, oğulları da Allah’a karşı kendilerine bir fayda vermez. Onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır.” 58/Mücâdele, 17 “… Böylece O mallar/paralar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet/güç olmasın…” 59/Haşr, 7 “Kıyâmet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir.” 60/Kıyâmet, 3 “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve O'nun Resulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Mü’minleri bunlarla müjdele.” 61/Saff, 10-13 “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikirden/anıp hatırlamaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan infak edin, Allah için harcayın.” 63/Münâfıkun, 9-10 “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoşgörr ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne bir denemedir. Allah ise, büyük ecir en güzel karşılık O'nun katında olandır. O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 64/Teğâbün, 14-16 "Kim Allah'tan sakınıp korkar ve günahlardan kaçınırsa, Allah ona bir çıkış yolu yaratır ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a güvenirse, O, ona yeter." 65/Talak, 2-3 “Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” 66/Tahrîm, 6 “Nûh şöyle dedi Rabbim! Doğrusu bunlar, bana karşı geldiler de malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmak başka işe yaramayan kimseye uydular.” 71/Nûh, 21 “Hayır, siz aceleciyi, çabuk geçen dünya hayatını ve nimetlerini seviyor, âhireti bırakıyorsunuz.” 75/Kıyâmet, 20-21 “Onlar Cennetteki has kullar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz size Allah razâsı için yemek yediriyoruz; o yüzden, sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, sert ve belâlı bir günde Rabbimizden O’nun azâbına uğramaktan korkarız’ derler.” 76/İnsân, 8-10 “Eğer onlar doğru yola girselerdi, kendilerine gürül gürül bol su verirdik. Böylece onları fitneden/sınavdan geçirirdik. Kim Rabbinin zikrinden yüzçevirirse, Rabbim onu gittikçe artan çetin bir azâba uğratır.” 72/Cin, 16-17. “Diri diri toprağa gömülen kızlara, suçunuz neydi, hangi günah sebebiyle öldürüldünüz?’ diye sorulduğunda…Her kişi hayır ve şerden neler yapıp getirdiğini anlar.” 81/Tekvîr, 8-9, 14 “Fakat siz ey insanlar! âhiret, daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını yakın hayatı tercih ediyorsunuz.” 87/A’lâ, 16-17 “Fakat insan böyledir; Rabbı ne zaman kendisini imtihan edip ona ikramda bulunur, ona nimet verirse; Rabbım bana ikram etti’ der. Ama Rabbı onu imtihan edip rızkını daraltırsa; Rabbım bana ihânet etti, beni küçük düşürdü’ der. Hayır, doğrusu siz, yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yemek vermeye teşvik etmiyorsunuz. Mirası, helâl-haram demeden yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz.” 89/Fecr, 15-20 “Kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, Biz de onu en kolaya hazırlar, onda başarılı kılarız. Kim cimrilik edip vermez, kendini zengin sayıp hakka boyun eğmez, en güzeli de yalanlarsa, Biz de onu en zora yöneltiriz. Öylesi, çukura yuvarlandığı zaman malı kendisine hiç fayda vermez.” 92/Leyl, 5-11 “Allah Seni bir fakir olarak bulup da zengin yapmadı mı? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an." 93/Duhâ, 8-11 “Gerçek şu ki, insan, ilim ve malda istiğnâ ederek/zengin olduğunu görerek azar.” 96/Alak, 6-7 “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedî kılacağını sanıyor. Hayır! Andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır. Hutame'nin ne olduğunu bilir misin? Allah'ın, tutuşturulmuş ateşidir.” 104/Hümeze, 1-6 Hadis-i Şeriflerde Evlât ve Mal Fitnesi a- Hadislerde Evlât; Terbiyesi ve Fitneye Dönüşmesi “İnsanlar Kadınlarla dört şey için evlenirler Ekonomik gücü, fizikî güzelliği, aile yapısı soyu-sopu, asâleti ve dinî yaşantısı. Siz dinî yaşantısı olanını, yani dindar olanı seçin, huzur bulursunuz.” Müslim, Radâ 53, h. no 1465 “Çocuklarınız yedi yaşına geldiği zaman namaz kılmalarını emredin. On yaşına geldiklerinde onu yerine getirmiyorlarsa hafifçe dövün.” Tirmizî'nin rivâyetinde "Çocuğa namazı yedi yaşında öğretin, kılmadığı takdirde on yaşında dövün" şeklindedir. Ebû Dâvud, Salât, 26, h. no 494; Tirmizî, Mevâkît 182, Salât 299, h. no 407 "Çocuklarınıza, onlar yedi yaşında iken namazı emredin. On yaşında olunca namazdaki ihmalleri sebebiyle onları dövün, yataklarını da ayırın." Ebû Dâvud, Salât 25, h. no 495, 496 "Rasûlullah'a bundan namazın çocuğa ne zaman emredileceğinden sorulmuştu "Çocuk sağını solundan ayırmasını bildi mi ona namazı emredin" buyurdu." Ebû Dâvud, Salât 26, h. no 497 "Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz" "Kişinin çocuğunu bir kerecik terbiye etmesi, onun için bir sâ' 2120 grama tekabül eden bir ölçü birimi miktarında yiyecek tasadduk etmesinden daha hayırlıdır." Tirmizî, Birr 33, h. no 1953 “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz.” Buhârî, Cum’a 11; Müslim, İmâre 20 “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” Buhârî, İlim 12, Cihad 164; Müslim, Eşribe 70-71 “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” Buhârî, S. Buhârî Tecrid-i Sarih Terc. 11/240 “Şu üç özellik üzerine çocuklarınızı yetiştirin Peygamber sevgisi, O’nun ehl-i beytinin sevgisi ve Kur’an okuma. Çünkü Kur’an’ın hamelesi Kur’an’ı belleyip onu hayatına geçirenler, hiçbir hâkimiyetin bulunmadığı mahşer gününde peygamberler ve seçki kişilerle birlikte Allah’ın hâkimiyeti altında güven ve emniyette olurlar.” Feyzü’l-Kadir, I/225 “Çocuklarınıza önce lâ ilâhe illâllah’ cülyebihi öğretin.” İbn Mahled, Ahbâru’s-Sığar, s. 142; İbn Kayyim el-Cevziyye, Tuhfetu’l-Mevrûd bi Ahkâmi’l-Mevlûd, s. 158 "Dünyaya gelen her insan, fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu yahûdi, hristiyan, mecûsi farklı bir rivâyete göre veya müşrik yapar." Buhârî, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25, İman 264; Müsned-i Ahmed, II/ 233, 435 “Çocuklarınızın arasında adâletle muâmele edin, çocuklarınızın arasında adâletle muâmele edin; eşit davranın.” Buhârî, Hibe 12-13; Müslim, Hibât 13; Ebû Dâvud, Büyû’ 83, hadis no 3544; Nesâî, h. No 3687; Ahmed bin Hanbel, IV/275, 375 “Sevgi, verâsetle kazanılır.” Buhârî, Edebü’l-Müfred, I/53-54 “Kimin çocuğu varsa onunla çocuklaşsın.” İbn Mahled, Ahbâru’s-Sığar, s. 135 "Çocuklarınıza gereken ikrâmı gösterin ve terbiyelerini güzel yapın." Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/473 Hz. Peygamber, her fırsatta çocukları kucağına alır, öper ve okşardı. Bir defasında torunlarını öperken kendisini gören Akra’ bin Hâbis’in bunu yadırgayarak, “benim on çocuğum var, hiçbirini de öpmedim!” demesine karşılık “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” cevabını vermiştir. Buhârî, Edeb 18; Ebû Dâvud, Edeb 144; Tirmizî, Birr 12 Cündüb İbnu Abdillah anlatıyor "Biz ergenlik çağına yaklaşmış bir grup genç, Rasûlullah ile beraberdik. Kur'an'ı öğrenmezden önce imanı öğrendik. Sonra da Kur'an'ı öğrendik. Kur'an sâyesinde imanımız daha da arttı." Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 16/490 Açıklama Bu hadis, İslâmî talim ve terbiye siteminde takip edilecek vetire ve safhaları öz olarak göstermektedir. Önce imanın öğretilmesi, sonra Kur'an ve diğer şeylerin öğretilmesi. Daha önce de belirtildiği üzere, Rasûlullah, çocuklara konuşmaya başlar başlamaz iman esaslarına giren Kur'anî âyetler ezberletiyor. Çocuk bu safhada henüz temyiz yaşında bile değildir. Temyiz yaşında namaz emrediliyor. Kur'an'ın okuma ve yazılma şeklinde öğretimi ise, daha sonra, küttab denen mekteplerde ele alınan bir hâdisedir. İslâm ulemâsı, temel eğitime giren müfredatta önceliğin dinî talime verilmesi gereğinde ittifak eder. Onlara göre hesap, edebiyat, meslek öğretimi gibi diğer müfredat daha sonra ele alınmalı, dinî talim halledilmeden bunlara geçilmemelidir. Sonradan verilecek Kur'an bilgisi ve diğer faydalı bilgiler, önceden öğretilmiş olan imanî bilgileri takviye edecek şekilde olmalıdır. Bu bir planlama ve tanzim işidir. Ebu Ümâme anlatıyor "Bir adam "Ey Allah'ın Rasûlü, anne ve babanın çocukları üzerinde hakları nedir?" diye sormuştu. "Onlar senin cennet ve cehennemindirler" buyurdu Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/471 Ya'la İbnu Mürre anlatıyor "Hz. Ali'nin oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin koşarak Rasûlullah geldiler. Efendimiz onları bağrına bastı ve "Şurası muhakkak ki, çocuk, cimrilik ve korkaklık sebebidir" buyurdular." Tirmizî, Birr 11, h. no 1911; İbn Mâce, Edeb 3, h. no 3666 Açıklama Çocuk sahibi olan baba onu yetiştirmek maksadıyla ölümden korkar, cihada gitmek istemez. Çünkü şehid olursa çocuk bakımsız kalacak endişesine kapılır. Aynı şekilde, malını mülkünü çocuğu için harcamayı düşünerek cimrileşir. "Büluğa erinceye kadar kim iki kız evlâdı yetiştirirse -parmaklarını birleştirerek- kıyâmet günü o ve ben şöyle beraber oluruz." Tirmizî'de "O ve ben cennete şu iki şey gibi beraber gireriz" dedi ve iki parmağıyla işaret etti" şeklinde gelmiştir. Müslim, Birr 149, h. no 2631; Tirmizî, Birr 13, h. no 1917 "Kim "üç kız" veya "üç kızkardeş" veya "iki kız kardeş" veya "iki kız" yetiştirir, terbiye ve te'diblerini eksik etmez, onlara iyi davranır ve evlendirirse cenneti hak etmiştir." "Kimin iki kızı olur da bunları öldürmez, alçaltmaz, oğlan çocuklarını bunlara tercih etmezse Allah onu cennete koyar." Ebû Dâvud; Kütüb-i Site, 2/495 Ebû Said anlatıyor "Kadınlar Rasûlullah dediler ki "Ey Allah'ın Resulü! Sizden istifâde hususunda erkekler bize gâlip çıktı yeterince sizi dinleyemiyoruz. Bize müstakil bir gün ayırsanız!" Rasûlullah bunun üzerine onlara bir gün verdi. O günde onlara vaaz u nasihat etti, bazı emirlerde bulundu. Onlara söyledikleri arasında şu da vardı "Sizden kim, kendinden önce üç çocuğunu gönderirse, onlar mutlaka kendisine ateşe karşı bir perde olur!" Bir kadın sormuştu "Ey Allah'ın Rasûlü! Ya iki çocuğu ölmüşse?" "İki de olsa!" buyurmuşlardı." Buhârî, İlm 36, Cenâiz 6, İ'tisâm 9; Müslim, Birr 152, h. no 2633 "Mü'minlerden birinin üç çocuğu ölür ve ona da ateş değerse, bu çok hafif bir alev yalamasıdır." Buhârî, Cenâiz 6, Eymân 9; Müslim, Birr 150-154, h. no 2632-2635; Muvatta, Cenâiz 38, h. no 1, 235; Tirmizî, Cenâiz 64, h. no .1060; Nesâî, Cenâiz 25, h. no 4, 25 "Kim, ergenlik çağına varan iki kızına, onlar yanında kaldıkları veya kendisi onların yanında kaldığı müddetçe iyilik yapar ihsanda bulunursa, bu kızlar onu mutlaka cennete koyarlar." Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/473 Hz. Aişe anlatıyor "Yanıma bir kadın girdi. Beraberinde iki kız çocuğu da vardı. Bir şeyler istedi. Aksi gibi yanımda bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu verdim. Kadın aldı ve ikiye bölerek kızlarına taksim etti. Kendine pay ayırmadı. Çıkıp gittiler. Arkadan Rasûlullah girdi. Durumu ona anlattım. Dedi ki "Kim bu şekilde kızlarla imtihan edilir o da onlara iyi davranırsa, kızlar, onun için, ateşe karşı perde olurlar." Buhârî, Zekât 10, Edeb 19; Müslim, Birr 147, h. no 2629; Tirmizî, Birr 13, h. no 1916 İbn Ömer anlatıyor "Rasûlullah beni Uhud savaşı sırasında teftiş etti. O zaman ondört yaşında idim, savaşa katılmama izin vermedi. Hendek savaşı sırasında da beni gördü, o zaman ben onbeş yaşında idim, bu sefer bana cihad izni verdi." Nâfi' der ki "Ben Ömer İbn Abdilaziz'e uğradım, o zaman halife idi. Kendisine bu vak'ayı anlattım. Bana "Bu onbeş yaş çocukla büyüğü ayıran hududdur" buyurdu. Valilerine yazarak, on beş yaşına basanları mükellef addetmelerini, daha küçükleri âile efradından saymalarını emretti." Buhârî, Şehâdât 18, Megâzî 29; Müslim, İmâret 91, h. no 1868; Tirmizî, Cihâd 31, h. no 1711; Ebû Dâvud, Hudûd 17, h. no 4406, 4407; Nesâî, Talâk 20, h. no 6, 155 "İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sahibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya elbiseni yakar yahut da sen onun pis kokusunu alırsın." Buhârî, Büyû’ 38, Zebâih 31; Müslim, Birr 146, h. no 2628 "Kimin bir çocuğu olursa, güzel bir isim koysun ve en iyi şekilde terbiye etsin. Büluğa erince de derhal evlendirsin. Büluğa erdiği halde evlendirmez ve delikanlı da bir günah işleyecek olursa, bundan hâsıl olacak günah babaya da terettüp eder." K. Site, c. 2, s. 533 b- Hadislerde Mal/Para ve Fitneye Dönüşmesi "Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır." Tirmizî, Zühd 26, Hadis no 2337 “Sizin elde ettiğiniz dünya metâı, hayır değil; bir fitnedir. Evet, hayır, ancak hayır getirir. Lâkin bu dünya ziynetleri hayır değildir. Çünkü bunlar fitneye sebep olur. Onlarla siz âhiret hususuna yönelmekten meşgul olursunuz. Baharın yetiştirdiği nebatların bazısı, çok yiyen hayvanları ya patlatıp öldürür, yahut ölüme yaklaştırır. Ancak ihtiyacına kadar yiyenlere zarar vermez. Dünya malı da öyledir, insanlar ona hoş görerek meylederler. Bazısı mala gark oldu denilecek şekilde çok mal edinir, bazısı fazlasına tamah etmeyerek azı ile yetinir. Mala gark olanlar, ekseriyetle onun sebebiyle ya helâk olur, yahut helâke yaklaşırlar.” Müslim, Zekât 123, h. No 1052; Buhârî, Zekât, Rikak; Nesâî, Zekât; S. Müslim Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu, c. 5, s. 473-474 “Hayır, vallahi ey cemaat! Ben sizin için ancak Allah’ın size vereceği dünya ziynetlerinden korkuyorum.” Müslim, hadis no 1052; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu terc, 5/471 "Sizi çokluk mahvetti. İnsanoğlu 'malım, malım!' der. Halbuki Âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır. Malın içinde gerçekten senin malın olan şey, sadece yiyip tükettiğin; giyip eskittiğin; ya da sadaka verip ileriye gönderdiğindir." Müslim, Zühd 3, 4; Hadis no 2958; Nesâî, Vesâyâ 1; Tirmizî, Zühd 31, Tefsir Tekâsür, Hadis no 3351; Ahmed bin Hanbel, 4/24, 26 "Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha çok sever?" Ashâb 'Ey Allah'ın Rasûlü, içimizde herkes, kendi malını vârisinin malından daha çok sever' dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu "Öyleyse şunu bilin Kişinin gerçek malı, hayatında gönderdiğidir. Geriye bıraktığı da vârislerinin malıdır." Buhârî, Rikak 12; Nesâî, Vesâyâ 1 "Bir sürüye salınan dadanan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dîne verdiği zarardan daha fazla değildir." Tirmizî, Zühd 43, Hadis no 2377 "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu karnını ancak toprak doldurur gözünü toprak doyurur. Allah tevbe edenleri affeder." Buhârî, Rikak 10; Müslim, Rikak 116, Hadis no 1048; Müslim, hadis no 1048; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, 5/465; Tirmizî, Zühd 27, Hadis no 2338 "Altına tapanlar mel'undur, gümüşe tapanlar mel'undur." Tirmizî, Zühd 42, Hadis no 2376 "Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır kalırsınız." Tirmizî, Zühd 20, Hadis no 2329 "İki haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredici ve sabrediciler arasına kaydeder Dinî konularda kendinden üstün olana bakıp ona uymak. Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp Allah'ın kendine vermiş olduğu üstünlüğüne hamdetmek. İşte böyle olan kimseyi Allah şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim dinî konularda kendinden aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemediğine üzülürse Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz." Tirmizî, Kıyâmet 59, Hadis no 2514 "Bir kul, Allah rızâsı için mütevâzi olur, alçalırsa; Allah onu mutlaka yüceltir. Dünya dört kişi içindir Bir kul vardır, Allah kendisine mal ve ilim vermiştir de kul, malı hususunda Allah'tan korkmakta, mal ve ilmi kullanarak sıla-i rahim yapmakta, mal ve ilimde Allah'ın hakkı olduğunu bilmektedir. İşte bu kimse en faziletli bir makamdadır. Bir kul vardır; Allah ona ilim vermiştir, mal vermemiştir, ama iyi niyetlidir ve 'malım olsaydı onu falan kişi gibi hayırda harcardım' der. İşte bu kimse, niyetindekini yapmış gibi sevaba nâil olur, ikisi de eşit şekilde ücrete konar. Bir kul vardır, Allah ona mal vermiştir, fakat ilim vermemiştir. Malını câhilâne harcar. Malı husûsunda Rabbinden korkmaz. Cimriliği, câhilliği sebebiyle malıyla sıla-i rahim yapmaz; malında Allah'ın da hakkı olduğunu hiç düşünmez. İşte bu kimse, mertebelerin en düşüğündedir. Bir kul vardır, Allah ona ne ilim ne de mal vermiştir, ama 'Eğer malım olsaydı, onunla falan kimsenin yaptıklarını ben de şerde yapardım' der. Bu da niyetiyle muâmele görür. Niyet ettiği kimsenin vebalini ayne elde eder." Tirmizî, Zühd 17, Hadis no 2326; İbn Mâce, Zühd 21, Hadis no 4228 "Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs." Buhârî, Rikak 5; Müslim, Zekât 115; Hadis no 1047; Tirmizî, Zühd 28, Hadis no 2340; İbn Mâce, Zühd 27, Hadis no 4234 "Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin sizlere açılmasıdır... Şüphesiz ki bu mal hoştur, tatlıdır. Ondan fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın müslüman sahibi en iyi insandir. Bunu hak etmeden alan, yediği halde doymayan kimse gibidir. O mal, kıyâmet günü aleyhinde şâhitlik yapacaktır." Buhârî, Zekât 47, Cum'a 28, Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât 123, Hadis no 1052; Nesâî, Zekât 81 "Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının..." Müslim, Zikir 99, Hadis no 2742; Tirmizî, Fiten 26, Hadis no 2192; İbn Mâce, Fiten 19, Hadis no 4000 "Dünya, mü'mine zindan, kâfire cennettir." Müslim, Zühd 1, Hadis no 2956; Tirmizî, Zühd 16, Hadis no 2325 "Kimin arzusu âhiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakir gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına dünyanın fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez." Tirmizî, Kıyâmet 31, Hadis no 2467 Allah Teâlâ şöyle buyurdu 'Ey Âdemoğlu! Kendini kulluğuma/ibâdetime ver, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakirliğini kapayayım. Böyle yapmazsan ellerini meşgûliyetle doldururum, fakirliğini de kapamam." Tirmizî, Kıyâmet 31, Hadis no 2467; İbn Mâce, Zühd 2, Hadis no 4107 "Evimde üç gece kalacak altınım olsun istemem. Ancak, üzerimdeki bir borç sebebiyle tek dinarı koruyabilir, gerir kalanın da Allah'ın kullarına şöyle şöyle dağıtılmasını emrederdim." Elleriyle önüne, sağına, soluna dağıtma işareti yaptı." Buhârî, Zekât 4, İstikrâz 3, Bed'u'l-Halk 6, İsti'zân 30, Rikak 13, 14; Müslim, Zekât 34, Hadis no 992 Ebû Zerr anlatıyor "Hz. Peygamber Kâbe'nin gölgesinde otururken yanına geldim. Beni görünce "Kâbe'nin Rabbine kasem olsun, onlar zararda!" buyurdu. Ben 'Ey Allah'ın Rasûlü, annem babam sana fedâ olsun, onlar kimlerdir? dedim. Buyurdu ki "Onlar malca çok olanlardır. Ancak -eliyle ön, arka, sağ ve sol taraflarını göstererek- şöyle şöyle bol bol vermelerini emredenler müstesnâ" dedi ve hemen ilâve etti "Böyleleri ne kadar az! Şunu bilin ki, devesi, sığırı, davarı olup da zekâtını vermeyen her insan kıyâmet günü, o malları, mümkün olan en iri ve en semiz şekilde karşısına çıkıp sırayla boynuzlarıyla toslayacak, ayaklarıyla çiğneyecek. Sonuncusu da bu muâmeleyi yapınca, birinci tekrar başlayacak. Bu hal, insanlar arasındaki hüküm bitinceye kadar devam edecektir." Müslim, Zekât 301, Hadis no 590; Buhârî, Eymân 3, Zekât 43; Tirmizî, Zekât 1, Hadis no 617; Nesâî, Zekât 2 “Eğer dünya Allah’ın yanında sivri sineğin kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” İbn Mâce, Zühd 11, hadis no 4110, 2/1377; Tirmizî, Zühd 13, hadis no 2321, 4/560 “Kim dünyaya çok önem verirse, Allah onun işini dağıtır zorlaştırır. İki gözünün arasına fakirliği aç gözlülüğü koyar. Halbuki dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti âhireti kazanma ise Allah onun işini toparlar kolaylaştırır. Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” İbn Mâce, Zühd 1, hadis no 4104, 2/1378; Tirmizî, Kıyâmet 31, hadis no 2467 “Allah bir kulu sevdimi, onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin perhiz gerektiren hastalığa uğramış hastasına suyu yasaklaması gibi.” Tirmizî, Tıbb 1, Hadis no 2037 “Ben kim, dünya kim! Dünya hayatı ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.” İbn Mâce, Zühd 3, hadis no 4109, 2/1386; Tirmizî, Zühd 44, hadis no 2377, 4/588 “Dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol!” Tirmizî’nin rivâyetinde, hadisin devamında şu ifâde vardır “Kendini kabir ehlinden say.” Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no 2334 “Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadar yeterlidir.” Kütüb-i Sitte, 17/564 “Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse muhakkak felâh bulmuştur.” Müslim, hadis no 1054; S. Müslim Terc. ve şerhi, c. 5, s. 478 “Zenginlik, mal çokluğundan ibâret değildir. Hakiki zenginlik, gönül zenginliğidir.” Müslim “Uhud dağı kadar altınım olsa, üç günden fazla saklamazdım” Buhârî, Zekât 4; Müslim, Zekât 10 “Yâ Rab! Âl-i Muhammed’in rızkını ölmeyecek kadar kut ver.” Kut Ancak ölmeyecek kadar az yiyecektir. Rasûlullah bütün hayatında rızık nâmına daima yetecek en az kadar ile yetinmiş, fazlasına asla iltifat buyurmamıştır. Bir gece elinde iki altın bulunduğu için uyuyamaması ve Hz. Bilâl’ı uyandırarak altınları onun vâsıtasıyla fakirlere göndermesi, bunun en bâriz delillerindendir. Âl-i Muhammed’in yaşayış tarzları da öyle olmuştur. Müslim, hadis no 1055; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/478 “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda ancak öldürmekle ve zorla mülke erişilir, ancak gasb ve cimrilikle zengin olunur, ancak dinden çıkmak ve hevâya uymakla sevgi kazanılır; kim bu zamana ulaşır da zengin olmaya gücü yettiği halde fakirliğe sabreder, sevgi kazanmaya gücü yettiği halde buğz olunmaya sabreder, izzete gücü yettiği halde alçaltılmaya sabrederse Allah kendisine beni doğrulayan elli doğrulayıcı sevabı verir.” Naklen Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 444-445 “Ben havzın başında sizin öncünüzüm. Ona gelen içer. Ondan içen bir daha ebediyyen susamaz. Ve benim yanıma birtakım toplumlar gelecekler ki, ben onları tanırım; onlar da beni tanırlar. Sonra benimle onlar arasına bir perde konulur. Ben Onlar muhakkak bendendirler’ derim. Bana Sen, onların senin ardından ne değişiklikler yaptıklarını bilmezsin’ denilir. Ben de Benden sonra dinde değişiklik yapanlar uzak olsunlar, uzak olsunlar’ derim.” Buhârî, Fiten 3 “Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır. Bir şeye karşı olan sevgin, seni kör ve sağır yapar.” Kütüb-i Sitte, 7/242; Beyhakî Şuabu’l İman; Ebû Dâvud, Edeb 125 “Ey insanlar! Allah’a karşı muttakî olun ve dünyevî isteklerde mûtedil/ölçülü olun. Zira, hiçbir kimse yoktur ki, Allah’ın kendisine takdir ettiği rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah’tan korkun ve talepte mûtedil olun, gayr-ı meşrû yollara sapmayın helâl olanı alın, haram olanı terkedin.” Kütüb-i Sitte, 17/245 “Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur, ancak Allah’ı zikir ve zikrullaha yardımcı olanlarla âlimler ve ilim öğrenenler hâriç.” Tirmizî, Zühd 14, hadis no 2323; İbn Mâce, Zühd 3, hadis no 4112 Farklı rivâyetlerde, “Dünya ve içindekiler mel’undur; Allah için olanlar hâriç, ...Allah rızâsı için yapılanlar hâriç, ...emr-i bil ma’rûf nehy-i ani’l-münker ve zikrullah hâriç” ifâdeleri vardır. “Bu dünyada malca en çok olanlar, kıyâmet günü en aşağıda olacaklardır. Ancak malı şöyle şöyle bol bol harcayanlar ve onu temiz yoldan kazananlar hâriç.” Kütüb-i Sitte, 17/571 “Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece âhiret tasasına gönlünde yer verirse, onun dünyevî gamlarını Allah izâle eder. Kim de gam ve tasalarını dünya ahvâline dağıtacak olursa, Allah onun, vâdilerden hangisinde helâk olacağına aldırış etmez.” Kütüb-i Sitte, 17/565 Sehl İbn Sa’da anlatıyor Biz hac sırasında Zülhuleyfe’de Rasûlullah ile beraberdik. O, birden, şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karşılaştı. Bunun üzerine şöyle buyurdu“Şu leşin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında, bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyyen tek damla su içirmezdi.” Kütüb-i Sitte, 17/565 “Dört şey, şekavet hüsran alâmetidir Gözün kuruması günahlarına ağlamamak, kalbin katılaşması, tûl-i emel dünyada hiç ölmeyecek gibi plânlar yapmak, dünyaya karşı hırs.” Kütüb-i Sitte, 7/247 "Deve, sığır veya davar sahibi olup da, bunlardaki Allah'ın hakkını edâ etmeyen herkese Kıyâmet günü, bu mallar, olduğundan daha çok ve mümkün olduğunca iri ve şişman olarak gelecekler. Adam, onlar için, düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden geçecekler. Geçiş sırasında boynuzlarıyla toslayacaklar ve ayaklarıyla ezecekler. İçlerinden boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak. Bu şekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar başlayacak. Mahlûkatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye kadar bu hal devam edecek. Kezâ 'kenz'e/hazineye sahip olup da ondaki Allah'ın hakkını ödemeyen herkes, Kıyâmet günü hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak gelecek, ağzını açıp peşine düşecektir. Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak. Sonunda yılan ona 'Gizlediğin hazineni al! Ben ondan müstağnîyim' diye bağırır. Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlayınca, elini yılanın ağzına sokar, Yılan da onu, aygırın alafı kemirmesi gibi kemiriverecektir." Buhârî, Zekât 3, Tefsir Âl-i İmrân 14, Berâet 6, Hiyel 3; Müslim, Zekât 26, Hadis no 987; Ebû Dâvud, Zekât 32; Hadis no 1658-1660; Nesâî, Zekât 2, 6; Muvattâ, Cihad 3 "Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedâvi edin. Belâya duâ ile karşı koyun." Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322 "Malın zekâtını ödedin mi, kendinden onun şerrini def ettin demektir." Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 323 “Veren el, alan elden daha üstündür/hayırlıdır.” Buhârî, Vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no 1033, 97, h. no 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no 2344; Ahmed bin Hanbel, II/4 “Kıyâmet gününde cehennem ehlinden olan kimseye denilir ki Dünya dolusu malın olsaydı şu azaptan kurtulmak için o malını fidye olarak verir miydin?’ O kimse, azâbın şiddetini gördüğü için Evet!.. Muhakkak verirdim’ der. Allahu Teâlâ şöyle buyurur Ben dünyada senden, bundan daha kolay bir şey istemiştim. Henüz ruhlar âleminde iken, Bana hiçbir şeyi şirk koşmaman hakkında senden misak almıştım. Sen ise sözünden döndün. Bana ortak koşmaktan başka bir şey kabul etmedin." Buhârî, Rikak 49; Ahmed bin Hanbel, III/218 “Mü’min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide ile yer.” İbn Mâce, hadis no 3256 Bkz. 47/Muhammed, 12. "Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi İlahi, infak edene karşılığını ver; diğeri Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver malını yok et, diye duâ ederler." Riyâzü's-Sâlihîn, 1/253 "Cimri kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır." Tirmizî, Birr 40 “Sizden biri, mal ve yaratılış itibariyle kendinden üstün bir kimseyi gördüğünde, kendinden daha aşağı olanına baksın Kendisini onunla mukayese etsin. S. Buhârî, Askalâni Şerhi, 11, s. 322 Sahih-i Müslim’de şu ilave rivâyet edilmiştir “...İşte bu, Allah’ın size olan nimetlerini hakir görmemek için uygun olan bir davranıştır.” Hz. Ömer birgün Rasûlullah’ın hâne-i saâdetlerine girdi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Efendimiz niçin ağladığını sorunca, şöyle dedi “Yâ Rasûlallah! Dünya kralları, kisrâlar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok. Yatağın hasır ve teninde yattığın yerin izleri var...” Allah Rasûlü şu cevabı verdi “İstemez misin yâ Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun!” Buhârî, Tefsir 66 2; Müslim, Talâk 31 Bir iftar sofrasında Hz. Ebû Bekir’e bir bardak soğuk su ikrâm edilir. Suyu ağzına götürdüğünde ağlamaya başlar. Yanındakiler ne olduğunu sorarlar. Cevap verir “Bir gün Rasûlullah, kendisine getirilen böyle bir bardak soğuk suyu içmiş, sonra da ağlamış ve “O gün nimetlerden hesaba çekileceksiniz” 102/Tekâsür, 8 âyetini okuyarak, “İşte bu nimetten de hesaba çekileceğiz” buyurmuştu. Bunu hatırladım ve onun için ağladım.” Müslim, Eşribe 140 Hz. Âişe r. anhâ anlatıyor "Rasûlullah buyurdular ki "Ey Âişe! Cennette benimle olman seni mesrur/sevinçli edecekse sana dünyadan bir yolcunun azığı kadarı kifâyet etmelidir. Sakın zenginlerle sohbet arkadaşlığı etme. Bir elbiseye yama vurmadan eskimiş addetme." Tirmizî, Libâs 38, hadis no 1781 Abdullah İbnu Muğaffel anlatıyor "Bir adam gelerek "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben seni seviyorum" dedi. Rasûlullah "Ne söylediğine dikkat et!" diye cevap verdi. Adam "Vallâhi ben seni seviyorum!" deyip, bunu üç kere tekrar etti. Rasûlullah bunun üzerine adama "Eğer beni seviyorsan, fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha sür'atli gelir." Tirmizî, Zühd 36, hadis no 2351 Ali bin Ebî Tâlib buyurdu ki “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlâtları var. Siz âhiretin evlâtları olun. Sakın dünyanın çocukları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok; yarın ise hesap var amel yok.” Buhârî, Rikak 4 Hz. Ali’ye atfedilen bu söz, merfû hadis olarak da rivâyet edilmiştir. İbn Ömer “Akşama erdinmi sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.” Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, hadis no 2334 Hz. Ali anlatıyor "Biz Rasûlullah ile birlikte otururken uzaktan Mus'ab İbn Umeyr göründü, bize doğru geliyordu. Üzerinde deri parçası ile yamanmış bir bürdesi vardı. Rasûlullah onu görünce, Mekke'de iken giyim kuşam yönünden yaşadığı bolluğu düşünerek ağladı. Sonra şunu söyledi "Gün gelip, sizden biri, sabah bir elbise, akşam bir başka elbise giyse ve önüne yemek tabakalarının biri getirilip diğeri kaldırılsa ve evlerinizi de halılar ve kilimler ile Kâ'be gibi örtseniz o zamanda nasıl olursunuz?" "O gün, dediler, biz bugünümüzden çok daha iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibâdete daha çok vakit ayıracağız.” Buyurdu ki "Hayır! Bilakis siz bugün o günden daha iyisinizdir." Tirmizî, Kıyâmet 36, hadis no 2478 Ebû Ümâme İbn Sa'lebe el-Ensârî anlatıyor "Rasûlullah yanında dünyayı zikretmişlerdi. Buyurdular ki "Duymuyor musunuz, işitmiyor musunuz? Mütevâzi giyinmek îmandandır, mütevâzi giyinmek imandandır!" Ebû Dâvud, Tereccül 1, hadis no 4161; İbn Mâce, Zühd 22, h. no 4118 "İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!" Tirmizî, Zühd 35, hadis no 2350 "Ey Âdemoğlu! Eğer fazla malını Allah yolunda harcarsan bu senin için daha hayırlıdır. Kendine saklarsan senin için zararlıdır. Kefâf yeterli miktar sebebiyle levm edilmez, kınanmazsın. Harcamaya, bakımları üzerinde olanlardan başla. Üstteki el yani veren, alttaki elden yani alandan daha hayırlıdır." Müslim, Zekât 97, hadis no 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no 2344. Ebû Hureyre anlatıyor "Rasûlullah bir gün şöyle hitap ettiler "Ey insanlar! Allah Teâlâ tayyibtir, tayyibten başka bir şey kabul etmez. Allah'ın mü'minlere emrettiği şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah Teâlâ hazretleri peygamberlere 'Ey Peygamberler, temiz olanlardan yiyin de sâlih amel işleyin' 23/Mü'minûn, 51 diyeemretmiş, mü'minlere de 'Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin' 2/Bakara, 172 diye emirde bulunmuştur. Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp 'Ey Rabbim, ey Rabbim" diye duâ eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki 'Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve netice itibarıyla haramla beslenmektedir. Peki böyle bir kimsenin duâsına nasıl icâbet edilir?" buyurdular." Müslim, Zekât 65, hadis no 1015; Timizî, Tefsir Bakara, hadis no 2992 "Bir kısım insan vardır, Allah'ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Halbuki bu, kıyâmet günü onlara bir ateştir, başka değil." Buhârî, Hums 7; Tirmizî, Zühd 41, hadis no 2375 "Benî Âdem'den Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyeceği asla yememiştir. Allah'ın peygamberi Dâvud aleyhisselâm elinin emeğini yerdi." Buhârî, Büyû' 15 "Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak." Buhârî, Büyû' 7, 23; Nesâî, Büyû' 2, -7, 243-. Rezîn şu ziyâdede bulunmuştur "Böylelerinin hiçbir duâsı kabul edilmez." "Muhakkak ki yediğinizin en temizi kendi kesbinizden olandır. Muhakkak ki evlâtlarınız da kendi kesbinizdendir çalışıp kazandığınızdandır." Ebû Dâvud, Büyû' 79; Tirmizî, Ahkâm 22, hadis no 1358; Nesâî, Büyû' 1, -7, 249-; İbn Mâce, Ticaret 1, hadis no 2137, 64, -2290- "Mudar kabilesine mensup olduğu zannedilen uzun boylu bir kadın ayağa kalkıp "Ey Allah'ın Rasûlü! Biz kadınlar babalarımız, evlâtlarımız ve kocalarımız üzerine yüküz. Onların mallarında emirleri dışında, tasarrufu bize helâl olan nedir?" diye sordu. Peygamberimiz "Size helâl olan "taze"dir. Ondan hem yiyin, hem de hediye edin!" buyurdular." Ebû Dâvud der ki "Tazeden maksat; ekmek, sebze ve taze meyve gibi fazla kalınca bozulan yiyeceklerdir." Ebû Dâvud, Zekât 44, hadis no 1686 Hz. Âişe r. anhâ anlatıyor "Ebu Süfyan'ın karısı Hind, Bir gün gelerek "Ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Ebû Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocuğuma yetecek miktarda nafaka vermiyor. Durumu idare için, onun bilmez tarafından, almam gerekiyor! Ne yapayım?" Rasûlullah "Örfe göre sana ve çocuğuna kifâyet edecek miktarda al!" buyurdular" Buhârî, Büyû' 95, Mezâlim 1, Nafakat 5, 9, 14, Eymân 3, Ahkâm 14, 180; Müslim, Akdiye 7, hadis no 1714; Ebû Dâvud, Büyû' 81, hadis no 3532; Nesâî, Kudât 30, -8, 246- Hz. Aişe r. anhâ anlatıyor "Hz. Ebû Bekir halife seçildiği zaman 'Kavmim biliyor ki, benim mesleğim ailemin nafakasını te'minden âciz değildir. Ancak şimdi Müslümanların işleriyle meşgulüm. Bu sebeple Ebû Bekir'in ailesi beytü'lmalden yiyecek, o da Müslümanlar için çalışacak' dedi." Buhârî, Büyû' 15 "Kim bize memur olursa, kendine bir zevce edinsin. Hizmetçisi yoksa bir de hizmetçi edinsin. Meskeni yoksa bir mesken edinsin." Hz. Ebû Bekir dedi ki "Rasûlullah şöyle buyurdukları bana haber verildi "Kim bunun dışında bir şey edinirse, bu kimse hâindir, hırsızdır." Ebû Dâvud, Harac 10, hadis no 2945 "Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar Su, ot ve ateş." Ebû Dâvud, Büyû' 62, h. no 3477 Vedâ haccı sırasında hutbede Rasûlullah şöyle söylediği rivâyet edildi "Ey insanlar! İhsanları, onlar ihsan kaldığı müddetçe alın! Ne zaman, Kureyş saltanat kavgasına düşer ve ihsan dininizden rüşvet mukabili olursa, o zaman onu bırakın ve almayın!" Ebû Dâvud, Harac 17, hadis no 2958, 2959 El-Misver İbn Mahreme'ye Amr İbn Avf şunu anlatmıştır "Rasûlullah Ebû Ubeyde'yi Bahreyn'e, oranın cizyesini getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce ensâr geldiğini işitti. Sabah namazını Hz. Peygamber'le kıldılar. Namaz bitince, Rasûlullah'ın etrafını sardılar. Rasûlullah tebessüm buyurdular ve "Öyle zannediyorum, Ebû Ubeyde'nin bir şeyler getirdiğini işittiniz" dedi. Hep birlikte "Evet!" dediler. Bunun üzerine şunları söyledi "Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren şeyi ümid edin. Allah'a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helâk oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum." Buhârî, Rikâk 7, Cizye 1, Meğâzî 11; Müslim, Zühd 6, hadis no 2961; Tirmizî, Kıyâmet 29, hadis no 2464 "... Senin vârislerini zengin olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan fakir olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen azîz ve celîl olan Allah'ın rızâsını arayarak her ne harcarsan, -hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile olsa-, mutlaka onun sebebiyle mükâfatlanacaksın..." Buhârî, Cenâiz 37, Vesâyâ 2, 3, Fezâilu'l-Ashâb 49, Meğâzî 77, Nafakat 1, Marzâ 13, 16, 43, Ferâiz 6; Müslim, Vesâyâ 5, hadis no 1628; Tirmizî, 6, hadis no 975; Ebû Dâvud, Vesâyâ 2, hadis no 2864; Nesâî, Vesâyâ 3; Muvattâ 4 -2, 763- “Ümmetler uluslar, insanların birbirlerini sofraya dâvet etmeleri gibi birbirlerini sizin üzerinize dâvet edecek ve üzerinize üşüşecekler.” Birisi sordu “Bizim azlığımızdan mı?” Rasûlulullah cevap verdi “Hayır, aksine, siz o gün çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer çöp gibi... Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize de vehn’ atacak.” Yine birisi sordu “Ey Allah’ın Rasûlü, vehn nedir?” Cevap verdi “Dünya sevgisi ve ölüme karşı isteksizlik.” Ebû Dâvud, Melâhim 5; Ahmed bin Hanbel, V/278 "Benim nazarımda en ziyade gıbta etmeye değer kimse şu evsafı taşıyan kimsedir Dünyevi yükü ve hâli hafif, namazdan nasibi fazla, insanlar içinde adem-i şöhretle gizli kalmış ve kendisine cemiyette iltifat edilmemiş mü'mindir. Onun rızkı zaruri ihtiyaçlarına yetecek kadardı, o buna sabretti, ölümü de çabuk geldi, az miras bıraktı, kendisi için mâtem tutan kadın da az oldu." Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/566 "Kıyamet günü, dünyada iken yetecek kadar rızık verilmiş olmasını temenni etmeyecek ne fakir ne de zengin olacaktır." Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/575. "Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık hususunda yeise düşmeyin. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur, sonra aziz ve celil olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır" buyurdular." Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/578 "Şüphesiz, her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar. Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helak olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah'a tevekkül ederse, kalbinin her şeye ilgi kurarak dağılmasını önlemek için Allah ona yeter." Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 17/579 Hz. Ömer şöyle hitap etmiştir "Ey insanlar! Bilin ki tamahkârlık fakirliktir, yeis tamahkâr olmamak zenginliktir. Kişi bir şeye tamah göstermezse ondan müstağnî olur." Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, c. 14, s. 68 "Sadakanın en iyisi bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar." Buhârî, Vesâya, 14 Hz. Âişe r. Anhâ’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah namazların sonunda şöyle duâ ederdi “Allah’ım, kabir azâbından, Mesih Deccâl’ın fitnesinden, hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım. Allah’ım, hayatın ve ölümün fitnesinden, günah ve borçtan da Sana sığınırım.” Bir kimse, “borçtan dolayı çok sığınmanızın sebebi nedir?” diye sorunca; “İnsan borçlanınca konuşur ve yalan söyler. Söz verir ve sözünde duramaz” cevabını verdi. Buhârî, Vüdû 37, Ezan 149, Cenâiz 86-88, Cihad 25, Deavât 38, 39, 44-46; Müslim, Mesâcid 128, 130, 132, Zikir 49, Cenâiz 86 Peygamberimiz’in Allah’a sığındığı hayatın fitnesi, dünyaya aldanmak, şehevî arzuları ve nefsin hevâsın meşrû olmayan şekilde kullanmak, cehâletin arkasında koşmak ve en kötüsü ölüm sırasında imtihana tâbi tutulmaktır. Ölümün fitnesi ise; ölen kimseye görevli meleklerce sorulan “Rabbin kimdir?” sorusuna şeytanın, bu kimsenin karşısına geçip “şüphesiz rabbin benim” diyerek onu fitneye düşürüp yanıltmaya çalışmasıdır Tirmizî. Âilesi yüzünden bir kimsenin fitnesi, onlardan dolayı meşrû olmayan işler yapması, sözler söylemesidir. Malı yüzünden fitnesi, haram yoldan kazanıp meşrû olmayan yerlere sarfetmesi; çocukları yüzünden fitnesi, onlara olan aşırı düşkünlüğü sebebiyle birçok hayır, ilim ve cihad faâliyetlerine fırsat bulamaması, onların geçimi için haram yoldan kazanç sağlamaya kalkışması; komşusu yüzünden fitnesi ise, iyi ve varlıklı olan komşusuna karşı kıskançlık duymasıdır S. Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. 2/469. Nimetten Belâya; Mal ve Çocukların Fitne Olması Evlât, yani çocuklar Allah’ın lutfu, fânî dünyanın süsü, âilenin çimentosu, ana ve babanın gözbebeğidir 3/Âl-i İmrân, 14; 42/Şûrâ, 49-50. “Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür...” 18/Kehf, 46. Dünyada ana-babası için en değerli nimet ve mutluluklardan olan hayırlı çocuklar, âhirette de ebeveynleriyle beraber olacaklardır “Kendileri iman edip zürriyetleri de imanda kendilerine uyan kimselerin zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır; kendi sevaplarından da hiçbir şey eksiltmemişizdir. Herkes kendi kazandığına bağlıdır.” 52/Tûr, 21 Yüce Allah, âhirette sâlih mü’minleri cennete sokacağı gibi, kendileri gibi iman eden çocuklarını da kendileriyle beraber cennete sokacaktır. Böylece dünyada inanç ve gönül birliği içinde olanlar, âhirette de beraber olacaklardır. Şayet kendileri orada çocuklarından ayrı olsalar, yerleri ne kadar cennet olsa da yine ayrılık hasreti çekerler. Oysa orada üzüntü olmaz. Sefâ yerinde cefâ yoktur. Onun için Allah Teâlâ, orada mü’minleri yalnız bırakmaz, çocuklarını da yanlarına verir. Ancak bunun şartı, çocuklarının da kendileri gibi iman etmiş ve sâlih ameller işlemiş kimseler olmasıdır. Aksi takdirde sâlih ile fâcir, baba-oğul da olsa bir araya gelmiş olur ve rûhî bağ kalkar. Nitekim Nûh’un oğlu kendi âilesinden sayılmamıştır 11/Hûd, 46. İşte Tûr sûresindeki âyetin sonunda “Herkes kendi kazandığına bağlıdır.” Ifâdesi, âhiret ödülünün, babaların/ataların salâhıyla değil; herkesin kendi imanı ve güzel eylemleriyle kazanılacağına işâret etmektedir. Ra’d sûresinde de bu durum şöyle açıklanır “Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından olan sâlih/iyi olanlar da kendileriyle beraber olur. Melekler de her kapıdan yanlarına varırlar.” 13/Ra’d, 23 âyetinde de sâlih mü’minlerin sâlih olan baba, eş ve çocuklarının da kendileriyle beraber olacağını vurgulamaktadır. Bütün bunlarla birlikte; insana emânet olarak verilen mallar ve çocuklar da onlar için bir fitnedir, deneme ve sınama aracıdır. Mala ve çocuğa olan tutku ve aşırı ilgi, kişiyi Allah yolundan, O’na kulluk ve ibâdetten alıkoyabilir. İnsan mal ve dünyalıklar peşinde koşarken Rabbine karşı görevlerini unutabilir. Hatta malla şımarabilir, kibirlenir ve haddi aşabilir. Malın helâlinden kazanılması ve yine helâl yollarda harcanması, mal üzerinde hakkı olanların haklarının verilmesi İslâm’ın getirdiği ölçülerdir. Bu açıdan mal insan için denemedir. Evlâtların fitne/sınav olması da buna benzer. Allah’ın çocuk nasip ettiği anne ve babalar için, çocuklarını fıtratlarına uygun olarak terbiye etmek, onları sâlih insan olarak yetiştirmek, en önemli görevlerdendir. Mala ve çocuklara karşı olan tutku, onları ve âileyi koruma ve kollama duygusu, insanı bazen adâletten uzaklaştırabilir, haddi aşıp haksızlık yapmaya sürükleyebilir. Böyle yapmak da ilâhî ölçülerden sapma sonucunu doğurur. Bu da insan için bir fitnedir. “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir imtihandır. Allah’a gelince; büyük mükâfat O’nun yanındadır.” 8/Enfâl, 28; Ayrıca bkz. 64/Teğâbûn, 14-15. Malların ve çocukların deneme sebebi olduğunu “belâ” kelimesiyle ifâde eden âyetler için bkz. 3/Âl-i İmrân, 186; 5/Mâide, 48; 6/En’âm, 165. İnsanları, çoğu zaman Allah’ı anmaktan, O’nun yolunda cihad etmekten alıkoyan en önemli iki dünya meyvesi; birincisi servet, diğeri de sahip olunan evlâttır. Bu iki varlığı elden kaçırmama uğruna pek çok fedâkârlığa katlanır insan. Meşrû çizgide olduğu sürece buna zorunludur da. Fakat Allah'a ait sorumlulukların terkedilmesine sebep olursa elbette ebedî mükâfatı kaybetmiş olur. Allah için sevme ile Allah'a rağmen sevmenin açığa çıktığı, Allah rızâsı için sevme ve bunları emânet ve imtihan bilme ile, Allah’ı sever gibi sevme ve Allah’ın rızâsına onları tercih etme sınavı, en net biçimde bu iki şeyde ortaya çıkar. Mal ve evlât birer sınavdır; bunlar insanın bozulmasına, doğru yoldan şaşıp sapmasına neden olabilir. Kur’an’da mal ve evlât tutkusunun, yani hep çocuklarının geleceğini, bunun için mal çoğaltmayı düşünmenin, insanı doğru yoldan saptırabileceği; malı ve evlâdı olduğu halde doğruluktan ayrılmayan kimselerin ise ödüllendirileceği belirtiliyor 8/Enfâl, 28. Mal ve evlât düşkünlüğü, kendisini doğru yoldan çıkarıp haksızlığa düşürüdüğü kimse, sınavı kaybeder, büyük ziyana uğrar. Günümüzde bu durumu nice ana-babada görüyoruz. Adam, ibâdetlerine bile zaman ayıramayacak kadar geçim için çalışırken, nice haram kazanca dalarken çoğunlukla gösterdiği sebep “çocuklar için, onlar yüzünden”dir. “Ne yapalım, arkada evlâd u ıyâl var” denilir. Aslında bunlar sebepten ziyâde, şeytanın mâzeret gibi, hatta güzel fedâkârlık olarak gösterdiği bahanelerden ibârettir. Evlenmeden, çoluk-çocuk sahibi olmadan dâvâ adamı olan nice gençler, bir bakıyorsunuz kaybolmuş, evleri kendilerine mezar haline gelmiş. Ya da fakir veya orta halli iken dâvâ bilincine sahip fedâkârca gayretler içindeki nice müslüman, paralanınca paramparça paralanmış. Parayı sadece cebine değil, kalbine de koymuş, dâvâyı da bir kenara bırakmış, hatta nice haramlara dalmış. Mal, eş ve evlât imtihanları, insanın mayasındaki yapıyı ortaya çıkaran önemli testlerdir. Kur’an, insanları Allah’tan korkmaya, babanın çocuğu için, çocuğun da babası için fidye verip onu cezâdan kurtaramayacağı; hiç kimsenin, başkasına bir yarar sağlayamayacağı, başkasını ateş azâbından kurtaramayacağı âhiret gününden çekinmeye çağırır 31/Lokman, 33, 3/Âl-i İmrân, 10. Herkes, âhirette hak ettiği cezâyı çekeceği için, Kur’an mü’minleri bu geçici dünyaya aldanmamaları husûsunda uyarır “Dünya hayatı sizi aldatmasın, o çok aldatıcı sizi aldatmasın!” 31/Lokman, 33. Bu “ğarûr -çok aldatan-”, ya insana çekici görünen dünyadır, yahut şeytandır. Müfessirlerin genel kanısı bunun şeytan olduğu yönündedir. Tabii şeytan da insanı dünya tutkusuna, mal ve evlât hırsına düşürerek, fakirlikten korkutup cimriliği sevdirerek aldatır. Allah, iman edenlere, dünya malının ve çocuklarının, kendilerini Allah’ı zikretmekten hatırlayıp anmak ve kulluk yapmaktan alıkoyup mahvetmemesine dikkat etmelerini emrediyor ve Allah’ı düşünmeyenlerin, ebedî ziyana uğrayacaklarını vurguluyor 63/Münâfıkun, 9. Teğâbün sûresinde de mü’minlere, eşlerinden ve çocuklarından bazılarının, kendilerine düşman olduğu, onlardan sakınmaları, onlara karşı dikkatli davranmakla beraber hoşgörülü olmaları; onları bağışladıkları takdirde Allah’ın da kendilerini bağışlayacağı bildiriliyor 64/Teğâbün, 14-15. Bu âyetin devamında da, malların ve çocukların birer fitne/sınav olduğu, ödülün ise Allah katında bulunduğu vurgulanır. Burada 64/Teğâbün, 14’de dikkat edilecek husus; “min” cer harfinin, “bazı” anlamına geldiğidir. Yani âyette eşlerin ve çocukların hepsinin değil; bazılarının insana düşman olduğu bildirilmektedir. Gerçekten bilerek veya bilmeyerek kocasına veya karısına çok kötülük eden, onun üstüne dost tutan, hatta dostuyla birlik olup kocasını öldüren kadınlar veya karısını kesen, öldüren kocalar vardır. Burada hitap geneldir; kadını da erkeği de kapsar. Bütün iman edenlere hitap edilmektedir. Kasıt sadece erkekler değil; tüm mü’minlerdir. Bundan dolayı âyeti sadece erkekler açısından anlayıp öyle değerlendirmek yanlış olur. Kocasına çok kötü davranan kadınlar olduğu gibi; karısına çok kötülük yapan erkekler de vardır. Fakat aile reisi koca olduğu ve çocukların durumundan daha çok baba sorumlu olduğu için Arapça’nın tağlîb buralı gereği, erkeklere hitap kipi seçilmiş ise de bu hitap kadınları da kapsar. Aynen “Ey iman edenler! Namaza durmak istediğiniz zaman yüzlerinizi yıkayınız...” 5/Mâide, 6 âyeti ve benzeri erkek hitap kipiyle kullanıldığı halde kadınları da kapsayan hüküm, vaad ve vaîd âyetleri gibi. Bu bakımdan her iki cinsi ifâde etmesi için âyet metninde geçen “zevc” kelimesinin çoğulu “ezvâc” kelimesini, “eşler” olarak meallendirmek daha doğru olur kanaatindeyiz. Arapçadaki “zevc”in karşılığı olan “eş”, hem kadını, hem erkeği kapsar. Erkek kadının zevci eşi, kadın da erkeğin zevci eşidir. Çocuklardan da öylesi var ki, ana-babasının doğru yolundan ayrılır; onları üzer, mallarını yer, ihtiyarladıklarında onları kapı dışarı eder, kendi evlerinde huzuru yok edeceğini düşünerek huzurevlerine terk eder, ya da değişik zorluklar içinde bırakır. İşte bunlar, insana düşman olan çoluk çocuktur. Kişi kendisine dikkat etmeli, yolunda olmayan eş ve çocuklarının kötülüklerinden sakınmalıdır. İnsan, eşinin ve çocuklarının hareketlerine dikkat etmelidir, ama onlardan bütün bütün de uzaklaşmamalıdır. Onların hatalarını affetmelidir. Yoksa âilede dirlik ve düzenlik kalmaz. İşte bunun için âyetin sonunda “Eğer affeder, hoşgörür, bağışlarsanız, Allah da bağışlayan, merhamet edendir affedenleri O da affeder.” 64/Teğâbün, 14 buyurmaktadır. 6 Bu âyetlerde Cenâb-ı Hak, dikkat edin, mallarınız ve çocuklarınız sizi meftûn edip Allah yolundan saptırmasınlar demektedir. Bunlar sizin için birer imtihan sebebidir. Onlarla ilişkilerinizi Allah’ın istediği şekilde mi ayarlıyorsunuz, başka ölçüsüzlüklere göre mi? Denenmekte, sınanmakta olduğunuzu unutmayın. Mal ve çocuklarla ilişkilerinizi Allah’ın istediği şekilde ayarlayın da imtihanı kaybetmeyin. Sakın mal tutkunuz, çoluk-çocuk derdiniz sizi Allah’a kulluktan ayırmasın. Fitne; herhangi bir madeni içindeki katkı maddeleri, curufları ayrılsın diye potaya atmak ve eritmek, arıtmak demektir. Demek ki, bizler de çoluk-çocuk sahibi olmakla, malk-mülk sahibi olmakla bir potadan geçiriliyoruz. Bunlarla ilgili Allah’ın yasalarına, bunların hukukuna riâyet edip etmeyeceğimiz konusunda denenmekteyiz. “Madem ki bunlar bizim için bir imtihan konusudur, öyleyse bunlara hiç sahip olmayalım da imtihanda başarılı çıkalım” demeye, Allah’ın imtihanından kaçmaya da hakkımız yoktur. Bazı insanlar, “bu devirde dosdoğru çocuk yetiştirmek zor, hatta mümkün değil” diyerek çocuk imtihanından kaçıyorlar; bu doğru değildir. Bu hayatı eşle, çocukla, malla yaşamamız da bir Allah yasasıdır. Yani müslüman helâl bir şekilde rızık peşinde, evlâd u ıyâl peşinde olacak, ama âhireti unutmayacak, kırmızı çizgileri ihlâl etmeyecektir. 64/Teğâbün sûresi, 14. âyette de eşlerimizin ve çoluk çocuklarımızın bize düşman olma ihtimali olduğu, bazılarının böyle olduğunu vurgular. Eğer mallarımız, eşlerimiz ve çocuklarımız bizi Allah’a kulluk yolundan alıkoyuyorlarsa, kulluğumuza engel olabilecek bir noktaya gelmişlerse, onlar yüzünden kulluğumuz engelleniyor ve cenneti kaybetmeye doğru gidiyorsak, işte o andan itibaren anlayoruz ki onlar bizim düşmanımız olmaya başlamışlardır. Eğer kadınsa kocası, kocaysa karısı, babaysa evlâdı, evlâtsa babası insanı Rabbine kulluktan, onu cennete gitmekten engelleyecek bir noktaya gelmişlerse kesinlikle bilelim ki onlar o kişinin düşmanıdırlar. Eğer insan, kendi kendini hayırdan şerre, kulluktan isyana, cennetten cehenneme doğru götürmeye başladıysa, hevâsına/keyfine tâbi oluyor, hatta hevâsını tanrılaştırmaya kalkıyorsa, insan kendi kendisinin düşmanı olmaya başlamış demektir. Kur’an buna insanın kendine zulmetmesi, kendine yazık etmesi der. Kimi insanlar ana-babalarıyla, kimileri çocuklarıyla, bazıları eşleriyle, bazıları da malın yokluğu veya çokluğuyla imtihan olmaktadır. Allah’a kulluk yolunda yürüyen mü’min bir kocaya, aksi istikamette yürüyen karısı ve çocukları veya Allah’a itaate yönelmiş mü’mine bir kadına, aksi istikamette yürüyen kocası ve çocukları büyük engeller ve problemler çıkarabilmekdir. Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde bu toplumdaki bireylerin çoğu, Allah’a kulluğu birinci plana almış, dünya zevk ve sefâsını ikinci plana atmış bir erkeğe karşı hanımı ve çocukları, yakın akrabaları, büyük bir talihsizlik olarak bakarlar. Öyle ki kocalarını, babalarını cehenneme gönderme pahasına da olsa bu dünyada kendilerine refah ve zenginlik içinde bir dünya sunmasını beklerler. Nice adamlar, bu beklenti ve ısrarlı talepden dolayı Allah’ın hududunu çiğnemekte, eş veya çocuk fitnesinden dolayı haramlara bulaşmaktadır. Yine, Allah’a kulluğu birinci plana çıkarmış pek çok mü’mine hanımın, kocaları ve çocukları tarafından hayatları zindan edildiği görülmektedir. Allah için cihada çıkacak, infak edecek, dâvâ için koşturacak, tebliğ edecek nice adamın önünde en büyük engel, ilk gençliğinde babaları, sonra da hanım ve çocuklarıdır. Sadece imtihan olunan eşler ve çocuklar tarafından istikametten saptırılmamakla da iş bitmemektedir. Aynı zamanda kişiye emânet olarak verilmiş eş ve çocuklarına karşı tavırlarıyla da insan imtihan olmaktadır. Onlarla hukukunu Allah’ın istediği tarzda yapıp yapmadığı, onları Allah’ın çizgisine çekmeye çalışıp çalışmadığı, onları müslümanca eğitip kulluk programına çekmeye çalışıp çalışmadığıyla da insanlar sınanmaktadır. Varlığıyla yokluğuyla, azlığıyla çokluğuyla, bilelim ki mallarımız, mülklerimiz, oğullarımız, kızlarımız bir imtihandır. Rabbimiz bu verdikleriyle bizi sürekti denemektedir. Mallarımız, paralarımız konusunda, oğullarımız ve kızlarımız konusunda cennete gidebilmenin hesabını doğru yapmalıyız. Bunlarla ilişkilerimizi Allah’ın istediği şekle koyamazsak, biz mala değil, mal bize sahip olursa, sahip olduğumuz dünya nimetleri ve âilemiz bize Allah’ı, âhireti, Allah’ın hesabını unutturursa, Allah korusun bu imtihanı kaybettik demektir. Bize verilen nimetlerin esas sahibini unutup, Karun gibi, bunları sadece kendi yeteneklerimizle elde ettiğimizi düşünürsek, emânet bilincine, sorumluluk şuuruna sahip olmazsak, sahip olduklarımızı imtihan sebebi değil de gâye olarak görmeye başlarsak sınavı kaybettik demektir. Ama biz onlara karşı yapabileceğimiz tüm görevlerimizi yapar da buna rağmen onlar yola gelmezlerse, o zaman elbette bin onlardan sorumlu tutulacak değiliz. Meselâ Nûh hanımı ve oğlu ile imtihana tâbi tutuldu. Bu büyük peygamber, hanımını ve oğlunu müslümanlaştırabilmek için çok uğraştı, tüm yapabileceklerini yaptı, ama hidâyet Allah’ın yanında olduğu ve bazı insanlar peygamber yakını olduğu halde bile irâdelerini kötüye yönelik kullandıkları için Rabbimiz onu hesaba çekmeyecektir 7 İnsan, içinde bulunduğu durum itibarıyla pek çok yönden imtihan edilir. Bu denemeler, genelde insanın zayıf yönlerine yöneliktir. Çünkü düşkünlük, zâfiyet/zayıflık, irâdenin en çok zorlandığı husustur. İnsan, bazen bu zayıf yönlerinden mala olan düşkünlüğüyle, onu elinde tutmanın hırsı ile deneniyor. Bu deneme de iki yönlüdür. Bir yönü yokluk, sıkıntı ve zorluklardır. İnsanın sabrının ölçüldüğü bu hususlarda insanların başarılı olması ihtimali, ikinci yönü ile denenmesinden daha fazladır. Bu ikinci yönü, zenginlik, servet veya varlıktır. Bu nimetlere sahip olan insan, diğerine oranla daha zor durumda kalır. Meşakkat daha çoktur. Servetin ve varlığın insanda meydana getireceği rehâvet, insan direncini ve sabrını kemirebilir. Yoklukta yokluğa karşı göstereceği direnç ve sabrı, varlıkta varlığın gitme endişe ve telâşı içerisinde gösteremeyebilir. İnsan düşüncesinde mal hırsı ve evlât sevgisi şahsiyette aşınma meydana getirmişse, bu zaafı telâfi etmesi çok zor olur. Olayın zorluğundan dolayıdır ki, verdiği mücâdelenin karşılığında, âyetin devamında belirtildiği gibi “ecir” değil; özellikle altı çizilerek vaad edilmiş olarak “büyük ecir” vardır. İnsanlar, genellikle zorlukların bir sınav olduğunu, varlığın ise sadece lütuf olduğunu zannederler. Halbuki, varlık, sağlık, nimet bolluğu ile yapılan sınav, diğerinden çok daha zordur. Allah’ın insanlara verdiği hem iyilikler, hem de kötülükler birer deneme fitne aracıdır 21/Enbiyâ, 35. İnsan nimetlere karşı şükürle; zorluk, darlık ve belâlara karşı sabırla denenir. Fakat insan çoğu zaman nankörlük yapar. Üstesinden gelemeyeceği bir sıkıntıyla karşılaşınca hemen Rabbine yalvarır. Geniş bir nimete, mala ve zenginliğe kavuşunca da kibirlenir, malını kendi bilgisi ve kurnazlığıyla elde ettiğini zanneder. Böyle bir tavra karşı Kur’an şu açıklamayı yapıyor “...Hayır o bir fitnedir imtihandır, fakat çokları bunu bilmiyorlar.” 39/Zümer, 49 Rabbimizin dünya nimetlerini ve dünyaya ait bütün göz kamaştırıcı güzellikleri insanların hizmetine sunması, bir deneme sebebidir. Ancak inanan kişi bu geçici güzelliklere ve zenginliklere aldanmamalı. Çünkü Allah’ın katındaki güzellikler, ya da iman edip sâlih amel işleyen kulları için hazırladıkları daha çok ve daha kalıcıdır 20/Tâhâ, 131. Dünya nimetlerinin fitne/deneme olarak nitelendirilmesi insan için eğitici bir hatırlatmadır. O, insanın iç kuvvetlerini geliştirir, dikkatini keskinleştirir, yaşadığı realitenin boyutlarını kavramasına yardımcı olmak üzere onu uyarır. Kur’an, varlığı âyetler ibret ve işaretler olarak değerlendirir ve nimetleri bile bu bağlamda fitne olarak nitelendirir. Fitne, gerçek olanı sahte olandan, iyi olanı kötü olandan, kirliyi temiz olandan ayırmak olduğuna göre, hayatın akışında olumlu ve olumsuz tarafıyla ortaya çıkabilir. Kur’an’ın işaret ettiği gibi insan bazen risk taşıyan, mal, mülk, evlât ve sağlık gibi nimetlerle, bazen de yokluk, hastalık, şeytan ve düşman saldırısı gibi şeylerle denemeye uğratılır. Bu bakımdan çekilen zorluk, mal, zulüm, kadın, çocuk, saptırma, azap, silâhlı çatışma, kalbe gelen vesvese gibi şeylerin hepsi de fitnedir. Rabbimiz şöyle buyuruyor “Onlardan bazı zümrelere, kendilerini denemek fitneye uğratmak için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.” 20/Tâhâ, 131 Kur’an, insanın imandaki samimiyetini denemek için hayır ve şer ile imtihan olunduğunu haber veriyor 21/Enbiyâ, 35. İnsan, hayatın geçici güzellikleriyle de sınava çekilir 20/Tâhâ, 131. Mal ve evlât, insan için bir fitnedir, deneme aracıdır 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15. Bol rızık ve verilen nimetler birer fitne olduğu gibi 39/Zümer, 49, başa gelen üzüntü ve kederler 20/Tâhâ, 40, belâ ve musîbetler de birer fitnedir 9/Tevbe, 126; 22/Hacc, 11. İnsanlardan bazılarına Allah’tan gelen rızık, iman ve mağfiret gibi iyiliklerin sebebini bilmek mümkün olmayabilir. Allah bu şekilde insanları birbiriyle deniyor ve şükredenlerin belli olmasını istiyor 6/En’âm, 53. Dinde iki yüzlü davranan münâfıklar, çeşitli olaylarla, ibret almaları ve hatalarını terk etmeleri için sürekli denenirler. Ancak onlar çoğu zaman bu fitnenin denemenin farkında olmazlar 9/Tevbe, 126. Allah doğru yola giren kimseler için rızkı bollaştırır. Bunun sebebi de, onların şükredip şükretmeyeceklerini, takvâ sahibi olup olmayacaklarını denemektir 72/Cinn, 16-17. Kur’an şöyle buyuruyor “Ey Muhammed Biz senden önce de yiyip içen, çarşıda pazarda dolaşan ölümlü insanların dışında kimseyi elçi olarak göndermedik. Böyle yaparak ey insanlar, kiminizi kiminiz için fitne/sınama vesilesi kıldık ki, sabredecek misiniz? Bunu kendiniz de göresiniz; yoksa Allah zaten her şeyi olduğu gibi görmektedir.” 25/Furkan, 20. Bu âyet; yalnızca peygamberlerin değil; her insanın toplumsal varlığı ile diğer kimseler için, onların ahlâkî tercih ve kavrayışlarının ortaya çıkmasını sağlayan bir deneme aracı olduğuna işaret etmektedir. Buna göre âyete şu anlamı vermek yanlış olmayacaktır “Sizin hepinizi birbiriniz için bir imtihan vesilesi kıldık.” Kur’an Mesajı, 2/730. Hayat, tekâmül yolunda ilerlemek ise, fitnelerin peş peşe sıralanması doğaldır. Her toplum bir başkası için, her insan bir başka kimse için, onun durumunun ve tercihlerinin ortaya çıkması açısından bir fitne aracı olabilir. Kur’an’ın bildirdiği fitneye dair tespit edilen temel hususları özetlersek; baskı ve şiddet, zulüm, güvenliği tehdit eden veya güvenliği olmayan ortam, küfür, şirk ve tuğyan, iç kargaşa ve karışıklık, idrâk yeteneğinin kaybolması, toplumu kuşatan belâ ve musîbet, bazen varlık ve servet ve bazen de yokluk ve sıkıntılarla denenme gibi bazı durumlarda ferde, bazı durumlarda da topluma yönelik olayları fitne olarak vasıflandırırız. Ancak bir de bunların tümünü kapsayan fitne var ki, o da soyut anlamı ile “sınav”dır; yani özellikle insanın varlık sebebi olan fitne. Allah’ın dışında ve O’nun yarattığı bütün eşya, canlı cansız, akıllı akılsız varlıklar bir denemedir; insana yönelik bir deneme. Diğer fitne türleri ise bu denemenin başarılı olup olmamasından doğan olaylardır 8 İnsanlardan bazıları gerçek bir şekilde değil de, iman-küfür sınırındaymışcasına ibâdet eder. Kendisine Allah’tan bir hayr’ dokundumu, bununla sevinir. Ancak, başına hikmetin gereği bir fitne belâ veya deneme geldiği zaman yüz üstü döner gider. Böyleleri dünyayı da âhireti de kaybederler 22/Hacc, 11. Peygamber’in dâveti sıradan bir insanın dâveti gibi değildir. Onun dâvetine uymamazlık edilemez, emrine karşı gelinemez “...Rasûl’ün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belânın fitnenin çarpmasından, yahut onlara acı bir azâbın uğramasından sakınsınlar.” 24/Nûr, 63. “Öyle bir fitneden sakının ki, o sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmekle kalmaz herkese sirâyet ve tüm halkı perişan eder. Bilin ki Allah’ın azâbı şiddetlidir.” 8/Enfâl, 25 Fitne, imtihan, ya da belâ... İçindeki bir grubun ne şekilde olursa olsun, zulüm işlemesine hoşgörü ile bakan, zâlimlerin karşısına dikilmeyen, bozguncuların yoluna engel olmayan bir toplum, zâlimlerin ve bozguncuların cezasını hak eden bir toplumdur. Zulüm, bozgunculuk ve kötülük yaygınlık kazanırken, insanların hiçbir şey yapmadan yerlerinde oturmalarını İslâm asla hoş görmez. Zira İslâm, birtakım pratik yükümlülükler gerektiren bir hayat sistemidir. Kaldı ki, Allah’ın dinine uyulmadığını ve Allah’ın ilâhlığının rededilip yerine kulların tanrılığının yerleştirildiğini gördüklerinde müslümanların sessiz kalmaları, bununla beraber Allah’ın, onları belâdan kurtamasını istemeleri, sünnetullaha ters bir arzu ve kabul olmayacak bir tavırdır. Mü’minlerin karşılaştıkları bütün güçlükler ve ellerinde bulunan bütün nimetler ve imkânlar birer fitne/deneme sebebidir. Günümüzde, eskiye oranla insanların ellerinde daha fazla imkân ve eşya var, daha fazla nimetlere sahipler. Eskiden karşılaşılan pek çok zorluklar ve darlıklar, yerini kolaylık ve konfora bıraktı. İşte bütün bu imkânlar ve nimetler birer fitnedir/imtihandır. Bazı müslümanların karşılaştıkları baskılar, işkenceler, zulümler, haksızlıklar birer fitnedir. Müslüman ülkelerin zorbalar, diktatörler, tâğutlar, zâlimler veya zulüm düzenleri tarafından ele geçirilmesi bir fitnedir. Onurlu mü’minlerin bu zorbalarla ve zâlimlerle mücâdele zorunda kalmaları, kendileri hakkında bir fitnedir, sınav sebebidir. Özellikle modern toplumlarda ortaya çıkan ve giderek bütün dünyaya yayılan; şirk, ilhad, ahlâksızlık, sapıklık, isyan ve günah rüzgârları birer fitnedir. Müslüman nesillerin karşı karşıya kaldığı inkârcılık, dünyalıklara aşırı derece bağlanma, Din’in emirleri karşısındaki duyarsızlıklar birer fitnedir. Müslümanların bölünmüşlüğü, fırka fırka olmaları, aralarındaki çekişmeler, müslüman ülkeler arasındaki yapay sınırlar birer fitnedir. Her bir müslüman; içinde bulunduğu şarta, elindeki nimete ve karşılaştığı güçlüğe göre fitneye uğratılıyor, denemeye tabi tutuluyor. Müslümana düşen, varlık tablosundaki âyetlerden, oluşlardan ve karşılaştığı fitne ve denemelerden ibret alması, Allah’tan gelen fitneyi kazanmaya çalışması ve bizzat kendisinin fitnelere sebep olmamasıdır. 9 İslâm’ın dışındaki tüm dünya görüşleri, ideolojiler, izmler ve düzenler fitnedir; hem de fitne doğuran ana fitnelerdir. Irkçılık, bölgecilik, mezhepçilik mezhep bağnazlığı, cemaat taassubu, particilik, futbol fanatikliği, müzik düşkünlüğü, para hırsı, makam sevdâsı, şehvet tutsaklığı, moda hastalığı, televizyon esirliği, ideoloji çığırtkanlığı, tedbir adı altında zâlim ve tâğutlardan gereksiz korku, ümmeti saran çağdaş fitnelerdendir. Biraz sert ifâdeyle, bugünkü kullanımıyla ilgili olarak ve çoğu kanalların misyonundan dolayı “fitnevizyon” denilebilen okunmak için değil de daha çok bakılmak için alınan boyalı basının, yani medyanın “haber” adı altındaki, müslümanları uyuşturma, karalama ve yönlendirmelerinin, fitnenin en olumsuz anlamlarıyla paralellik arzettiğini unutmamak gerekiyor. Bırakın İslâm düşmanı kâfir düzencilerin verdiği haberi, müslüman da olsa, açıktan günah işleyen fâsıkların aktardığı haberlere bile araştırmadan inanmamayı emreden Kur’an 49/Hucurât, 6, bizi fitne kaynaklarına karşı uyarmaktadır. Bâtıl ideolojilerin egemenliği ve emri altındaki resmî din kurumlarını da unutmamak gerekiyor. Laikliğin, hatta din düşmanlığının resmî devlet politikası olarak uygulandığı yerlerde din kurumlarının özerk olması elbette fitnecilerin işine gelmez. Dinin devlet olmadığı yerde ister istemez devlet dini ortaya çıkacaktır. Bu ülkelerde sistemli bir şekilde câmiler kiliseye, imamlar papazlara; müslümanlar da laik kâfirlere benzetilmeye çalışılmaktadır. Din adına gerçek dine hücumlar yapılmaktadır. Din çarpıtılmakta, düzene ve kanunlara uygun hale getirilmek için kuşa benzetilmektedir. Bir sürü ilkel ve modern hurâfe din adına insanlara takdim edilirken; tevhid ve her çeşit fitneye karşı savaşın çeşitli adları olan cihad unutturulmakta ve dışlanmaktadır. Firavunun emrinde ve hizmetindeki Bel’am’ın rolünü üstlenen ve hatta kraldan fazla kralcı olan kişiliksizler, her devirde ortaya çıkar. Bunların elinde din, halkı uyuşturan afyon, âyinsel tören ve düzenin emniyet sibobu, koltuk değneğidir. Birey olarak bir müslüman için en büyük fitneler; “servet”, “şehvet” ve “şöhret”; toplum olarak da; “devlet”, “cemiyet” ve “âdet”tir. Bütün bu fitne odaklarına karşı mü’minler, fitne/sınav bilincine sahip olarak, her davranışlarının ibâdet ve cihad olacağı şekilde fedâkârlığı kuşanmak zorundadır. Sayılamayacak kadar çok başı olan ve ağzından ateş saçan ejderha gibi çetin fitnelerle kuşatılan günümüz müslümanı, gününü gün etmekle, kâfirler gibi sadece geçim derdiyle uğraşmak veya müzik ve futbol gibi uyuşturucularla vakit geçirmekle, ya da namazını kılıp başka şeye karışmamakla; kendini ve evlâdını, çevresini ve dünyayı fitneden nasıl kurtaracak, görevini nasıl yerine getirmiş olacaktır? Dünyayı cehenneme çeviren ve âhireti de mahveden fitneler çok ve büyük, doğru; ama unutmamak lâzım, cennet de ucuz değil! Her şuurlu müslüman, öncelikle kendisi, fitne unsuru olmamalı, fitnecilerle işbirliği yapmamalı, onların emrinde ve yardımında bulunmamalıdır. Sonra, hiçbir fitne kalmayıncaya kadar savaşla, mücâdeleyle görevli olduğunu unutmamalıdır. Tüm yeryüzündeki bütün fitneleri kaldırma görevi kendilerine verilmiş müslümanlar, devlet çatısını zâlimlerden temizlemeden bu görevi üstlenmeyi rüyalarında bile gerçekleştiremezler. Ümmet, devlet gücüne ulaşmadan, yeryüzünün her tarafındaki zulüm, baskı, katliâmlar, savaşlar, ahlâk ve imanlara saldırılar son bulmayacaktır. Çevremizden başlayarak her çeşit fitneyi yok etme hedefini canlı tutmak ve böylece dünya huzuruna ve âhiret saâdetine kavuşabilmek için, İslâm’ı gönlümüzden başlayarak ulaşabildiğimiz her yere hâkim kılma mücâdelesi şarttır. Fitne konusunda söylenmesi gereken bir durum da, bunu itham olarak kullanmaktır. “Fitne çıkarıyor”, “fitneci” gibi suçlayıcı ifâdeler kullanırken, muhâtabın inancına ve yaşayışına çok dikkat edilmeli, bu ifâdeleri cihad eden samimi müslümanlara karşı -hatta onlar, beğenmediğimiz ve farklı metodlar benimsemiş olsalar bile- kullanmaktan şiddetle kaçınmalıdır. Hakkı haykırmak, tâğutlara ve tâğûtî düzenlere karşı çıkmak için gayret gösteren mü’minleri fitne çıkarmakla suçlayanlar; gerçek fitnecilerin ta kendileridir. Tüm fitnelerin kaynağı olan İslâm dışı sistemler içinde rahat ve refah içinde, ümmetin derdiyle dertlenmeden ve köklü değişim ve dönüşüm için uğraş vermeden gününü gün edenlerin bu tavırları, fitneye uğradıklarının göstergesidir. Fitne kazanını kaynatanlar, müşrikler, yahûdiler, münâfıklar ve bu sınıflardan birine destek verip onlara âlet olanlardır. İnsanı Allah yolundan alıkoyan ideoloji, düzen, yönetim, mal, evlât, âile, çevre, medya ve tâğutî kurumlar hep fitne unsurlarıdır. Tüm dünyadan fitneyi kaldırma, fitnenin kökünü kurutma hayali, planı, gayreti, cihadı ve savaşı içinde olanlara selâm olsun! “Ey mü’minler! Öyle bir fitneden sakının ki, o, sizden yalnızca zulmedenlere dokunmaz. Bilin ki gerçekten Allah, ceza ile sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” 8/Enfâl, 25 “Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helâk eder misin Allah’ım? Bu senin fitnen/sınavından başka bir şey değildir. Bu imtihan aracılığıyla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmiz/dostumuzsun, bizi bağışla ve bize merhamet et, Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” 7/A’râf, 155 Malın Fitneye Dönüşmesi; Dünyevîleşme “Sahip olma” duygusunun tutkuya dönüşmesine “hırs” denir. İnsanoğlunun temel zaaflarından biri olan bu duygu terbiye edilmediği zaman, insanın gözünü, gönlünü ve zihnini bürüyerek onu esir eder. Onun, aşkınla olan, öteyle olan bağlarını birer birer koparır. Para, mal, makam, şöhret gibi her tür dünyalık onun duygu ve düşünce, basar ve basiretini dünyaya bağlayarak boynunda tasmaya, bileğinde kelepçeye, ayağında prangaya dönüşür. O, artık “dünyevîleşmiş” bir tiptir. Dünyevîleşmiş tip, hiçbir dünyalığa sahip olamaz. Çünkü tüm dünyalıklar ona çoktan sahip olmuştur. Eşyanın emrine verildiği insan, eşyanın emrine girmiştir. Dünyanın efendisi olan insan, dünyanın kulu haline gelmiştir. Bu ise, insanın insanlığına karşı yapılabilecek en büyük hakarettir. İnsanın eşyaya kul olması, kula kul olmasından daha vahim bir sapmadır. İşte bu noktada "İslâm" insanı kendi zaaflarından korumak için devreye girmektedir. Din’in gâyesi, insanın “insanlığı”nı muhâfazadır. İnsanın insanlığı ise, biyolojik varlığından çok rûhî varlığıyla kaimdir. Dolayısıyla din, insanın geçici yanından çok; kalıcı boyutunu öne çıkarır. Söz konusu boyut, metafizik anlamda, insanın hem mâzisi, hem ebedî istikbalidir. İlâhî öğretide beden, bu muhteşem mâziyi muhteşem bir istikbale taşıyan bir binektir. Bedenle ilgili olan her şey ise “dünya” olarak adlandırılır. Din’in amacı, dünyanın, insanla ebedî istikbali arasındaki bağları koparmasına engel olmak, eğer bu bağlar kopmuşsa onları yeniden bağlamaktır. Din, dünya ile âhiret arasındaki atılan köprüleri yeniden imar eder. Peygamberler ise, insana ebedî istikbalini hatırlatan uyarıcılardır. Dünyevîleşme hastalığı, İsrâiloğullarını yahûdileştiren unsurlardan biriydi. Kur’an’ın haber verdiğine göre, onların dünyevîleşme sevdası, onları sadece “yoksulluğa” mahkûm etmedi; “alçaklığa” da mahkûm etti. İsrâiloğullarının, taklit ettikleri putperest kavmin totemi olan ineği altın ve gümüşten yapmaları, aslında onların altına ve gümüşe tapmaları anlamına geliyordu. Aynı zamanda bu heykel, çağının şartlarında bir teknoloji hârikasıydı. Sâmirî, onu Mısırlılardan alınan mücevherlerle yapmıştı. İsrâiloğullarının bu tavrı, günümüz insanının tavrına ne kadar da benziyor. Yukarıda adı geçen iki unsur, bugün de kendisine tapınılan çağdaş totemlerin başında geliyor 1- Para, 2- Teknoloji. İnsanların para ve teknoloji karşısındaki tavırlarını iyi gözlemleyen biri, bu tavrın içerisinde yer alan “tapınma” unsurlarını keşfetmekte gecikmeyecektir. Dünyevîleşen İsrâiloğulları, bu zaaflarında öylesine ileri gittiler ki, Allah’a bile hile yapmaya kalktılar. Kendilerinin istedikleri ibâdet için tahsis edilen Cumartesi yasağını çiğnediler. Hesapta uyanıklık yaparak Cuma akşamından ağlarını denize atıyorlar, Cumartesi akşamı toplayarak güya yasağa uymuş oluyorlardı. Tabii Allah da onların hilelerini boşa çıkarmıştı. Onların bu tavrı, tarihte ve günümüzde “kitabına uydurularak” yapılanları hatırlatıyor. Onlara da yanlış olarak “hile-i şer’iyye” denilen “hile-i şerriyye”yi âlimleri öğretmiş, şeriatın emirlerine bir kılıf uydurmak isteyenlere sözde bir çıkış yolu göstermişlerdi. Bu suçun cezası, maymunlaşmaydı. “Aşağılık maymunlar olun!” 2/Bakara, 65 emriyle gerçekleşen ilâhî cezada çok ilginç bir nükte de vardı. Bu nükteyi iyi anlayabilmemiz için Afrika’lı maymun avcılarının Avrupalılara satmak için maymunları canlı avlama yöntemlerini bilmemiz gerekiyor Afrikalı avcılar, maymunlar ormanına dalarak onların görebileceği bir yere bir testi gömüyorlar. Bu testiye bir miktar fındık koyarak, başlıyorlar çıkarıp yemeğe. Daha sonra, orayı terkedip gizleniyorlar. Onları fındık yerken gören maymunlar aynen taklit ederek çömlekteki fındıkları yemeye geliyorlar. Lâkin çömleğin ağzı öyle hesaplı yapılmıştır ki, maymun elini boş olarak sokabilmekte, lâkin dolu olarak çıkaramamaktadır. Avcılar, maymunlar tam elini çömleğe daldırıp fındığı avuçladıklarında ortaya çıkıp maymunlara doğru koşmakta, fakat maymunlar avuçlarındaki fındıktan vazgeçemedikleri için kaçamamakta ve dolayısıyla fındık hatırına yakalanmaktadırlar. İşte, tarih boyunca hayatını dünyevîleştiren kişi ve toplumlar, avuçlarındaki dünyayı elde etmek için âhiretlerini fedâ etmekten çekinmemektedirler. Fındık uğruna özgürlük, geçici zevkler uğruna âhiret. İkincisi birincisinden daha vahim bir aptallık. “Bir ticaret ya da eğlence gördüklerinde dağılıp ona koşuştular ve seni ayakta bıraktılar. De ki Allah katında bulunan, eğlenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” 62/Cum’a, 11 Bu âyetin inişine sebep olan olay şudur Medine’de açlık ve pahalılığın hüküm sürdüğü kuraklık yıllarından biridir. Dıhye bin Halife el-Kelbî, müslüman olmadan önce Şam’dan yola çıkardığı bir ticaret kervanıyla Medine’ye girdi. Medine’liler âdetleri olduğu üzere kervanı tefler ve zillerle karşıladılar. Nebî tam o esnada Mescidde Cuma hutbesi veriyordu. 12 erkek ve bir miktar kadın dışında tüm cemaat Peygamber’in hutbesini terkedip kervana koştu. Hz. Nebî, bu duruma çok hiddetlendi ve buyurdu ki “Eğer mescidde kimse kalmasaydı, şu vâdiyi ateş seli kaplardı.” Diğer bir rivâyette “müslümanların üzerine taş yağardı.” Buhârî, Tefsir 61; Müslim, Cum’a 11; Tirmizî, Tefsir 62 Kur’an, müslümanların bu tavrıyla İsrâiloğullarının tavırları arasındaki benzerliğe Cuma sûresinde işaret buyurmaktadır. Sûrenin yahûdilerden söz eden birinci bölümüyle Cuma’dan ve Cuma hutbesinde Rasûlullah’ı ayakta bırakıp kervana koşanlardan bahseden ikinci bölümü arasında ilişki kurulmaktadır. Konuyla ilgili tüm kaynaklar sûrenin ilk 8 âyetiyle son 3 âyetinin farklı zamanlarda nâzil olduğu konusunda müttefiktir. Buna rağmen şu aşağıdaki âyetle, sahâbenin Rasûlullah’ı “dünyalık” için mescidde yalnız bırakmaları arasında bağ kurulmaktadır “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali, kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne fenadır. Allah zâlimler topluluğunu hidâyete ulaştırmaz.” 62/Cum’a, 5 Dünyevîleşmiş kimsenin prototipi Karun’dur. Kur’an, benî İsrâil içinde yaşayan bu kimseyi, her devirde görülebilecek karakter olması açısından dikkatlerimize sunar “Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da helâk ettik. Yemin olsun, Mûsâ onlara apaçık delillerle geldi. Öne geçemedikleri halde yeryüzünde büyüklük tasladılar.” 29/Ankebût, 39 “Karun Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı taşkınlık/şımarıklık etti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarlarını taşımak, güçlü-kuvvetli bir topluluğa dahi zor geliyordu. Kavmi ona demişti ki Şımarma, Allah şımarıkları sevmez.’ Allah’ın sana verdikleri içinde âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana lütufkâr olduğu gibi sen de lütufkâr ol, yeryüzünde fesat isteme, çünkü Allah fesatçıları sevmez. O dedi ki Bu servet bana, bendeki bir bilgi sayesinde verildi.’ Peki o bilmedi mi ki Allah, önceki nesiller içinden ondan daha güçlü, sayıca da daha çok olanları bile helâk etmiştir. Günahlarının ne olduğu günahkârlardan sorulmaz. Karun, süsü-püsü içinde toplumun önüne çıktı. Dünya hayatını isteyenler dediler ki Keşke Karun’a verilenin bir benzeri de bize verilseydi. O, cidden çok şanslı biri.’ İlim verilenler ise şöyle dediler Yuh size, iman eden ve sâlih amel işleyen kimseye Allah’ın vereceği karşılık daha hayırlıdır. Fakat buna yalnızca sabredenler kavuşturulur. Nihâyet, Karun’u da sarayını da yere geçirdik. Allah’a karşı kendisine yardım edecek yandaşları da yoktu. Kendi kendisine yardım edebileceklerden de değildi. Akşam onun yerinde olmayı isteyenler, sabah şöyle demeye başladılar Vay be! Demek, Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor, dilediğine de kısıyor. Allah bize lütufta bulunmasaydı, vallahi bizi de batırmıştı. Demek ki kâfirler asla iflâh olmazlar.” 28/Kasas, 76-82 Kur’an’dan yola çıkarak Karun hakkında şu tesbitleri yapabiliriz 1- Karun, Hz. Mûsâ’nın toplumuna mensup, hazinelere sahip olacak kadar zengin biridir. 28/Kasas, 76 2- O, Hz. Mûsâ’nın yakını olmasına rağmen, ona karşı Firavun ve Hâmân’la birliktedir. 23/Mü’minûn, 24; 29/Ankebût, 39 3- Servetiyle böbürlenip şımarmış, elindeki ekonomik imkânı vahye karşı kullanmıştır. 29/Ankebût, 39 4- “Bu servet bana bilgim sayesinde verilmiştir” diyerek, mülkün asıl sahibini unutmuştur. 28/Kasas, 78 5- Sonunda servetiyle birlikte yere geçmiş, helâk olmuştur. 28/Kasas, 81 Âyetlerden çıkardığımız bu sonuçlara göre Karun, İsrâiloğulları içerisinden çıkmış olmasına rağmen, müslümanlara karşı Firavunla işbirliği yapacak kadar alçalabilen bir işbirlikçidir. Kendi ulusundan çıkan peygambere karşı mazlum ulusunun düşmanı olan zâlim Firavun’la, servet yapma hatırına işbirliğine giriyordu. Ona yaltakçılık yapıyordu. Zaten, mantıken böyle yapmasa ne o serveti edinebilir, ne de elinde tutabilirdi. Karun, “Allah’ın sana verdikleri içinde âhiret yurdunu ara” uyarısı kendisine yapılınca, “Bu servet bana, bendeki bir bilgi sayesinde verildi’ biçiminde cevap verecektir. Bu, günümüz kapitalizminin yetiştirdiği rantçı insan tipi olan “homo ekonomikus” mantığıdır. Âyette, bu tiplerin, bilinçsiz yığınların imrendiği tipler olduğu ifâde edilmekle, dünyalığın ehl-i dünya yığınları nasıl cezbettiği vurgulanmaktadır. Ancak, Karun’un kötü âkıbetine şahit olan aynı yığınların, ne kadar günübirlik düşündüğü de, cezalandırmanın ardından söyledikleriyle ortaya çıkıyor. Bugünkü dünyevîleşme mantığıyla, eski çağlardaki ilkel dünyevîleşme mantığı arasında şaşılacak kadar benzerlik vardır. Aslında bu şaşılacak bir şey de değil. Çünkü insanın tabiatı, zaafları, zamanın değişmesiyle değişmiyor. İnsanın hakikat karşısında aldığı tavırlar, genellikle aynı. Dünyevîleşmiş çağdaş insan tipinin dini ekonomi, imanı para, kitabı çek koçanı, mâbedi bankadır. Dünyevîleşmiş tip, dindarsa dinini, ideolojisi varsa ideolojisini, dâvâsı varsa dâvâsını her fırsatta paraya tahvil etmenin yollarını arar. Karunlaşmış bu tip, müslüman olduğu zaman, “Allah rızâsı, hizmet, tebliğ, dâvet, ihlâs, cihad, bereket, tekbir, cihad” gibi dinin kavramlarını kullanarak sömürür. Marksist olduğu zaman “halk, köylü, işçi, emekçi” gibi marksizmin kavramlarını kullanarak sömürür. Kemalist olduğu zaman “çağdaşlık, uygarlık, laiklik, milliyetçilik” gibi kemalizmin tekeline aldığı kavramları kullanarak sömürür. Fakat hepsinin de mantığı tektir. Hepsi de tüketimi körükler. Hepsi de rantçıdır. Hepsi de menfaatlerini dinlerinden, imanlarından, ideolojilerinden önde tutarlar. Hepsi de çıkarları gerektirdiği zaman her şey olurlar. Hepsi de iktidar ve güç odaklarının etrafında pervanedirler. Hepsi de “istikrar”ı çok severler 10 Dünyevî belâların çoğu, uhrevî cezaların tümü, dünya-âhiret dengesini kuramamak, dünyayı âhiret için yaşayamamak ve dünya hayatını gâye edinmekten kaynaklanır. Ancak gerçek iman ve sâlih amel, insanı dünya hayatının aldatmasından koruyabilir. Âhireti tercih eden, dünyayı kaybetmez. Çünkü insana verilen hilâfet görevi, yeryüzünü imar edip nimetlerinden yararlanmayı gerektirir. Sadece dünya hayatını isteyenler, haram, zulüm ve sömürü düzenleriyle insanlığı doğru yoldan çıkarttıkları gibi, müslümanları da dünyaya uydurmak isterler. Halbuki, âhiretten kopuk bir dünya oyun ve eğlenceden ibârettir. Bir müslüman içinse dünya, İslâm’ı yaşamak, İslâm’ı hâkim kılma mücadelesi vermek cihad, Allah yolunda hizmet ve meşrû şekilde çalışmak ibâdet içindir. Ölümü anlamlandırdığımız zaman, her şey bir anlam kazanacaktır. Ölüm, bir yok olma değil; yeni bir hayatın başlangıcıdır. Ölümlü, fâni ve sıkıntılarla dolu bir diyardan; ölümün olmadığı, ebedî, mükâfatlarla dolu zahmet ve sıkıntının bulunmadığı, sevdiğimiz her şeyin bulunduğu bir diyara yolculuktur. Onun için müslüman ölümden korkmaz; sadece ona hazır olur. Hatta, yeri geldiğinde seve seve canını verir, âhiret karşılığında dünyayı satar. "Ölüm yok olmak değil; bir diriliştir, yeni bir hayata geçiştir" cümlesinden hareketle, yaşadığımız hayatı ve varlıkları seyredelim Sadece bu dünyada yaşayacağınızı düşünerek yaşarsanız ölü yaşarsınız. Ama öleceğinizi düşünerek yaşarsanız diri yaşarsınız. Çevremizdeki insanlar hep dirilişin etkisiyle, âhiret şuuruyla yaşasalar!.. Seyredin o zaman hayatın güzelliğini. İkinci asr-ı saadet olur çağımız. İnanın, iman ettiğimiz cenneti daha burada iken yaşamaya başlarız. Fakat biz, tüm yatırımlarımızı bu dünyaya yönlendirerek yaşadığımız hayatı ve yeri sahte cennet haline getirmeye koyulunca cenneti de unuttuk. Özlemez olduk. Nasıl özleyebiliriz ki; lüks, israf demeden yaşadığımız hayatı, materyalistlerin uydurma cenneti gibi yapmak için bir ömür boyu gece gündüz koşturunca. Sahabe, cenneti öyle bir özlüyordu ki! Enes bin Nadr, Uhud savaşında "cennetin kokusunu Uhud'un arkasından duyar gibi oluyorum" diyordu. Bilirsiniz, insan çok acıkınca yemeğin kokusunu çok uzaktan duyar. Sahabe de cennete öyle acıkıyordu ki, daha dünyada iken kokuları geliyordu cennetin. İmam Gazali diyor ki "Mezardakilerin pişman oldukları şeyler yüzünden dünyadakiler birbirlerini kırıp geçiriyor." Ölüm öncesindeki kavgaların ölümden sonra pişmanlık getireceğini hissederek yaşayan insan, hiç pişman olacağı şeyin kavgasını verir mi? Hırsla hayatın ve eşyaların, burada kalacak şeylerin ardına bir ömür boyu düşer mi? "Onlar, geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeşmeler, ekinler, güzel makamlar ve zevk ü sefa sürecekleri nice nimetler. İşte böyle oldu ve biz onları başka topluma miras verdik." 44/Duhân, 25-28 "Ey iman edenler, size ne oldu ki 'Allah yolunda topluca savaşa çıkın' denildiği zaman yere çakılıp kaldınız? Âhirettense dünya hayatına mı râzı oldunuz? Ama dünya hayatının geçimi zevki, âhiret yanında pek azdır." 9/Tevbe, 38 Gerçek özgürlük, Allah'a koşmakta ve Allah'a yakın olmaktadır. İnsan, Allah'a ne kadar yakın olur, O'na ne kadar bağlanırsa o kadar özgür sayılır. Allah'tan uzak yaşayan insanlar köle insanlardır. Mesela; mobilyalarının ve arabalarının çizilmesine hiç dayanamazlar. Çünkü o çizilen şeylerin kölesi durumundadırlar. Efendilerinin zarar görmesinden rahatsız olurlar. Ama hergün dinleri, imanları, şerefleri, namusları çizilir, hiç rahatsız olmazlar. Başörtüsüne uzanan ele kızmaz; yeter ki o el, kendi putlarına, efendilerine zarar vermesin. Menfaatine dokunulduğunda etrafı velveleye boğanlar, dinlerine ve âhiretlerine yapılan hücumdan hiç rahatsızlık duymamaktalar. Böyle insanların özgürlükten bahsetmeleri, kölelerin özgürlük dersi vermesine benzer. Peygamberimiz'in tavsiyesi şöyle idi "Bu dünyada, sanki gurbete gitmiş, birgün yuvasına tekrar dönecek biri gibi ol veya gelip geçici bir yolcu gibi yaşa." Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25. Hayatın geçiciliğini kalbine ve kafasına oturtmuş bir müslüman geçici şeylere fazla sevgi beslemez ve kendini bağlamaz. Zaten şu bir gerçektir ki; Allah'ın dışındaki şeylere olan ilgi ile Allah'a olan ilgi arasında ters orantı vardır. Bir kimsenin Allah'ın dışındaki varlıklara, eşyaya ilgisi ne kadar fazla ise, Allah'a olan ilgisi o kadar azdır. Böyle bir durumda ilgi duyulan şeyler Allah ile kul arasında engel teşkil ederler. Bu yüzden İslâm, insanın duygularını âhirete yönetmek için Kur'an'da çok sık şekilde ölüm, âhiret, kıyâmet, hayatın geçiciliği üzerinde durur. Mekkî sûrelerin aşağı yukarı tamamında, diğer sûrelerin de genelinde bu havanın verilmeye çalışıldığını görürsünüz. "Bilin ki, dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır." 57/Hadîd, 20 Ölümü tefekkür ederek yaşamak, hayatta "gidici" olarak yaşama sonucunu doğurur. Böyle yaşayan insan da hesabını ve yatırımını gideceği yere göre yapar. Hesaba çekilme günü gelmeden önce kendini hesaba çeker. Aksi halde, insan gideceği saate kadar kalacakmış gibi yaşar ve tercihini ona göre yapar. "Ama siz, dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır." 87/A'lâ, 16-17 Aşağı yukarı her insan, bir eşya satın alırken, önüne konan iki maldan "iyisi olsun, pahalı olsun" diyerek daha kalıcısını tercih ettiği halde, Allah'ın önüne koyduğu iki hayattan geçicisini tercih ediyor; kalıcısını bırakıyor. "Hayır, siz acele geçiveren şu dünyayı çok seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz!" 75/Kıyâmet, 20-21. Hayır, siz yaptığınız işlerin karşılıklarının acele, peşin verildiği şu dünyayı çok sevdiğiniz için karşılıkların veresiye olduğu öteki dünyayı bırakıyorsunuz, sevmiyorsunuz. "Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle imtihan eder, deneriz. Sabredenleri müjdele." 2/Bakara, 155 "Yoksa içinizden Alah cihad edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?" 3/Âl-i İmran, 142 Görüldüğü gibi, dünyadaki acıların ve zevklerin altında imtihana çekilme esprisi yatmaktadır. O halde böyle durumlarda alınması gereken ilaç sabırdır. Çünkü bu zevkler ve acılar geçicidir. Geçici olması da sabrı kolaylaştırıyor. Sabretmediğimizde ne olur? Geçici zevklere sabretmeyip dalarsak, âhiretteki ebedî ve hakiki zevklerden mahrum kalırız. Şu hayatın geçici elemlerine sabretmezsek, bu defa hem ebedî, hem de daha ağır âhiret azabına mâruz kalırız ve âhirette bize şöyle denilir "İnkâr edenler, ateşe sunuldukları gün, onlara 'Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz; ama bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir azab göreceksiniz' denir." 46/Ahkaf, 20 Kur'an'a baktığımız zaman âdeta tüm azgınlık, isyan ve başkaldırıların sebeplerinin tek sebebe bağlandığını görürüz. O da âhireti hesaba katmadan ve âhiretten korkmadan yaşamak. "Hayır, doğrusu onlar âhiretten korkmuyorlar." 74/Müddessir, 53. Kur'an, terbiye etmeye çalıştığı insanda ilk etapta âhiret endişesi oluşturmaya çalışır. Bu endişe belli bir boyuta ulaştığı zaman insanların hayatlarında inkılabların gerçekleştiğine şahit oluruz. Mesela; içki Medine döneminde ve yaklaşık Uhud savaşı yıllarına kadar yasaklanmamıştır. Fakat o tarihlerde içkiyi kesin olarak yasaklayan âyet inince evdeki şarap küplerinin kırılarak içkili hayata son verildiğini görürüz. Peki, bu neden kaynaklanıyor? Tabii ki âhiret ve Allah korkusundan. O insanlar o güne kadar öyle eğitilmiş ki, yaptıkları işin âhirette kendilerine çok pahalıya malolacağı söylendiği anda hemen o işten vazgeçiyorlar. Âhirete imanı, âhiret endişelerini, cennet ve cehennem mefhumlarını ortadan kaldırdığınızda insanları gerçek anlamda motive edemezsiniz. Yani iyi şeyleri kendiliklerinden yaptırıp, kötülüklerden de kendiliklerinden vazgeçiremezsiniz. Âhirete iman; en büyük ve gerçek anlamda tek otokontrol mekanizmasıdır. Âhiret ve Allah korkusu olmadan insanları neye göre ahlaklı ve dürüst olmaya sevkedeceksiniz? Eğer bir insan, yaptığı bir kötülüğün cezasını görmeyeceğini bilse, niye o kötülükten vazgeçsin veya yapacağı bir iyiliğin karşılığında mükâfat yoksa niçin o iyiliği yapsın? Denilebilir ki; insanlık için. Ben ölür ölmez bu insanlar çok kısa bir süre içinde beni unutacaklar. Unutmasalar bile, öldükten sonra bana ne faydaları dokunabilecek ki? Ama düşünün ki "bir varlık" var ve "bir gün" var. O varlık, o günde yaptığınız tüm iyiliklerin karşılıklarını kat kat fazlasıyla verecek ve yaptığınız kötülüklerin de cezasını verecek. O varlık ki, hiçbir iyiliği unutmaz, adâletli, kimseye zerre kadar zulmetmez, hiçbir şeye ihtiyacı yok. Her şeyin yaratıcısı ve sahibi, çok merhametli, çok affedici. İnsan, böyle bir varlığa iman edip sadece O'nun rızasını kazanmak idealiyle yaşadığı zaman artık siz bu insanları "Allah'ın rızâsını kazanma" amacıyla iyi şeylere kolayca yönlendirebilir ve kötü şeylerden de kolayca sakındırabilirsiniz. Aksi takdirde bütün çabalarınız sonuçsuz kalır. Âhiret korkusu olmadan insanlar, fırsat bulduklarında kötülük yapabilecekleri için kimsenin kimseye güveni olmaz. Dünya ve içindekilerin gelip geçici olduğunu, bir sınama ve imtihan aracı olduğunu bilen ve böyle inanan İslâm insanı, bu bilgisini ve bu imanını, kuru ve şematik, içi boş ve vicdanî inanç kofluğundan çıkartıp, olması gereken yere, âlemlerin rabbi olanın, dünya ve âhiretin sahibi olanın istediği yere, hayatın tam ortasına oturtmak zorundadır. Her gün ve her gece, namaz sonlarında, işimizin arasında özellikle ölümü, dirilişi, kıyameti, mahşeri, cenneti, cehennemi, günahlarımızı, Allah'ın nimetlerine teşekkürdeki kusurlarımızı derin derin düşünelim. Bunu kendimize görev edinelim. Bu dünyadaki rahatımızdan fedakârlık yapalım. Hem burada tam bir rahat etme, hem de orada rahat etme gibi imkânsız ve gülünç olan sevdadan vazgeçelim. Kabirlere, hele gece karanlığında gidip, oralarda ölümle kolkola yaşayacağımız günleri düşünelim. Ölüm ve şehadet râbıtası yapalım. Allah'ın dinini yaşayamıyor, müslümanca hayat süremiyorsak müslümanca ölmenin de zor olduğunun bilincine varalım. Mezarlarda ve hayalinde düşünerek canlandırdığın kabir hayatında düşün ki, bir-iki metrelik çukur, içinde birkaç kemik parçası ve mezar taşında da senin adın, evet senin adın, benim adım yazılı. Artık Rabbinle karşı karşıyasın. Büyük kıyâmetin kopmasını bekliyordun veya beklemiyordun. Ama öldün, yani senin kıyâmetin koptu. İşte bu kıyâmete hazırlandın mı? Yaptın mı yapacaklarını? Sakındın mı yapmaman gerekenlerden? Hazır mısın ölüme? Borçların-harçların, ümitlerin, beklentilerin, yatırımların... neresi için? Ölüm... Ne zaman? Evet ey insan! Tohumun toprağın üstüne yeni bir hayatla çıktığı gibi bir gün kabrinden çıkartılacağını, Rabbinin huzuruna gidip yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını vereceğini düşün ve hayatını ona göre düzenle Çünkü, ölüm bir yok oluş değil; diriliştir. Ölüm uzakta değil; çok yakınımızdadır Geniş bilgi için bkz. H. Özhazar, Âhiret Bilinci; H. Eker, Âhiret Bilinci; A. Kalkan, “Âhiret” ve “Din Günü” kavramları. Mal Yığmak; Ne Kadar, Kim ve Ne İçin? Nice insan, helâl-haram demeden mîrâsa düşkünlük yapar, yoksullara yardım etmez, malı çok sever "Hayır, doğrusu siz yetime ikrâm etmiyorsunuz; yoksula yedirmeye önayak olmuyorsunuz; mîrâsı hırsla tutuyorsunuz. Malı pek çok seviyorsunuz." 89/Fecr, 17-20. Âdiyât sûresinde de insanın mala düşkünlüğü, kınama üslûbuyla dile getirilmiştir "Doğrusu o, malı çok sever." 100/Âdiyât, 8. "Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o öksüzü iter, kakar. Yoksulu doyurmaya ön ayak olmaz." 107/Mâûn, 1-3; Hâkka, 34. Cimrilik, inkârcı kâfirin vasıfları arasında sayılmaktadır "İnsanları diliyle çekiştiren, kaş ve göz işaretleriyle alay eden her fesad kişinin vay haline. O ki mal yığdı, onu saydı, durdu. Malının kendisini ebedî yaşatacağını sanır. Hayır, o Hutame'ye atılacaktır." 104/Hümeze, 1-4. "Mal toplayıp kasada yığanı!" 70/Meâric, 18 âyetinde de insanın mal hırsı, mal toplayıp yığma tutkusu, kınama üslûbuyla anlatılmaktadır. Mala düşkünlük, insanın doğasında vardır. "Mal canın yongasıdır" atasözü, bu âyetlerin tefsiri gibidir. İman ile olgunlaşmayan insanlar, dünya malına düşkün olurlar. Çünkü onlar için ne varsa, hep bu dünyadadır, ötesi yoktur. Onun için malı severler, helâl-haram demeden mîrâsa konarlar, başkalarının mîrâs hakkını dahi yemek isterler. İnsanın hep kendisini düşünmesi, mala düşkün olması çok çirkin bir şeydir. Elinde imkân varken fakiri düşünmeyen, yetime ikram etmeyen insanın Allah'tan ikram beklemeye hakkı yoktur. Allah, verdiği nimetlerle kulunu imtihan eder. Onun, Allah'ın verdiği nimetlerden, başkasına da yardım edip etmediğine bakar. İşte insan düşünmelidir ki, yoksul iken kendisi nasıl sızlanır, Allah kendisine az nimet verince nasıl gücenir, üzülürse; zenginlik zamanında ihtiyacı olanlara yardım etmeyince o âcizler, yetimler, yoksullar da kendisine gücenirler. Malının içinde onların gözleri kalır. O halde insan, Allah'ın âciz, yoksul kullarına ikram etmeli, onları kollamalıdır ki Allah da kendisine ikram edip onu kollasın. Çünkü Allah kullarının hareketlerini gözetlemektedir. Servet, nimet ve mevki bulunca başkalarını hiç düşünmeyen, hatta onları ezen, köle gibi kullanmak isteyen insanlar, bu yüzden helâk edilmiş olan zâlim kavimler gibi davranmış olurlar. Allah'ın, o zâlimlerin üstüne şaklayan kırbacı, bir gün bunların üstüne de şaklar. Mala değil; insana değer verilmelidir "sabah akşam Rablerinin rızâsını isteyerek, O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yok ki, onları kovup da zâlimlerden olasın!" 6/En'âm, 52. "Nefsini sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut onlarla beraber bulunmaya candan sabret. Gözlerin, dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini Bizi zikirden/anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itaat etme." Kehf, 28. Bu âyetlerde, yoksul insanlarla aynı mecliste oturmaya tenezzül etmeyen ve Hz. Muhammed yanına gelip kendisiyle konuşmaları için fakir insanları yanından çıkarmasını öneren kibirli insanların davranışı kınanmakta, Allah Rasûlüne, Allah'ın rızâsını isteyen fakir insanları yanından kovmaması, herkesin kendi yaptığından sorumlu olduğu bildirilmekte; Allah'tan gâfil, aşırı insanların keyfine uymaması emredilmektedir. Mekke döneminde inzâl olmuş olan bu âyetler, gururlu, zengin kâfirlerin düşünce ve davranışını anlatmaktadır. Münâfıkların mallarının ve çocuklarının çokluğuna imrenilmemelidir. Allah'ın o mal ve çocuklarla o kimselere mümkün ki, dünyada azâb edecektir. Yani çokça parası ve çocukları olanlar, mümkün ki bunlarla cehennem gibi azâb olmaktadırlar "Onların malları da, evlâtları da seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azâb etmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor." 9/Tevbe, 55 Mal, aslında kötü bir şey değildir. Hz. Peygamber'in "İyi adama iyi mal, ne güzeldir!" Ahmed bin Hanbel, 4/197 dediği rivâyet edilir. Fakat mal, çoğunlukla insanı gurura, kendini beğenmeye götürür. İşte malıyla gurura kapılan kimseler, çoğunlukla Allah ile ilgisini kesmiş gururlu, fakirleri kendilerinin kölesi sanan insanlardır. Mekke'de Allah Rasûlü'ne ilk iman edenler zayıf, ezilmiş tabaka, karşı gelenler ise zayıfları ezen şımarık, zengin tabaka idi. Medine'de de ona halk tabakası inanmış, ama genellikle mutlu azınlık grubu inanmamış, münâfıklık yapmıştır. Çünkü dinin prensiplerini, liderliklerini sürdürmelerine engel görmüşlerdir. Her insanın böyle olduğu iddia edilemez. Kuralların istisnâları olur. Şimdi, dini sömürü âleti gören komünizm, dinlerin çıkışı sırasında peygamberlere ilk defa kimlerin inandığını görmek istemiyor. Bütün peygamberlere önce fakir halk tabakalır inanmış, şımarık zenginler onlara karşı çıkmışlardır "Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görülen mü'minlere 'Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? Onlar da 'Evet, Doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!' dediler." 7/A'râf, 75 âyeti bu tarihî gerçeği dile getirmektedir. Demek ki din, sosyal açıdan zenginlerin sömürü âleti değil; tersine fakir halkın sömürü tabakasına karşı kurtarıcısı ve savunmacısıdır. İslâm, servetin belli ellerde yığılmasını istememiş, halka yayılmasını emretmiştir. Hz. Peygamber zamanında halk tabakaları arasında sosyal denge sağlanmış, aradaki büyük farklar erimişti. Ama insan karakteri kolay değişmez. Zaman geçince insanların servet tutkusu yine üste çıkmış, yine mülkler, büyük sayıda köle ve câriye sahibi zenginler, ağalar ve ezilen geniş halk kütleleri görülmeye başlamıştır. Ne Emevî idaresini, ne Abbâsi idaresini, ne de Osmanlı idaresini, tam İslâm'ın ruhuna uygun örnek idareler olarak görmek mümkün değildir. İslâm, dengeli bir servet dağılımı istemektedir. Bu idarelerde denge mi vardı? Üç-beş zenginin köyünde ırgat olarak çalışan halk kütleleri, ya da onların zekâf ve fıtrasına bakan insanlar. Ne yazık ki bunlar, bu despotluklarını sürdürebilmek için İslâm'ı da kendi servetlerine kalkan yapmasını bilmişlerdir. Muâviye'nin, denge isteyen Ebû Zerr'i Şam'dan nasıl kovduğunu biliyoruz. İhtiraslı kişilerin iş başına gelişi, İslâm'ın rûhuna uygun idarenin kurulmasına engel olmuştur. Nasıl Arap müşrik ve münâfıkları, geleneklerini inanmalarına engel, daha doğrusu yönettikleri sömürü düzenine kalkan yapmış idiyseler. Mal, karakteri zayıf insanları çabuk bozar. Siyaset de öyledir. Ama sağlam karakter sahibi kişileri mal bozamaz. Bunların elinde mal, hayra vesîle olur. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Abdurrahman ibn Avf gibi kişileri servet bozmamış; onlar, servetlerini, dâvâlarının yayılmasına vâsıta kılmışlar, Hz. Ebû Bekir, fakirlik sınırına varıncaya dek malını Allah yolunda harcamıştır. İşte bu rûhu yaşatmaya çalışan nice şuurlu müslüman da, fakir düşünceye kadar mallarını Allah yolunda infak etmeyi prensip edinmişlerdir. Tamahkâr insanın elindeki mal ve evlât, kendisine azâptır. Çünkü öyleleri hep malın korunmasını düşünürler. Düşündükçe tamahları artar, düşmanları da çoğalır. Vicdânen rahatsız olurlar. Çünkü Allah'ın, kişiye malı ile azâb etmesi, malının kendisini huzursuz edip dertlere sokmasıdır. Evlâdıyla azâb etmesi de, evlâdının kendisine karşı gelmesiyle, çeşitli dertlere ve musîbetlere düşmesiyledir. İnsan çeşitli şekillerde evlâdından çeker. Şimdi insan şöyle düşünmeli Acaba sadece karnını doyurabilen orta halli bir insan mı mutludur, yoksa yüz yerde apartmanları, bahçeleri, arsaları, otomobilleri olan zengin mi? Sanıyorum orta halli, kanaatkâr insan daha mutludur. Çünkü onun taşıyacağı yükü yoktur. Ötekinin her apartmanı, her arabası, kendisine ayrı ayrı derttir, yüktür. Otomobilinin bozulması, kazâ yapması, çalınması; bahçesinin sulanmaması, ürün vermemesi; apatmanının kiracısız kalması veya kiracının kirayı ödememesi, ayrı ayrı dertlerdir. Malı, mal olarak düşünenler için bu böyledir. Ama malı Allah'ın rızâsını kazanmak için bir vâsıta, Allah'ın emâneti bilenler için mal dert olmaz. Onlar ellerinde oldukça malı Allah uğrunda harcarlar. Ellerinden çıkarsa "veren de Allah, alan da Allah" der, üzülmezler. İşte böyle "İyi insanlar için helâl mal, ne güzeldir!" Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur "Malın içinde gerçekten senin malın olan şey, sadece yiyip tükettiğin; giyip eskittiğin; ya da sadaka verip ileriye gönderdiğindir." Müslim, Zühd 3; Tirmizî, Zühd 31, Tefsir, sûre 102; Nesâî, Vesâyâ 1; Ahmed bin Hanbel, 4/24, 26 11 İslâm, mal yığmayı -ki buna "kenz" denir- hoş görmez. "Ve sana Allah yolunda ne infak edip harcayacaklarını soruyorlar. De ki 'Af yani ihtiyaçlarınızdan fazlasını veya helâl ve güzel olan şeyleri verin.' Allah size âyetleri böyle açıklıyor ki, düşünesiniz." 2/Bakara, 219. Nefsinin, çoluk çocuğunun ihtiyacından fazlasını fakirlere vermeyi, Hak rızâsına harcamayı öğütler. Ancak bütün varını yoğunu harcayıp başkasına el açacak duruma düşmek de doğru değildir. Nitekim "Allah Sizden bütün mallarınızı istemez. Eğer onları isteseydi de sizi sıkıştırsaydı, cimrilik ederdiniz ve bu, kinlerinizi ortaya çıkarırdı Allah'ın elçisine kin beslemeye başlardınız." 47/Muhammed, 36-37 âytlerinde de Allah'ın, mü'minlerden bütün mallarını vermelerini emrederek onları sıkıştırmak istemediği, çünkü böyle emrettiği takdirde nefislerin cimrilik zaafı ortaya çıkacağı belirtilmektedir. Mal, canın yongasıdır. İnsanın her şeyini harcaması kolay değildir. Ayrıca, bu durum, kişinin sıkıntıya düşmesine sebep olur. Bundan dolayı her şeyde dengeli, ölçülü davranmayı emreden İslâm, bu konuda da kolay olanı emretmekte, ihtiyaçtan fazlasını Allah için harcamayı öğütlemektedir. Peygamber de "Yanında bir mal bulunan kimse, önce kendi nefsine harcasın, bakımı kendisine âit bulunan kimselere ve böyle böyle derece derece akrabâya, sonra başkalarına harcasın!" Ebû Dâvud, Itk 9; Nesâî, Büyû' 84; Ahmed bin Hanbel, 3/305 İslâm, her konuda ifrâtı ve tefrîti, yani aşırılığı ve gevşekliği hoş görmediği gibi, infak husûsunda da orta yolu izlemeyi öğütler "Ve harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik ederler; harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur." 25/Furkan, 67. İnfak iyidir, ama israf haramdır. Allah, Kur'an'da saçıp savurmayı yasakladığı gibi, avucu sıkı sıkıya kapayıp para yığmayı da yasaklamıştır. Kur'an, ihtiyaçtan fazla olan her şeyin verilmesini emretmiyor, tavsiye ediyor. Mü'minleri böyle gönül zenginliğine, cömertliğe, başkalarını düşünmeye teşvik ediyor. Herkes ihtiyacından fazlasını zorla değil; fakat gönül hoşluğuyla verirse ülkede fakir kalmaz, bunalımlar durulur. Gönüllerden gönüllere sevgiden köprüler kurulur. "...Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azâbı müjdele! O gün, cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılır; bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. 'İşte nefisleriniz için yığdıklarınız. Yığdıklarınızı tadın!' denilir." 9/Tevbe, 34-35. Altın ve gümüş, toplanıp yığılmak için değil; toplumda dağılıp iş görmek içindir. Para dolaşırsa iş yapar, çok kimsenin karnı doyar. Belli ellerde birikirse birkaç kişi doyar, büyük kesim aç kalır. Bu, Allah'ın istediği adâlete aykırıdır. İnsan ihtiyacını karşılamalı, ama fazlasını muhtaçlara vermelidir. Mal ve paranın belli ellerde birikimini önlemek için Kur'an zekâtı, sadakayı ve humusu emretmiştir. Toprak mülkiyeti, büyük ölçüde devlete bırakılmıştır. Hz. Peygamber insanlara ihtiyacından fazla nesi varsa olmayanlara vermesini emretmiş, bu sözünü o kadar tekrar etmiştir ki, dinleyen sahâbîler, hiç kimsenin, ihtiyaçtan fazla bir şey saklamaya hakkı olmadığını sanmışlardır Müslim, Lukata 18; Ebû Dâvud, Zekât 3, Tefsir, sûre 3; Nesâî, Zekât. Zekâtı verilmeyen malın, Kıyâmet gününde yılan olup sahibinin boynuna dolanacağına, ateş olup canına yapıştırılacağına dair hadisler mevcuttur Bz. Buhârî, Zekât 3, Tefsir, sûre 3; Nesâî, Zekât. Son zikredilen âyetler 9/Tevbe sûresinin 34-35. Âyetleri inzal edildiğıi zaman Allah'ın Rasûlü üç defa "Yuh olsun altına, yuh olsun gümüşe!" buyurdu. "Yâ Rasûlallah, öyle ise hangi mala sahip olabiliriz?" dediklerinde, şöyle buyurmuştu "Zikreden dile, huşû eden kalbe, dininize yardım edecek sâliha zevceye." Ahmed bin Hanbel, 5/366 "Kim sarı yani altın, beyaz yani gümüş bırakırsa onunla dağlanır." Bir adam öldü, gömleğinde bir dinar altın para, sarı lira bulundu. Peygaber ona "Bir dağlamadır" dedi. Bir başka adam öldü, gömleğinde iki dînar bulundu. Peygamber ona "İki dağlamadır" buyurdu Ahmed bin Hanbel, 1/101, 137, 138, 412, 421, 457; 2/356, 429, 493. İslâm âlimlerinin genel kanaatine göre zekâtı, sadakası verilen malı biriktirmekte bir sakınca yoktur. Yalnız, kişinin sadece kendisini ve zürriyetini düşünmesi doğru değildir. Malını topluma hayırlı işlerde kullanması, yastık altında ve hele bankalarda fâiz için saklama yerine, iş sahası açıp insanlara iş imkânları sağlaması, böylece toplum yararına üretim yapması uygun olur. Yoksa, insanın ihtirası tükenmez. Kişi milyarını trilyon, trilyonunun katirliyon yapmak ister. Bu da sosyal dengeyi bozar. Sonunda toplumda sosyal patlamalara yol açar. Toplumlara dünyevî cennet vaad eden komünizm ahtapotu neredeyse bir asır insanların en basit özgürlüğünü de elinden aldı. Allah korkusundan uzak kapitalizm de insanların gönlünden merhamet ve diğergâmlık duygularını sökmektedir. Tek çare, helâl kazanıp ihtiyacından fazla olanın bir kısmını, Allah için, gönül hoşnutluğuyla başkalarına verme prensibi getirmiş olan İslâm'ın rûhuna sarılmak ve onu uygulamaktır. Böylece insan çalışır, kazanır, kendisi yer, başkalarına da yedirir. Mutluluğunu başkalarıyla paylaşır. Kendi canı kadar başkalarını da düşünür. 12 Allah'ın bizim için seçtiği İslâm'ın yaşanmadığı, onun yerine çıkarcı insanların düzeni olan acımasız sömürücü kapitalizmin yaşandığı tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de servetin % 80'ine % 20'lik nüfus sahip olurken ve istedikleri gibi harcarken, % 80'lik insan nüfusu da % 20 ile yetinmeye çalışıyor. Bu olayı şair şöyle dile getirir "Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; Yaşasın, kefenimin kefili kara borsa!" "Allah'ın, o kent halkından, Elçisine verdiği ganîmetler, Allah'a, Rasûlüne, akrabâ olanlara, yetimlere, yoksullara, yolcuya âittir. Tâ ki o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan dûlet olmasın." 59/Haşr, 7. Bu âyette geçen "dûlet" kelimesi, dal'ın ötüresiyle dûlet, üstünüyle devlet okunur, ikisi de aynı anlama gelir. Bazılarına göre ikisi arasında fark vardır Devlet; mal elde etmek, dûlet ise; savaş kazanmak anlamına gelir. Kimine göre de devlet, elde dolaşan şeyin adıdır. Dûlet ise masdardır, mal ve diğer güzel şeyi elde etmek anlamındadır. Aynı kökten müdâvele; elden ele dolaştırmak demektir 3/Âl-i İmrân, 140. "Tâ ki o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan dûlet olmasın." Hükmüyle Kur'an, gelirin hep belli ellerde toplanmasını engelliyor, onu geniş halk tabakasına yayarak sosyal adâletin temelini atmış oluyor. Bu âyet, devlet başkanına, servetin yaygınlaşması, fakirlerin de refaha kavuşturulması için meşrû tedbirler alma yetkisini vermektedir. Devlet başkanı, gerektiğinde bazı gelirleri sırf fakirlere tahsis edebilir. Hz. Ömer'in şöyle dediği rivâyet edilir "Eğer şu işimden, yani halîfeliğimden geride bıraktığım yıllar önümde olsaydı, zenginlerin fazla mallarını alır, muhâcirlerin fakirlerine paylaştırırdım." Taberî, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülûk, 4/226; et-Tefsîru'l-Hadîs 8/215. Hz. Ömer'in bu sözü, devletin, gerektiğinde fakirlerin ihtiyaçlarını gidermek üzere vergi koyabileceğini de gösterir. Asıl imana dayalı sosyal adâleti İslâm dini getirmiştir. Ama müslümanlar, onun getirdiklerinde işlerine geleni uygulamışlar, işlerine gelmeyeni bırakmışlardır. "Ey iman edenler, mallarınızı aranızda bâtıla doğru olmayan yollarla, haksız yere yemeyin. Kendi rızânızla yaptığınız ticaret olursa başka. Nefislerinizi de öldürmeyin. Doğrusu Allah, size karşı çok merhametlidir." 4/Nisâ, 29. Bu âyette, karşılıklı rızâya dayalı ticaretin dışında, insanların, birbirlerinin mallarını bâtıl yollarla yemeleri ve birbirlerini öldürmeleri yasaklanmaktadır. Tefecilik, kumar, rüşvet, gasb, çalma, hiyânet gibi hileli kazanç yollarının hepsi bâtıldır. Bu tür yollarla para kazanmak haramdır. Yalnız, kişinin çalışması, karşılıklı rızâya dayanan ticaret, hibe ve miras yoluyla elde ettiği mal helâldir. Ticaretin yasallığı, karşılıklı rızâya bağlıdır. Aldatma bulunan ve aldatmanın farkına varıldığı zaman taraflardan birinin râzı olmayacağı ticaret yasal değildir. “Aldatan kimse bizden değildir!” Müslim, İman 43, hadis no 164; Tirmizî, Büyû’ 74; İbn Mâce, Ticârât 36. Güvenilir, doğru tâcirin Kıyâmet gününde şehidlerle beraber bunacağını İbn Mâce, Ticârât 1 söyleyen Hz. Peygamber yalanın insanı cehenneme sürükleyeceğini İbn Mâce, Mukaddime 7, Allah nasip ettiği rızkı güzel, helâl yoldan aramayı İbn Mâce, Ticârât 2, başkasının satışına engel olmamayı Müslim, Büyû’ 4, hayvanların sütlerini memelerinde bekletip satmamayı Müslim, Büyû’ 4, gereksiz yere ticaret aracı ve komisyoncuların girmemesini emretmiş Müslim, Nikâh 51; İbn Mâce, Ticârât 15, vurgunculuğu kesin şekilde yasaklamıştır İbn Mâce, Ticârât 6, 16. “Dünya Hayatı, Dünya Malı Sizi Aldatmasın!” “Sahip olma” duygusunun tutkuya dönüşmesine “hırs” denir. İnsanoğlunun temel zaaflarından biri olan bu duygu terbiye edilmediği zaman, insanın gözünü, gönlünü ve zihnini bürüyerek onu esir eder. Onun, aşkınla olan, öteyle olan bağlarını birer birer koparır. Para, mal, makam, şöhret gibi her tür dünyalık onun duygu ve düşünce, basar ve basiretini dünyaya bağlayarak boynunda tasmaya, bileğinde kelepçeye, ayağında prangaya dönüşür. O, artık “dünyevîleşmiş” bir tiptir. Dünyevîleşmiş tip, hiçbir dünyalığa sahip olamaz. Çünkü tüm dünyalıklar ona çoktan sahip olmuştur. Eşyanın emrine verildiği insan, eşyanın emrine girmiştir. Dünyanın efendisi olan insan, dünyanın kulu haline gelmiştir. Bu ise, insanın insanlığına karşı yapılabilecek en büyük hakarettir. İnsanın eşyaya kul olması, kula kul olmasından daha vahim bir sapmadır. İşte bu noktada "İslâm" insanı kendi zaaflarından korumak için devreye girmektedir. Din’in gâyesi, insanın “insanlığı”nı muhâfazadır. İnsanın insanlığı ise, biyolojik varlığından çok rûhî varlığıyla kaimdir. Dolayısıyla din, insanın geçici yanından çok; kalıcı boyutunu öne çıkarır. Söz konusu boyut, metafizik anlamda, insanın hem mâzisi, hem ebedî istikbalidir. İlâhî öğretide beden, bu muhteşem mâziyi muhteşem bir istikbale taşıyan bir binektir. Bedenle ilgili olan her şey ise “dünya” olarak adlandırılır. Din’in amacı, dünyanın, insanla ebedî istikbali arasındaki bağları koparmasına engel olmak, eğer bu bağlar kopmuşsa onları yeniden bağlamaktır. Din, dünya ile âhiret arasındaki atılan köprüleri yeniden imar eder. Peygamberler ise, insana ebedî istikbalini hatırlatan uyarıcılardır. Dünyevî belâların çoğu, uhrevî cezaların tümü, dünya-âhiret dengesini kuramamak, dünyayı âhiret için yaşayamamak ve dünya hayatını gâye edinmekten kaynaklanır. Ancak gerçek iman ve sâlih amel, insanı dünya hayatının aldatmasından koruyabilir. Âhireti tercih eden, dünyayı kaybetmez. Çünkü insana verilen hilâfet görevi, yeryüzünü imar edip nimetlerinden yararlanmayı gerektirir. Sadece dünya hayatını isteyenler, haram, zulüm ve sömürü düzenleriyle insanlığı doğru yoldan çıkarttıkları gibi, müslümanları da dünyaya uydurmak isterler. Halbuki, âhiretten kopuk bir dünya oyun ve eğlenceden ibârettir. Bir müslüman içinse dünya, İslâm’ı yaşamak, İslâm’ı hâkim kılma mücadelesi vermek cihad, Allah yolunda hizmet ve meşrû şekilde çalışmak ibâdet içindir. Halkın sık sık iş ve aş derdinden sızlandığı, piyasadan şikâyet ettiği, geçim zorluğundan bahsettiği ve küçük harflerle de olsa zaman zaman kapitalist düzeni suçladığı gözlenmektedir. Hedefi belirsiz ve bilinçsiz bu tepki, dâvâ adamlarının dışındaki kuru kalabalık ve ortalama halk için, sessiz kitle ve edilgenlik kimliğinden sıyrılma yönüyle bir gelişme kabul edilmelidir. Haksızlığa karşı dilsiz şeytan rolünden, en azından kendi dünyevî menfaatini ilgilendiren konularda bile olsa, mazlumluğu kabul etmeyen, kendi cebine uzanan elleri sorgulayan, az da olsa direnen bir çizgi, halkın kolay güdülen kuru kalabalık olmaktan çıkıyor olması yönüyle sevindiricidir. Bu tepki, bilinçli dâvâ adamları, şuurlu müslümanlar açısından yeterli olmadığı gibi, çıkış noktası açısından doğruluğu da tartışılabilir. Onlar, kendisine değmediği müddetçe bin yıl yaşamasından rahatsız olunmayan yılanın kendi midesini ısırınca etrafı vâveylâya veren, zulmün sadece ekonomik problemler ve geçim sıkıntısı yönünü gören tek dünyalı, tek gözlü ve benmerkezci insanlar olamazlar. Onların tavrı ve tepkileri; sebep, metot, niyet ve eylem yönleriyle daha farklı, daha bütüncül ve daha diğergâm karakter arzetmelidir. Onlar, düşmanlığın sadece zâlimlere yönelik olması gerektiğini 2/Bakara, 193 bildiği gibi, zulmün de çok boyutlu ve en büyüğünün de şirk 31/Lokman, 13 olduğunu ve Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenlerin “zâlimlerin ta kendileri” 5/Mâide, 45 hükmünün verildiğini ve fitneden eser kalmayıncaya ve din sadece Allah’ın oluncaya kadar mücâdele 2/Bakara, 193; 8/Enfâl, 39 etmekle mükellef olduklarını bilir ve ona göre davranır. Mü’minler ve müslüman olduğunu iddia edenler açısından Sünnetullah Allah’ın yeryüzündeki değişmez yasaları, diğer insanlarla ilgili sebep sonuç ilişkisinden farklıdır. Allah, mü’minlere merhametinden dolayı, onlar kendilerini kontrol edip tekrar Hakka yönelsinler diye zaman zaman onlara şefkat tokatları atar. Rab ve Rahman isimlerinin tecellîsi, sevgisinin tezâhürü olarak onları uyarmak ve bazı cezalarını âhirete bırakmamak için ve ibret alsınlar diye dünyevî belâlar ve sıkıntılar verir. “Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz günahlar yüzündendir. Bununla beraber Allah, çoğunu da affeder.” 42/Şûrâ, 30 “Kim Benim zikrimden Kur’an’dan, namazdan, Allah’ı hatırlayıp anmaktan yüzçevirirse, şüphesiz onun için dar bir hayat, geçim sıkıntısı vardır.” 20/Tâhâ, 110 Midelerin açlığı önemli olsa da, gönüllerin gıdasızlığı çok daha mühimdir. Esas tehlike, âhiret azâbıdır. Dünyadaki sıkıntıların bir kısmı, zaten imtihan gereğidir. “Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma fakirlik ile imtihan eder, deneriz. Sen sabırlı davrananları müjdele.”2/Bakara, 155. Esas kriz, iman ve ahlâk krizidir. Bunun da günümüz müslümanları açısından temel sebebi, âhiretten fazla dünyaya önem vermek, dünya-âhiret dengesini bozmak, yani dünyevîleşmektir. Allah, merhametini göstererek ikaz etmekte, dünyanın aldatıcılığını hatırlatmaktadır “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın evlâdı, evlâdın da babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” 31/Lokman, 33 “Dünya”ya, ister yakın hayat’, âhiretin önündeki hayat’ diyelim; isterse ednâ’ kökünden alarak en âdi, en değersiz, en iğreti en basit hayat’ diyelim; o insana ait istekler, arzular, şehvetler, uzun emeller ve bitip tükenmek bilmeyen hayaller olduğuna göre, gönül ile Allah sevgisi ve O’na itaat arasına perde olan her şey “dünya” sayılabilir. Akıllı insan, Allah sevgisi ile gönlü arasına girerek perde ve engel olabilecek bu imtihan dünyasına dikkat etmeli, aldanmamalı; onu kulluk bilinciyle değerlendirmelidir. Esas hayat, sonsuz hayat, en hayırlı hayat; sonraki hayatımız, yani âhirettir. Dünyada ekilenin orada biçileceğine göre, bu dünya hayatını âhiret bilinciyle yaşamalı, dünyadaki görevlerimizi yaparak, orası için hazırlanmalıyız. “Zaman sana uymazsa, sen zamana uy” sözü gibi, “...Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış!” sözü de Kur’an ve sünnetin dünya konusundaki değerlendirme ve tavsiyelerine terstir; bunlar bazen hadis diye takdim edilmektedir, Kütüb-i Sitte’de böyle bir hadis rivâyeti yoktur. Bazı insanlar da “Allah, nimetlerini kulu üzerinde görmekten hoşlanır” şeklindeki hadis rivâyetini, kendilerini gurur ve kibire, lüks ve isrâfa yönelten haramları nimet diye takdim ederek, farkında olmadan da olsa, davranışlarıyla Allah’a ve Rasûlüne iftira atma gibi büyük bir yanlışa düşebilmektedir. Bu hadisle cimrilik, malı gerektiği şekilde kullanmama, sadece biriktirmekten hoşlanma kınanmış olmakla birlikte; nimeti Allah yolunda ve meşrû bir şekilde kullanmak tavsiye edilmiştir. Ama unutulmak istenen “nimet” tanımıdır. Esas nimet; İslâm’dır, takvâdır, yardımlaşmadır, kötü değil; iyi örnek olmadır. Allah, her şeyden önce bu nimetleri kulu üzerinde görmek ister. Dünya bir aynadır. Aynanın rengi, büyüklüğü, çukur ve tümsekliğine, arkasındaki sırların dökülüp dökülmediğine göre şekil aldığı/yansıdığı, görüntüleri farklılaştırdığı görülür. Bir şeyin önemi, fazileti veya fenalığı, başka bir şeyle mukayese yapılarak anlaşılır. Dünya konusundaki değersizlik, kendi başına ifâde edilirse yanlış olur. Dünya, Allah’ın imtihan alanı olarak yarattığı ve nice muhteşem sanatlarını sergilediği bir alan olduğu gibi; insanın da halifesi olduğu, sınav yeri olan, helâl nimetlerinden istifâde edileceği, imar ederek gelişme ve kalkınmalarda bulunulacağı bir yerdir. Dolayısıyla kötü ve değersiz değildir. Ama âhiretle karşılaştırıldığında durum değişir. Âhiret devamlı ve dünyadaki eksik ve olumsuzlukların olmayacağı sonsuz bir mutluluk yeri olduğundan, âhirete göre dünya önemsizdir. Dünyayı değerlendirmede âhiret inancı temel ölçüdür. O yüzden âhirete inanmayanlar, onu başka bir şeyle karşılaştırma imkânından mahrum oldukları için veya yoklukla ölüm, onlar için yok olmaktır karşılaştırdıklarında câzip gelmekte ve dünyayı yalancı cennet gibi kabul etmektedirler. Dünyanın zemmi, başlı başına bir hayır değildir. Her konuda olduğu gibi dünya konusunda da ölçü “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek”tir. Eline geçmediği, sahip olamadığı için dünyayı kötüleyip tahkir eden kişi, erişemediği ciğere “pis” diyen kedi gibidir. Aslında eleştirisi, sevgisinden ileri gelmektedir. Yine, dünya, eline geçtiği halde, zaman akıp gidiyor, zamanla birlikte sahip olduğu dünyalıklar da azalıyor, eriyor diye teselli bulmak için kızdığından dünyayı kötülemek, dünyaya bağlılıktan kaynaklanmaktadır. Makbul olan tahkir, Allah için, Allah sevgisinden, âhiret sevgisinden ileri gelendir. İnsanın, Allah’ın mağfiretine, muhabbet ve ibâdetine engel olduğu için, dünyanın zarûrî işlerinin, kendisini uhrevî güzelliklerden alıkoyduğu için veya cennetin güzelliklerine nisbetle dünyayı basit görmek, makbul olan bakıştır. Nasıl ki, Hz. Yusuf’la güzel/yakışıklı bir adam karşılaştırılsa, çirkin göründüğü gibi, dünyanın kıymet verilen güzellikleri de cennetin güzellikleriyle mukayese edildiğinde “hiç” hükmündedir. Dün, en sevdiğimiz gıdaları yemiş, eğlenmiş, günümüzü zevkle geçirmiş olsaydık, bugüne kalan hiçbir şey olmayacaktı, gafletle geçirilen, dolayısıyla kaybedilen zamandan başka. Hele o zevk ve eğlenmelerde ölçüye dikkat etmediysek, bugüne ve yarına kalacak olan sadece günah yükü olacaktı. Yok, dünü zorluk ve sıkıntılarla geçirmiş isek de bugün için pek bir şey değişmeyecek, hatta bu gün daha az sıkıntı içinde isek, dünle karşılaştırdığımızda bu, mutluluk sebebi olacaktı. Ve eğer o sıkıntılar Allah için idiyse ve sabrettiysek, bugüne ve yarınlara taşınacak kalan şey, sevaplar olacaktı. Hayat, dünler, bugünler ve yarınlardan ibâret olduğuna göre; dün geçmiştir, yok hükmündedir. Yarın yaşayacağımız meçhuldür, bugünü değerlendirmek ve âhirete azık hazırlamak en akıllı yol olsa gerek. Hayat oyun ve eğelenceden ibâret. Hayat oyunu bitmek üzere, göz perdelerimizin kapanmasına kim bilir, belki fazla bir vakit kalmadı. Zevkler, sanal; hayat ise bir oyun, masal, rüya. Bir varmış bir yokmuş. İnsanın dünyevî olarak zarûrî ihtiyacı, beslenme/gıda, giyinme/tesettür ve ev/barınmadan ibâret olduğu ve bu gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan helâl yoldan temin etmesi, kalan birikimlerini infak etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun bir ferdi olarak insan, günümüzde ihtiyaç labirentinde yolunu şaşırmaktadır. Alınır, tüketilir, tekrar alınır, alınır... Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar! bitmez. Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler “Batılıların sadece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.” Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zaten bunlar, belirli bir kültürün ürünüdür ve o arkaplandan koparılamaz. Sözgelimi, “buzdolabı”, kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar, evlerine gıda depolayamazlardı. Buzdolabı, “verme”yi unutturan “egoist” kültürüyle, kullananlara sadece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi. Çamaşır makinesi alınca ister istemez deterjan, yumuşatıcı, kireç sökücü gibi yan ürünlere de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu yardıma çağırıp onun da bu bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler, makine alır almaz, artık aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Örnekleri çoğaltabiliriz. Tv, radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle birlikte hangi kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor, düşünmek yetecektir. İnsanımız artık aklıyla değil; bin bir çeşit göz alıcı illüzyonlarla tahrik edilen “doymak bilmeyen gözleriyle” düşünüyor, daha doğrusu düşündüğünü zannediyor. Çarşılar, pazarlar, marketler, vitrinler de insanın bu midesi olmayan gözlerine nasıl hitap ediyor? Başkalarına kendinden maddî yönden öndekilere bakıyor bu gözüyle düşünen insan ve mukayese ediyor “Onda var, bende niye yok?” ve daha çok harcamak için daha çok çalışması, çalışması, çalışması gerektiğini görüyor. Sonra bakıyor ki, çalışarak kazanılan para “ihtiyaç” maskesini takmış “gereksiz” veya “olmasa da olur”lara yetmiyor, çalışmadan para kazanmanın yollarını arıyor. Herkes bir başkasını kandıracak yollar aramaya başlıyor. Kumarın binbir çeşidi, sahtekârlığın hiç akla gelmeyecek şekli, insanları en yakınlarına bile itimat edemeyen, yardım edemeyen, borç veremeyen duruma getiriyor. “Haram” mı, “ayıp” mı? O da ne demek? Güldürmeyin insanı! Hangi devirde, hangi kültürde yaşıyoruz? Tüketim hastalığının mikrobu, moda, âdet, “ele güne karşı”, “iyi ama, herkeste var” ambalajlarıyla öyle çabuk bulaşıyor ki, kimini cebinden, kimini yüreğinden yaralıyor, hatta öldürüyor. Kendi değerini, eşyasının ve elbisesinin değeriyle ölçen insanlar, eşyasını ve giysisini teşhir ediyor; sözgelimi oturma odalarına, en dikkat çeken karşı duvara konulan vitrin, belki hayat boyu hiç kullanılmayan ve sadece göze hitap eden mutfak eşyalarının fuarı rolünü üstleniyor. Arabada motor olmasa da önemli değil; kaporta fiyakalı olsun yeter; insan, dış görünüşe, vitrine, makyaja değer vermeden çağdaş olabilir mi, ne dersiniz? Anadolu evlerinin çoğunda yer sofrasında yemek yenildiği halde, odanın biri veya büyükse salonun yarısı, süs ve gösteriş olsun diye yemek odası olarak düzenlenmiştir. Koltuklar da, evdeki hayatı daha rahat kılmak için değil; zorlaştırmak içindir. O halılar ve koltuklara şu kadar para verilmiştir, çoluk çocuk rahatça oturup keyfini çıkaramaz; annenin gözü oradadır, ya kirletirlerse... En fakirimizin evindeki eşyalara verilen parayla, sahâbe belki hayat boyu, hem de huzur ve şükür dolu şekilde yaşardı. Herkeste benzeri şeyler olduğundan, modanın temel felsefesi olan farklı ve özel görünme tutkusunun sanallığını, eşyaya daha çok sahip olmada başkalarına ulaşılmaz fark atma imkânsızlığının ıstırabını yaşıyor. Kullan at; al, yine al; yarışın sonu gelmiyor, ihtiyaçlar! tükenmiyor; âhirete yatırım yapamadan insan ölüp gidiyor. Sadece moda için dökülen parayla neler yapılmaz? Hangi müslüman hanımın evindeki gardrobda boş yer vardır, buna rağmen alma isteği azalıyor mu dersiniz? Çeyizler, düğün ve evlilik için gerekli gereksiz masraflar... Kimileri için olmazsa olmaz ihtiyaç olan sigaraya yatırılan para, meselâ kitaba yatırılsa, vücudu zehirlemektense kafayı ve gönlü güçlendirse bu para, neler olur dersiniz? Eşya, para kötü bir şeydir demiyoruz. Eşyanın, maddenin, paranın insanı yöneten efendi olmasına, bunların insan için değil; insanın bunlar için yaşıyor, bunlar için çalışıyor olmasına sözümüz. Onlar hâkim, insan mahkûm ve hizmetçi. Oyuncak, insanla oynuyor. Mal, insanı, insanî değerleri yutuyor. Dünyevîleşme çarkı, insanımızı değirmen gibi öğütüyor. Düşünmeyi, okumayı, ibâdeti... engelleyen tv. başta olmak üzere medya ve reklâmlar... Taksitleri, ay sonunu düşünen insan, dünyada varoluş gâyesini düşünemiyor. Her konu paraya çıkıyor; söz, ufak bir tur attıktan sonra para durağında düğümleniyor; gönül plağı parada parazit yapıp takılı kalıyor. Lüks hayat, daha rahat yaşam, dipsiz bir kuyu, bir girdap, tatminsizlik cehennemi, bitmeyen, ama insanı bitiren sonsuz yarış. Yiyen ama doymayan insan, kendine/nefsine/hevâsına kul/köle. Para para diye paralanan insan, şükrü unutmuş, sabrı lügatından silmiş, şikâyetin ise binbir çeşidini tekrarlamakta. “Alma tutkusu”, “verme zevki”ni katletmiş. Hırs ve tamahın sonu yok. “İnsanoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa, üçüncüsünü ister” kutlu sözü ibret levhası olmaktan çıkmış. Sahâbe birbirleriyle hayırda yarışıyordu; şimdiki insan ise fâni eşyada yarışıyor. Akıl, midelerin hizmetçisi; gönül, vicdan ve fıtratın sesi çıkmıyor; demek ki duyguların esiri olarak hapis hayatı yaşıyor bunlar. Dünkü lezzet veya acı, bugün yok hükmünde. Akıllı, bazı istek ve zevklerini ertelemesini bilen, az önemli ile çok önemliyi ayırt edebilen insandır. İnsan, en çok 60-70 yaşında hükmü infaz edilecek müebbet hapisteki bir idam mahkûmu gibi gününü bekliyor. Ölüm olmasa, belki bazı zevklerin kıymeti olabilir; ama ölüm var, ruh ve ego ise sonsuzluk ve yarınlarda mutluluk istiyor. Bir çelişki doğuyor. Temel çatışma denilen bu durumdan kurtulmak için insan, sonunu, yani ölümü hatırlamak istemeyip unutmaya çalışmak için eğlenceye, içki ve uyuşturucuya, futbol-müzik-tv. seyretmek gibi avutucuya yöneliyor; bu temel çatışmadan ölümü yok sayarak kurtulmaya çalışıyor. İslâm insanı ise, bilir ki, ölüm yokluk değil; daha güzel, daha hayırlı ve ebedî bir âleme açılan kapıdır. Dolayısıyla böyle bir çatışma, gerçek müslüman için sözkonusu değildir. “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Mü’minleri bunlarla müjdele.” 61/Saff, 10-13. İki yol var Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih; ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı yapmak. Bugün yol ayrımındayız Ya nefsimiz, veya Rabbımız. Ya geçici menfaat, veya dâvâ. Ya fâni olan, ya bâki olan. Tercih bize kalmış. Tercihini Allah’tan yana yapanlara selâm olsun! Çocuk Cennet Kokusu veya Düşman/Fitne... Âile hayatının dinimizdeki büyük önemi acaba nedendir? Sadece erkek ve kadın, birbirlerini tamamlasınlar diye mi? Birbirlerinin maddî ve manevî ihtiyaçlarını gidersinler diye mi? Helâl yoldan dünyevî zevk ve huzura kavuşsunlar diye mi? Evet, bütün bu saydıklarımız önemlidir. Önemlidir ama, yeterli değildir. İslâm'da evlenmenin, âilenin teşvik edilmesi, sadece bunlar için değildir. Âilenin esas sebep ve hikmetlerinden belki en önemlisi nesildir, çocuk dünyaya getirmek ve yetiştirmektir. Ümmetin sayıca ve keyfiyetçe büyüyüp güçlenmesine sebebiyettir. Dünyada gereksiz ve hikmetsiz hiçbir ittifak mevcut değildir. Bu dünya hikmet dünyası ve sebepler âlemidir. Ne gökten elma yağar, ne yerden insan biter. Meyve için ağaca, çocuk için evlenmeye ihtiyaç vardır. İnsanlar, bu İlâhî kanuna uydukları, yani evlendikleri takdirde, nasiplerinde de varsa, kendilerine çocuk ikram ediliyor. Dünyaya imtihan için gönderilen ve hiçbir şey bilmeyen bu minnacık misafirin emrine, Allah, onun anne ve babasını veriyor. O küçük yavruya anne ve babasını hizmetçi kılıyor. Bu hizmetçiler için bu küçük insan, bir yönüyle lütuf, bir başka yönüyle azap vesilesidir. Çocuk, ebeveyni için bir lütuftur. Çünkü onlar, Allah'ın bu nârin, nazlı ve cennet adayı sevimli yaratığına yaptıkları hizmet için, aynı zamanda sevap kazanıyorlar. Küçük bir bebek, hele insanın kendi çocuğu olunca, eve ve âileye büyük bir huzur, mutluluk ve neşe katıyor, âilenin temellerini sağlamlaştırıyor. Bununla birlikte, çocuklarına baktıkları, yedirip içirdikleri için ebeveyne bunlar sadaka oluyor, anne-baba bu yüzden sevaba giriyor. Hayatında bir tek ihtiyaç sahibinin dahi yüzünü güldürmemiş en cimri bir insan bile, çocuklarına yaptığı masraflar dolayısıyla sadaka sevâbına nâil olur. Çocuk yine bir lütuftur; çünkü anne ve babası ona, nereden gelip nereye gittiğini, bu dünya hayatında vazifesinin ne olduğunu güzelce anlattıkları takdirde tebliğ ve irşad şerefinden hisse sahibi olur. O çocuğun bir ömür boyu işleyeceği bütün güzel amellerinden bir pay alır, sevâbına ortak olurlar. Bir nevi ölümsüzleşir hayırlı evlât yetiştiren ebeveyn, sevap kazanmaya öldükten sonra da devam eder; akan, sürekli bir sadakadır müslümanca yetiştirilen çocuk. Çocuk, diğer yönüyle de bir azap vesilesidir. Zira ebeveyni o İlâhî emânete Rabbini güzelce tanıtmadıkları, terbiyesine yeterince dikkat etmedikleri takdirde, onun işleyeceği günahlardan sorumlu tutulacaktır. Yine, onun dünyevî mutluluğu adına, bazen kendi âhiretlerini tehlikeye atıp, meşrû olmayan kazanç yollarına teşebbüs etmelerinden dolayı evlâtla sınavı kaybedebilir. "Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun. Onun yakıtı insanlar ve taşlardır." 66/Tahrîm, 6 "Doğrusu, mallarınız ve evlâtlarınız bir fitne/sınavdır." 64/Teğâbün, 15. Her konuda olduğu gibi, âile yönetimi ve çocuk yetiştirme konusunda da örneğimiz Allah rasülü'nün bu konudaki sorumluluğumuzu hatırlatan hadisi meşhurdur "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden idare ettiğiniz kimselerden sorumlusunuz." Buhârî, Cum'a 11; Müslim, İmâre 20 İnançlar, değerler, gelenekler ve iyi alışkanlıklar, daha çok âile içinde kazanılır. Çünkü çocuğun şahsiyetini kazandığı devre, âile içinde geçer. Onun en çok sevdiği, inandığı, güvendiği ve özendiği ideal tip, anne ve babadır. Sağlam bir iman ve ahlâk düzeninin hâkim olduğu âilenin çocuklarına verdiğini hiçbir okul ve kurum veremez. Buna karşılık, inanç ve ahlâk yönünden bozulmuş âilelerin oluşturduğu toplumlar, dünya ve âhiret azâbının dâvetçileridir. Çocuk dünyaya gelince çocuğa ilk bant kaydı yapılacak; kulaklarına ezan okunacak ve kamet getirilecek. Müslümanlar, bin dört yüz senedir bu sünneti yaşarken bir kısım geri zekâlılar, "bir günlük çocuk, ezanı duyar mı? Ne anlamsız şey bu yapılan?" diyorlardı. Ama günümüz ilmi, bir günlük çocuğun değil; ana karnındakinin bile duyduğunu söylüyor. "Duyduğu kelimeler, şuur altına yerleşir" diyor. İşte biz, bir günlük çocuğun kulağına ezan okuyoruz. "Allahu Ekber = En büyük Allah'tır diyoruz. Çocuk büyüyünce yöneticilerin "en büyük benim" sözüne kanmasın, en büyük olanın ne futbol takımları, ne mal-mülk ve para, ne makam, ne şan olduğunu, dünyaya adım attığı gün idrâk etsin ve fıtratı bozulmasın diye ezan okuyoruz. Allahu Ekber'le adım atılan dünyaya, cenaze namazında yine Allahu Ekber'le vedâ edileceğinden; bu iki kapı arasındaki yolculukta her konuda en büyük olanın Allah olduğu bilinci yer etsin istiyoruz. Peygamber Efendimiz "Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu yahûdi, hıristiyan veya mecûsî hatta müşrik yapar." Buhârî Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25 buyuruyor. "Müslüman yapar" demiyor. Çünkü çocuk zâten müslüman. Onun içindir ki İslâm dini, dünyadaki bütün çocukları müslüman kabul eder. Çocuğa sıhhat vermek için çalışmayız, o doğuştandır. Biz, sıhhati bozacak zararlı hava, yiyecek, içecek ve giyeceklerden koruduğumuz gibi çocuğun fıtratında getirdiği İslâm'ı bozacak etkenlerden korumamız gerekir. Çocuğun en güçlü eğitimi, âileden aldığı eğitimdir. Çünkü âiledeki eğitim, yirmi dört saat devam eder. Okullar, daha çok öğretim yeri olsa bile terbiye, ahlâk, duygu eğitimi en köklü şekilde âilede kazanılabilir. Günümüzde okullarda öğretilenlerin de, öğretilmesi gereken doğrular olup olmadığı müslümanca değerlendirilmeli, evde yanlışlar tashih edilmeli, küfür ve şirk mikropları bünyede büyüyüp yerleşmeden temizlenmelidir. Unutmamalıyız ki, yaşlıyken öğrenilenler, su üzerine yazılan yazıya benzese de; çocukken öğrenilenler, mermer üzerine yazılan yazı gibidir. Âile hayatı, tarafları günahlardan sakındırmak için büyük bir vesiledir. "Onlar kadınlarınız sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise durumundasınız." Bakara sûresi, 187 Kadın ve erkek, müstakil olarak yarımdır, eksiktir, çıplaktır. Bu eksikliklerini birbirleriyle tamamlayacaklardır. Kadın ve erkeğin bu yardımlaşmayı şuurla ve helal yollarla yerine getirmeleri gerekmektedir. "İyilikte ve takvâda Allah'ın yasaklarından sakınma üzerinde yardımlaşın. Günah işlemekte ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezâsı çetindir." 5/Mâide, 2 Erkek olsun, kadın olsun her insanın dünyaya gönderiliş hikmeti, Kur'ân-ı Kerim'de "ibâdet" olarak açıklanıyor. İbâdet, yani kulluk yapmak, Allah'ın emirlerine uygun bir hayat geçirmek. İşte bu gâyenin gerçekleşmesinde karı-koca birbirine yardımcı olacak, sevgilerini ispatlayacaklardır. Öyle ki, beraberlikleri ve mutlulukları, ölümle son bulmasın; ebediyyen devam etsin. Âilenin temel görevi, neslin çoğalmasına ve onların iyi yetiştirilip İslâm terbiyesiyle eğitilmesine imkân sağlaması ve eşlerin birbirlerine yardımcı olup ihtiyaç ve eksiklerini gidermeleri, birbirlerine sevgi, huzur ve sükûn sunabilmeleridir. Yalnız, unutulmamalıdır ki, bu dünya, âhiretin tarlası olduğuna göre, âile hayatından bu dünyada alınan rahat ve lezzet, ancak bir çekirdek hükmündedir. O çekirdek, gerektiği gibi beslenir, büyütülürse âhirette saâdet ağacı olacak ve en mükemmel meyvelerini o âlemde verecektir. Cennet, bu dünyadan ne kadar yüce ise, o âlemde mü'min kadın ve erkeklerin bir arada âilece bulunmaktan alacakları zevk ve mutluluk da bu dünyadakinden o kadar mükemmeldir. Âilenin bu kadar önemli olmasından dolayı, dinimiz yuva kuracak gençlerin, birbirlerinin dinî ve ahlâkî durumlarını araştırmalarını emretmiştir. Peygamberimiz, eşlerin seçiminde geçici özelliklerden, fizikî güzelliklerden çok, inanç bütünlüğünün, olgun iman zenginliğinin ve ahlâkî soyluluğun tercih edilmesini ısrarla tavsiye etmiştir. Onun için, tevhîdî iman sahibi müslümanlar, kendileriyle yuva kurmayı düşündükleri eş adaylarında birinci özellik olarak sağlam bir imanı şart görmelidirler. Ana-Babanın Çocuklarına Karşı Görevleri Ana-Babanın çocuklarına karşı görevlerini, bir başka deyişle çocuğun anne ve babası üzerindeki haklarını şöyle özetleyebiliriz 1- Güzel isim Doğumunun ilk gününde veya en geç yedinci güne kadar çocuğa güzel bir isim verilir Bkz. Buhârî, Akika 1, Edeb 108; Müslim, Fezâil 62. "Siz, kıyamet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız; öyleyse güzel isimler seçin." Ebû Dâvud, Edeb 70 Örnek insanlarla bağı koparılamayan nice insanımız, çocuğuna isim koyarken örnek almasını arzuladığı başta peygamberler olmak üzere sahabe ve kâmil insanların isimlerini, peygamber ve sahabe hanımlarının isimlerini asırlardır çocuklarına koymayı görev bilmişlerdir. 2- İyi terbiye Hadis-i şerifte güzel isim ve iyi terbiye, çocuğun babası üzerindeki hakları arasında zikredilir Bkz. İbn Mâce, Edeb 3. Çocuğun en mükemmel şekilde yetişmesi, ihtiyaç duyduğu bütün insanî ve ahlâkî faziletleri, sosyal kural ve davranışları, hepsinden önemlisi tevhidî inanç ve İslâmî değerleri öğrenmesi ve yaşaması, ruh ve beden bakımından sağlıklı, bilgili ve faziletli, ayrıca meslek ve hüner sahibi olabilmesi için ana babanın tüm imkânlarını kullanarak gayret sarfetmeleri gerekir. Çocuğun hem dünya hem de âhiret mutluluğunu hedef alan böyle bir terbiye, Hz. Peygamberimiz tarafından ana babanın çocuğuna bırakacağı "en güzel miras" olarak nitelendirilmiştir Tirmizi, Birr 33. 3- Evlendirme Ana babaya ait olan neslin korunması görevi, büluğ çağına gelen evladın bir yuva kurmasına imkân hazırlanmasıyla yerine getirilmiş olur. Evlenme çağına gelmiş olan çocuğun fazla bekletilmeden evlendirilmesi gerekir. Mâzeretsiz olarak bunun ileri yaşlara ertelenmesi neticesinde doğabilecek birtakım kötü sonuçlardan ana baba da sorumlu olur. Peygamberimiz'den rivâyet edilen bir hadiste bu husus vurgulanmaktadır "Çocuk büluğa erince babası onu evlendirsin; aksi halde çocuk günah işleyebilir, onun bu günahı babaya da ait olur." İbn Kayyim el-Cevziyye, Tuhfetu’l-Mevrûd bi Ahkâmi’l-Mevlûd, Beyrut, 1403/1983, s. 159 4- Eşit muâmele Aralarında herhangi bir ayırım yapmaksızın çocuklarına karşı eşit davranmak, ana babanın başlıca görevlerinden biri ve aynı zamanda çocuğun da tabii hakkıdır Bkz. Müsned IV, 269. Çocukların kız-erkek, büyük-küçük, öz veya üvey olması sonucu değiştirmez. "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adâleti gözetin." Buhârî, Hibe 12-13, Şehâdet 9; Müslim, Hibât 13. Ebeveyn, çocuklarına karşı gösterdiği sevgi, şefkat ve ilgide de adâletli olmaya çalışmalıdır. Anne baba, iradesini aşan duygularda -bir çocuğunu daha çok sevmek gibi- bunu diğer çocuklarına hissettirmemeye çalışmalı ve davranışlarında eşitliği gözetmelidir. Aksi halde, kardeşlerin birbirini kıskanması ve birbiri aleyhinde olumsuz bazı duygu ve düşüncelere kapılması kaçınılmazdır. Bu temel görevlerin yanında ebeveynin diğer görevlerini de şöyle sıralamak mümkündür Tahnîk Yeni doğan bebeğin, henüz ana sütünü tatmadan önce hurma, bal vb. tatlı bir besin ezilerek bununla damağının oğulması. Müslim, Tahâret 101 Kulağına ezan okuma Bebeğin sağ kulağına ezan, sol kulağına da kaamet okunur Müsned VI, 391; Ebu Davud, Edeb 108; Tirmizi, Edâhi 17 Akika kurbanı Doğumun yedinci günü, yahut daha sonraki günlerde şartlarına göre kurban kesilerek eşe dosta ikram edilir. Sünnet hıtân Doğumunun ilk gününden büluğ yaşından önceye kadar bir zaman içinde çocuk sünnet ettirilir. Saçını tıraş edip ağırlığınca sadaka vermek Doğumunun yedinci günü çocuğun saçı tıraş edilir ve bunun ağırlığınca gümüş ya da altın tutarında para veya mal sadaka olarak verilir. Bütün bunların yanında unutulmamalıdır ki, çocuğa sevgi, şefkat ve anlayışla muâmele etmek İslâm eğitim sisteminin en belirgin özelliğidir. İslâm eğitimcileri, eğitimin doğumla birlikte, hatta daha önceden anne veya baba adayını seçerken başlaması gerektiği hususunda görüş birliği içindedir. Çocuğu, sağlıklı, ahlâklı ve iyi bir müslüman olarak yetiştirmek, ancak çok erken yaşlardan başlayarak onun eğitimini ciddiye almakla mümkün olur. Çocuğun, kendisine söylenenleri tam olarak anladığı ve kendi düşüncelerini az çok ifâde edebildiği yaşlardan itibaren İslâmî esasların öğretimi yapılmalıdır. Bu konuda ilk öğretilecek şey, tevhid inancıdır. Nitekim Hz. Peygamberimiz'in "Çocuklarınıza önce 'Lâ ilâhe illâllah' cümlesini anlamıyla birlikte öğretin." şeklinde tavsiyede bulunduğu nakledilir İbn Mahled, s. 142; İbn Kayyim, s. 158. Allah inancı, küçük çocuklara onların anlayabileceği sade ve açık bir dille, ümit ve bağlanma duygularını geliştirecek şekilde anlatılmalıdır. Ayrıca, temyiz yaşına doğru Allah sevgisiyle birlikte uygun bir üslûpla Allah korkusunu da aşılamak, bu sûretle değer yargılarına ters düşen davranışlar karşısında iyiliklerini ödüllendirecek, kötülüklerini cezâlandıracak olan İlâhî otoritenin varlığını vicdanında hissetmesini sağlamak gerekir. Çocuklarda küçük yaşlardan itibaren imanla birlikte ibâdet şuurunun da geliştirilmesi gerekir. Namazın öğretilmesi ve emredilmesi, âile reisinin de bunda devamlı olması Kur'an-ı Kerim'de özel olarak açıkça zikredilmiştir 20/Tâhâ, 132. Peygamber Efendimiz'in, çocuklara yedi yaşında namazın öğretilip kıldırılmaya başlanmasını, on yaşına geldikleri halde kılmıyorlarsa, hafifçe cezâlandırılmalarını tavsiye eden hadisleri Ebu Davud, Salat 25; Tirmizi, Mevâkît 182 bu konuda başta anne babalar olmak üzere müslüman eğitimcilere ışık tutmaktadır. Küçük çocuklara namazın dışındaki ibâdetler hakkında da bilgi kazandırılması, bunlardan uygun olanlarının zaman zaman tatbik ettirilmesi, onların gelecekteki müslümanca hayatları için büyük önem taşır. Bu konularda unutulmamalıdır ki, İslâm eğitimi, tedrîcîlik, sevgi ve ikna gibi pedagojik metotları esas alır. Korkutucu, ürkütücü, emredici tutumlar, çocuk için hem anlaşılmazdır, hem de yıpratıcıdır. Çocuğun sevgiye, iyi örneklere, açıklayıcı doğru bilgilere ihtiyacı vardır. Bunların yerli yerinde uygulanması ölçüsünde onun müslümanca eğitimi ve öğretimi de başarıya ulaşacaktır. Ana-Babanın En Büyük, En Kutsal Görevi Çocuklar, Çocuklar, Çocuklar! İslâm'ın âile anlayışında, normal şartlarda kadının başlıca görev ve meşguliyet alanı evidir. Bu durum, prensip olarak çocukların ihmal edilmesini büyük ölçüde önlemektedir. Çocuklara sevgi ve yetiştirme yönünden daha fazla vakit ayırması gereken anne olmakla birlikte, babanın sorumluluğu da, anneden daha az değildir. Baba, çocuklarının ve onların müslümanca yetişmesinin; işinden ve dünyevî meşguliyetlerinden çok daha önemli olduğunu davranışlarıyla ispatlamalıdır. Hz. Peygamber, torunlarını sevdiği bir sırada, bir Ârâbî/bedevînin, on çocuğu olduğunu, fakat bunlardan hiçbirisini sevip öpmediğini belirtmesi üzerine, Rasülullah'ın "Allah senin kalbinden merhameti çekip almışsa ben ne yapabilirim?!" Müslim, Fezâil 64 buyurması, İslâm'ın çocuk sevgisine verdiği önemin örneklerinden biridir. Çocukların, dinî dinin içine giren ilmî, ahlâkî ve meslekî bakımdan eğitilip öğretilmesi, ebeveynin en önemli ve en zor görevidir. Çocuk eğitiminde şu dört şeye özellikle dikkat edilmelidir 1- Büyükler, çocukları, önemsiz ve anlamaz küçük yerine koymayıp; aksine kendileri empatik davranarak onların seviyesine inmeli, onların eğitimi sırasında çocuk olduklarını daima göz önünde tutmalıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz "Çocuğu olan, onunla çocuklaşsın." buyurmuştur. 2- Çocuklara daima uygun bir dille doğru, tutarlı ve yararlı bilgiler verilmelidir. Bu görev, ebeveynin belli başlı dinî ve kültürel konularda bilgili olmalarını gerektirir. Çocuklara, her şeyden önce Allah'ı ve Rasülünü sevdirip güncel itikadî sapmalardan koruyabilecek tevhidî bir imanı gönüllerine severek nakşedebilmek şarttır. Sonra, şu başlıklar altındaki temel bilgiler verilmelidir a- İtikad ve ibâdete dair müslüman için zorunlu bilgiler, b- Ahlâk ve muâşeret kuralları, edep ve terbiyeyle ilgili hususlar, c- Kur'an bilgisi; Kur'an' ı okuyabilmesi, sevebilmesi, anlamıyla ilgilenmesi için gerekli bilgiler, d- Çocuğun gelecekte geçimini sağlayabilmesi için mümkün ve uygun olan bilgiler. Anne-baba, bunları ya bizzat vermeli, yahut kendi aslî görevi olan çocuğunu eğitip öğretmek konusunda, kendine bir vekil tutmalı, ehil ve emin kimselere bu ilimleri verdirmelidir. 3- Ebeveyn, çocuklarına her yönüyle örnek olabilecek bir hayatı yaşamaya çalışmalıdır. Aksi halde, sözleriyle telkin etmiş olduklarını davranışlarıyla yalanlamış olurlar. Çocuk da daha çok gördüklerinden, örneklerden etkileneceğinden eğitim başarısız olacak, çocukta da karakter bozuklukları ortaya çıkacaktır. 4- Çocuklara karşı hoşgörüyü, onları şımartacak, serkeşleştirecek bir noktaya kadar götürmek, doğru olmadığı gibi; çocuğun şahsiyetini kazanmasına engel olacak, onu âsîleştirecek veya arsızlaştıracak şekilde katı bir disiplin uygulamak da uygun değildir. Ebeveyn, bu konularda daha çok terğib ve terhib imrendirme ve özendirme ile sakındırıp caydırma yöntemlerini kullanmalıdır. Kadının En Saygın, En Mübarek Konumu; Annelik Dinimiz ve fıtratımız anneye çok büyük bir yer vermiştir. Normal olarak erkeğin, kadına göre bazı konularda önceliği olduğu halde, annenin babadan daha öncelikli ve daha faziletli olduğunun sırrı buradadır. Kadın, erkeği faziletçe geçmek istiyorsa, anne olmalıdır. Yalnız, unutulmamalıdır ki, anne olmak, sadece çocuk dünyaya getirmekle olmaz. Çocuğuna sahip çıkmakla, onu güzelce yetiştirmekle annelik tamamlanmış olur. Babanın hakkı, dinimizde "bir" iken; annenin hakkı "üç"tür. Cennet, babaların değil; annelerin ayakları altına serilmiştir. Annelikle ilgili olarak, günümüzde giderek artan çalışan kadının, ne kadar annelik yapabildiği ve yapabileceği sorusu da önemlidir. Anne işte, çocuk kreşte. Hiçbir mamanın anne sütünün yerini tutamadığı gibi, hiçbir bakıcı da annenin yerini asla tutamaz. Hiçbir çocuk okulu, adına ana okulu da dense, ananın evdeki okulunun benzeri olamaz. Kendi evlâdını anne ve babası kadar kimse sevemeyeceği, dünya ve âhiret geleceğini düşünemeyeceği için de, anne ve baba gibi hoca ve öğretmen de bulunamaz. Gerçek Eğitim Yuvası Ev, Esas Öğretmen de Anne ve Babadır "Biz de Mûsâ ve kardeşine; 'Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi yönelinecek kıble, namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. Ey Mûsâ, size uyan mü'minleri zaferle müjdele!' diye vahyettik." 10/Yûnus, 87 Bu âyetten anlaşılmaktadır ki, Firavunların hâkim olduğu yerlerde, evlere sahip çıkılması, evleri hem bir sığınak, hem birer kale edinmek, tüm fonksiyonlarıyla mescid haline getirip kurumlaştırmak şarttır. Mekke döneminde, İslâm'ın tebliği ve hâkimiyetine yönelik faâliyet alanı olarak tek kurum vardı "Erkam'ın evi." Bu ev, tüm fonksiyonlarıyla mescit ve mektep görevi yapıyordu. Kâfirlerin müdâhalesinden, hatta bilgi ve kontrolünden tümüyle uzak bu özgür kurum, insanı hem nefsinin hevâsına kul olmaktan ve hem de değişik tâğutların kulu-kölesi haline gelmekten koruyan bir kale idi. Mescid, sadece ma'bed görevini yerine getirip dünyevî hayatla bağlarını kesen laik kurum değildir. Asr-ı saâdet örneğindeki mescid, şu fonksiyonları da görür Eğitim-öğretim kurumu ve kültür merkezi, kütüphane, cihad karargâhı, irşad yeri, buluşma ve görüşme mekânıdır mescid. Nikâh ve düğün salonudur, misafirhanedir, spor merkezidir, istişâre ve organizasyon meclisidir. O yüzden câhiliyye döneminde mescid haline getirilmesi gereken evlerin de bu özelliklere sahip olması, ya da tüm bu görevleri yerine getirecek "dâru'l-erkam" tipli cemaat evlerinin, vakıf ve derneklerin -tümüyle tâğûtî özelliklerden bağımsız ve özgür olma şartıyla- oluşturulması gerekmektedir. Hem Firavunlar çağında, hem Mekke döneminde müslümanlar, evlerini ihyâ etmeleri ve evlerinin kendilerini ve çevrelerini ihyâ etmesi için oraları Allah'ın evi haline getirmeleri Kur'ânî bir gereklilik ve nebevî bir tavır olmaktadır. Hakkıyla edâ edilen namaz, insanı her türlü hayâsızlıktan ve kötülüklerin tüm çeşitlerinden alıkoyar 29/Ankebût, 45. Bu namaz okulu, mal ve parayla imtihanı kazanacak yeteneği kazandırdığı gibi, öğrencisine atalarının taptıkları putları terk etmesini de öğretir 11/Hûd, 87. Bunca şikâyet edilecek ortam, bizim ellerimizle yaptıklarımızın uhrevî cezâsının dünyevî avansıdır. Kendimizi kaybetmeye başladığımız, nesillerimizi kaybettiğimizden belli. Vatan dediğin bir toprak parçası; evlât ise toprağın gülü; o yüzden vatanla ilgili meşhur beyti şöyle değiştirebiliriz "Sahipsiz nesillerin çalınması haktır; Sen sahip çıkarsan bu çocuklar çalınmayacaktır!" Evlerimizi ihmal etmenin cezâsını çekiyoruz. Demek ki, işe namazdan ve evden başlamak gerekiyor. Evlere kapanıp o mekânları mezar haline getirmenin tam zıddıdır bu. Namazı kılınıverip ondan kurtulmak değil; namazı ikame edip onunla kurtulmak, evi otel ve lokanta halinden çıkarıp nefsin hevâsını tatminden önce, ruhları doyurup huzura kavuşmanın yoludur bu. "Bir toplum, kendilerini değiştirmedikçe, Allah onları değiştirmez." 13/Ra'd, 11. Çevre şartlarını bahane ederek "alternatif" isteyen kimseler için samimiyet testidir bu. Evlerden iyi alternatif mi olur? Ev, yöneticiliğin okulu olduğu gibi, İslâm'ı öğrenip öğreteceğimiz ve hâkim kılacağımız alanlardır, yani mescidlerimizdir, okullarımızdır, cephelerimizdir, kalelerimizdir. Kitle imhâ silâhlarıyla evler devamlı bombardımana tâbi tutulmakta, evler işgale uğramakta, evlerin kıblesini televizyonlar tâyin etmektedir. Müslümanların evleri, mescide ve okula hiç benzemiyor. Çağdaş evler, daha çok sinemaya, gazinoya, stadyuma, kahveye, otel ve lokantaya benziyor. Herhangi bir sahâbînin evi ile günümüzdeki müslümanın evi o kadar farklı ki!... Günümüzdeki bir müslümanın evi ile bir kâfirinkini ayırdetmek çok mu çok zor. Bu kadar yabancı işgalin içinde âile bireylerinin birbirleriyle sağlıklı iletişim içinde olabilecekleri mümkün mü? Bilgisayarın başında binlerce kilometre uzaktakilerle kolayca iletişim kurabilen insan, ev içindeki yakınlarıyla devamlı uzaklaşmakta. Her şeyin kolayını, basitini seçen günümüz insanı, görev bilincini yitirmiş, sadece hak ve özgürlüklerinin peşinde sonu gelmeyen koşu içinde yıpranıyor. Müslüman olmanın gereğini düşünmeyen kişi, cennetin ucuz, hatta bedava geleceğini umuyor. Hiçbir bedel ödemeden Allah'ın rızâsına tâlip oluyor. Birinin eteğine yapışarak cenneti garantiye almak, çocuğunu başkalarına emânet ederek kolay yoldan yetişmesini beklemek bunun göstergesi. Kendisiyle birlikte ateşten koruması gereken evlâdını başkalarına havâle ederek sorumluluktan kurtulacağını düşünüyor. Canavarın eline teslim edilen kuzu türünden, çocuğunu kimlerin eline bıraktığını bile düşünmüyor. Âile, toplum eğitimi yaptırarak, kişiyi toplum hayatına hazırlayan sevgi, saygı, şefkat, fedakârlık ve birlik ocağıdır. Âile yuvası okuldur, mesciddir; huzur evi ve çocuk yuvasıdır. Hammadde halindeki küçük yavruların her yönden büyümesini sağlayan, onların şahsiyet sahibi bir insan, Allah'a kulluk bilincine ulaşan bir müslüman ve İslâm toplumunun sağlıklı bir üyesi olmaları için onları yetiştirip geliştiren bir fabrikadır. Daha doğrusu, böyle olmalıdır. Anne sütünün yerini hiçbir mamanın tutamadığı gibi, gerçek ananın öğretmenliğinin yerini de, hiçbir anaokulundaki öğretmen tutamaz. Âilelerinde İslâm'ı hâkim kılamayanların; sokaklarını, işyerlerini, toplum ve devletlerini hayra doğru değiştirip dönüştürmeleri beklenemez. Toplumu İslâmlaştırmanın, saâdeti bu asra taşıyıp İslâmî toplum oluşturmanın küçük örneği ve aşaması âile hayatıdır. Âile, erkek için yöneticilik okuludur; Erkek; liderliği, otoriteyi, disiplini, mes'ûliyeti, emânete riâyeti, haklara saygıyı, cemaate imamlığı en iyi şekilde uygulamalı olarak âilede öğrenir. Kadınıyla erkeğiyle fedâkârlığın, karşılık beklemeden vermenin, merhametin, sabrın, ahlâk güzelliğinin öğrenildiği bir okuldur âile. Anne-baba, bir taraftan öğretmeni, diğer yönden öğrencisidir bu okulun. Çocuk, hatta bebek, sanıldığı gibi sadece öğrenci değildir; minicik yapısına bakmadan ana-babasına çok, ama çok şeyler öğretir, çok ama çok değerler kazandırır. Çocuk bir lütuftur; çünkü anne ve babası ona, nereden gelip nereye gittiğini, bu dünya hayatında vazifesinin ne olduğunu güzelce anlattıkları takdirde tebliğ ve irşad şerefinden hisse sahibi olur. O çocuğun bir ömür boyu işleyeceği bütün güzel amellerinden pay alırlar, sevabına ortak olurlar. Bir nevi ölümsüzleşir hayırlı evlât yetiştiren ebeveyn, sevap kazanmaya öldükten sonra da devam eder; akan, sürekli bir sadakadır müslümanca yetiştirilen çocuk. Çocuk, diğer yönüyle de bir azap vesilesidir. Zira ebeveyni o İlâhî emânete Rabbini güzelce tanıtmadıkları, terbiyesine yeterince dikkat etmedikleri takdirde, çocuklarının işleyeceği günahlardan onlar sorumlu tutulacaktır. Yine, onun dünyevî mutluluğu adına, bazen kendi âhiretlerini tehlikeye atıp, meşrû olmayan kazanç yollarına teşebbüs etmelerinden veya onların bezlerine ayırdıkları masrafı, temizliklerine gösterdikleri önemi dinlerine göstermediklerinden dolayı evlâtla sınavı kaybedebilirler. "Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun. Onun yakıtı insanlar ve taşlardır." 66/Tahrîm, 6 "Doğrusu, mallarınız ve evlâtlarınız bir fitnedir/sınavdır." 64/Teğâbün, 15. Her konuda olduğu gibi, âile yönetimi ve çocuk yetiştirme konusunda da örneğimiz Allah Rasûlü'nün bu konudaki sorumluluğumuzu hatırlatan hadisi meşhurdur "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden idare ettiğiniz kimselerden sorumlusunuz." Buhârî, Cum'a 11; Müslim, İmâre 20 İnançlar, değerler, gelenekler ve iyi alışkanlıklar, daha çok âile içinde kazanılır. Çünkü çocuğun şahsiyetini kazandığı devre, âile içinde geçer. Çağdaş tüm pedagoglar, "altı yaşa kadar çocuğun karakteri nasılsa, ondan sonraki yaşantısında fazla ekleme yapılmadan aynı izler devam eder" görüşünde birleşirler. Bu sebeple, ilk yıllardaki eğitim ve terbiye, hayâtî ve hayat boyu önem taşır. Çocuğun en çok sevdiği, inandığı, güvendiği ve özendiği ideal tip, anne ve babadır. Sağlam bir iman ve ahlâk düzeninin hâkim olduğu âilenin çocuklarına verdiğini hiçbir okul ve kurum veremez. Buna karşılık, inanç ve ahlâk yönünden bozulmuş âilelerin oluşturduğu toplumlar, dünya ve âhiret azâbının dâvetçileridir. Anne-babanın fiilen öğretmenliği, çocukları doğar doğmaz başlamaktadır. Çocuk dünyaya gelince çocuğa ilk bant kaydı yapılacak; kulaklarına ezan okunacak ve kamet getirilecektir. Müslümanlar, bin dört yüz senedir bu sünneti yaşarken bir kısım geri zekâlılar, "bir günlük çocuk, ezanı duyar mı? Ne anlamsız şey bu yapılan?" diyorlardı. Ama günümüz ilmi, bir günlük çocuğun değil; ana karnındakinin bile duyduğunu söylüyor. "Duyduğu kelimeler, şuur altına yerleşir" diyor bilim. İşte ana-baba, bir günlük çocuğunun kulağına ezan okuyor. "Allahu Ekber = En büyük Allah'tır" diyor. Çocuk büyüyünce yöneticilerin "en büyük benim" sözüne kanmasın, en büyük olanın ne futbol takımları, ne şarkıcı veya artistler, ne mal-mülk ve para, ne makam, ne şan olduğunu, dünyaya adım attığı gün idrâk etsin ve fıtratı bozulmasın diye, ezan okuyarak tevhid eğitimi veriyor. Allahu Ekber'le adım atılan dünyaya, cenâze namazında yine Allahu Ekber'le vedâ edileceğinden; bu iki kapı arasındaki yolculukta her konuda en büyük olanın Allah olduğu bilinci yer etsin isteyeceklerdir. "Dünyaya gelen her insan, İslâm fıtratı üzere doğar; sonra anne ve babası onu yahûdi, hristiyan, mecûsi farklı bir rivâyete göre veya müşrik yapar." Buhârî, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25, İman 264. Fıtrat, Allah'ın, mahlûkatını, kendisini bilip tanıyacak ve idrâk edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır. "İslâm", yahut en azından "İslâm'a yatkınlık" anlamı taşır. Fıtrat, ruh temizliği, Hakkı benimseme yatkınlığı, olumlu yetenek ve meyiller olarak da tanımlanır. Fıtrat hadisindeki "...sonra ebeveyni onu yahûdi, hristiyan... yapar" ifâdesi, çocuklardaki temiz yaratılışın ve iman yatkınlığının çocuk devresinde çeşitli etkilere göre değişmeye elverişli olduğunu, dolayısıyla eğitimin önemini göstermektedir. Hadisteki bu ifâde, çocuğun İslâm fıtratı üzerinde sağlıklı bir yapı sürdürmesinin, ya da fıtratı bozulup çeşitli bâtıl dinlerle hastalıklı, ârızalı bir hayatın sebebi olarak sadece anne ve babayı gösteriyor. Çevre şartları denilen şey, aslında ana-babanın oluşturduğu, bilinçli veya bilinçsiz tercih ettiği ortamlardır. Çocuğu yönlendiren okul ve medya da yine ebeveyn tarafından seçilip rızâ gösterilmektedir. Hadiste "ebeveyni müslüman yapar" denilmiyor. Çünkü çocuk zâten müslüman fıtrat üzere dünyaya gelmiş. Onun içindir ki İslâm dini, dünyadaki bütün çocukları müslüman kabul eder. Çocuğa sıhhat vermek için çalışmayız, o doğuştandır. Anne-baba, sıhhati bozacak zararlı hava, yiyecek, içecek ve giyeceklerden koruduğu gibi, öncelikli olarak çocuğunun fıtratında getirdiği İslâm'ı bozacak etkenlerden, câhiliyyenin şirk ve isyan mikroplarından çocuğunu koruması gerekir. Çocuğun en güçlü eğitimi, âileden aldığı eğitimdir. Çünkü âiledeki eğitim, yirmi dört saat devam eder. İnanç, terbiye, ahlâk, duygu eğitimi en köklü şekilde ancak âilede kazanılabilir. Tek rabbım Allah'tır deyip insanların da içinde bulunduğu tüm evreni terbiye edenin ve eğitme hakkına sahip olanın Allah olduğunu kabul eden müslüman, bu inancının sonucu olarak Rabbânî ilke ve prensiplere uymak zorundadır. Kendini ve ehlini ateşten korumak zorunda olan 66/ Tahrim, 6 insanın temel görevi, Allah'ı tek rab kabul edip O'na kulluk yapmak, çoluk çocuğunu da Rabb'ın terbiyesi ile yetiştirmektir. Tevhid, Allah'ı tek rab ve tek ilâh kabul etmek demek olduğuna göre, eğitim konusunda da ilâhî prensiplere ters ilke, anlayış ve uygulamaların tevhid-i tedrisat kapsamına girse de tevhidî tedrisata, meşrû şeriata uygun eğitim kapsamına girmediği kabul edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, hakka; hangi oranda olursa olsun bâtılın karıştırılması, o sentezi hak olmaktan çıkarır. Tevhidin en küçük bir küfür ve şirkle beraber bulunması mümkün değildir. Hak görüntüsüne bürünmeyen, içinde cüz'î doğrular barındırmayan bâtılın zararı daha sınırlı ve izâle edilmesi daha kolaydır. Her doğan Allah'ın en güzel yaratması ile doğar. Eğitim ve çevre faktörü, fıtratı ya İslâm üzere devam ettirir, yahut fıtratı bozarak yaratılış amacından saptırır. Bütün insanlar hanif olarak yaratılmakta, sonra fıtrata müdahale eden şeytan veya onun temsilcileri onları bozmaktadır. İnsanlığın şirk ve isyan bataklığından doğru yola çekilmesi, vicdanın fıtrî saflığına dönüşü, takvâ ile en güzel olana uyulması, ilâhî prensip ve İslâmî rehberliğe ulaştırmak için İslâmî eğitim şarttır. "Çocuklarınıza öğreteceğiniz ilk söz Lâ ilâhe illâllah olsun." Abdürrezzak, Musannef IV/ 334 Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma yeteneği ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra ona kelime-i tevhid öğretilmez ve fıtratı doğrultusunda eğitilmezse âilesi -kendi eliyle direkt olarak veya medya, okul gibi çevre şartlarıyla endirekt yolla yahûdi, hristiyan, ateist, ataist veya müşrik yapar. Bütün insanlar, Allah'a inanmak ve O'na kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Anne babalar, kendileri veya vekilleri olan eğitimciler aracılığıyla çocuklarının fıtratlarını bozacak eğitimden sakınarak kendilerini ve ehillerini ateşten korumak zorundadırlar. Fıtratı bozmak, Allah'a karşı gelmek demektir. Cenâb-ı Hak, mazlum kurbanların fecî durumunu ve onların esas sorumlusu olan kendi ana-babalarına yapacakları bedduâları haber veriyor "O gün yüzleri ateş içinde kaynayıp çevrilirken 'Vah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e itaat etseydik!' diyecekler. Yine şöyle diyecekler 'Ey Rabbımız! Doğrusu biz, efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize ana-babamıza ve diğer büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi dalâlete yanlış ve sapık yola götürdüler. Ey Rabbımız! Onlara bize verdiğin azâbın iki katını ver. Ve onları büyük bir lânet ile lânetle rahmetinden uzaklaştır." 33/Ahzâb, 66-68 Çocuklarının gıda ihtiyaçlarını karşılamayan ya da tamamen hastalık taşıyan mikroplu pis gıdalarla onları besleyen anne-babanın suçluluğu kabul edilir de, midelerinden çok daha önemli olan kafa ve gönüllerini aç bırakan veya ondan daha kötüsü, hastalıklı düşünce ve inançlarla doldurulmasına sebep olan ebeveyn suçlu sayılmaz mı? Hadis-i şerifte güzel isim ve iyi terbiye, çocuğun babası üzerindeki hakları arasında zikredilir Bkz. İbn Mâce, Edeb 3. Çocuğun en mükemmel şekilde yetişmesi, ihtiyaç duyduğu bütün insanî ve ahlâkî faziletleri, sosyal kural ve davranışları, hepsinden önemlisi tevhidî inanç ve İslâmî değerleri öğrenmesi ve yaşaması, ruh ve beden bakımından sağlıklı, bilgili ve faziletli, ayrıca meslek ve hüner sahibi olabilmesi için ana-babanın tüm imkânlarını kullanarak gayret sarfetmeleri gerekir. Çocuğun hem dünya hem de âhiret mutluluğunu hedef alan böyle bir terbiye, Hz. Peygamberimiz tarafından ana-babanın çocuğuna bırakacağı "en güzel miras" olarak nitelendirilmiştir Tirmizi, Birr 33. Bütün bunların yanında unutulmamalıdır ki, çocuğa sevgi, şefkat ve anlayışla muâmele etmek İslâm eğitim sisteminin en belirgin özelliğidir. İslâm eğitimcileri, eğitimin doğumla birlikte, hatta daha önceden anne veya baba adayını seçerken başlaması gerektiği hususunda görüş birliği içindedir. Çocuğu, sağlıklı, ahlâklı ve iyi bir müslüman olarak yetiştirmek, ancak çok erken yaşlardan başlayarak onun eğitimini ciddiye almakla mümkün olur. Çocuğun, kendisine söylenenleri tam olarak anladığı ve kendi düşüncelerini az-çok ifâde edebildiği yaşlardan itibaren İslâmî esasların öğretimi yapılmalıdır. Bu konuda ilk öğretilecek şey, tevhid inancıdır. Nitekim Hz. Peygamberimiz'in "Çocuklarınıza önce 'Lâ ilâhe illâllah' cümlesini anlamıyla birlikte öğretin." şeklinde tavsiyede bulunduğu nakledilir İbn Mahled, s. 142; İbn Kayyim, s. 158. Allah inancı, küçük çocuklara onların anlayabileceği sade ve açık bir dille, ümit ve bağlanma duygularını geliştirecek şekilde anlatılmalıdır. Ayrıca, temyiz yaşına doğru Allah sevgisiyle birlikte uygun bir üslûpla Allah korkusunu da aşılamak, bu sûretle değer yargılarına ters düşen davranışlar karşısında iyiliklerini ödüllendirecek, kötülüklerini cezâlandıracak olan İlâhî otoritenin varlığını vicdanında hissetmesini sağlamak gerekir. Çocuklarda küçük yaşlardan itibaren imanla birlikte ibâdet şuurunun da geliştirilmesi gerekir. Namazın öğretilmesi ve emredilmesi, âile reisinin de bunda devamlı olması Kur'an-ı Kerim'de özel olarak açıkça zikredilmiştir 20/Tâhâ, 132. Peygamber Efendimiz'in, çocuklara yedi yaşında namazın öğretilip kıldırılmaya başlanmasını, on yaşına geldikleri halde kılmıyorlarsa, hafifçe cezâlandırılmalarını tavsiye eden hadisleri Ebû Dâvud, Salât 25; Tirmizi, Mevâkît 182 bu konuda başta anne-babalar olmak üzere müslüman eğitimcilere ışık tutmaktadır. Küçük çocuklara namazın dışındaki ibâdetler hakkında da bilgi kazandırılması, bunlardan uygun olanlarının zaman zaman tatbik ettirilmesi, onların gelecekteki müslümanca hayatları için büyük önem taşır. Bu konularda unutulmamalıdır ki, İslâm eğitimi, tedrîcîlik, sevgi ve iknâ gibi pedagojik metotları esas alır. Korkutucu, ürkütücü, emredici tutumlar, çocuk için hem anlaşılmazdır, hem de yıpratıcıdır. Çocuğun sevgiye, iyi örneklere, açıklayıcı doğru bilgilere ihtiyacı vardır. Bunların yerli yerinde uygulanması ölçüsünde onun müslümanca eğitimi ve öğretimi de başarıya ulaşacaktır. İslâm'ın âile anlayışında, normal şartlarda kadının başlıca görev ve meşguliyet alanı evidir. Bu durum, prensip olarak çocukların ihmal edilmesini büyük ölçüde önlemektedir. Çocuklara sevgi ve yetiştirme yönünden daha fazla vakit ayırması gereken anne olmakla birlikte, babanın sorumluluğu da, anneden daha az değildir. Baba, çocuklarının ve onların müslümanca yetişmesinin; işinden ve dünyevî meşguliyetlerinden çok daha önemli olduğunu davranışlarıyla ispatlamalıdır. Okuduğu kitapları, gazeteleri, konuştuğu arkadaşlarını, terbiye ve eğitim verenleri, seyrettiği filmleri, oynadığı oyunları... kontrol etmeli; gerektiğinde ambargo koymalıdır. Bütün bunları kendi yerine ve daha güzel yapacak Allah korkusunu, ihsan bilincini, tevhid şuurunu gönlüne yerleştirmelidir. Gecesini gündüzüne katıp, "çocuğumu nasıl müslümanca yetiştirebilirim?" diye planlar, programlar yapmalıdır. Çocuk, çocukluk yapıp elini ateşe atsa, sobayı ellemeye kalksa elbette engeller anne-baba; ille de yanmak istese, kendi haline bırakmaz, müsâade etmez, gerekirse, yanmasın diye, şefkatle tokatlar onu. Çünkü o, neyi yapınca, nasıl davranınca yanacağını bilemez. Biraz büyüyünce, yine çocukluğun daniskasını yaparken, cehennem ateşine elini uzatıp çevresinin teşviki ve kendi arzusuyla kendini ebedî alevlerin içine atarken ana-baba seyirci kalamaz. Hele hele bu yanma olayına yardımcı olması, hiçbir şeyle izah edilemez. Evlâdını seven ana-baba, çocuğunun cehenneme doğru yuvarlanmasına göz yummaz. Teslim etmez kâfirlerin ve küfrün eline en kıymetli varlığını. Sahip çıkar İlâhî emânete, birinci işi o olur, her şeyden önce gelir onları müslümanca yetiştirmek. Çok küçük yaştan itibaren Allah sevgisi, Peygamber sevgisi verir; her sevgiden önce ve en büyük sevgi olarak. İlâhî emirleri, ibâdetleri niçin yapması gerektiğini anlatır, her konuda şuurlandırmaya çalışır, okuduğu Kur’an’ın ne olduğunu, ne emirler içerdiğini, anlamını, namaza niçin ihtiyacı bulunduğunu... öğretir ve sevdirir ona. Her konuda çeşit çeşit güzel kitaplar yazılıyor, nice konular araştırılarak hazır lokma haline getirilip kitap, dergi, CD diye sunuluyor. Evlât terbiyesi, çocuk eğitimi konusunda da onlarca kitap var; sorumlu ebeveyn alıp okur, nasıl terbiyeyi emrediyordu İslâm, öğrenir, tatbik etmeye çalışır. Yüce Peygamberimiz “Hiç bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir şey bağışlayamaz, bırakamaz” diyor. Eğitim konusunda en önemli görev anne ve babalara düşmektedir. Çünkü, çocuklarından direkt sorumlu tutulacaklar onlardır. Çocuklar, ebeveynlere emânet edilen varlıklardır. Fıtratlarını bozdurmamak, onları cehennem ateşinden korumak, yarınlara müslümanca hazırlamak, tüm şeytânî tuzaklara ve hastalıklara karşı, koruyucu aşılar yapmak önce ebeveynin görev alanı ve sorumluluğundadır. Câhiliyye döneminde küçük yaşlarda kızlarını diri diri toprağa gömen insanlardan daha fecisini mi yapıyor ebeveynler dersiniz? Onlar, çocuklarının sadece dünya hayatlarını mahvediyorlardı; Çağdaş ana-baba ise âhiretini. Onlar sadece kız çocuklarını öldürüyorlardı; şimdiki ebeveyn, kız-erkek hepsini. Onlar o çağdaki âdetlere göre kuma gömüyorlardı; şimdikiler ise daha çağdaşça, televizyona, sokaklara, okullara, kitaplara veya kitapsızlıklara, çağdaş tanrı taslaklarına kurban ediyor çocuklarını. Çocuklarımızı sevmek ve onların geleceğini düşünmek, dünyadaki vazifelerimizin en güzelidir. Çocuklar, büyüklerin yaşama sevincidir, umutlarıdır, gelecekleridir. Unutmayalım ki sevgi bedel ister, fedâkârlık ister. Anne ve babaya emânet edilen varlıkların her yönden yetişmesi emânet edilenlerin sorumluluğundadır. Öğretmenleri, kitapları, çevreyi seçmek, kendi görevinde onlardan yardım beklemek, asli görevi bir süre için vekillere devretmektir. Unutmamalıyız ki, hiç bir kişi ve kurum, anne babanın yerini tutamaz. Herkes istiyor ki, “filan hoca, filan kuruluş benim çocuğumu eğitsin, yetiştirsin, ben de maddî masrafları karşılayayım. Emâneti başkasına devrederek zahmetsizce sorumluluğumdan kurtulayım. Ben işimle gücümle uğraşırken başkalarının yetiştireceği çocuğumdan dünyada ve âhirette faydalanayım.” Ana-babalık, çocuğun dünyevî, maddî ihtiyaçlarının karşılanması olarak görülmektedir. Eğitim ve yetiştirmede de dünyevi ölçüler ön plandadır. Çocuğun karnının doyurulması yeterlidir. Kafasını ve kalbini başkaları doldurabilir. Hatta neyle doldurulduğunu araştırmak, uğraşmayı, direkt ilgiyi istediğinden o da yapılmaz. Bu kadar iş-güç arasında çocukla nasıl uğraşsın? Bu mantık, ucuzcu mantıktır, materyalist mantıktır. Sorumluluk bilinci değil; sorumsuzluk ve görev kaçkınlığı sırıtmaktadır bu anlayışta. Ebeveynin çocuklarının midesini doldurup, kafa ve kalbini ihmali, kapitalistçe bir zulümdür elbet. Ama şunu da unutmayalım Nasıl midelerini mikropsuz, zehirsiz gıdalarla, dengeli beslenme kurallarıyla doldurmak zorundaysak; kafalarına ve gönüllerine giden gıdaların da mikroplardan arınmış, çocukları zehirlemeyecek ve dengeli beslenmeyi sağlayacak temel gıdalardan seçmemiz gerekmektedir. Abur cuburla midenin doldurulması gibi, abur cuburların okunması da insanı hasta eder. Bazı ana-babalar, çocuğuna okul ders kitapları dışında kitap almayı, oyuncak kadar bile önemli görmemekte; çocuğunun tevhîdî iman ve ibâdet bilincine sahip olmasını, güzel duygularının güçlendirilip doğru yönlere kanalizesini lüks saymaktadır. Kendi çocukluğunda kitapla büyümediği için, çocuklarının kitap ihtiyacını umursamamaktadır. Halbuki öyle acâyip bir düzen ve ortamda çocuklarımız hayata atılıyor ki, bu devirde okumayanların, canına okuyorlar. Tabii, neyi nasıl okuyacağını bilemeyenler de intihar etmiş oluyor. Okullardan şikâyetçiyiz. Okulların câhilî eğitim verdiğinin, ders kitaplarının eksik ve yanlışlıklarının farkındayız. Ama yeterli alternatifler üretmiyoruz, imkânsızlıktan değil, isteksizlikten. Çünkü imanı olanın imkânı da vardır. Müslüman, çevre şartlarını aşamayan, zamanın çocuğu, şartların mahkûmu değildir, olamaz. Samimi ise, mutlaka alternatifler bulacak, kendisi gibi düşünen insanlarla bu konuda da yardımlaşacaktır. Hz. Âişe'ler, Ümmü Seleme'ler, Fâtıma ve Zeyneb'ler nerede, hangi okulda yetişti? Onların önce babaları, sonra kocaları hocaları idi. Eski âlimlerin biyografilerini öğrendiğimizde, hemen hepsinin ilk hocalarının babaları olduğunu görüyoruz. Çocukla en fazla meşgul olacak olan anne olduğundan, ilk ve en önemli terbiyeci, eğitimci annedir. Çocuğa doğru yolu gösteren, Rabbini tanıtacak, dinini sevdirecek olan önce anne, sonra babadır. Bu büyük görevleri yerine getirecek olanların, önce kendilerini iyi yetiştirmiş olmaları gerekmektedir. Kendini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez. Kendisi doğru olmayanın gölgesi de doğru olmaz. Yüzme bilmeyen, başkasını boğulmaktan kurtaramaz. Kendi eteği tutuşmuş bir itfaiyeci, başkasını yangından çekip çıkaramaz. Eğitim, çok yönlü ehliyet ve uzmanlık isteyen girift bir konu olduğundan, İslâm'ı ve naklî ilimleri ana hatlarıyla bilmek bile yetmemekte, içinde yaşanılan toplumu da çok iyi tanımak, sevgi ve müsâmahayı, sabrı ve tedrîcîliği, eğitim metotlarını, insan ve çocuk psikolojisini, pedagojiyi, yani çocuk eğitim ve terbiyesini temel düzeyde de olsa bilen ve uygulayabilen bir seviye gerektirmektedir. Evler, sadece çocukların değil; anne ve babanın da okuludur. Ama ana-babaları yetiştiren ehil ve emin yerlere büyük ihtiyaç vardır. Müslüman cemaat ve teşkilâtlara düşen önemli bir görev, çocuklardan önce ana-babaları yetiştirmek olmalıdır. Evlilik ve ana-baba okulları açmalı, geliştirmelidirler. Eğer baba evinde ve evlilik öncesinde anne adayı, kendini yeterince yetiştirmediyse, evlilikten sonra sorumluluk kocaya âittir. Zarûri olan hususları ya bizzat kocası öğretecek, ya da öğrenmesine imkân ve fırsatlar oluşturacaktır. Kadının en saygın, en mübârek konumu, anneliktir. Dinimiz ve fıtratımız anneye çok büyük bir yer vermiştir. Normal olarak erkeğin, kadına göre bazı konularda önceliği olduğu halde, annenin babadan daha öncelikli ve daha faziletli olduğunun sırrı buradadır. Kadın, erkeği faziletçe geçmek istiyorsa, anne olmalıdır. Yalnız, unutulmamalıdır ki, anne olmak, sadece çocuk dünyaya getirmekle olmaz. Çocuğuna sahip çıkmakla, onu güzelce yetiştirmekle annelik tamamlanmış olur. Babanın hakkı, dinimizde "bir" iken; annenin hakkı "üç"tür. Cennet, babaların değil; annelerin ayakları altına serilmiştir. Annelikle ilgili olarak, günümüzde giderek artan çalışan kadının, ne kadar annelik yapabildiği ve yapabileceği sorusu da önemlidir. Anne işte, çocuk kreşte. Hiçbir mamanın anne sütünün yerini tutamadığı gibi, hiçbir bakıcı da annenin yerini asla tutamaz. Hiçbir çocuk okulu, adına ana okulu da dense, ananın evdeki okulunun benzeri olamaz. Kendi evlâdını anne ve babası kadar kimse sevemeyeceği, dünya ve âhiret geleceğini düşünemeyeceği için de, anne ve baba gibi hoca ve öğretmen de bulunamaz. İnsanları Allah'ın dininden uzaklaştırıp kendi sapık anlayışlarını topluma dayatan câhiliyyenin hâkimiyetinde, onların yönlendirmesine açık kurumlar ve hantal yapılanmalar yerine, ciddi, özgür ve özgün alternatifler oluşturmak gerekmektedir. Neler Yapılabilir? "Koca", aynı zamanda "hoca" olmalı; evin reisi, liderliğini evde imamlık yaparak da yerine getirmelidir. Çocuğunu canından fazla seven ana, onun cehennemde yanmasına rızâ göstermediğini ispat etmelidir. Çocuğunu cehenneme götüren inanç, düşünce ve eylemlerden koruyacak şekilde onu eğitmenin yollarını bulabilmelidir. Ebeveyn, çocuklarına her yönüyle örnek olabilecek bir hayatı yaşamaya çalışmalıdır. Aksi halde, sözleriyle telkin etmiş olduklarını davranışlarıyla yalanlamış olurlar. Çocuk da daha çok gördüklerinden, örneklerden etkileneceğinden eğitim başarısız olacak, çocukta da karakter bozuklukları ortaya çıkacaktır. Çocuklara karşı hoşgörüyü, onları şımartacak, serkeşleştirecek bir noktaya kadar götürmek doğru olmadığı gibi; çocuğun şahsiyetini kazanmasına engel olacak, onu âsîleştirecek veya arsızlaştıracak şekilde katı bir disiplin uygulamak da uygun değildir. Ebeveyn, bu konularda daha çok terğib ve terhib imrendirme ve özendirme ile sakındırıp caydırma yöntemlerini kullanmalıdır. Müfredâtı önceden tesbit edilmiş, planlı, programlı dersler yapılabilir, kitap okuma saatleri düzenlenebilir. Bu derslerde, çocukların yaş ve seviyelerine göre, öncelikle inanç ve ahlâk eğitimleri, rûhî/psikolojik eğitimleri, zihnî eğitimleri, beden ve sağlık eğitimleri ve giderek cinsî eğitimleri, insan ilişkileri ve iktisâdî eğitimleri verilebilir. Hiç değilse, bu konularda ehil ve güvenilir kişilerin eserleri tâkip edilebilir. Çocuğa fazla bilgi yüklemekten çok, onu kişilikli bir müslüman olarak yetiştirip sevgiye dayalı eğitmek daha önemlidir. Kur'an öğrensin, hâfızlık yapsın diye dinden, Kur'an'dan nefret ettirmek yerine; dinini öncelikle sevsin, Allah, Kur'an ve peygamber sevgisi alsın, âhiret bilincine ve köklü bir imana sahip olsun denmelidir. Temizlik ve âdâb-ı muâşeret, terbiye ve nezâket de ihmal edilmemelidir. Âile eğitiminde anne-babanın, ağabey ve ablanın tâkip edecekleri belli başlı metotlar olarak şunlar sayılabilir Örnek olma, uygun örnekler seçip gösterme, güzel çevre seçimi, çevreyi uygun hale getirme ve uygun çevrelerle ilişki kurma, olaylar üzerinde, durumlar ve eşyalarla ilgili ortak gözlem yapma ve yaptırma, çocukları etkin ve özgün düşündürme, pratik zekâ çalışmaları, yaparak ve yaşayarak uygulamalı öğrenme yöntemleri, gerektiğinde ölçü ve sınırları iyi tesbit edilmiş ödüllendirme ve cezâlandırma, öğüt verme. Bütün bunların yanında, küfür ve şirk başta olmak üzere kötülüklerden, Allah'a isyan sayılacak davranışlardan, yalan ve hayâsızlık gibi, her çeşit kötü alışkanlıklardan ve tiryakiliklerin her türünden koruma faâliyetleri yapılmalı, çocukları doğru ve faydalı kaynaklarla temasa geçirmelidir. Oyun ve oyuncak konusunun önemi eğitim açısından faydaları gözden uzak tutulmamalı, sevgi ve paylaşma zevki verilmelidir. Helâl-haram ayrımını aşılarken, haram lokmadan uzak şekilde temiz gıdalarla beslemenin eğitimle çok yakın ilişkisi unutulmamalıdır. İsrâfın her çeşidine ve özellikle zaman savurganlığına meyletmeyecek bilinç verilmeli, medyanın zararlarından ve bilgi kirliliğinden korunabilmelidir. Bir yandan cihad sevgisi ve hazırlığı, diğer yandan sanat sevgisi kamçılanmalıdır. Balık avlayıp vermek yerine, balık tutmayı öğretmeli, Allah sevgisi ve belirli yaştan sonra da Allah korkusu ve takvâ bilinci verilmeye çalışılmalıdır. Sorumluluk ve görev şuuru aşılanmalıdır. Radikal çözümlere ve resmî olarak riskli tavırlara hazır değilse ebeveyn, yine yapabileceği hayli tedbirler vardır. En azından Cumartesi ve Pazar günleri, hiç değilse bir günün yarısı, çocukların İslâmî eğitimine ayrılabilmelidir. Mahallenin çocukları her hafta ayrı bir öğrencinin evinde velîlerin tâyin edeceği şuurlu bir veya birkaç öğretmenin eğitim ve terbiyesine teslim edilir. Bir mahallede 5-10 velî bir araya gelip imkânlarını birleştirerek çocukları için alternatif çözümler üretebilir. Üretmiyorlarsa, samimi olmadıklarındandır, diğer gerekçeler bahaneden öte bir değer taşımaz. Bireyler olarak bu işlerin üstesinden gelinemiyorsa, cemaatleşerek, eğitimin sancısını duyan insanlar birleşerek bu hayatî meseleye kısmî de olsa çözümler getirebilir. Zâten Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemediğinden, ancak devlet otoritesiyle çözülebilecek ideal ve kesin çözümler de acele olarak beklenmemelidir. Günümüzde okullarda öğretilenlerin de, öğretilmesi gereken doğrular olup olmadığı müslümanca değerlendirilmeli, evde yanlışlar tashih edilmeli, küfür ve şirk mikropları bünyede büyüyüp yerleşmeden temizlenmelidir. Her akşam, okul, TV., sokak gibi çocuğu etkileyen tüm etkenler ana-baba tarafından gözden geçirilmeli, özellikle şirk unsurları en hassas ölçüyle tespit edilip izâle edilmeli, yerine tevhîdî özellikler geçirilmelidir. Unutmamalıyız ki, yaşlıyken öğrenilenler, su üzerine yazılan yazıya benzese de; çocukken öğrenilenler, mermer üzerine yazılan yazı gibidir. Çocuklara, her şeyden önce Allah'ı ve Rasülünü sevdirip güncel itikadî sapmalardan koruyabilecek tevhidî bir imanı gönüllerine severek nakşedebilmek şarttır. Sonra, şu başlıklar altındaki temel bilgiler verilmelidir a- İtikad ve ibâdete dair müslüman için zorunlu bilgiler, b- Ahlâk ve muâşeret kuralları, edep ve terbiyeyle ilgili hususlar, c- Kur'an bilgisi; Kur'an'ı okuyabilmesi, sevebilmesi, anlamıyla ilgilenmesi için gerekli bilgiler, d- Çocuğun gelecekte geçimini sağlayabilmesi için mümkün ve uygun olan bilgiler. Anne-baba, bunları ya bizzat vermeli, yahut kendi aslî görevi olan çocuğunu eğitip öğretmek konusunda, kendine bir vekil tutmalı, ehil ve emin kimselere bu ilimleri verdirmelidir. Haydi evlerimizi mescid; yani ma’bed, kurs, mektep ve okul yapmaya! Çocuk Öldürme Yasağı Çocukların korunması hususundaki Kur'anî tahdid ve tedbirlerden biri de çocuk öldürme yasağıdır. Eski çağlardan beri bütün dünyada, çeşitli şekillerde mevcut olan çocukların, gençlerin putlara kurban edilmesi, zâlim tâğutlar tarafından erkek çocuklarının öldürülmesi, câhiliyye devri insanının kızlarını geçim sıkıntısı ve büyüyünce hayâsızlık/fâhişelik edip kendi yüzünü kızartacağı gibi endişelerle diri diri toprağa gömmesi sözkonusu olmuştur. Bu meş'um gelenek, cahiliyye devri Araplarında da yaygın şekilde mevcuttu. Kur'ân-ı Kerim bu müessif tatbikata birçok kereler temas eder. Bir kısım âyetler, bu âdetin tarihten çekildiğine dikkat çekerek ta Hz. Musa zamanında Firavun tarafından Yahûdilere uygulandığını haber verir. Bu uygulamada yeni doğan erkek çocuklar öldürülüyor, kızlar sağ bırakılıyordu 2/Bakara 49; 7/A'râf 127, 141; 14/İbrâhim, 6; 28/Kasas 4; 40/Mü'min, 25. Kur’an-ı Kerim, câhiliye devri Araplarında mevcut çocuk öldürme âdetine de âyetlerinde yer verir "Böylece putlara hizmet edenler, puta tapanların çoğunu helake sürüklemek, dinlerini karmakarışık etmek için çocuklarını öldürmelerini, onlara iyi göstermişlerdir" 6/En'âm, 137. Erkek ve kız her iki cinsten çocukları "fakirlik" korkusuyla öldürtüp, kızları da "ar" düşüncesiyle diri diri toprağa gömdüren bu geleneğin İslam'ın bidâyetlerine kadar canlı ve de yaygın bir şekilde geldiğini gösteren pek çok rivâyet mevcuttur. Bunlardan biri İslam'la şereflenmezden önce, kendi eliyle 12 kızını diri diri toprağa gömmüş bulunan Kays İbnu Asım'la ilgilidir. Müslüman olduktan sonra suçunu itirafla Hz. Peygamber bu günahtan kurtulma çaresi olup olmadığını sormuştur. Bir diğer durum Sa'sa'a İbnu Naciye'nin rivâyetiyle sergilenmektedir Bu hayırsever zengin, Hz. Peygamber müracaat ederek, Müslüman olmazdan önce 360 tane çocuğu satın almak sûretiyle ölümden kurtardığını, bu amelinin manevî mükâfatının ne olacağını sormuştur. Kur'an-ı Kerim, çeşitli bahane ve şekiller altında kıyamete kadar devam edecek olan bu tatbikatla ciddi şekilde mücadele eder. Bunu bir-iki örnekle görelim 1- Şu âyet-i kerimede en büyük haramlar sayılırken, çocuk öldürme, üçüncü sırada gösterilmiştir "De ki Gelin size, Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anayababaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, -sizin ve onların rızkını veren biziz- "Gizli ve açık" kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır." 6/En’âm, 151. İsrâ sûresinde de çocuk öldürme fiili "büyük hata" olarak tavsif edilmiştir 17/İsrâ, 31. 2- Çocuk öldürenlerin büyük hüsrana uğrayacakları haber verilir "Beyinsizlikleri yüzünden körükörüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri -Allah'a iftira ederek- haram sayanlar mahvolmuşlardır. Onlar sapıtmışlardır. Zaten doğru yolda da değildirler." 6/En'âm, 140 3- Kadın ve erkeklerle yapılan bey'atlarda çocuk öldürmeme şartı konur. "Ey Peygamber! İnanmış kadınlar Allah'a hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnadda bulunmamak ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana bey'at etmek üzere geldikleri zaman onları kabul et, onlara Allah'tan bağışlama dile. Doğrusu Allah bağışlayandır, acıyandır" 60/Mümtehine 12. 4- Öldürme yasağını sıkça tekrar etmiştir Gerek yukarıda kaydettiklerimiz ve gerekse "Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman" mealindeki âyeti Tekvir 8-9 ile iki ayrı yerde geçen ve "Fakirlik korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin, sizi de, onları da rızıklandıran biziz" İsra 31; En'am 151 mealindeki âyetleri Kur'an-ı Kerim'in her tarafına serpiştirilmiş olarak, bu yasağı sıkça hatırlatmaktadır. Zamanımızda, birkısmı dahilî, birkısmı haricî sebeplerden hasıl olan iktisadî sıkıntıları ve -tamamen muhayyel olan- müstakbel açlık tehlikelerini önlemek bahanesi dile getirilmek sûretiyle Malthuscu iddiaların rengine büründürülen ve aslında dıştan gelen siyasî baskılardan kaynaklanan ve dünyanın her tarafında tatbikatı yaygınlaştırılmaya çalışılan ve nüfus planlaması, aile planlaması, doğum kontrolü gibi değişik adlarla munis gösterilmeye ve meşru kılınmaya çalışılan "modern çocuk öldürme metodları" Kur'an-ı Kerim'de ifâde edilen yasak sınırının dışına çıkmaz. Âyetlerde Firavunlarca "mü'minleri zayıf kılmak" için işlendiği bildirilen bu cinâyetlerin "fakirlik korkusu" kılıfına büründürülmüş şekliyle mü' minler tarafından benimsenebileceğine işaret edilmekte ve bu tuzağa düşülmemesi için "fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin" emri tekrar edilmiş olmaktadır Hızır'ın Öldürdügü Oğlan Mevzumuz icabı temas etmemiz gereken bir âyet, Hz. Hızır'ın öldürdüğü bir oğlanla ilgili. Daha önce de temas ettiğimiz üzere, Hz. Hızır' la Hz. Musa aleyhisselam beraberce seyahat ederlerken bir oğlana rastlarlar ve Hz. Hızır hiçbir zâhirî sebep yokken oğlanı öldürür. "...Yine gittiler; sonunda bir erkek çocuğa rastladılar. O hemen onu öldürdü. Mûsâ Bir cana karşılık kısas olmaksızın mâsum bir cana mı kıydın? Doğrusu pek kötü bir şey yaptın!’ dedi. O Ben sana, yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi?’ dedi." 18/Kehf, 74-75 Zâhiren bizce de "kötü bir şey" olan bu öldürme vak'asının sebebini Hızır aleyhisselam, arkadaşlığının sonunda Hz. Mûsâ'ya şöyle açıklar "Oğlana gelince, onun anababası inanmış kimselerdi. Çocuğun onları azdırmasından ve inkara sürüklemesinden korkmuştuk. Rablerinin o çocuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini vermesini istedik." 18/Kehf, 80-81. Âyette geçen gulam kelimesi, Arapça'da, büluğa ermemiş çocuk yani sabiy manasında kullanıldığı gibi, büluğa ermiş delikanlı manasına da kullanılır. Türkçemizde "oğlan" kelimesi de aşağı yukarı bu manadadır. "Oğlan çocuğu" demedikçe, büluğa ermiş kimse de oğlan kelimesi ile kastedilir. Âyette geçen gulam'ı her iki manada da anlayan alimler mevcuttur. Ancak "cumhur" denen çoğunluk, âyetteki gulam'la "büluğa ermemiş çocuk"un kastedildiği görüşüne zahib olmuştur. Buradaki gulam, büluğa ermiş bir kimse olduğu takdirde küfrü ve isyanı sebebiyle öldürülmüş olması problem çıkarmaz. Ancak, ekseriyetin anladığı üzerine, gulamdan murad, büluğa ermemiş biri ise, istikbalde işleyeceği cinâyet sebebiyle öldürülmüş olması şer'î ahkâm bakımından son derece mahzurludur. Çünkü çocuk, âmmden öldürme cinâyetinde bulunsa bile, kendisine kısas yoluyla ölüm cezası vermek mümkün olmadığı gibi, ilerde işleyeceği, muhtemel ve muhayyel bir suç sebebiyle onu öldürmek hiç mümkün değildir. Bu vak'anın izahı özetle şöyle yapılır Şeriatın hakikatı Allah'ın emridir. Hızır da, Hz. Musa'nın sorusu üzerine, bunu kendiliğinden değil, Allah'ın emriyle yaptığını söylemiştir. Nitekim, bu izah karşısında, ilm-i zahire tabi insanların temsilcisi durumunda olan Hz. Musa ikna olduğu için sükut etmiş, itiraz etmemiştir. Hz. Hızır aleyhisselam ise, "ilm-i ledün", "ilm-i batın", "ilmü'lgayb" gibi değişik isimlerle ifâde edilen geçmiş ve geleceğe şamil bir ilme sahiptir. Bu ilim, Hz. Musa gibi ilm-i zahir ehlince meçhuldür. Bu ilim, kesble elde edilemez, mevhibe-i İlâhîdir. Hızır aleyhisselam bu ilme sahiptir. Kıssada kaydedilen diğer vak'alar da Hz. Hızır'ın hususiyetini göstermiştir. Öyle ise, ilm-i zahire sahip şeriat tebliğcisi Hz. Musa nazarında çirkin addedilen bir amel, ilm-i batına sahip Hızır nazarında çirkin değildir. Üstelik, öldürme vak'asını anlatan Hızır "ben" zamirini kullanmıyor, "biz" diyor. Yani şahsî bir tasarrufu değildir. Yapılan izahın Hz. Musa'yı ikna etmiş olması da bu iki şeriatın aslında birbirine muhalif olmadığını ifâde eder 13 Çocuk düşürmek ve kürtaj çocuk aldırma Evliliğin gâyelerinden birisi ve belki en başta geleni, neslin devamı, müslümanların çoğalmasıdır. Bu yüzden gebeliği önlemenin tamamen serbest/mubah olmadığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte, meşrû bir sebebe bağlı olarak, çocuk istemeyen çiftin, karşılıklı rızâ ile doğum olmasın diye tedbir alması câizdir. Alınan tedbirlerin en eskisi ve Hz. Peygamber zamanında tatbik edileni azildir. Azil, birleşmenin sonuna doğru erkeğin çekilmesi ve erlik suyunu dışarı akıtmasıdır. Sahâbeden Câbir'in ifâdesiyle Kur'ân-ı Kerim nâzil olurken sahâbe azli tatbik ederlerdi; bunu yasaklayan bir âyet nâzil olmadı Buhârî, Nikâh 96; Müslim, Talâk 26, 27. Rasûlullah'a azlin hükmü sorulduğu zaman bunu men etmedi; ancak, Allah'ın dilediği zaman çocuğu yaratacağını, buna engel olunacağının düşünülmemesini ifâde buyurdu Buhârî, Büyû' 109; İbn Mâce, Nikâh 30. Çocuğu aldırmak veya ilkel usullerle düşürmek azle benzemez. Azilde henüz vücuda gelmemiş bir varlığın oluşmasını engelleme söz konusudur. Burada ise, hem bir insan çekirdeğinin imhâsı, hem de ana hayatının tehlikeye düşürülmesi bahis konusudur. Düşürme ile aldırma kürtaj arasındaki fark, ananın sağlığı yönünden önemlidir. Her ikisi de câiz olmamakla beraber düşürmede ananın hayatı tehlikeye girdiği için sakıncası daha da büyük olmaktadır. Uzman ve müslüman bir doktorun, anayı kurtarmak için ceninin alınmasına karar vermesi halinde zarûret prensibi işler ve bu takdirde çocuğu almak câiz olur. Doğum Kontrolü Doğumun kontrol altına alınması, nüfusun çoğalmasının sınırlandırılması, istenmeyen gebeliğin önlenmesi amacıyla uygulanan ve siyasî, iktisadî, demografik, tıbbî, ahlâkî, sosyal ve dinî yönleri bulunan bir kavram. Âile plânlaması, nüfus plânlaması gibi yaygın adlandırmalarla yapılan doğum kontrolü, eski çağlardan beri uygulanmasına rağmen, esas olarak ondokuzuncu yüzyılda Batı Avrupa'da doktrin olarak ortaya atılmış ve hızla bütün dünyaya yayılmıştır. En eski eserlerde bile bu konuya dair bilgiler bulunmaktadır. Tarih boyunca hangi millet veya dinden olursa olsun insanlar, "gebeliği önleme metodları" üzerinde durmuşlardır. Ancak yirminci yüzyılda dînî ve ahlâkî bakış açılarının değişmesi, ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde, doğum kontrol yöntemleri ve araçları bütün kitlelere yaygın bir hareket haline gelmiş; serî ve çok sayıdaki doğum kontrol aracı üretimi ve bunların serbestçe satılması ve alınması, koruyucu hekimliğin gelişmesi, doğum kontrol ilâçlarının çoğalmasıyla, bu hareket geniş çapta uygulanır olmuştur. İngiliz iktisat profesörü ve Anglikan rahibi Thomas Robert Malthus 1766-1834 1803'te yayımladığı, "Nüfusun Toplumun Gelecekteki Gelişmesi Üstündeki Etkileri Konusunda Deneme" adlı eserinde; kıt kaynaklarla, sınırsız ve artan nüfusun ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağını düşünerek, insan nüfusunun artmasıyla kaynakların tükenebileceğini, bunu önlemek için çoğalmayı geçim kaynaklarına göre ayarlamak gerektiğini ve doğumu teşvik edici bütün tedbirlerden kaçınmak ve "fakirler yasası''nı ortadan kaldırmak gerektiğini ileri sürdü ve cinsel perhizle doğum kontrolünü başlattı. O'na göre bu yasa, "bir başak veren toprağı iki başak verir duruma getirmeden" halkı çoğalmamaya teşvik ediyordu. Nüfus artışının işsizlik, düşük ücret, yani yoksulluk demek olduğunu fakirler öğrenmeliydi. Malthus'un bu fikirleri, kitabı yayınlandığı yıllarda rağbet görmesine rağmen, teoride kalmıştır. Ancak daha sonraları Yeni Malthusçuluk veya Malthusçuluk adı verilen doktrin ile bu teori, sadece cinsel istekleri önlemeyi öğütleyen bir teori olmaktan çıkarak, gebeliği önleyici tedbirler üzerinde durdu ve giderek uygulanır oldu. "Doğumun isteyerek kontrol altına alınması" diye tanımlanan Malthusçu doktrin, uzun süre ahlâka aykırı ve hatta şeytanca bir öğreti gözüyle bakılmasına ve tabiata aykırı olduğu öne sürülerek tanrı tanımazlarca da kötülenmesine, hayli gürültü koparan Annie Besant davasına 1877 rağmen, sonunda İngiltere'de kesin olarak kabul edilmiştir. Bu akım, özellikle dinlerin büyük tepkisine yol açtı. En sert şekilde Katolikler ve Komünistlerce eleştirildi. Papalar ve rahipler, doğum kontrolünü Allah'ın işine karışmak şeklinde değerlendirdiler. Komünistler de, zenginlerin, servetlerini paylaşmamak için nüfusun çoğalmasını istemediklerinden bu hareketi başlattıklarını söylediler. 1798'de Amsterdam'da ilk klinik açıldı. Sonra bu hareket Birleşik Amerika'da genişleyerek yayıldı. İlk doğum klinikleri burada açıldı. 1916 Gebeliği önleyici her türlü tedbir ahlâki sayıldı. Bu hareket de giderek dînle ilgisiz bir alan oluşturdu. Çeşitli doğum kontrol yöntemleri gelişip yaygınlaşmadan önce dinlerde "azl" metoduyla gebeliği önleme bilinmekteydi. Yahûdiler ve hristiyanlar ve sonra da müslümanlar, istenmeyen gebeliklerin önlenmesinde azl metodunu uyguluyorlardı. Doğu dinlerinde de azl metodu uygulanıyordu. Encyclopedia Britannica, "Birth control", III, 705; Moye W. Freymann, Encyclopedia Americana, "Birth control", mad., IV/4-7; Eski Ahit, Tekvin, 22/15-17; Ebu'l-Ala Mevdudi, İslâm Nazarında Doğum Kontrolü, İstanbul 1967; M. Esad Kılıçer, "İslâm'da Âile Planlaması", Dergisi XXIV, Ankara 1981, 494 vd.; Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, İstanbul 1983, 176-178. Türkiye'de 1967'de çıkarılan Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'a göre "nüfus planlaması, fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları" şeklinde tarif edilmiştir. Bu husûsun gebeliği önleyici tedbirlerle sağlanacağını belirten kanun maddesi, tıbbî zaruretler dışında gebeliğin sona erdirilemeyeceğini hükme bağlamıştır. Nüfus planlaması, fertlerin arzularına, karı-koca arasındaki anlayışa bırakılmıştır. Yine de devlet, sağlık ve nüfus siyasetiyle, koruyucu hekimliğin yaygınlaştırılması ve kürtajın serbest bırakılmasıyla, doğum kontrolü konusunda çok ileri kararlar almış, hatta kürtaj meselesi ABD ve Batı ülkelerinde dahi hâlâ yoğun olarak tartışma konusu olmasına rağmen bizde hemen uygulamaya konularak bu konularda zaten yeterince cahil ve bilgisiz olan halkın yanlış yönlere sürüklenmesine sebep olunmuştur. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu UNİCEF, Dünya Sağlık Teşkilatı WHO ve diğer çeşitli bakanlık ve üniversite araştırma ve raporlarında özellikle geri kalmış ülkelerde fakir anne adayı kadınların ve bebek ölümleri oranının çok yüksek olduğu tespit edilmiştir. Yine, kürtaj dolayısıyla ölen, sakat kalan kadınlar da önemli bir yekün teşkil etmektedir. Tıbbi kontrol, beslenme yetersizliği, işsizlik gibi sebepler âile plânlaması ihtiyacını karşılamadığı halde, annelerin, cahilce yollarla, zararlı ve ilkel usullerle doğum kontrolü uyguladıkları, her yıl yarım milyon kadının öldüğü ve bir milyon civarında çocuğun annesiz kaldığı belirtilmiştir. Geri ülkelerin fakir sınıflarında cinsellik, gebelik, gebelik süresince nasıl hareket edileceğine dair çok eksik ve yanlış bilgilenme vardır. Gebe kadınlar yeterince beslenmemekte ve ağır işlerde çalıştırılmaktadır. Ardı ardına doğum yapılarak toparlanmasına fırsat verilmemekte veya çok küçük yaşlarda gebe kalınmakta; yine, çocuk aldırmanın mubahlaştırılması sonucu fuhuşta artışlar olmaktadır. Öte yandan, her yıl yüzlerce sahipsiz çocuğun sokağa terkedildiği görülmektedir. İslâm dini, kürtajı kesinlikle cinâyet olarak kabul etmiştir. Aynı şekilde, insana zarar verici her çeşit tıbbî müdahaleyi, kısırlaştırmayı doğum kontrolünün dışarıdan zorla yaptırılmasını da yasaklamıştır. Doğum kontrolü uygulanmasının çeşitli sebepleri vardır 1. Güvenlik endişesi, gelecek korkusu, açlık ve yoksulluk sorunu. 2. Devletin, nüfusun artması veya azalması üzerine, doğumları teşviki veya sınırlandırılmasını sağlaması. 3. İstenmeyen gebelikler. 4. Doğumu mümkün en iyi şartlara ertelemek arzusu. 5. Çok çocuğun rahat yaşamayı engelleyeceği, ancak ekonomik yönden rahatladıktan sonra çok çocuk yapmayı istemek. 6. Hastalıklar Hastalıkların çocuğa da geçeceği düşüncesi. AIDS, Verem vs. 7. Câriyenin çocuğu olursa, azad edileceği yani satılamaması düşüncesi. Bu sebep, İslâm hukukunun uygulandığı zamanlarda geçerlidir. 8. Fazla çocuğun, ibâdete ve ilme engel olacağı fikri. 9. Yeni bir gebeliğin kadın için tehlikeli olması veya memedeki çocuğuna zarar verme durumu. İslâmî anlayışa göre, zaruretler ve hastalıklar dışındaki diğer sebepler anlamsız bulunmaktadır. Çeşitli doğum kontrol yolları ve araçları bulunmaktadır, ancak bunların birçoğu kesin olarak gebeliği önlememektedir 1. Azl, yani erkeğin, cinsî ilişkiyi yarıda kesmesi. 2. Ritm takvim usûlü. Bu usulde, kadının doğurgan olmadığı tehlikesiz dönemlerinde cima yapılması gerekmektedir. 3. Ağızdan alınan ilaçlar. Bunların çeşitli yan etkileri vardır. 4. Prezervatif kondom, kaput. Spermatozoidlerin dölyatağı boşluğuna inmesini önlemek içindir. Aynı zamanda son yıllarda resmen propagandası yapılmış ve çağın en korkunç hastalığı olan AIDS'e karşı en iyi korunma aracı olarak sunulmuştur. Ayrıca kadın kondomları da vardır. 5. Rahim içine konulan aygıtlar. Diyafram, kremler, süpozituarlar, tamponlar, spiraller. 6. Kürtaj. 7. Kısırlaştırma. 8. Lavaj. 9. Laparoskopi. Başta azl olmak üzere, bütün bu doğum kontrol araçlarının çeşitli yan tesirleri ve tehlikeleri mevcut bulunmaktadır. Hepsi de fıtrata ters olup, doğal birleşmeyi engellemektedir. Bunlar, orgazmı doyumu önlemekte, psikolojik sinirsel rahatsızlıklara yol açmakta, imtizaçsızlığa sebep olmakta ve bunalım çıkarmaktadır. Bunlar, kadının isteği dışında yapıldığında onun çocuk. sahibi olmasını engellemekte ve tatminsizliğe neden olmakta; nasıl olsa çocuk olmayacak fikri yaygınlaşarak kadını fuhşa teşvik etmektedir. İslâm dininde "azl" vasıtası ile doğum kontrolü meselesinde dört büyük imam, cevaz yanlısıdırlar. Yine de fukaha arasında azl meselesi ihtilâflıdır. Çeşitli mezheplerde azl için mekruh, câiz, mubah, helâla yakın mekruh, haram gibi hükümler verilmiştir. Kürtaj ve çocuk düşürmek cinâyet olarak görülmüş; ancak gebeliğin ilk yüzyirmi günü içerisinde, cenin henüz canlı bir varlık haline gelmeden çocuğun düşürülebileceğini de câiz görmüşlerdir. İbn Âbidin, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1983, VI 32 vd.; Yusuf Kerimoğlu, Emânet ve Ehliyet, İstanbul 1985, 116; Melâhat Aktaş, İslâm Toplumunda ve Çağımızda Kadın, İstanbul 1982, 67 Azl kesik cima, meninin kadından uzaklaştırılması, hakkında Kur'ân-ı Kerim'de bir beyan yoktur. Hz. Peygamber bize gelen rivâyetlerde de azl konusunda O'nun açık bir yasaklaması bulunmamaktadır. Bu sebeple azli, cumhur, mubah olarak görmüştür. Azli mubah görenler onu, zarûrî hallerde câiz bulmuşlardır. Azle karşı olan alimler ise, ashâbın çoğunluğunun ve bizzat Peygamber'in azle karşı olduğunu, Peygamber'in azl konusunda soru soranlara "isterseniz yapmayın" demesinin yasaklamaya daha yakın olduğunu söylemişlerdir. Kıyas yoluyla bazı ulemâ da doğum kontrolü için şunları söylemiştir Gazâlî, "Azl, nikâhı terketmek gibidir" der. Gazâlî, İhyâu Ulûmid-Din, II, 41 vd. Caferiye mezhebi, çocuğun millet ve ana-babanın ortak bir malı olduğunu belirtmiş zarûret sebebiyle doğum kontrolünde azl yolunu câiz görmüştür. Dürzîler, âilelerin özellikle fakirlerin az sayıda çocuk sahibi olmalarının iyilik ve takvâya daha yakın olduğunu söylemişlerdir. İbn Kudâme, azlin mekruh olduğunu, onun darü'l-harb'te câiz olacağını belirtir. İmam Nevevî de, azli ved'e benzeterek, mekruh olduğunu söyler. İbn Hazm da aynı görüştedir. Mevdûdi doğum kontrolünün İslâm'la bağdaşmadığını savunur. O, doğum kontrolünün ümmet çapında bir hareket olmadığını; birkaç sahabînin bu yola başvurduğunu; büyük çapta bir hareket olsaydı Hz. Peygamber bunu yasaklamış olacağını belirterek, ancak zarûrî hallerde, kadının gebe kalmasının onun ölümüne yol açması ihtimali veya memedeki çocuğun ardından hemen ikinci bir doğumun memedeki çocuğa zarar vermesi durumu gibi zarûreterde tedbir alınabileceğini söylemektedir. Mevdûdî, İslâm Nazarında Doğum Kontrolü, İstanbul 1967 O, fakirlikten dolayı âilelerin çocuktan kaçınmalarını suç olarak telâkkî eder. Delîl olarak; "Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz. Sizi de onları da biz besliyoruz. Onları öldürmeniz büyük günahtır.” 17/İsrâ, 31 âyetini getirir ve En'âm sûresinin 140. âyetine dayanarak helâli haramlaştırmamak gerektiğini söyler Mevdûdî, doğum kontrolün,ün İslâm'ın temel ilkelerine ve özüne aykırı olduğunu, bunun nüfus azalması ve fuhşa teşvik yolu olduğunu da belirtmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin resmi politikasına uydurmak maksadıyla 1960'da başkan Ömer Nasuhi Bilmen'in uygun bulmasıyla "ilkaha mâni tedbir almakta kadının rızası şart olup, zaman gereği çocuğun kötü yetişeceği, harp veya seferde bulunulması ve benzer sebeplerle bu şartın da sâkıt olacağı ve dolayısıyla azlin, bir kısım ashab ve ulemânın kerih görmelerine rağmen, yine bir kısım ashab ve cumhûr-ı ulemâca câiz görüldüğünü" savunmuştur. Çeşitli fetvâlarda, ulemâ, zarûret yoksa herhangi bir şekilde gebeliği önlemenin câiz olmadığını, ancak tehlikeli hallerde azlin de, ilaç almanın da câiz olduğunu söylemiştir. Ancak hiçbir zaman "devamlı doğum kontrolü"nden yana olunmamıştır. Hz. Peygamber'in "Azl yapılsa da, yapılmasa da; Allah'ın dilediği her canlının kıyâmete kadar dünyaya geleceğini" söylemesini Buhârî, Nikâh 42; Müslîm, Nikâh 1438; Nesâî, Nikâh 107/6; Ebû Dâvud, Azil, 2170-2173; Tirmizî, Bâbu Kerâhiyeti'l-Azli, 1138 kaynak olarak alan ve doğum kontrolüne istisnai hallerde cevaz veren İslâm ulemâsı, genel olarak şu delillerle doğum kontrolüne karşı çıkmaktadırlar Fakirlik korkusu için Allah, kadınları sadece hoşça vakit geçirmek için yaratmamıştır. Kadınla erkek arasındaki ilişki, tarla ile çiftçi arasındaki ilişki kadar ciddîdir. Çiftçi tarlasına sadece hoşlandığı için değil, onu ekmek ve ürün almak için gider. Aynı şekilde bir erkeğin de karısına çocuk üretmek amacıyla yaklaşması gereklidir. Bu, sünnettir ve çocuk, âilenin esas amacıdır. Allah, "Kadınlar sizin tarlanızdır, o halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın." 2/Bakara, 223 buyurur. Ebû'l-Âlâ Mevdûdi, Tefhimû'l-Kur'ân, İstanbul 1986, I, 151. Rızık korkusu, basit bir iddiadır. Allah, milyonlarca canlının rızkını vermektedir; O, Hâlik ve Rezzâk'tır. İnsan, Allah'ın denge ve düzenine, açlık korkusuyla müdahale etmemeli, fıtrî yapıyı, tabiî cinsî yakınlaşma yolunu ve çocuk edinme nimetini kendine kapamamalıdır. Özellikle, kısırlaştırma kesinlikle düşünülmemelidir. Allah'ın yarattığını değiştirenler müslüman olamaz 4/Nisâ, 119. Ancak Allah dilediğini kısır kılar 42/Şûrâ, 49-50. Fazla çocuk istenmemesi gerekçesini de İmam Şâfiî şöyle tenkid etmiştir Allah Teâlâ'nın Nisâ sûresinde "Aralarında adâlet yapamamaktan korkarsanız. bir kadınla yetininiz" şeklindeki beyanı, fazla çocuk olup, âile efradınız ve sıkıntınız artmasın anlamındadır. İslâm Peygamberi ümmetinin çokluğuyla övüneceğini, doğurgan kadınlarla evlenmelerini ve sünnetinden yüz çevirenlerin müslüman olmadıklarını, ümmetine öğütlemiştir İbn Mâce, I, 592. Doğum, bebeğin dünyaya gelişi, olağanüstü bir olaydır. Âyetlerde buyrulduğu üzere herşey bir ölçüye göredir, ve insan dokuz ay ana karnında ve memede bu evreyi geçirir 31/Lokman, 14. Hz. Peygamber sevdiklerine "mal ve evlât bolluğu" için duâ ederdi Amellerde esas Allah rızasıdır. Birşey ya helâldir, ya haramdır. Evliliğin iki ana hikmeti vardır fıtraten kadın ve erkek olarak yaratılmış iki karşı cinsin birbirini tatmini ve bu yolla neslin devamı. Zaten insanlar her ne yapsalar, "....O'nun bilgisi olmadıkça ne meyveler kabuklarından çıkar, ne bir dişi gebe kalır ve ne de doğurur." 41/Fussilet, 47 şeklindeki İlâhî hükümden uzak değildirler. İnsanlar kendi kendilerine azab ve zulüm ederler. Meni rahme boşaltılsa bile bazen çocuk olmaz; meniyi rahimden kaçırmak isteyenin ise çocuğu olabilir. Bu, eninde sonunda Allah'ın kudretinde olan bir olgudur. Doğal cinsî yakınlaşmayı bozmayan müslüman, çocuk talep etme niyeti ve eylemi ile ayrıca sevap da kazanmakta; oysa doğum kontrolü yapan, en azından bir sevaptan mahrum olmaktadır. Doğum kontrolü yapanlar, fıtrî yapıyı bozmakta, değiştirmekte, iptal etmektedir ki; eğer zarureti yoksa bu, açıkça sünnete karşı gelmek anlamını da taşımaktadır. Kaldı ki, Rasûlullah, "Nikâh benim sünnetimdir; kim benim sünnetimi yerine getirmezse, benden değildir. Evlenin; zira ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim." bu hadisi değişik lâfızlarla Buhârî, Müslim, Ahmed b. Hanbel, Taberani, Hakim ve Beyhaki, İbn Mace kitaplarında yazmışlardır. Evlenme, bir ibâdet, bir sünnet olduğuna göre; Şeriata bir bütün olarak bakıldığında, evlenmiş olanların, doğum kontrolü yapmaları bekârlığın bir başka türü, veya sünnete karşı çıkış olarak değerlendirilmektedir. İster ana rahmine çocuk düşmesini engellemek, isterse rahimde teşekkül etmiş cenînin yaşamasına mani olmak olsun, her ikisinde de ana amaç, istenmeyen bir gebelik veya istenmeyen bir çocuk ise, bunun çelişik, bir müslümandan zaten beklenmeyecek bir hareket olduğu açıktır. Hz. Peygamber, emzikli bir kadının yeniden gebe kalmaması için onunla ilişkiyi ertelemek veya ilişkide kontrol uygulamak konusunda da ümmetini serbest bırakmıştır. Gîle, Gayl, Gıyal şeklinde geçen meselede, bugün tıp, memedeki çocuğun sütünün sonraki çocuk için zararlı olduğunu söylemiştir. Ancak bu konuda, "Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. Bu hüküm, emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir." 2/Bakara, 233 şeklindeki Kur'ân âyetini, iki çocuk arasında iki yıl müddet bırakılmalıdır şeklinde yorumlayanlar da olmuştur. Bu çevreler üst üste yapılan doğumlarda gebe annenin çok yıprandığını, kendisini toparlayamadığını; memedeki çocuğa gereken önem verilemeden diğer bir çocuğun ardından gelmesiyle, ek yardım yollarından yararlanmayan çağdaş karıkocadan ibâret olan çekirdek âilenin, ekonomik açıdan da çok zor durumlarda kaldığını; gelir düzeyi düşük bu âilelerde, kadının, "çocuk üretim fabrikası" gibi ardı ardına çocuk doğurmasının başka bir azab olduğunu ileri sürerler. Demek ki, her çocuk arasında en az iki yıl bırakılmalıdır. Bu mesele her ne kadar erkek ile kadın arasında bir mesele gibi görünüyorsa da; doğum kontrolü, yani çocuk yapmayı önleyici düşünce ve uygulamalar, sosyal adâlet, İslâm ülkesi, çocukların bakım ve eğitimi, çevre şartları gibi etkenlerle de yakından ilgilidir. Sonuç olarak, "Allah'ın kaderi olmaksızın cinsî münasebetin çocuğa götürmemesi veya çocuk olması mümkün olmadığına göre, korunma niye?" diye düşünülsün; isterse doğum kontrolü yapan hakkında, "tarlayı sürmekten yüz çevirdi, tohumunu zâyi etti, yaratılışı âtıl bıraktı, sünneti terketti, zürriyetini kuruttu" tarzında hüküm verilsin; veya doğum kontrolü kavramı, çağdaş bir zorunluluk ve dayatma şeklinde algılansın, bu kabul edilmesi mümkün olmayan bir düşüncedir. Ama, İslâm'da doğum kontrolü konusu için ictihad gereklidir. İsteyen müctehid azl veya başka yöntemlerle doğum kontrolü hakkında câizdir veya değildir gibi ictihad edebilir. Bu da aslında İslâm devleti âlimlerinin vereceği karara ve ictihada dayalı bir husustur. Çünkü gebeliğin veya doğum kontrolünün sebep ve sonuçlarına katlanacak olan, âile fertleridir. 14 Düşük Yapma Kürtaj, ana rahmindeki "cenin"in herhangi bir dış etkiyle düşmesine “düşük yapma” denir. Bu, kasıtlı olarak ilaç kullanma vb. ile olabileceği gibi, korku, yüksek bir yerden düşme, döğülme, hastalık... ile de olur. Tıpta kullanılan "kürtaj" terimi ana rahminin içini kazıyarak oniki haftaya kadar olan gebeliklerin sona erdirilmesi anlamına gelmektedir. Kürtaj, istenmeyen gebeliği sona erdirmek için kullanılan bir metoddur; İslâm dışı yaşama biçimini benimsemiş toplumların bir ürünüdür. Onlara göre kürtajın iki temel sebebi vardır 1- Gayr-i meşrû gebelikler, 2- Çocuğun beslenmesi, eğitimi gibi ebeveyni sıkıntıya düşüreceği sanılan hususlar. İslâm'ı yaşama biçimi olarak benimsemiş bir toplumda zinâ ve zinâya götüren bütün ilişkiler haramdır. Gençlerin zamanı gelince evlendirilmesi, onlara maddî imkân sağlanması toplumun görevi olduğu için, zinâ ve fuhuş olmaz. Gayrı meşrû ilişki sonucu meydana gelen gebelikte çocuğun organları teşekkül ettikten sonra aldırılması haram olur. Çünkü çocuk günahsızdır. İslâm'a göre bu durumda çocuk aldırmak çözüm değildir. Çözüm, zinâ edenlerin cezâsını çekerek tövbe etmeleridir. Geleceğe ait düşünceler, vehim ve asılsız endişeden başka bir şey değildir. Hiç kimse gelecekte ne olacağını bilemez. "Şu kadar yıl sonra ülke kaynaklarının nüfusu beslemeye yetmeyeceği" şeklindeki faraziyelerin ilmî bir değeri yoktur. Bu tarz bir düşünüş İslâm inancına da aykırıdır. Çünkü Allah çalışan herkesin rızkını çalışmasına göre verir. Kendisine inanan, tevekkül eden, müttakî kulları için de ayrıca kolaylıklar ve geniş rızıklar ihsan eder "İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da yakında görülecektir. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir. " 53/Necm, 39-41 "Kim Allah'tan korkarsın, Allah ona bir çıkış yolu yaratır ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a güvenirse O ona yeter. Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü bir sınır koymuştur." 65/Talâk, 2-3 Bir ülkenin hammadde kaynaklarının gelecekte o ülke nüfusuna yetmeyeceği hesabı, materyalist-sömürgeci devletlerin kendi menfaatlerine göre yaptıkları bir hesaptır. Adil gelir dağılımının yapıldığı, insanların emeklerinin karşılığını aldığı ve birbirlerini sömürmediği bir toplumda "ülke kaynaklarının nüfusu beslemeye yetmeyeceği" endişesine yer yoktur. "Âile plânlaması", adıyla emperyalist ülkeler tarafından azgelişmiş ülkelere empoze ve tatbik edilen "nüfus artışının önlenmesi" programı, kürtaja yol açan nedenlerden biridir Basın-yayın yoluyla yapılan "âile plânlaması" hakkındaki telkinler propaganda, İslâmî şuurdan yoksun olan genç hanımlar üzerinde etkili olabilmektedir. Bu telkinin etkisinde kalan bir kadın, istemediği halde hamile kaldığı çocuğunu ya kürtaj yoluyla aldırmakta veya ilaç kullanarak düşürmektedir. Nüfus artışını önlemek için gerekli ilaç ve malzemenin başta ABD olmak üzere hristiyan Batı ülkeleri tarafından Türkiye'ye parasız yardım! olarak verildiği, artık herkes tarafından bilinmektedir. Âile plânlaması ile ilgili TV dizileri ve propaganda malzemesi de yabancı kaynaklar tarafından finanse edilmektedir. Pathfinder Fund adlı kuruluşun "Türkiye Âile Sağlığı ve Plânlama Vakfı"na sağladığı destekle Türkiye'nin çeşitli bölgelerine nüfus plânlaması maksadıyla klinikler, sağlık ocakları ve sağlık evleri açtığı, basında çıkan haberler arasındadır. İlaç kullanarak, rahimde hilkati tamamlanmış yaklaşık dört aylık bir çocuğu düşürmenin veya kürtaj yoluyla böyle bir çocuğu aldırmanın dinimizde hiçbir meşrû mazereti yoktur, haramdır. Bu bir cinâyet sayılır. Ananın veya süt emen diğer çocuğun ölümüne sebep olan bir özür varsa, organları teşekkül etmeden çocuğu aldırmak câizdir "Emzikli bir kadında, gebelik belirip sütü kesilir ve emen çocuğun da hayatı tehlikeye düşer; o çocuğun da babası olmazsa, o kadın gebelik yüzyirmi gün olmadan önce, ilaç kullanarak karnındakini düşürebilir. Ancak dört ay geçtikten sonra bunu yapamaz" Fetevâ-i Hindiyye Tercümesi, XII, 126 İslâm'da geçim korkusundan dolayı çocukların öldürülmesi kesin olarak yasaklanmış, rızık vermenin Allah'a ait olduğu bildirilmiştir "Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de biz besliyoruz. Onları öldürmek büyük günahtır." 17/İsrâ, 31 "De ki Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizi de onları da biz besliyoruz. Kötülüklerin açığına da kapalısına da yaklaşmayın ve haksız yere Allah'ın yasakladığı cana kıymayın! Düşünesiniz diye Allah size bunları tavsiye etti." 6/En'âm, 151 Câhiliye döneminde Araplar kız çocuklarını öldürüyorlardı. Kur'ân-ı Kerim buna işaret ederek, suçsuz olarak öldürülen bu çocukların hesabının sorulacağını bu cinâyetin cezâsız kalmayacağını. bildirmiştir "Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza Hangi günahı yüzünden öldürüldü? diye" 81/Tekvîr, 8-9. Mümtehine sûresi 12. âyette Cenâb-ı Hak, peygamberimiz’e "Mü'min kadınlardan çocuklarını öldürmemeleri husûsunda..." ve âyette geçen diğer konularda söz biat almasını emretmiştir. Doğan her çocuk rızkını da beraber getirmektedir. Çünkü yeryüzündeki her canlının rızkını Allah Teâlâ vermektedir "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın. Allah onun durduğu ve emânet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitap Levh-i Mahfuzdadır." 11/Hûd, 6. Abdullah b. Mes'ûd şöyle anlatıyor "Allah Rasûlü'ne sordum Hangi günah daha büyüktür?" Şöyle cevap verdi "Seni yarattığı halde Allah'a denk, ortak ve benzer koşman." Sonra hangisi? dedim. "Seninle beraber oturup hazırlanan yemekleri yer korkusuyla çocuğunu öldürmen." dedi. Sonra hangisi? dedim "Komşunun karısıyla zinâ etmen" buyurdu. Buhârî; Müslîm, Celâl Yıldırım, Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı, IV/83 Dînimiz insana değer verdiği için ana rahmindeki cenine ait hükümler koymuştur. Onun özürsüz olarak, can verildikten sonra düşürülmesini cinâyet saymıştır. Bunun için bir kadının çocuğunu düşürmesine sebep olan kimse diyetle cezâlandırılmıştır. Hz. Ömer zamanında, bir kadın ifâdesi alınmak üzere hilâfet makamına çağrılıyor. Hamile olan kadın, korkusundan yolda çocuğunu düşürüyor. Hz. Ömer buna çok üzülüyor ve ne yapılması gerektiğini Şûra üyelerine soruyor. Çoğunluk, bunda bir kasıt olmadığını ve bir şey gerekmeyeceğini söylüyor. Hz. Ömer, Hz. Ali ye "Sizin görüşünüz nedir?" diye soruyor. O da "Bu arkadaşlarımız kendi görüşlerini söyledilerse herhalde görüşlerinde hata ettiler. Yok seni korumak için böyle söyledilerse, iyi nasihatçi olmamış sayılırlar. Ana rahminden kopup düşen ve ölen çocuğun diyeti gerekir. Çünkü onun ölümüne sen sebep oldun." Hz. Ömer bu ictihadı tasvip ederek gereken diyeti ödemiştir. "Düşük cenin, ister annesi öldükten sonra düşsün; ister o hayatta iken düşsün, ister diri düşsün, ister ölü düşsün, uzman hekimler onun işlenen fiil sebebiyle düştüğünü tespit ederlerse, o takdirde cinâyet sayılır ve cezâ uygulanır." Cenînin ana rahminden ölü olarak düşmesine sebep olan kimseye beş deve veya bu kıymette para diyet olarak ödettirilir. Alınan diyet cenînin vârislerine -miras hukukuna göre- taksim edilir. Ceninin düşmesine sebep olan kimse -isterse anası olsun- diyete vâris olamaz. Kadın, çocuğunu düşürdükten sonra ölürse, çocuk için ayrı bir diyet, kadın için hata ile öldürülmüşse ayrı bir diyet gerekir. Kasden öldürülmüş ise kısas gerekir. Cenin diri olarak düşer ve yaşarsa caniye tazir cezâsı gerekir. Müslümanların temelde kürtaj gibi bir problemi yoktur Onlar "çocuklarını geçindirememek" endişesi taşımazlar. Çünkü rızkı veren Allah'tır. Çocuğun eğitimine gelince Müslümanlar bu konuda bütün güçlerini harcar, imkânlarını kullanırsa gerekli İslâmî eğitim müesseselerini kurabilirler; hem sayı hem kalite yönünden kuvvetlenerek Hak-bâtıl mücadelesinde müslümanların zaferini sağlayabilirler. Böylece müslümanların güçlenmesini istemedikleri için "âile plânlaması yardımı!"nda bulunan hristiyan âlemi de emellerine ulaşamamış olur. 15 Tefsirlerden İktibaslar Elmalılı Muhammed Hamdi diyor ki “Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hâinlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emânetlerinize hiyânet etmiş olmayasınız.” 8/Enfâl, 27 “Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka birşey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.” 8/Enfâl, 28 “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size bir furkan hakkı batıldan ayırdedecek bir anlayış verir ve günahlarınızı örtbas eder, sizi bağışlar. A llah büyük lütuf sahibidir.” 8/Enfâl, 29 “Ey iman edenler!” şeklindeki bu hitapların böyle iman özelliği ile ardarda tekrar edilmesi, gelecek emir ve tenbihlerin önemini ve onlara son derece özen göstermek gerektiğini açıklamak ve bunlara özen göstermenin imanın gereği olduğunu bilhassa anlatmak gibi bir özel belâğati içerir. Ey mü’minler! Allah'a ve Resule hiyânet etmeyin, iman zimmetinize verilmiş olan ilâhî hükümlere ve Resulün sünnetine saygısızlık ve riâyetsizlik etmeyin. Bunlar size hayat veren hükümlerdir, onlardan dolayı şükretmekten geri kalmayın, nankörlük etmeyin. Onlara sadâkat ve bağlılıktan ayrılmayın. Dinde lâubâli olmayın, dinin emir ve yasaklarına sırf gösteriş olsun diye uymayın, can u gönülden benimseyerek uyun, ganimetten mal kaçırmak veya düşmana gizli sırlar iletmek gibi davranışlarla ahlâkınızı lekelemeyin. Hasılı, dinî görevlerinizi ciddiyet ve samimiyetle yapın. Allah ve Rasûlü'ne hiyânet ederseniz kendi emânetlerinize hiyânet edersiniz. Bir kere Allah ve Resulü'ne hiyânet etmeye başladınız mı artık kendi aranızda da mala, cana, ırza ve namusa hiyânet etmeye başlarsınız. Hakka, hukuka, vatana ve milli görevlere de hâinlik etmeye başlarsınız 28- Ve o halde siz bilirsiniz. Bile bile hiyânet edenlerden olursunuz. Bundan dolayı da birbirinize olan güveniniz yok olur. Kimsenin kimseye güvenmediği bir toplum olursunuz. Siz kendinizden emin olamazsanız diğerleri sizden hiç emin olamazlar. O vakit emniyet ve güven büsbütün ortadan kalkar. Başınıza işte o sözü edilen büyük fitnele r kopar. Bunun için Allah'a, Resulü'ne hiyânet edip de kendi kendinize hiyânet edenlerden olmayın. Gerçi mü’min, mü’min olmak bakımından hiyânet etmez, hâinlik ve yalan mü’minde huy haline gelmez. "İki özellik vardır ki, mü’minde huy haline gelmez, bunlar h ıyanet ve yalandır." hadisi şerifinde bu iki hasletin mü’minde huy ve tabiat haline gelemeyeceği haber veriliyor. Ancak mü’min gaflet edebilir, maişet derdiyle, mal ve evlat endişesiyle bazen böyle bir zaafa düşebilir. Böyle bir durumda biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız sırf bir fitnedir, sizin için fitneden başka bir şey değildir. Sizi meftun eder, günaha ve belaya sokabilir. Onlar böyle durumlarda birer dert ve imtihandır. Allah ise, ancak O'nun yanında büyük ecir olduğu kesindir. Ki O 'nun verdiğini hiç bir kimse veremez, O'nun kazandırdığını hiç bir şey kazandıramaz. Şu halde ne mala, ne evlada, ne de başka bir şeye meftun olup da hiyânet tehlikesine düşmeyin, düşüp de o büyük ecirden mahrum kalmayın. Şöyle ki 29- Ey mü’minler! Siz Allah'a ittika ederseniz, her hususta hiyânetten sakınır, takvâya sarılırsanız o sizin için furkan yapar. Size bir ayırım gücü ihsan eder. Maddî ve manevî alanda öyle bir farklılık ve imtiyaz bahşeyler ki, "Allah, pisi temizden seç e r ayırır." Enfâl 8/37 gereğince açık ve kapalı alanlarda hakkı hak olmayandan, iyiyi kötüden, temizi pisten ayırır, sizi her türlü fenalıklardan uzak tutar ve farklı duruma getirir. "Furkan" Fark ve temyiz veya fârık demek olduğu gibi, sabah anlamına da gelir. Nitekim derler ki, "Şöyle yapıp duruyordum ta sabah oluncaya kadar" demektir. Bu mânâya göre demek olur ki Sizi gecenin karanlığında bir tanyeri gibi parlak ve aydınlık bir toplum yapar, farklı ve imtiyazlı bir duruma getirir, parlatır da parlatır, şan ve şerefinizi bir nur gibi ufuklar yapar, ve seyyiatınızı toptan keffârete uğratır, ayıplarınızı iyice örter, dünyada kimseye göstermez. Ve size mağfiret eder, ahirette de günahlarınızı bağışlayıp mağfur kılar. Ve Allah pek büy ü k ihsan ve kerem sahibidir. Lütfuyla bunları yaptığı gibi daha neler neler yapar Hak Dini Kur’an Dili. Elmalılı Hamdi Yazır Teğâbün sûresinin tefsirinde de şunları söyler “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır. O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun, dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 64/Teğâbün, 14-16 "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan." Toplumda iç huzurun en önemli prensiplerinden biri de aile düzenidir. Böylesine mühim bir mesele olmasından dolayı burada mü’minlere yararlı işlerin beyanı sırasında aile problemleriyle ilgili bazı talimatları içeren bir hitap ile sûreye son verilecektir ki bu husus, hem önceki iki sûrenin sonunda yer al a n hitabelerine bir nazire, hem de bundan sonra gelecek olan iki sûreye bir mukaddimedir. Tirmizi, Hakim, İbnü Cerir ve daha başkaları İbnü Abbas'tan şöyle rivâyet etmişlerdir ki "Bu âyeti bazı Mekkeliler hakkında nazil olmuştur ki, onlar müslüman olmuşlar ve Medine'ye Peygamber yanına gitmek istemişlerdi. Hanımları ve çocukları da onları bırakmaya razı olmadılar. Sonra kalkıp Rasûlullah'a geldiklerinde insanların dinî bilgileri kavramış olduklarını görünce zevcelerine ve çocuklarına cezâ vermeyi düşündüler. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi." Diğer bir rivâyette de şöyle denilmiştir. "Bir adam hicret etmek istemişti, ancak karısı ve çocuğu ona mâni olmuştu, o da "Eğer Allah Teâlâ sizinle beni Daru'l-hicre Medine'de bir araya getirirse vallahi şöyle şöyle yapacağım." diye yemin etmişti. Böylece bu âyet nâzil oldu." Ata b. ebi Rabah'tan rivâyet edildiğine göre "Avf. b Mâlik el-Eşcei Peygamber'le beraber gazaya gitmek istemişti. Çoluk çocuğu toplanıp engel olmaya uğraştılar ve biz senin ayrılığına dayanamayız diye sızlandılar. O da merhamet gösterip gazaya katılmamış, sonra da pişmanlık duymuştu. Bunun üzerine söz konusu âyet indi." Bu da gösteriyor ki âyetin nüzul sebebiyle ilgili birden çok rivâyet vardır. Ancak bu rivâyetleri birleştirmek mümkündür. Âyetin söz gelimi ve mânâsı bu ve benzeri rivâyetlere uygun olduğu gibi daha da kapsamlıdır. Ezvâc, zevc kelimesinin çoğuludur. Erkeğe de dişiye de denir. Burada hitab, âyetin dış anlamı itibarıyla erkeğe olduğuna göre murad da, onların eşleri olan hanımlar demektir. Ancak "Ey iman edenler!" gibi erkeklere yapılan hitab'ın tağlib yoluyla kadınları da kapsaması kaidesine bakarak, ezvacın da erkek ve kadın eşleri içine aldığı söylenebilir. Önceki ifâdeden bu mânâ, işaret en veya delâleten anlaşılır. Buyuruluyor ki Ezvacınızdan, yani eşlerinizden ve çocuklarınızdan size bir düşman vardır. Kadın ve çocuklardan oluşan ailelerinizin tamamı değilse de içlerinden bazıları; yani bazı kadın, bazı çocuk veya bazı kadınla çocuklardan teşekkül eden bir takımı, size bilerek veya bilmeyerek bir nevi düşmandır. Dünyada kocalarına düşmanlık eden, canına bile kıymaya kadar giden, yemeğine zehirler katan, aklını karıştıran, malına ırzına, namusuna hiyânet eden, dinini diyanetini yıkan ve cehenneme sürükleyen nice kadınlar ve çocuklar bulunagelmiştir. Bunu bile bile kasden yapanlar olduğu gibi bir takımları ve belki de birçokları bilmeyerek ve kötü bir maksat beslemeyerek kocalarını veya babalarını zararlara, sıkıntılara, keder ve üzüntülere düşürür, böylelikle bir takım hayırlı işlere, ibâdetlere engel olurlar. Çocuklar hakkında ifâde edilen bu ikinci husus, bundan sonra gelen âyette fitne tabiriyle gösterilmiş olmasına nazaran burada daha ziyade kasdi olan düşmanlık ilk akla gelirse de, o âyette zikredilmemiş olan ezvacla beraber burada da aynı mânâ düşünülerek mutlak anlamda olan düşmanlığın kasıtlı veya kasıtsız olma ihtimalinin bulunması, iki âyet arasında bir "intibak" sanatı ifâde edebileceği cihetle daha beliğdir. Ailede böyle kasıtlı yahut kasıtsız düşmanlık zevce ve çocuklar tarafından olabildiği gibi koca tarafından da olabilir. Karılarına hiyânet eden nice erkekler de vardır. Ancak hitabın zâhiren erkeklere olması itibarıyla o taraf açıklanmayıp mânânın işaret ve delaletine bırakılmıştır. Bunun da sebebi şudur "Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve erkekler mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur..." 4/Nisâ, 34 âyeti gereğince erkeklerin infak, idare ve terbiyeyi üzerlerine alan reisler olmaları hasebiyle hitab, öncelikle onlara yapılmış ve özellikle iman sıfatıyla nida edilmiş olduğu cihetle âkıl, bâliğ, mükellef bir mü’min olarak seslenilmiş, bir aile reisinin kendi ailesine karşı düşmanlık ve ahlâksızlığının, erkeğin akıl ve iman yönüyle bağdaşmayacağı ifâde edilmiş ve onlara ancak bu gibi durumlarda uyanık bulunup birtakım mahzurlardan sakınmak, af, bağışlama ve müsâmaha gibi ahlâkî faziletlerle idare etmenin uygun olacağı anlatılmak üzere bu cihet açıkça belirtilip mukabili terk edilmiş veya gizlice zikredilmiştir. Yani gerçekte kâmil bir mü’min için öyle bir ahlâksızlığı düşünmek bile mümkün değildir. O halde mü’minlerin zevcelerine ve çocuklarına yakışan da onlara düşman değil, cidden dost ve e s irgeyici olmak, o imanın alâmet ve terbiyesini kazanmaktır. Hal ve ifâde yönünden örnek olarak bunu telkin ve idare etme vazife ve sorumluluğu ise öncelikle erkeklere yöneltilmiştir. Bunun da sebebi, kadınların akıldan ziyade hislerine tabi olmalarıdır. Binaenaleyh meâlin kısaca özeti şöyledir "Ey iman eden ve aile üzerinde yönetici olması gereken erkekler. Sizlerin erkekliğiniz, aklınız, imanınız ve gereğince iyilik fikriniz size bağlı olan ailenize düşmanlık yapmaya müsaade etmemeyi icab ettirirse de, zevceleriniz ve çocuklarınız içinden akıl veya dinde noksanlıkları sebebiyle sizlere düşman olan, başınıza problem çıkarmak isteyen bazılarının da bulunabileceği muhakkaktır. O halde düşmanlardan sakınınız. Onlara dikkat edip mahzurlarından korununuz, şerlerinden, keder ve sıkıntılarından emin olup kendinizi onlara kaptırmayınız. Bundan dolayı eş seçerken dış güzelliğine, malına, şusuna busuna kapılıvermeyip her şeyden önce dinini, edebini, iffetini ve ahlâkını aramak gerekir. Nitekim bir hadiste "Çöp l ükte biten yeşillikten sakınınız!" buyurulmuştur. Sonra da aile hukukuna riâyet ve onların dinî terbiyelerine dikkat etmeli, ayrıca onların yüzünden gelmesi beklenilen dünyevî ve uhrevî zararlardan sakınmalı, gelişi güzel bırakıvermeyip uyanık durumda bulunmalı, sevgi ve alâka sevdasıyla şımartmamalıdır. Bununla beraber sakınacağız diye tazyik edip de sıkmamalı, her kusurlarına aldırmamalıdır. Ve eğer affederseniz yani affetmek hakkınız olup tarafınızdan affı mümkün olan suçlarını bağışlarsanız -ki bunlar, size karşı yapılan ve başkalarını ilgilendirmeyen dünya işleriyle alakalı yahut da dinî konularda olup da tevbe ettikleri suçlardır affeder yüzlerine vurmaz, başlarına kakmaz ve ayıblarını, eksikliklerini örter, müsâmaha gösterirseniz, şüphesiz Allah da gafurdur rahîmdir. O da sizin günahlarınızı rahmetiyle bağışlar. “Mallarınız ve evlatlarınız bir fitnedir. Sizi kendilerine tutkun edip zahmetlere ve günahlara sokmaya sebeb olan ve bir takım hayırlardan, itaatlardan alıkoyan bir imtihan ve sıkıntıdır. Halbuki büyük mükâfat Allah'ın yanındadır. Binaenaleyh Allah muhabbetini, zikir ve taatı mal ve evlat sevgisine tercih etmeli, mal ve evlat kaygılarıyla uğraşırken Allah için olan ibâdet ve itaatı bozmamalıdır.” 64/Teğâbün, 15 “Onun için gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Fitneden, Allah'ın rızasına muhalif olan şeylerden sakınıp Allah'ın korumasına sığınarak takvâ yolunu tutun.” 64/Teğâbün, 16. Bu emir, "Allah'tan O'na yaraşır şekilde korkun..." 3/Âl-i İmrân, 102 emrine nazaran çok hafifletilmiştir. Yani Allah'a layık bir şekilde, tam hakkıyla takvâ yapamazsanız bile gücünüzün yettiği kadar müttaki olun, korunun, Allah'ı zikirden gaflet etmeyin. Ve dinleyin ve Allah'ın emirlerini, nehiylerini, vaaz ve nasihatı dinleyin ve itaat edin, dinlediklerinizi tutup kendi gönlünüzle tatbik ve icra edin ve infak edin, çoğalmak ve iftihar etmek için mal toplayıp biriktirmek hırsına kapılmayıp gerek çalışarak kazandıklarınızdan gerek yerden çıkan madenlerden, Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden zevcelerin ve çocukların nafakalarını verdikten sonra Bakara ve Berae sûrelerinde emir ve teşvik edilen cihetlere; ana baba ve yakın akraba, yetimler, miskinler ve yolcular için nafakalar, müslüman topluluğun fakir kulların ihtiyaçları, İslâm dinini yayma ve müdafaa ile Allah yolunda cihad, iyilik ve takvâda yardımlaşmak için gücünüzün yettiği kadar vergi, zekât ve sadaka verin. Nefisleriniz için hayır yapın, Allah'ın koruması altında olmanız için kendi nefisleriniz hakkında en hayırlı, en faydalı olanı işleyin. Yani büyük mükâfatın Allah'ın yanında olması, dünya zevklerinin yok olup Allah'ın yanındakilerin kalması sebebiyle Allah rızası için harcamak, netice itibarıyla nefisleriniz hakkında mal ve evlattan daha hayırlıdır. Bundan dolayı mal ve evlat dert ve hırsıyla Allah'ı ve kendilerinizi unutup da hayır için infaktan geri kalmayın. Allah için hayırlar yapın ve O'nun için çalışın, mal ve evlada da o maksadı gözeterek bakın ve her kim nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa ki bu ancak Allah'ın korumasına sığınmakla olabilir. İşte onlar felah bulanlardır. O'nun için gücünüzün yettiği kadar Allah'a sığının da hırslı ve cimri olmamaya çalışın. Nefislerinizin hırsına düşkün olup da vurgunculuk ve cimrilik ile kendinizi, çoluk, çoc u ğunuzu ve cemaatinizi felaketlere sürüklemeyin. Cömert ve asil olmaya çalışarak Allah için hayır işlerde yarışın. Konuyla ilgili olarak Haşr, 59/7 ve 9. âyetlerin tefsirine bkz. Hak Dini Kur’an Dili Seyyid Kutub diyor ki “Ey mü'minler Allah'a, Peygamber'e hiyânet etmeyiniz. Yoksa üstlendiğiniz emânetlere bile bile hiyânet etmiş olursunuz.” 8/Enfâl, 27 “Biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız sizin için aslında birer sınav konusudur ve büyük ödül Allah katındadır.” 8/Enfâl, 28 Müslüman kitlenin yükümlülüklerini üstlenmekten kaçınmak Allah'a ve Peygamber'e ihanettir. Bu dinin ele aldığı ilk problem de "Lailâhe illallah Muhammedun Rasûlullah = Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah'ın Peygamberidir" problemidir. İlâh olarak Allah'ı birleme ve bu konuda sadece Peygamberimiz Muhammed'in bildirdiklerine uyma sorunudur. Bütün tarih boyunca insanlık, Allah'ı hiçbir zaman kesin olarak inkâra yeltenmemiştir. Sadece sahte tanrıları O'na ortak koşma yönüne gitmişlerdir. Bu şirk kimi zaman daha az olmak üzere, inanç ve ibâdet noktasında, kimi zaman da ve çoğunlukla, hakimiyet ve otorite noktasında belirmiştir. İnsanlık hayatında çoğunlukla işlenen en büyük şirk, ikincisi olmuştur. Bu yüzden bu dinin ele aldığı ilk problem, insanları Allah'ın ilâhlığına inandırmadan çok, ilâhlık noktasında O'nu birlemeyi kabul etmeye çağırmak olmuştur. Allah'dan başka ilâh olmadığına şahitlik etmeye, yani evrenin düzeni üzerindeki hakimiyetini kabul ettikleri gibi, yeryüzündeki hayatlarının üzerindeki hakimiyet açısından da O'nun tek ve ortaksız olduğunu ilan etmeye çağrı olmuştur. Bu dinin ele aldığı ilk sorun "O gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır." 43/Zuhruf, 84 Bu dinin ele aldığı problem aynı zamanda, Allah'ın direktiflerini duyuranın sadece Muhammed olduğunu bu yüzden onun duyurduğu her şeye uymayı kabul etmek olmuştur. Bu dinin vicdanda inanç, hayatta hareket olarak yer etmesi için ele aldığı başlıca sorun budur. Bu yüzden bu problemi gözardı etmek Allah'a ve peygamber'e ihanet etmektir. Yüce Allah, kendisine inanan ve bu inancını ilan eden müslüman kitleyi böylece bir ihanetten sakındırıyor. Bunun sonucu olarak müslüman kitlenin inancının pratik anlamını gerçekleştirmesi bu cihadın can, mal ve evlât konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiği anlaşılmış oluyor. Aynı şekilde yüce Allah, müslüman kitleyi islâm üzerine Peygamber'e biat ettiği, yani bağlılığını ifâde ettiği günden itibaren yüklendiği emânete ihanet etmekten de sakındırıyor. Çünkü islâm dille söylenen bir söz değildir. Sadece birtakım lâflar ve iddialardan ibâret değildir. İslâm, çeşitli zorluklar ve engellerle karşılaşan eksiksiz ve kapsamlı bir hayat sistemidir. Hayatın pratiğini "Lâ ilâhe illâllah = Allah'tan başka ilâh yoktur" temelinin üzerinde kurma metodudur. Bu da, insanları gerçek Rabblerine kulluk yapmaya, toplumları O'nun hakimiyetine ve şeriatına boyun eğmeye yöneltmek, Allah'ın ilâhlığını ve iktidarını gaspeden tağutları azgınlık ve haksızlıktan alıkoymak, tüm insanlık düzeyinde hak ve adâleti gerçekleştirmek, değişmez bir ölçü uyarınca insanlar arasında denge sağlamak, Allah'ın sistemi uyarınca da yeryüzünü kalkındırma görevini ve Allah'ın halifesi olma sorumluluğunu yerine getirmektir. Tüm bu görev ve sorumluluklar birer emânettirler, bu emânetleri yerine getirmemiş olanlar emânete ihanet etmiş, Allah'a verdikleri sözü tutmamış O'nun peygamberine gösterdikleri bağlılığı -biatı- ihlâl etmiş olurlar. Kuşkusuz bunlar fedakârlığı, sabır ve dayanıklılığı, mal ve evlât imtihanını aşmayı ve yüce Allah'ın emâneti yerine getiren sabırlı, neyi seçeceklerini iyi bilen ve fedakâr kullarına ayırdığı mükâfatı tercih etmeyi gerektiren sorumluluklardır. "Biliniz ki, mallarınız ve evlâtlarınız sizin için aslında birer sınav konusudur ve büyük ödül Allah katındadır." Bu Kur'an, insanın özüne hitap eder. Çünkü insanın yaratıcısı onun gizli bileşimini bilir. Onun gizlisini, açığını, iç dünyasının dönemeçlerini, gediklerini, eğilimlerini bilir. Yüce Allah, insanın yapısındaki zaaf noktalarını bilir. Mal ve evlât tutkusunun insanın en derin zaafı olduğunu da bilir. Bu yüzden insanın dikkatini, mal ve evlât bağışının altında yatan gerçeğe yöneltiyor. Yüce Allah insanları denemek ve imtihana tabi tutmak için onlara mal ve evlât vermiştir. Çünkü bunlar, imtihan ve sınanma aracı olan dünya hayatının süsleridirler. Yüce Allah kulun yaptıklarını ve tasarrufunu görmek için bunları imtihana tabi tutar Bunlara karşılık olarak şükrediyorlar mı, nimetin hakkını veriyorlar mı? Yoksa onlarla oyalanıp Allah'ın hakkını mı unutuyorlar? “Biz sizi iyilik ve kötülükle imtihana tabi tutarız.” 21/Enbiyâ, 35. İmtihan sadece zorluk ve yoklukla olmaz. Rahatlık ve bollukla da olur. Mal ve evlât da rahatlık ve bolluğun kapsamına girer. İlk uyarı budur "Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız aslında birer sınav konusudur." Kalbin imtihan ve denemeye tabi tutulacağı konudan haberdar edilmesi, kendinden geçmemesi, unutmaması, imtihan ve sınav esnasında başarısız olmaması için sakındırma, uyarma ve hazırlıklı olmasını sağlama amaçlı bir yardımdır bu. Sonra yüce Allah insanı yardımsız ve karşılıksız olarak bırakmıyor. Çünkü fedakârlığın ağırlığı ve sorumluluğun büyüklüğü nedeniyle -uyarılmış olmasına rağmen- görevini yerine getirirken insan, yine de zaaf gösterebilir. Özellikle imtihan konusu, mal ve evlât ise. Bu yüzden yüce Allah insana hangisinin daha iyi ve daha kalıcı olduğunu gösteriyor. Amaç imtihanda zaaf gösterebilen insana yardım etmek onu korumaktır kuşkusuz. "Büyük ödül Allah katındadır." Mal ve evlâdı bağışlayan yüce Allah'dır. Mal ve evlâd imtihanını aşanlar için O'nun katında büyük mükâfat vardır. O halde kimse emânetin sorumluluğundan ve cihadın gerektirdiği fedakârlıklardan kaçınmamalıdır. İşte bu, içindeki zaaf noktalarını bilen yüce yaratıcıdan zayıf insana bir yardım ve destektir. "İnsan zayıf olarak yaratıldı." 4/Nisâ, 28. Bu inanç, düşünce, eğitim ve yönlendirmeye ilişkin eksiksiz bir hayat sistemidir. Her şeyi bilen Allah'ın sistemidir bu. Çünkü yaratan O'dur. "Yaratan bilmez mi? O latiftir, her şeyden haberdardır." 67/Mülk, 14 Allah Korkusu Sûrenin bu bölümünde mü'minlere yönelik son çağrı, Allah'dan korkmaya ilişkin bir çağrıdır. Kendi inancına ilişkin olarak kesin bir kanıta dayanmadıkları, kuşkuları ortaya çıkaran, vesveseleri gideren, uzun ve dikenli yolda ayakları dirençli kılan bir nur olmadığı sürece kalpler, bu ağır yükün altından kalkamazlardı. Takvâ duyarlılığı ve Allah'ın nuru olmasaydı, hakkı batıldan ayıran nosyona, bu kritere sahip olmayacaklardı. "Ey mü'minler, eğer Allah'dan korkarsanız, O size iyiyi kötüden ayırd edebilecek bir nosyon, bir kriter bağışlar, kötülüklerinizi örter ve sizi affeder. Allah büyük lütuf sahibidir." 8/Enfâl, 29. İşte azık budur. Budur yol hazırlığı. Kalpleri dirilten, onları uyaran, içlerindeki uyarı, sakınma ve korunma cihazlarını harekete geçiren takvâ azığı... Yolun dönemeçlerini ve kavşaklarını göz alabildiğince ortaya çıkaran yol gösterici nur hazırlığı... Tam ve sağlıklı görüşü engelleyen kuşkular ortadan kalkmıştır artık. Sonra bu, hataların bağışlanması azığıdır. Huzur ve istikrarı sağlayan güven azığı... Azıkların tükendiği, çalışmaların yetersiz kaldığı bir günde yüce Allah'ın engin lütfunu düşünme azığı... Allah korkusunun kalpte yolun kıvrımlarını ortaya çıkaran bir kriter işlevi gördüğü bir gerçektir. Ancak bu gerçek de -tıpkı inanca ilişkin diğer gerçekler gibi- pratik olarak yaşayandan başkası tarafından algılanmaz. Sadece anlatmak bu gerçeğin tadını, fiilen yaşamamış olanlara ulaştırmaz. Allah korkusu olmadığı zaman, işler duygu ve akıl planında karmaşıklığını, yollar görüş ve fikir planında griftliğini sürdürür. Yolların ayrılış noktasında batıl hak kisvesinde görünür. Kanıt son derece kesin olmasına rağmen, ikna edici olamaz. Susturucu olur, ancak akıl ve kalbi harekete geçirmeye yetmez. Tartışma gereksiz olmaya başlar, münakaşa boşa gitmiş bir emeğe dönüşür. Evet Allah korkusu olmadığı zaman durum böyledir. Ama Allah korkusu olduğu zaman akıl aydınlanır, gerçek açığa kavuşur, yol belirginleşir, kalbe güven duygusu yer eder, vicdan huzura kavuşur, ayaklar doğrulur ve doğru yolda kalıcı olur. Gerçek, özü itibariyle fıtrata gizli değildir. Fıtratta gerçeğe yönelik bir uyum sözkonusudur. Nitekim fıtrat, bu gerçekten almıştır varlığını. Göklerle yer, gerçeğe dayalı olarak yaratılmıştır. Ancak fıtratla gerçek arasına giren ihtirastır, insanın arzusudur. Karmaşıklığa neden olan bu ihtirastır işte. Görüşü engelleyen, yolları kördüğüme dönüştüren, dönemeçleri görünmez hale getiren insanın ihtirasıdır. Kanıt ne kadar kesin olursa olsun, ihtirasa gëm vuramaz. Onu durduran ve bertaraf eden Allah korkusudur. İhtirası engelleyen takvâ ve gizli açık denetimdir. Bunun için yüce Allah'ın kalbe kazandırdığı bu nosyon, bu kriter gözleri aydınlatır, örtüyü kaldırır,' yolu iyice belirginleştirir. Kuşkusuz bu, paha biçilmez bir durumdur. Öte yandan Allah'ın lütfu bu göz kamaştırıcı duruma bir de hataların giderilmesini, günahların bağışlanmasını ekliyor. Bunlara da "büyük lütfu" ilave ediyor. Bu öylesine geniş ve kapsamlı bir bağıştır ki, büyük lütuf sahibi "kerim" olan Rabbden başkası onu bağışlayamaz. Hile ve Tuzaklar Sûrenin akışı içinde bulunulan anın problemlerine çözüm getirmek amacıyla, geçmişi canlandırmak sûretiyle sürüyor. Sonuçta böylesine parlak bir zafer kazandığı savaşa girişen müslüman kitleye geçmiş ile içinde yaşanılan an arasındaki değişimin göz alıcı boyutlarını tasvir ediyor. Yüce Allah'ın savaşı yönlendirmesi ve takdiriyle onlara ne kadar büyük bir lütufta bulunduğunu gösteriyor. Bu öyle bir durumdur ki, ganimetler bunun yanında hiç kalır. Bu uğurda yapılan fedakârlıkların, çekilen sıkıntıların lafı bile edilmez. Daha önceki âyetlerde, müslümanların Mekke'deki durumlarına ve bu savaştan önceki durumlarına ilişkin bir tasvir yer almıştı. Sayısal azlıkları, güçsüz oluşları, insanların kendilerini kapıp götüreceklerinden korkacak kadar korumasız oluşları anlatılmıştı. Ardından yüce Allah'ın yönlendirmesi, gözetimi ve lütfu sayesinde sığınak buldukları, üstünlük sağladıkları, bol nimete kavuştukları anlatılmıştı. Burada ise; âyetlerin akışı, hicretin eşiğinde Peygamberimize karşı komplo düzenlemek üzere aralarında anlaşan müşriklerin durumlarını tasvir etmektedir. Onlar Peygamberimizin getirdiği âyetlere karşı çıkarak isteseler kendilerinin de benzeri sözler söyleyebileceklerini iddia etmektedirler. Yine onlar kabul etmemekte diretmektedirler. İnatta o kadar ileri gidiyorlar .ki, dönüp doğru yolu bulacaklarına -şâyet bu âyetler Allah katından gelmişlerse- üzerlerine azâbın çabucak indirilmesini istemektedirler. Sonra âyetlerin akışı, müşriklerin insanları Allah yolundan alıkoymak için nasıl mallarını harcadıklarını Allah'ın peygamberine karşı savaşmak üzëre ne şekilde toplandıklarını anlatmaktadır. Ardından onları dünya hayatında hüsrana uğramak ve yürek acısı çekmekle, ahirette ise, cehenneme sevkedilmekle tehdit etmektedir. Kurdukları tuzakların, toplanmaların ve planların ardından hem burada, hem de orada zarar edeceklerini vurgulamaktadır. Sonunda yüce Allah, peygamberine müşriklere yönelip onları şu iki şıktan birini tercih etme durumunda bırakmasını emretmektedir a Şâyet kâfirlikten, inatçılıktan, Allah ve peygamberine karşı savaşmaktan vazgeçecek olurlarsa, cahiliyede işledikleri bütün bu kötülükler bağışlanacaktır. b Yok eğer durumlarını sürdürüp, tavırlarını değiştirmeyeceklerse, bu durumda daha önce kendilerine benzeyenlerin başına gelenler onların da başına gelecektir. Yüce Allah'ın azaba ilişkin yasası, işlevini yerine getirecektir. Kuşkusuz bu azabı dileyen ve dilediği gibi takdir eden yüce Allah'tır. Sonra Yüce Allah müslümanlara, işkence edecek güçleri kalmayıncaya, yeryüzündeki ilâhlık sadece Allah'a ait oluncaya -böylece din bütünüyle Allah'a özgü oluncaya- kadar kâfirlerle savaşmalarını emretmektedir. Teslim olduklarını duyururlarsa, Peygamber kabul edecektir; niyetlerine göre yüce Allah onları hesaba çekecektir. Çünkü yüce Allah yapa geldiklerini bilir. Bundan yüz çevirip savaşa devam ederlerse, inatlarını sürdürürlerse, Allah'ın tek ve ortaksız ilâhlığını kabul etmezlerse, yüce Allah'ın yeryüzündeki otoritesine boyun eğmezlerse, müslümanlar onlara karşı cihadı sürdürecek ve yüce Allah'ın kendilerine dost olduğundan kesinlikle emin olacaklardır. O, ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır Fî Zılâli’l Kur’an. Yine Seyid Kutub, Teğâbün sûresi tefsirinde de şunları söyler “Ey inananlar! Eşlerinizden ve çocuklarımızdan bazıları size düşmandır. Onlardan sakının. Eğer affeder, hoş görür, bağışlarsanız muhakkak ki Allah da çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Mallarınız ve evlatlarınız bir sınav konusudur. Büyük mükâfat ise Allah katındadır. O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 64/Teğâbün, 14-16 Bu bölümde yer alan ilk âyete ilişkin olarak İbn Abbas'a dayandırılan bir açıklamaya göre bir adam ona bu âyeti sormuş o da şu cevabı vermiştir "Burada söz konusu edilenler Mekke'de Müslüman olmuş bazı kimselerdi. Bunlar Peygamber Efendimizin yanına gelmek istiyorlardı. Fakat eşleri ve evlatları onlara müsaade etmiyorlardı. Daha sonra Peygamberimizin yanına geldiklerinde insanların dini anlayışlarının derinleştiğini gördüler. Bundan dolayı eşlerini ve evlatlarını cezalandırmak istediler. Bunun üzerine yüce Allah şu âyeti indirdi "Eğer affeder, hoş görür, bağışlarsanız muhakkak ki Allah da çok bağışlayan, çok esirgeyendir." Bu hadisi Tirmizi de bir başka kanaldan aktarmış ve hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir. İbn Abbas'ın kölesi İkrime de ona katılmıştır. Şu kadarı var ki Kur'an âyeti küçük bir olaydan daha kapsamlı, daha geniş boyutlu ve daha kuşatıcıdır. Çünkü, ikinci âyette yer alan "Mallarınız ve evlatlarınız bir sınav konusudur" şeklindeki mal ve evlatlara yönelik uyarı ile eş ve evlatlara yönelik bu uyarı bir de eşlerden ve evlatlardan insana düşman olanların da bulunabileceğine ilişkin uyarı insan hayatında derin etkisi bulunan bir gerçeğe işaret ediyor. İnsanın duygusal yapısı ile hayat sahnesinde birbirine girmiş çok ince ve duyarlı ilişkilere dokunuyor. Kuşkusuz eşler ve evlatlar insanı oyalayıp O'nu Allah'ı anmaktan alıkoyabilirler. Yine görevini yapıp Allah yolunda cihad eden bir mücahidin başına gelen musibetlerle karşılaşacak olursa eşlerine ve evlatlarına bir zarar gelebilir endişesiyle imanın gerektirdiği yükümlülüğü yerine getirmede isteksiz davranabilir, bu endişe mü'mini görevlerini eksik yapmaya itebilir. Allah yolunda savaşa çıkmış bir mücahit birçok zararlara uğrar, birçok fedakârlıklarda bulunur. Hem kendisi hem de ailesi büyük zorluklarla karşılaşır. Kendi başına gelen zorluklara katlanabilir de eşinin ve çocuğunun uğradığı zorluklara katlanamaz. Bu yüzden onları güvencede tutmak, yer yurt temin etmek, mal mülk toplamak ve geçimlerini sağlamak için cimrileşir, korkaklaşır. Böylece eş ve çocuklar onun düşmanı niteliğini kazanırlar. Çünkü onu iyilik yapmaktan alıkoymuş olurlar. İnsan olarak varoluşunun en üstün hedefini gerçekleştirmesine engel olmuş olurlar. Öte yandan ondan dolayı başlarına bir şey gelebilir endişesiyle bizzat eş ve çocuklar onun yoluna dikilip görevini yapmasına engel olabilirler. Veya eş ve çocuklar onun izlediği yolun dışında bir yol tutmuş olabilirler, bu durumda o da eş ve çocukları ile Allah için her şeyden soyutlanma arasında bir tercih yapmada zorlanabilir. işte bunlar birbirinden farklı dereceleri bulunan düşmanlığın görünümleridir. Mü'minin hayatında bu tür görünümlere her zaman rastlamak mümkündür. İşte bu yüzden, mü'minlerin kalplerinde sürekli bir uyanıklık bulunsun, bu duygulara kapılmasın ve bu etkenlerin etkisinde kalmasın diye bu girift ve karmaşık durum bizzat onların Allah tarafından uyarılmalarını gerektirmiştir. Sonra bu uyarı değişik bir ifâdeyle, mal ve evlat sınavında uyanık olmaya ilişkin bir çağrıyla tekrarlanıyor. Âyetin orijinalinde geçen "fitne" kelimesi iki anlama gelir Birincisi Yüce Allah sizi mal ve evlat konusunda sınıyor, şu halde uyanık olun, sakının, sınavda başarılı olabilmeniz için sürekli hazırlıklı olun, kurtulun ve Allah için her şeyden soyutlanın. Tıpkı bir kuyumcunun saf altını katma maddelerden ayırmak için onu ateşte erittiği gibi. İkincisi Şu mallar ve evlatlar sizin için baştan çıkarıcı, çekici şeylerdir. Bu çekicilikleri ile sizi Allah'a karşı gelmeye, O'na isyan etmeye sürüklerler. Şu halde onların çekiciliğinden sakınınız. Sizi sürükleyip götürmesinler, Allah'tan uzaklaştırmasınlar. Kelimenin bu her iki anlamı da kastedilmiş olabilir. İmam Ahmed Abdullah B. Büreyde'nin şöyle dediğini anlatır Babam Büreyde'nin şöyle dediğini duydum Bir gün Peygamber Efendimiz minberde halka hitap ediyordu. O sırada torunları Hasan ve Hüseyin -Allah onlardan razı olsun geldiler. Al gömlekler giyinmişlerdi. Düşe kalka yürüyorlardı. Peygamber Efendimiz minberden indi ve ikisini kucaklayıp önünde bir yere oturttu. Sonra şöyle dedi "Allah ve Peygamberi doğru söylerler. Kuşkusuz mallarınız ve evlatlarınız sizin için birer sınav konusudur. Şu iki yavrumun düşe kalka yürüdüklerini görünce dayanamadım. Konuşmamı kesip onları ayağa kaldırdım ' Ehli sünnet imamları ibn Vakid kanalıyla rivâyet ederler. Bu Resulallah'tır, bunlar da kızının oğulları. Şu halde mesele çok ciddidir ve tehlikelidir. Bu konu, Allah tarafından uyarılmayı, sakındırılmayı gerektirecek kadar önemlidir. Kalpleri yaratan ve bu duyguları o kalplere yerleştiren Allah, kendilerini aşırı düzeyde bu duygulara kapılmaktan alıkoymalarını istiyor. Çünkü bu tatlı bağların insana ancak bir düşmanın yapabileceği şeyleri yaptığı, onu düşmanın tuzaklarına benzer badirelere sürüklediği biliniyor. Bu yüzden âyet-i kerime, mal ve evlat sınavında uyanık bulunulması gerektiğini vurguladıktan ve bazı eşler ve evlatların şahsında somutlaşan düşmanlığa dikkat çektikten sonra Allah katındaki kalıcı nimetlere, güzelliklere işaret ediyor. Bundan sonra âyet mü’minlere güçleri ve kapasiteleri elverdiği oranda Allah'ın buyruklarını duyup itaat etmek sûretiyle O'ndan korkmaları çağrısında bulunuyor "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin." "Gücünüzün yettiği kadar" ifâdesinde yüce Allah'ın kullarına yönelik lütfu, kendisinden korkup itaat etme kapasitelerine ilişkin bilgisi belirginleşiyor. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur Size bir şey emrettiğim zaman onu elinizden geldiği kadar yerine getirin. Bir şeyi yasakladığım zaman da ondan uzak durun."Buhârî ve Müslim Ebu Hureyre`den rivâyet ederler Çünkü emre uymada bir sınır yoktur. Bu yüzden elinizden geldiği oranda denilmiştir. Fakat yasağı bölmenin imkanı yoktur. Bu yüzden eksiksiz uygulanması istenir Fî Zılâli’l Kur’an. Mevdûdi diyor ki “Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin, bile bile emânetlerinize de ihanet etmeyin.” 8/Enfâl, 27 "Emânetler" çok geniş bir terimdir ve toplumu yahut bireyi ilgilendirir, kişiye muhafaza etmesi için emânet edilen tüm şeyleri içerir. Mesela, kişi anlaşma ve ahitleri bozmamalı, toplumun sırlarını açığa vurmamalı veya kendi kontrolüne verilen mal ve görevi kötüye kullanmamalıdır. Nisâ sûresinde şöyle buyrulur “Hiç şüphe yok Allah, size emânetleri ehline sahiplerine teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor...” 4/Nisâ, 58. Bu âyette müslümanlar, İsrailoğulları'nın daha önce düştükleri hatalara düşmemeleri için uyarılıyorlar. Onların düştükleri en büyük hata, dejenere oluşları sürecinde yetkiyi hep beceriksiz ve ehil olmayan kişilere vermeleriydi. Sorumluluk isteyen, dinî ve siyasî liderlikleri hep beceriksiz, ehil olmayan, dar kafalı, ahlâksız, şerefsiz ve adâletsiz kişilere vermeye başladılar. Bunun sonucu, tüm toplum yapısı çöktü. Müslümanlara bu konuda dikkatli olmaları ve sorumluluk isteyen yetkileri ehil, sorumluluğunun idrakinde ve iyi ahlâklı kişilere vermeleri söyleniyor. Yahûdiler arasında yaygın olan bir diğer kötülük ise adâletsizlikti. Onlar adâlet ruhunu çoktan unutmuşlar, açıkça adâletsiz, şerefsiz, zalim olmuşlar ve hiçbir vicdan azabı duymaksızın rahatlıkla zulüm işleyebilecek dereceye düşmüşlerdi. Bizzat müslümanlar bu zulmü acı bir şekilde tatmışlardı. Yahûdiler, iki tarafın yaşadığı hayat, hangi tarafın doğru yolda olduğunu gösterdiği halde, müminlere karşı putperest Kureyş'in yanında yer alıyorlardı. Bir taraftan Hz. Peygamber ve O'na inananların saf ve temiz hayatı, diğer tarafta ise kız çocuklarını diri diri toprağa gömen, üvey anneleri ile evlenen, Kâbe'yi çırılçıplak tavaf eden ve daha nice ahlâksızlıkları yapan putperestlerin iğrenç ve kirli hayatı vardı. "Ehl-i kitap" bunlara rağmen hâlâ putperest kâfirlerle işbirliği yapıyor ve soğukkanlılıkla onların müminlerden daha iyi ve daha doğru bir yolda olduğunu söylüyorlardı. Allah müminleri bu tip haksızlıklara karşı uyarıyor ve onlara her zaman hakkı söylemelerini; dost olsun, düşman olsun, insanlara adâletle hükmetmelerini emrediyor. “Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir imtihan konusudur…” Dünya malı ve çocuklar, genellikle kişiyi münafıklığa, ihanete ve şerefsizce davranmaya yönelten eğilimlerin en büyük sebebi olmaktadır. İşte bu nedenle Allah mü'minleri para ve çocuk sevgisinin aşırılığına karşı uyarmaktadır "Bu dünya büyük bir imtihan sahasıdır. Çocuklarınız ve mallarınız ise iki imtihan sorunudur. Bunlar size, onların haklarına uyup uymadığınızı ve konulan sınırları aşıp aşmadığınızı denemek amacıyla verilmiştir. Bakalım sorumlulukları taşıyarak doğru yolda mı yürüyeceksiniz, yoksa arzu ve eğilimlerinizin cazibesiyle ondan sapacak mısınız ve bir taraftan Allah'ın kulu olmaya devam ederken, diğer taraftan O'nun belirlediği hakların dışına taşarak mal ve çocukların kölesi olmaya eğilimli olan "nefsinizi" kontrol edebilecek misiniz?" “Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış furkan verir…” 8/Enfâl, 29 Mü'minler, eğer Allah'tan korkarak hareket ederlerse, Allah'ın kendilerine doğru ile yanlışı ayırdetmelerini sağlayan Furkan'ı yani tüm isleri doğru bir şekilde anlamaya yarayacak gerçek bilgiyi kriteri vereceği konusunda te'min edilmektedirler. Böylece, mü'minler eğer isterlerse Allah'ın dileğini yerine getirebilir ve O'nun tasdik ettiği yolu takip edebilirler. Bu kriter Furkan, her zaman bir sinyal görevi görecek, onlara doğru yolu, Hakk'ın yolunu gösterecek ve onları sapık yollara, şeytanın yollarına karşı uyaracaktır Tefhîmu’l Kur’an. Yine Mevdûdi Teğâbün sûresi tefsirinde şunları söyler “Ey iman edenler, gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için birer düşmandırlar. Şu halde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş görür kusurlarını yüzlerine vurmaz ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.” 64/Teğâbün, 14 Bu âyet iki anlama da gelebilir. Birincisi, Allah yolunda yürüyen inanmış bir erkek veya kadına, eşi, anne ve baba ise çocukları büyük sorunlar çıkartır. Dünyada bir mü’mine, mücahide bir eşin nasip olması ve çocuklarının da inanç, amel, ahlak bakımından onların gönüllerini ferahlatacak vasıflarda bulunması oldukça nadir rastlanır bir durumdur. Genellikle mü’min bir erkeğin hanımı ve eşi, onun bu imanını ve dürüstlüğünü kendileri açısından bir talihsizlik olarak değerlendirirler. Öyle ki onlar koca ve babalarının akibeti cehenneme gitmek bile olsa, haram-helal gözetmeksizin kendilerine refah ve zenginlik sunmasını isterler. Yine mü’min bir kadın, kendisinin İslâm'ın hükümlerine sıkı bir şekilde bağlanmasını istemeyen bir kocaya sahip olur ve çocuğu da babasının izinden giderek, annesine hayatı cehennem eder. Özellikle İslâm ile küfr arasında savaş olduğunda, imanının gereği olarak her türlü zararı ve tehlikeyi göze alarak, gerekirse ülkesinden hicret edeceği, hatta cihad edip canını tehlikeye atacağı zaman, bir mü’mine en büyük engel yine ailesi olur. İkincisi, bu âyetlerin nazil olmasına, o dönem Müslümanlarının şartlarını ilgilendiren özel bir durum neden olmuştur. Günümüzde de kâfir bir toplumda, İslâm'ı kabul eden kimseler için de aynı şey geçerlidir. O dönemde Mekke'de ve Arabistan'ın diğer bölgelerinde, öyle durumlar meydana geliyordu ki, bir kimse Müslüman oluyor, hanımı ve çocukları İslâm'ı kabul etmedikleri gibi, onu İslâm'dan döndürmeye çalışıyorlardı. Elbette aynı şeyler mü’min bir kadın için de sözkonusuydu. Bu tür sorunlar içinde olan Müslümanlara seslenerek, şu üç nokta vurgulanmıştır a "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır." Öncelikle, her ne kadar beşeri nedenlerle, akrabalık bağları önemliyse de, bu kimselerin dinî açıdan mü’minlerin düşmanları olduğu vurgulanmaktadır. Bu düşmanlık, onların eş ve çocukların mü’minleri iyilikten alıkoyup kötülüğe sevketmek istedikleri veya imandan alıkoyup, küfre sürükleme arzusunda oldukları, ya da kâfirlere sempati beslediklerinden dolayı mü’minlerin sırlarını öğrenip, onlara aktarmak durumunda olmaları nedeniyledir. Bu bakımdan düşmanlıkları keyfiyet itibariyle farklı bile olsa, yine de onlar mü’minlerin düşmanlarıdır "Ey iman edenler! Şâyet iman sizin için daha önemliyse, bunları kâfir olan eş ve çocuklarınızı düşman olarak görün ve onlara duyduğunuz yakınlık, onlarla aranızda bir iman ve küfr, itaat ve isyan duvarının olduğunu sizlere unutturmasın!" b "Onlardan sakının"; Daha sonra mü’minler, dünyadaki çıkarları yüzünden ahiretlerini mahvetmemeleri için, uyanık olmaları konusunda uyarılmışlardır. Onlara, Allah ve Rasulü'ne sevginiz ve İslâm'a sadakatınız ile aranıza girecek kadar düşkünlük göstermeyin. Yine onlara çok güvenmeyin. Çünkü boş bulunduğunuz bir anda, ağzınızdan aldıkları Müslüman topluma ait bir sırrı, düşmanlarınıza ulaştırabilirler. Böyle bir zaafı Hz. Peygamber, bir hadisinde şu şekilde vurgulamıştır "Bir şahıs kıyamet günü getirilir ve ona tüm iyiliğini ailesinin alıp götürdüğü söylenir." c "Ama affeder, kusurlarından geçer ve bağışlarsanız, muhakkak ki Allah da çok bağışlayan, çok esirgeyendir." Bu, şu anlama gelmektedir. Sizlere onların düşmanlıkları hakkında, dininizi onlardan korumanız için bilgi verilmiştir. Ama şunu iyi bilin ki, size bu ikazın yapılmasının nedeni, eşinizi ve çocuklarınızı dövmeye başlayın, onlara şiddetle muâmele edin ve onlarla ilişkinizi bozarak ev hayatınızı bir azap haline getirin diye değildir. Bu ikaz, sözkonusu tutumun şu iki açık zarara yol açabileceği nedeniyle yapılmıştır. Birincisi, böyle bir tutum çocukların ıslahı konusunda tüm kapıların kapanması ve hiçbir imkanın kalmaması tehlikesine yol açar. İkincisi, böyle bir tutum, toplum içinde İslâm ile ilgili yanlış kanaatlerin doğmasına neden olabileceği gibi, ayrıca Müslümanlar kötü ahlaklı, geçimsiz, şiddete başvuran, zorba, ailesi ile bile geçinemeyen bir kimse olarak tanınırlar. Burada, hep İslâm'ı yeni kabul edenlerin bu tür sorunlar ile karşılaşmaları dikkate değerdir. Sözgelimi, Müslüman olan bir gencin anne ve babası müşrik ise, onlar çocuklarının yeni dininden dönmesi için baskı yapıyordu. Yahut erkek Müslüman olur da onun karısı ve çocukları kadın Müslüman olduğunda kocası ve çocukları müşrik iseler, onu bulunduğu hak yoldan vazgeçirmek için gayret gösteriyorlardı. Birinci durumla ilgili olarak Ankebut 8 ve Lokman 14-15'te, "Din konusunda anne ve babaya itaat etmeyin ama dünyevi meselelerde onlarla iyi geçinin" buyurulmuştur. İkinci durumla ilgili olarak, "Eşiniz ve çocuklarınız karşısında dininizi koruyun ama onlara karşı şiddete başvurmayın, bilakis yumuşak davranın ve onları bağışlayın" denilmiştir. İzah için bkz. Tevbe 23-24, Mücadile an 37, Mümtahine an 1-3, Münafikun an 18. Bir başka âyette şöyle buyrulur “De ki Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulünden ve O'nun yolunda cihd etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun…” 9/Tevbe, 24. Yani, "Hüküm emri onları gerçek imanın nimetlerinden, onun meydana getireceği itidale sahip olaraktan ve dünyalarını onun hidâyet aydınlığına doğru sevketmelerinden mahrum eder ve bütün bunları diğer kimselere Allah'ın istediği gibi hareket edenlere bağışlar." Bu âyette, prensip usûl itibarıyla, iki hususa değinilmiştir. Prensip bakımından, hem hak dine iman etmek, hem de bu dine düşman olan kimselere sevgi beslemek gibi iki zıt tavrın, bir kişide aynı anda bulunması imkansızdır. Kesinlikle bir yanda iman, diğer yanda Allah ve Rasulü'nün düşmanlarına sevgi beslemek gibi bir tavır olamaz. Çünkü bir insan hem kendi nefsini, hem de nefsinin düşmanlarını aynı zamanda sevemez. Dolayısıyla mü’minlik iddiasında bulunan bir kimse, aynı zamanda İslâm düşmanıyla da dostluk ilişkilerini sürdürüyorsa şâyet, bu kimsenin mü’minlik iddiasının doğru olabileceği şeklinde bir tereddüte düşülmemelidir. Ayrıca bir yanda Müslüman olduğunu söyleyip, diğer yandan, İslâm düşmanlarıyla dostluklarını devam ettiren kimselerin, kendileri hakkında mü’min mi, münafık mı olduklarını tekrardan ciddi bir şekilde düşünmeleri gerekir. Yani mü’min mi, münafık mı olmak istiyorlar, buna karar vermelidirler. Şâyet dürüst kimselerse, bunun ahlâkî bakımdan iki yüzlülüğün en aşağı tabakası olduğunu anlayacaklardır. Sonuçta da aynı anda iki ata birden binmekten vazgeçmelidirler. İman, onlardan açıkça şu iki seçenekten birini tercih etmelerini ister Mü’min olmak istiyorlarsa, İslâm'a zarar veren her türlü ilişkiyi kesmelidirler, fakat ilişkileri onlar için İslâm'dan daha önemli ise, bu sefer mü’minlik iddialarından vazgeçmelidirler. Bu anlatılanlar ilke itibarıyla böyledir. Fakat Allah Teâlâ sadece bu konuda ilkeleri beyan etmekle kalmamış, ayrıca yalan yere Müslümanlık iddiasında bulunan kimselere gerçek örnekler vermiştir. Ki zaten onlar bizzat bu kimseleri biliyorlardı. Yani onlar, gerçek mü’minlerin, İslâm'a zarar veren tüm ilişkilerini keserek, bir cemaat haline geldiklerini bizzat görüyorlardı. Bu öyle bir vakıadır ki, tüm Araplar Bedir ve Uhud savaşlarında bunu açıkça müşahede etmişlerdir. Mekke'den Medine'ye hicret eden sahabe, Allah rızası için kendi akraba ve kabilelerine karşı savaşmaktan asla çekinmemişlerdir. Ebu Ubeyde babası Abdullah b. Cerrah'ı, Mus'ab b. Umeyr kendi kardeşi Ubeyd b. Umeyr'i ve Hz. Ömer kendi dayısı As bin Hişam bin Muğiyre'yi öldürmüştür. Hz. Ebubekir oğlu Abdurrahman ile çarpışmaya hazırlanırken, Hz. Ali Hz. Hamza ve Hz. Ubeyde bin Haris en yakın akrabaları Utbe, Şeybe ve Velid bin Utbe'yi öldürmüşlerdir. Hz. Ömer Bedir esirleri hakkında, Hz. Peygamber'e "Bunların hepsini öldürelim, üstelik herkes kendi akrabasını bizzat öldürsün" demiştir. Aynı savaşta Musab bin Umeyr'in öz kardeşi Ebu Aziz bin Umeyr esir düşer. Ensardan bir sahebinin onu bağladığını gördüğünde Musab bin Umeyr, onu bağlayan sahebeye, "Onu sıkıca bağla, çünkü annesi çok zengindir. Bu yüzden sana oldukça fazla miktarda fidye verir" der. Bunun üzerine kardeşi Ebu Aziz, "Kardeşim olmana rağmen nasıl böyle konuşursun" diye söylenir. Musab ise, "Şimdi sen benim kardeşim değilsin. Benim kardeşim, seni şu anda bağlayan kimsedir" diye cevap verir. Yine Bedir Savaşı'nda, Hz. Peygamber'in damadı, Ebu-l As esir düşer ve hiç kimse kendisine özel bir muâmele yapmayarak, diğer esirlere nasıl davranıyorlarsa aynı şekilde davranırlar. İşte böylece İhlâslı mü’minlerin nasıl davrandıkları ve Allah'ın dinine nasıl bağlı oldukları gerçek bir şekilde sergilenmiştir. Deylemi, Hz. Muaz'dan mervî olarak, Hz. Peygamber'in şu duâsını nakleder. "Ey Allah'ım! Bana bir facirin, bir fasıkın bir şey ihsan etmesine izin verme ki, kalbimde ona karşı bir sevgi meydana gelmesin. Çünkü sen, inzal ettiğin vahiyde, Allah'a ve Ahiret gününe iman edenlerin, Allah ve Rasulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin diye buyurdun." Bir başka sûrede de şöyle buyrulur “Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size gelene küfretmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı peygamberi de, sizi de yurtlarınızdan sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, benim yolumda cihad etmek ve benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız nasıl onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlemekte olduklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp sapmış olur.” 60/Mümtehıne, 1 “Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin küfre sapmanızı içten arzu etmişlerdir.” 60/Mümtehıne, 2 Konunun anlaşılması bakımından, öncelikle bu âyetin nüzulune neden olan hadise hakkında ayrıntılı bilgi vermek uygun olacaktır. İbn Abbas, Mücahid, Katade, Urve bin Zübeyr de dahil olmak üzere, tüm müfessirler bu âyetlerin, Hatib bin Ebi Belta'nın gönderdiği mektubun yakalanması üzerine nazil olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. Bu hadise şu şekilde cereyan etmiştir Kureyşliler Hudeybiye Antlaşması'nı çiğnedikleri zaman, Hz. Peygamber Mekke'ye saldırı için hazırlıklar yapmaya başladı. Ancak Mekke'ye saldırı yapılacağı hususu birkaç sahabe dışında hiçkimseye bildirilmemişti. Bu sıralarda Beni Abdu-l-Muttalib'in azad ettiği bir cariye Mekke'den, Medine'ye gelir. Daha önceleri şarkıcılık yapan bu cariye, Medine'ye geldiğinde mali yönden sıkıntıya düşmüş ve bu nedenle Hz. Peygamber'e kendisine yardım etmesi için başvurmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber de Abdulmuttalib oğullarına onun ihtiyaçlarını karşılamalarını söylemiştir. Bu kadın Mekke'ye geri döneceği zaman, Hatib bin Ebi Belta kendisi ile görüşür ve Mekke'nin ileri gelenlerine iletmesi için, ona gizli bir mektup verir. Kadın Medine'den ayrıldıktan sonra, Cenab-ı Allah bu olayı Rasûl'üne bildirir. Hz. Peygamber de hemen Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Mikdat bin Esved'i kadını takip etmeleri için görevlendirerek, onlara şöyle emreder "Hemen yola çıkın. Medine'den 22 mil uzaklıkta Mekke yolunda bir kadın göreceksiniz. O'nda Hatib'in müşriklere yazdığı bir mektup bulunuyor. Mektubu kadından alın. Mektubu verirse kadını serbest bırakın, vermezse öldürün!" Hz. Peygamber'in emri üzerine yola çıkıp kadını söylenilen mevkide bulur ve ondan mektubu isterler. Kadının kendisinde mektup olmadığını söylemesi üzerine onu ararlar, ama mektubu yine de bulamazlar. Ancak kadını mektubu vermediği takdirde soyup öyle aramak zorunda kalacaklarını söyleyerek tehdit edince, kadın kurtuluşun olmadığını anlar ve mektubu saçlarının arasından çıkararak onlara verir. Onlar da mektubu alarak, Hz. Peygamber'e götürürler. Hz. Peygamber mektubu açıp okuduğunda, Mekke'ye yapılacak olan saldırı hazırlıklarının, Kureyşlilere bildirildiğini görür. Çeşitli rivâyetlerde değişik lafızlar kullanılmış olmasına rağmen muhteva aynıdır. Hz. Peygamber, Hatib'e bu davranışının nedenini sorduğunda o şöyle cevap vermiştir "Ya Rasulallah! hakkımda hemen karar verme. Ben kâfir ya da mürted olduğumdan veya İslâm'dan sonra küfre sempati beslediğim için böyle davranmış değilim. Asıl sebep, ailemin hâlâ Mekke'de ikamet ediyor almasıdır. Bildiğiniz gibi ben, Kureyş kabilelerinden birine de mensup değilim. Bazı Kureyşlilerin dostluğu nedeniyle Mekke'de yaşıyordum. Diğer Muhacir kardeşlerimin aileleri de Mekke'dedir ama ailelerine sahip çıkacak akrabaları da vardır. Oysa benim ailemi sahiplenecek bir kabilem yok orada. Dolayısıyla ben bu mektubu, onlara bir iyilik yaparsam, onlar da kendilerini bana borçlu hissederek aileme dokunmazlar düşüncesiyle yazdım." Hz. Hatib'in oğlu Abdurrahman'ın rivâyet ettiğine göre, Mekke'de Hz. Hatib'in kardeşi ve çocukları, Hz. Hatib'in kendi rivâyetine göre bir de annesi vardı. Hz. Peygamber Hz. Hatib'in sözlerini dinledikten sonra, "Hatip sizlere doğru söylüyor" demiştir. Yani O, İslâm'dan inhiraf ettiği için veya küfre yardımcı olmak gâyesiyle böyle davranmamıştır. Hz. Ömer ise hemen ayağa kalkarak, "Ya Rasulallah! İzin ver de, Allah'a, Rasul'e ve Müslümanlara ihanet eden şu münafığın kellesini uçurayım" der. Fakat Hz. Peygamber "Bu şahıs, Bedir Savaşı'na katılanlardandır. Allah'ın Bedir Savaşı'na katılanlara, o vaziyeti görüp, "Ben sizi affettim" demediğini kim biliyor?" diye cevap verir. Son cümlenin kelimeleri bazı rivâyetlerde, farklı lafızlarla ifâde edilmiştir. Bazılarında, "Ben sizleri bağışladım", başka bir rivâyette "Ben sizleri affedenim", başka bir rivâyette ise "Ben sizleri affedeceğim" şeklindedir. Bu sözleri duyan Hz. Ömer ağlayarak, "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" demiştir. Bu özeti, muteber senetlerle yapılan birçok rivâyetten almış bulunuyoruz. Buhârî, Müslim, İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, Taberî, İbn Hişam, İbn Hibban ve İbn Ebi Hakim Bu rivâyetler arasında en güveniliri, Hz. Ali'den, onun katibi Ubeydullah bin Muhammed bin Ebi Rafi'nin ve ondan da Hz. Ali'nin torunu Hasan bin Muhammed bin Hanefiyye'nin işiterek rivâyet ettiği ve başka ravilerin de bize ulaştırdığı hadistir. Tüm bu rivâyetlerde açıkça, Hz. Hatib'in mazeretinin kabul edilerek affedildiği bildirilmektedir. Nitekim hiçbir kaynak O'na ceza verildiğini nakletmemektedir. Bu bakımdan Ümmetin alimleri, Hz. Hatib'e mazereti kabul görülerek, bir ceza verilmediği hususunda görüş birliği içindedirler. Bu âyetler her ne kadar Hz. Hatib'in hadisesi üzerine nazil olmuşsa da burada sadece bu olayı yorumlamakla yetinilmemiş, ayrıca mü’minlere ebedi bir ders de verilmiştir. Küfür ile İslâm'ın birbirlerine karşı savaş ettikleri bir dönemde, bir mü’min, sırf iman ettikleri için mü’minlere karşı savaşan bir kâfir ile -sebep ne olursa olsun- İslâm'a zarar verecek bir işe girişemez. Böyle bir davranış imanla çelişir; dolayısıyla, kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için, niyeti kötü olmasa bile, bir mü’minin böyle davranması doğru değildir. Kim böyle bir girişimde bulunursa yoldan çıkmıştır. “Ne yakın akrabalarınız, ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayabilir...” 60/Mümtehıne, 3 Burada anne, baba, kardeş ve çocuklarını düşmanlardan kurtarmak için böyle bir girişimde bulunan Hz. Hatib'e işaret olunmaktadır. Yani, "Sen onların uğruna büyük bir hata yaptın. Oysa Kıyamet günü onlar seni kurtaramazlar. Üstelik Allah huzurunda hiçkimse, bu benim babamdır, oğlumdur, kardeşimdir vs. benim yüzümden günah işlemiştir. Onun yerine bana ceza verin, demeye cesaret edemez. O gün geldiğinde herkes kendi derdine düşecektir." Kur'an'ın birçok yerinde bu husûsa değinilmiştir. "Suçlu, o günün azabından kurtulmak için, oğullarını, arkadaşlarını ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye versin de, tek kendisini kurtarsın ister." 70/Meâric 11-14 "İşte o gün, kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden, oğullarından kaçar. O gün onlardan her birinin kendisine yeter derecede işi vardır." 80/Abese 34-37 “…Allah Sizin aranızı ayıracaktır…” 60/Mümtehıne, 3. Yani, dünyadaki tüm ilişkiler orada kopacaktır, orada bir parti, bir grup, bir sülûk olarak hesap görülmeyecektir. Herkes kendi yaptığının hesabını kendi verecek ve bu dünyada dostluk, akrabalık, grup, parti uğruna İslâm'a göre caiz olmayan bir iş yapan kimse, yaptığının cezasını tek başına çekecek, onun sorumluluğuna bir başkası ortak olmayacaktır. “…Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.” 60/Mümtehıne, 3 Daha önce ayrıntılı bir şekilde açıkladığımız Hz. Hatib'in hadisesi ile bu hadise üzerine nazil olan âyetlerden, aşağıdaki sonuçları çıkarabilirz. a Bu şekilde davranmak, kişinin niyeti ne olursa olsun casusluktur. Üstelik bu casusluk, tehlikeli ve zarar verecek olaylara yol açabilecek bir dönemde yapılmıştır. Öyle ki saldırı öncesi düşmana haber verilmek istenmiştir. Ayrıca bu şüpheli bir mesele olarak kapalı kalmayıp, mücrim suçüstü yakalanmıştır. Zira mektup ortadaydı ve başka bir delile de gerek yoktu. Bu suç normal bir zamanda değil, savaş durumunda işlenmiş olmasına rağmen, Hz. Peygamber Hz. Hatib'i, ona kendini savunma şansı tanımaksızın hapse atmamış ve ayrıca mahkemeyi açık bir şekilde yapmıştır. Tüm bunlardan anlaşıldığına göre, İslâm'da yöneticiler ve hakimler, bir kimsenin suçunu kendileri bilseler veya şüphe duysalar dahi, o kimseyi hemen hapse atma yetkisine sahip değildirler. Ayrıca gizli kapılar ardında yargılamanın da İslâm'da yeri yoktur. b Hz. Hatib bin Ebi Belta'nın sadece Muhacir olmayıp, ayrıca Bedir ashabından olması, O'na sahabiler arasında imtiyaz kazandırmıştı. Bu özelliklerine rağmen, büyük bir suç işlediği için, Allah Teâlâ onu yukarıdaki âyette sert bir şekilde tenkit etmiştir. Ayrıca bu olay, hadislerde ayrıntılı olarak zikredilmiş ve müfessirlerin hemen hemen tümü bu hadisleri nakletmişlerdir. Bu ve diğer örneklerde de görüldüğü gibi sahabe hatasız değildir. Bilakis onlardan da beşerî zaaflar nedeniyle çeşitli hatalar sudur etmiştir. Allah ve Rasulü'nün bizlere, onlara hürmet etmeyi buyurmuş olması, onların hatalarını zikretmemek anlamında değildir. Şâyet böyle olsaydı, Allah bu olayı Kur'an'da zikretmez ve sahabe, tabiun, muhaddisler ve müfessirler de bunca ayrıntıyı beyan etmezlerdi. c Hz. Hatib'in mahkemesi esnasında, Hz. Ömer'in görüşü, Hz. Hatib'in davranışının zahirine bakılarak öne sürülmüştü. Onun delili, bu davranışının açıkça Allah'a, Rasûlu'ne ve Müslümanlara karşı ihanet mahiyetinde olmasıydı. Bu yüzden o bir münafıktı, dolayısıyla katli de vacipti. Ancak Hz. Peygamber O'nun görüşünü reddedip daha sonra İslâm'ın "Bir davranışın sadece zahiri gözönüne alınarak karar verilmez" şeklindeki bir ilkesini beyan etmiştir. Ayrıca suç işleyen bir şahsın geçmişi, yaşantısı, karakteri içinde bulunduğu ortam ve şartlar da dikkate elınmalıdır. Bu davranış biçimi kuşkusuz casusluktur ama bu suçu işleyen kimsenin İslâm'a ve Müslümanlara karşı tavrı nasıldır? Yani bu şahsi Allah'a Peygambere ve Müslümanlara hiyânet etmek için mi bu suçu işlemiştir? Ya da imanı için, yurdunu, ailesini vs. herşeyini terkederek hicret eden, bunca fedakarlıklar yapan bu şahsın imanından, ihlasından şüphe edebilir miyiz? Başka bir ifâdeyle söylenecek olursa, Bedir Savaşı'nda, düşmanın üç kat fazla gücü ve silâh üstünlüğünün bulunduğu nazik bir anda, sadece imanları uğruna canlarını ortaya koymuş bulunan kimselerin samimiyetinden şüphe etmek doğru mudur? Ayrıca onun kalbinde Mekke'deki müşrik Kureyşlilere karşı bir sevgi taşıyıp taşımadığı da düşünülmelidir. Hz. Hatip ise savunması sırasında, Mekke'deki ailesinin, diğer Muhacirlerin aileleri gibi kabile koruması altında olmadığından, savaşta Kureyşlilerin ailesine, çoluk-çocuğuna eziyet edecekleri korkusuyla böyle davrandığını açıkça söylemiş ve gerçekten de onun bu açıklaması teyid edilmiştir. Dolayısıyla Hz. Hatib'in bu açıklamasını kabul etmeyip, kendisini yalancı addetmenin ve onun maksadının aslında hiyanet ve Kureyşli kâfirlere yardım etmek olduğuna karar vermenin bir sebebi yoktur. Gerçi samimi bir Müslümanın iyi niyetle dahi olsa, bu şekilde davranması, yani kişisel çıkarları için Müslümanların savaş planlarını düşmanlara bildirmesi caiz değildir. Ancak böyle de olsa samimi bir Müslümanın yaptığı hata ile bir münafığın hiyâneti arasında büyük fark vardır. Bu bakımdan her ne kadar suçun keyfiyeti aynı ise de, cezaları aynı değildir. İşte mahkemede Hz. Peygamber de bu şekilde karar vermiştir. Allah Teâlâ da Mümtahine Sûresi'ndeki bu âyetlerle, O'nun verdiği kararı teyid etmiştir. Sözkonusu üç âyeti dikkatlice okuduğumuzda, Hz. Hatip hakkında vaki olan azarın, bir mü’mini azarlamak şeklinde olduğunu ve bir münafığın azarlanmasına hiç benzemediğini gâyet sarih bir şekilde görürüz. Ayrıca ona hiçbir mali ve bedeni bir ceza da verilmemiş, sadece yapılan davranış açıkça kötülenmiştir. Yani İslâm toplumunda bir mü’minin hata yapması, toplumun kendisine olan güvenini sarsar ve ona bu ceza tek başına yeterli olur. d Hz. Peygamber'in Bedir ashabının faziletleri hakkında, "Allah'ın Bedir Savaşı'na katılanlara, o vaziyeti görüp, "Ben sizi affettim" demediğini kim biliyor?" şeklindeki sözü "Bedir ashabı ne günah işlerse işlesin, onların affı önceden garanti edilmiştir" anlamında değildir. Zaten bu sözü Sahabe de böyle anlamadığı gibi, Bedir ashabı da bu sözleri duyunca, kendilerini suç işlemekte serbest görmüş değillerdir. Ayrıca İslâm hukukunda da, bu söze dayanılarak Bedir ashabından biri suç işlerse, ona ceza verilemez gibi bir kaide vaz' edilmemiştir. Aslında Hz. Peygamber'in bu mevki ve makamı vurgulamaktan kastının ne olduğunu, O'nun sarfettiği kelimelere dikkatlice baktığımızda anlayabiliriz. Yani Bedir ashabı Allah ve O'nun dini için samimiyetle öyle fedakarlıklarda bulunmuşlardır ki, buna karşı Allah onların geçmiş gelecek tüm günahlarını affetse bile, bu imkan harici olmaz. Dolayısıyla Bedir ashabından olan bir kimsenin hiyânetinden ve nifakından şüphe edilemez. Yaptığı hata ile ilgili söylediklerini doğru kabul etmek gerekir. e Kur'an'ın ve Hz. Peygamber'in açıklamalarından, kâfirler lehinde casusluk yapmasının bir Müslümanın mürted sayılmasına veya iman dairesinden çıkarılmasına ya da münafık kabul edilmesine yeterli olamayacağı anlaşılmaktadır. Ancak başka bir delil ya da şahidin olması müstesna. Çünkü bu davranış, bir kimsenin kâfir kabul edilmesine sebep teşkil etmez. f Kur'an'ın bu âyetlerinden, bir Müslümanın kâfirler lehine casusluk yapmasının en yakın akrabalarının malları ve canları tehlikede olsa bile, hiçbir zaman caiz olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. g Hz. Ömer, Hz. Hatib'i öldürmek için Hz. Peygamber'den izin istediğinde Hz. Peygamber, bu suçun cezasının ölüm olmadığını söylememiştir. Ancak Hz. Hatib Bedir ashabından olduğu ve bunun da onun ihlasının ispatına yetmesi dolayısıyla, Hz. Ömer'e izin verilmemiştir. Üstelik onun, düşmanlara iyilik etmek için değil, kendi çoluk çocuğunu korumak için böyle davrandığını bildiren açıklaması doğrudur. Bu bakımdan bazı İslâm hukukçuları, bu vak'ayı delil göstererek, İslâm'da casusluğun cezasının ölüm olduğu ancak çok önemli bir hafifletici sebep bulunursa daha az bir ceza ya da tazir verilebileceği sonucuna varmışlardır. Fakat bu mesele hakkında ihtilaf edilmiştir. İmam Şafii'ye göre, casusluk yapan bir Müslümanın öldürülmesi caiz değildir, ancak tazir edilebilir. İmam Ebu Hanife ve Evzaî ise, casusluk yapan Müslümana dayak vurulmalı ve uzun süreli hapis cezası verilmelidir, görüşündedirler. İmam Malik, "onu katletmelidir" diyorsa da, Malikî fakihlerinin görüşleri farklıdır. Eşbah'a göre bu konuda Devlet Başkanının İmamın geniş bir yetkisi vardır. O, suçlunun şartlarını gözönüne alarak gereken cezayı verir. Ayrıca bu görüş, İmam Malik ve İbn Kasım'dan da nakledilir. İbn el-Macişun ve Abdulmelik bin Hateb'e göre, suçluda casusluk yapmak adet halini almışsa, onu katletmek gerekir. İbn Vehhab ise, casusluğun cezasının ölüm olduğu, ancak bu suçtan tevbe edenlerin bağışlanmaları gerektiği görüşündedir. İbn Kasım'dan nakledilen bir görüş de bu şekildedir. Esbağ'a göre de, savaş sırasında casusluk yapmanın cezası ölümdür. Ama düşmana açıkça yardımda bulunmaları halinde. Müslüman ve Zımmî casuslara ölüm yerine dayak cezası verilmelidir. Ahkâmu’l Kur'an, İbnu’l Arabî, Umdetu’l Karî, Fethu’l-Bârî h Yukarıda zikredilen hadisten, suçlunun aranmasında gerekirse sadece erkeklerin değil, kadınların da elbiselerinin çıkarılmasının caiz olduğu sonucu çıkıyor. Gerçi Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Mikdat o kadını çırılçıplak soymamışlardır ama onu "mektubu vermezsen seni çırılçıplak soyarak arayacağız" diye tehdit etmişlerdir. Şâyet bu fiil caiz olmasaydı, elbette üç sahebe onu bu şekilde tehdit etmezlerdi. Yine akıl yürütecek olursak, onların gelip bu hadiseyi Hz. Peygamber'e anlatmış olacakları ve dolayısıyla Hz. Peygamber de bu davranışı tasvip etmemiş olsaydı, bunun bize rivâyet edileceği sonucuna varırdık. Bu bakımdan fakihler, bu davranışla ilgili olarak "caizdir" diye fetva vermişlerdir. Umdetu’l Karî “Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir 63/Münâfıkun, 9. Burada "mal ve çocukların" özellikle zikredilerek vurgulanması, insanların umumiyetle mal ve çocuklarının hatırı için imanın sorumluluklarından yüz çevirmeleri nedeniyledir. Çünkü insan umumiyetle bunlar yüzünden nifak, iman zaafı, fısk ve itaatsizliğin bataklığına saplanır. Aslında kastedilen, insanı Allah'tan gafil eden dünyadaki herşeydir. Allah'tan gaflet, her kötülüğün asıl sebebidir. Şâyet insan her an başıboş olmadığını, Allah'ın bir kulu olduğunu, Allah'ın kendisinin her yaptığından haberdar olduğunu ve yaptıklarından bir gün hesaba çekileceğini hatırında tutarsa, işte o zaman hiçbir sapıklık ve dalâlete düşmez. Beşeri zaafları dolayısıyla bir hata yapsa bile, hata yaptığını anlar anlamaz kendine çeki düzen verir Tefhîmu’l Kur’an. Muhammed Esed diyor ki “O halde, siz ey imana erişenler, Allah'a ve Elçi'ye karşı hâince davranmayın; size tevdî edilen emânete bilerek ihanet etmeyin!” 8/Enfâl, 27 “Ve bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız sadece bir sınav ve bir ayartmadır ve yine bilin ki, Allah'tır, katında en büyük ecir bulunan!” 8/Enfâl, 28 “Siz ey imana erişenler! Eğer Allah'a karşı sorumluluk bilinci içinde olursanız O size, hakkı bâtıldan ayırmaya yarayan bir ölçü bahşedecek ve kötü işlerinizi silip örtecek, sizi bağışlayacaktır Çünkü Allah, bağış ve cömertliğinde sınır olmayandır.” 8/Enfâl, 29 “Size tevdî edilen emânete bilerek ihanet etmeyin!...” Lafzen, “bile bile emânetlerinize ihanet etmeyin”. Klasik müfessirler, bu örnekte geçen emânet terimi için akıllarına gelen her türlü açıklamayı yapmışlardır. Ama bu açıklamaların en ikna edici olanı, emânet'in “muhâkeme” yahut “akıl” intellect ve “irâde” -yani, iki veya daha fazla hareket tarzı veya eylem biçimi arasında, dolayısıyla iyi ve kötü arasında seçim yapabilme yeteneği- olduğu şeklindeki açıklamadır. “Ve bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız sadece bir sınav ve bir ayartmadır ve yine bilin ki, Allah'tır, katında en büyük ecir bulunan!” Dünyevî şeylere karşı duyulan tutku ve meyil, kişinin ailesi için beslediği kayırma ve koruma duygusu bazan insanı haddi aşmaya ve dolayısıyla Allah'ın mesajında öngörülen ahlakî ve manevî değerlere ihanete sevkettiği içindir ki, bunlar fitne olarak nitelendiriliyor. Fitne sözcüğü bu anlam akışı içinde en iyi karşılığını “sınav ve ayartma” sözcüklerinde buluyor. Bu âyetle yapılan hatırlatma, yukarıda 25. âyette yapılan “kötülükten yana öyle bir ayartmaya karşı uyanık ve duyarlı olun ki, ... yalnızca hakkı inkara kalkışanlara musallat olmaz” uyarmasıyla bağlantılıdır. Çünkü başka bakımlardan iyi olan kişiyi kendi yandaşlarına karşı tecavüzkar kılan, onların hakkını ketmetmeye zorlayan unsur bazan sadece açgözlülük ve kendi ailesine çıkar sağlama hırsı olabilmektedir. Ancak buradan şu da çıkarsanabilmektedir ki, Kur’an, Yeni Ahid'in İncil'in tersine, dünyevî uğraş ve bağlılıklara hor bakmayı öngörüp de böyle bir horgörüyü dürüst ve sâlihce bir yaşama biçimi için ön koşul olarak koymamakta, fakat insandan bu uğraş ve bağlılıkların onu ahlakî değerlerden uzaklaştırmasına izin vermemesini istemektedir. “…hakkı bâtıldan ayırmaya yarayan bir ölçü bahşedecek… Yani, ahlâkî ve mânevî planda değerlendirme yeteneği Menâr IX/648. Muhammed Abduh, el-furkân'ın, aynı zamanda, “doğruyu yanlıştan ayırd etmemizi sağlayan insan aklı” için de kullanıldığını Menâr III, 160 söyleyerek ve bu kapsamı geniş yorumunu Bedir Savaşı'nın yevmu'l-furkân “doğrunun yanlıştan ayrıldığı gün” olarak tanımlandığı 841. âyete dayandırarak el-furkân'ın yukarıdaki anlamını Taberî, Zemahşerî ve diğer büyük müfessirlerce kabul edilen anlam desteklemiştir. Furkân terimi, Kur’an'da, çoğunlukla vahyedilmiş metinlerden herhangi birini ve özellikle de Kur’an'ı tanımlamak için kullanıldığından, Abduh tarafından işaret edilen muhtevayı taşıdığı da kuşkusuzdur mesela, 829'da bu terim, Allah'a karşı sorumluluklarının tam olarak bilincinde olan insanları ötekilerden ayıran ahlakî değerlendirme melekesine işaret etmektedir Kur’an Mesajı. Yine, M. Esed Teğâbün sûresinin tefsirinde şunları söylüyor “Siz ey imana ermiş olanlar! Bakın, eşlerinizden ve çocuklarınızdan bazısı size düşmandır…” Yani, “bazan, eşleriniz...” vd. Kur’an öğretisinde ahlakî sorumluluklar kadına olduğu kadar erkeğe de yüklenmiş olduğundan, ezvâcukum terimi “hanımlarınız” şeklinde çevrilmemeli, tersine -klasik Arapça kullanımına göre- evliliğin hem erkek hem de kadın tarafını eşit şekilde kapsadığı dikkate alınarak ona göre çevrilmelidir. “Öyleyse onlara karşı dikkatli olun!” Ailesini sevmesi, bazan erkek veya kadın mü’mini, inancının ve bilincinin gereklerine aykırı davranmaya itebilir ve bazan da sevilen taraflardan biri veya diğeri -karı, koca veya çocuk- kişiyi, bazı gerçek veya sunî “ailevî çıkarlar”ı korumak amacıyla ahlakî taahhütlerini terk etmeye ve böylece ötekinin ruhsal “düşman”ı olmaya bilinçli olarak teşvîk edebilir. Bir sonraki cümlenin işaret ettiği, işte bu son durumdur. “Sizin malınız mülkünüz ve çocuklarınız, sadece bir sınama ve bir ayartma aracıdır…” Dünyevî şeylere karşı duyulan tutku ve meyil, kişinin ailesi için beslediği kayırma ve koruma duygusu bazan insanı haddi aşmaya ve dolayısıyla Allah'ın mesajında öngörülen ahlakî ve manevî değerlere ihanete sevkettiği içindir ki, bunlar fitne olarak nitelendiriliyor. Fitne sözcüğü bu anlam akışı içinde en iyi karşılığını “sınav ve ayartma” sözcüklerinde buluyor. Bu âyetle yapılan hatırlatma, yukarıda 25. âyette yapılan “kötülükten yana öyle bir ayartmaya karşı uyanık ve duyarlı olun ki, ...yalnızca hakkı inkara kalkışanlara musallat olmaz” uyarmasıyla bağlantılıdır. Çünkü başka bakımlardan iyi olan kişiyi kendi yandaşlarına karşı tecavüzkar kılan, onların hakkını ketmetmeye zorlayan unsur bazan sadece açgözlülük ve kendi ailesine çıkar sağlama hırsı olabilmektedir. Ancak buradan şu da çıkarsanabilmektedir ki, Kur’an, Yeni Ahid'in İncil'in tersine, dünyevî uğraş ve bağlılıklara hor bakmayı öngörüp de böyle bir horgörüyü dürüst ve sâlihce bir yaşama biçimi için ön koşul olarak koymamakta, fakat insandan bu uğraş ve bağlılıkların onu ahlakî değerlerden uzaklaştırmasına izin vermemesini istemektedir. Onlardan önce bu yöreyi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olanlar [arasındaki yoksullara da ganimetin bir kısmı verilecektir], bir sığınak arayışı içinde kendilerine gelenlerin hepsini seven ve başkasına verilmiş olanlara karşı kalplerinde hiçbir haset olmayan, aksine kendileri yoksulluk içinde bulunsalar bile diğerlerini kendilerine tercih edenler Sizin malınız mülkünüz ve çocuklarınız, sadece bir sınama ve bir ayartma aracıdır…” İşte böyleleri, açgözlülükten korunanlardır, onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar! “Ve kendi iyiliğiniz için karşılıksız harcamada bulunun böylece açgözlülüklerinden kurtulmuş olanlar, işte onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar!” Böylece, cimrilik, açgözlülük ve ihtiras, burada, insanın hem bu dünyada ve hem de öteki dünyada mutluluğu elde etmesinin önündeki başlıca engeller olarak gösterilmişlerdir Kur’an Mesajı. Allâme Tababaî de şöyle der “Ey mü'minler Allah'a, Peygamber'e hiyânet etmeyiniz. Yoksa üstlendiğiniz emânetlere bile bile hiyânet etmiş olursunuz. Biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız sizin için aslında birer sınav konusudur ve büyük ödül Allah katındadır.” 8/Enfâl, 27-28. Müslüman kitlenin yükümlülüklerini üstlenmekten kaçınmak Allah'a ve Peygamber'e ihânettir. Bu dinin ele aldığı ilk problem de "Lâ ilâhe illâllah Muhammedun Rasûlullah = Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah'ın Peygamberidir" problemidir. İlâh olarak Allah'ı birleme ve bu konuda sadece Peygamberimiz Muhammed'in bildirdiklerine uyma sorunudur. Bütün tarih boyunca insanlık, Allah'ı hiçbir zaman kesin olarak inkâra yeltenmemiştir. Sadece sahte tanrıları O'na ortak koşma yönüne gitmişlerdir. Bu şirk kimi zaman daha az olmak üzere, inanç ve ibâdet noktasında, kimi zaman da ve çoğunlukla, hakimiyet ve otorite noktasında belirmiştir. İnsanlık hayatında çoğunlukla işlenen en büyük şirk, ikincisi olmuştur. Bu yüzden bu dinin ele aldığı ilk problem, insanları Allah'ın ilâhlığına inandırmadan çok, ilâhlık noktasında O'nu birlemeyi kabul etmeye çağırmak olmuştur. Allah'dan başka ilâh olmadığına şahitlik etmeye, yani evrenin düzeni üzerindeki hakimiyetini kabul ettikleri gibi, yeryüzündeki hayatlarının üzerindeki hakimiyet açısından da O'nun tek ve ortaksız olduğunu ilan etmeye çağrı olmuştur. Bu dinin ele aldığı ilk sorun "O gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır." 43/Zuhruf, 84 Bu dinin ele aldığı problem aynı zamanda, Allah'ın direktiflerini duyuranın sadece Muhammed olduğunu bu yüzden onun duyurduğu her şeye uymayı kabul etmek olmuştur. Bu dinin vicdanda inanç, hayatta hareket olarak yer etmesi için ele aldığı başlıca sorun budur. Bu yüzden bu problemi gözardı etmek Allah'a ve peygamber'e ihanet etmektir. Yüce Allah, kendisine inanan ve bu inancını ilan eden müslüman kitleyi böylece bir ihanetten sakındırıyor. Bunun sonucu olarak müslüman kitlenin inancının pratik anlamını gerçekleştirmesi bu cihadın can, mal ve evlât konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiği anlaşılmış oluyor. Aynı şekilde Yüce Allah, müslüman kitleyi islâm üzerine Peygamber'e biat ettiği -bağlılığını ifâde ettiği- günden itibaren yüklendiği emânete ihanet etmekten de sakındırıyor. Çünkü islâm dille söylenen bir söz değildir. Sadece birtakım lâflar ve iddialardan ibâret değildir. İslâm, çeşitli zorluklar ve engellerle karşılaşan eksiksiz ve kapsamlı bir hayat sistemidir. Hayatın pratiğini "Lâ ilâhe illâllah = Allah'tan başka ilâh yoktur" temelinin üzerinde kurma metodudur. Bu da, insanları gerçek Rabblerine kulluk yapmaya, toplumları O'nun hakimiyetine ve şeriatına boyun eğmeye yöneltmek, Allah'ın ilâhlığını ve iktidarını gasbeden tâğutları azgınlık ve haksızlıktan alıkoymak, tüm insanlık düzeyinde hak ve adâleti gerçekleştirmek, değişmez bir ölçü uyarınca insanlar arasında denge sağlamak, Allah'ın sistemi uyarınca da yeryüzünü kalkındırma görevini ve Allah'ın halifesi olma sorumluluğunu yerine getirmektir. Tüm bu görev ve sorumluluklar birer emânettirler, bu emânetleri yerine getirmemiş olanlar emânete ihanet etmiş, Allah'a verdikleri sözü tutmamış O'nun peygamberine gösterdikleri bağlılığı -biatı- ihlâl etmiş olurlar. Kuşkusuz bunlar fedakârlığı, sabır ve dayanıklılığı, mal ve evlât imtihanını aşmayı ve yüce Allah'ın emâneti yerine getiren sabırlı, neyi seçeceklerini iyi bilen ve fedakâr kullarına ayırdığı mükâfatı tercih etmeyi gerektiren sorumluluklardır. "Biliniz ki, mallarınız ve evlâtlarınız sizin için aslında birer sınav konusudur ve büyük ödül Allah katındadır." Bu Kur'an, insanın özüne hitap eder. Çünkü insanın yaratıcısı onun gizli bileşimini bilir. Onun gizlisini, açığını, iç dünyasının dönemeçlerini, gediklerini, eğilimlerini bilir. Yüce Allah, insanın yapısındaki zaaf noktalarını bilir. Mal ve evlât tutkusunun insanın en derin zaafı olduğunu da bilir. Bu yüzden insanın dikkatini, mal ve evlât bağışının altında yatan gerçeğe yöneltiyor. Yüce Allah insanları denemek ve imtihana tabi tutmak için onlara mal ve evlât vermiştir. Çünkü bunlar, imtihan ve sınanma aracı olan dünya hayatının süsleridirler. Yüce Allah kulun yaptıklarını ve tasarrufunu görmek için bunları imtihana tabi tutar Bunlara karşılık olarak şükrediyorlar mı, nimetin hakkını veriyorlar mı? Yoksa onlarla oyalanıp Allah'ın hakkını mı unutuyorlar? "Biz sizi iyilik ve kötülükle imtihana tabi tutarız. Enbiya, 35 İmtihan sadece zorluk ve yoklukla olmaz. Rahatlık ve bollukla da olur. Mal ve evlât da rahatlık ve bolluğun kapsamına girer. İlk uyarı budur "Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız aslında birer sınav konusudur." Kalbin imtihan ve denemeye tabi tutulacağı konudan haberdar edilmesi, kendinden geçmemesi, unutmaması, imtihan ve sınav esnasında başarısız olmaması için sakındırma, uyarma ve hazırlıklı olmasını sağlama amaçlı bir yardımdır bu. Sonra Yüce Allah insanı yardımsız ve karşılıksız olarak bırakmıyor. Çünkü fedakârlığın ağırlığı ve sorumluluğun büyüklüğü nedeniyle -uyarılmış olmasına rağmen- görevini yerine getirirken insan, yine de zaaf gösterebilir. Özellikle imtihan konusu, mal ve evlât ise. Bu yüzden yüce Allah insana hangisinin daha iyi ve daha kalıcı olduğunu gösteriyor. Amaç imtihanda zaaf gösterebilen insana yardım etmek onu korumaktır kuşkusuz. "Büyük ödül Allah katındadır." Mal ve evlâdı bağışlayan yüce Allah'dır. Mal ve evlâd imtihanını aşanlar için O'nun katında büyük mükâfat vardır. O halde kimse emânetin sorumluluğundan ve cihadın gerektirdiği fedakârlıklardan kaçınmamalıdır. İşte bu, içindeki zaaf noktalarını bilen yüce yaratıcıdan zayıf insana bir yardım ve destektir. "İnsan zayıf olarak yaratıldı." 4/Nisâ, 28. Bu inanç, düşünce, eğitim ve yönlendirmeye ilişkin eksiksiz bir hayat sistemidir. Her şeyi bilen Allah'ın sistemidir bu. Çünkü yaratan O'dur. "Yaratan hiç bilmez mi? O latiftir, her şeyden haberdardır." 67/Mülk, 14 Allah Korkusu Sûrenin bu bölümünde mü'minlere yönelik son çağrı, Allah'dan korkmaya ilişkin bir çağrıdır. Kendi inancına ilişkin olarak kesin bir kanıta dayanmadıkları, kuşkuları ortaya çıkaran, vesveseleri gideren, uzun ve dikenli yolda ayakları dirençli kılan bir nur olmadığı sürece kalpler, bu ağır yükün altından kalkamazlardı. Takvâ duyarlılığı ve Allah'ın nuru olmasaydı, hakkı batıldan ayıran nosyona, bu kritere sahip olmayacaklardı. "Ey mü'minler, eğer Allah'dan korkarsanız, O size iyiyi kötüden ayırd edebilecek bir nosyon, bir kriter bağışlar, kötülüklerinizi örter ve sizi affeder. Allah büyük lütuf sahibidir." 8/Enfâl, 29. İşte azık budur. Budur yol hazırlığı. Kalpleri dirilten, onları uyaran, içlerindeki uyarı, sakınma ve korunma cihazlarını harekete geçiren takvâ azığı... Yolun dönemeçlerini ve kavşaklarını göz alabildiğince ortaya çıkaran yol gösterici nur hazırlığı... Tam ve sağlıklı görüşü engelleyen kuşkular ortadan kalkmıştır artık. Sonra bu, hataların bağışlanması azığıdır. Huzur ve istikrarı sağlayan güven azığı... Azıkların tükendiği, çalışmaların yetersiz kaldığı bir günde yüce Allah'ın engin lütfunu düşünme azığı... Allah korkusunun kalpte yolun kıvrımlarını ortaya çıkaran bir kriter işlevi gördüğü bir gerçektir. Ancak bu gerçek de -tıpkı inanca ilişkin diğer gerçekler gibi- pratik olarak yaşayandan başkası tarafından algılanmaz. Sadece anlatmak bu gerçeğin tadını, fiilen yaşamamış olanlara ulaştırmaz. Allah korkusu olmadığı zaman, işler duygu ve akıl planında karmaşıklığını, yollar görüş ve fikir planında griftliğini sürdürür. Yolların ayrılış noktasında batıl hak kisvesinde görünür. Kanıt son derece kesin olmasına rağmen, ikna edici olamaz. Susturucu olur, ancak akıl ve kalbi harekete geçirmeye yetmez. Tartışma gereksiz olmaya başlar, münakaşa boşa gitmiş bir emeğe dönüşür. Evet Allah korkusu olmadığı zaman durum böyledir. Ama Allah korkusu olduğu zaman akıl aydınlanır, gerçek açığa kavuşur, yol belirginleşir, kalbe güven duygusu yer eder, vicdan huzura kavuşur, ayaklar doğrulur ve doğru yolda kalıcı olur. Gerçek, özü itibariyle fıtrata gizli değildir. Fıtratta gerçeğe yönelik bir uyum sözkonusudur. Nitekim fıtrat, bu gerçekten almıştır varlığını. Göklerle yer, gerçeğe dayalı olarak yaratılmıştır. Ancak fıtratla gerçek arasına giren ihtirastır, insanın arzusudur. Karmaşıklığa neden olan bu ihtirastır işte. Görüşü engelleyen, yolları kördüğüme dönüştüren, dönemeçleri görünmez hale getiren insanın ihtirasıdır. Kanıt ne kadar kesin olursa olsun, ihtirasa gëm vuramaz. Onu durduran ve bertaraf eden Allah korkusudur. İhtirası engelleyen takvâ ve gizli açık denetimdir. Bunun için yüce Allah'ın kalbe kazandırdığı bu nosyon, bu kriter gözleri aydınlatır, örtüyü kaldırır,' yolu iyice belirginleştirir. Kuşkusuz bu, paha biçilmez bir durumdur. Öte yandan Allah'ın lütfu bu göz kamaştırıcı duruma bir de hataların giderilmesini, günahların bağışlanmasını ekliyor. Bunlara da "büyük lütfu" ilave ediyor. Bu öylesine geniş ve kapsamlı bir bağıştır ki, büyük lütuf sahibi "kerim" olan Rabbden başkası onu bağışlayamaz Tefsiru’l-Mizan. Evlâdın Fitne Olmasıyla İlgili Bir Okuma Parçası Sakın bu, senin hikâyen olmasın Evlât Katili Bir Babanın İtirafları Bir evlât katiliyim ben. İşlediğim cinâyetin farkına yeni varan bir sarhoşluk içinde, et-kemik yığını ruhsuz bir ceset karşısında avazım çıktığı kadar bağırıyorum "Yavrum, seni ben öldürdüm; Affet beni evlâdım!.." Aman Allah'ım, evlât katili olmak! Ne fecî şey yâ Rabbî! Katil olmak, hem de çok sevdiği, doğunca dünyaların kendisinin olduğu, yiyeceğinden kesip yedirdiği, yetişmesi için her şeyini seferber ettiği evlâdının, öz çocuğunun katili olmak... Nasıl mı oldu bu iş? Anlatmaya çalışayım Efendim, aslında çok farklı şey değildi yaptıklarım. Anlayacağınız, uydum kalabalığa, el ne yapıyorsa ben de onu yaptım; ne bir fazla ne bir eksik. Ele baktım, onlar ne yapıyorsa ben de yaptım, doğru yoldan öyle saptım. Nereden bilebilirdim işin sonunun böyle fecî bir cinâyetle noktalanacağını? Ne bileyim herkesin bal dediği, benim de câhil olduğum için kanıp öyle zannettiğim şeyin aslında zehir olduğunu? Kendi ellerimle yavaş yavaş çocuğuma o zehirden içirdim. Sonra, bir de baktım ki tümüyle zehirlenmiş çocuğum. "Çocuğun sağ, ölmedi ki, nereden çıkarıyorsun bunları?" mı diyorsunuz? Şu zibidi mi, şu ruhsuz zavallı mı, şu canlı cenâze mi, şu hayat süren leş mi benim çocuğum? Hayır, hayır yanılıyorsunuz! Çoktan öldü, daha doğrusu öldürüldü benim çocuğum. Hem de katillerden biri ve en büyüğü benim, ben! Evet, asacak mısınız, kesecek misiniz, her cezaya hazırım; bu evlât ölü, ben de katilim. Daha onun ölü olduğunu hâlâ anlayamıyorsanız -ki dün ben de farkında değildim- öyleyse... Evet, evet, öyleyse siz de evlât katili ve benim de suç ortağımsınız. İlk câhiliyye asrında çocuklarını diri diri toprağa gömüyormuş câhil Araplar. Sizi bilmem, ama artık ben ayıplayamıyorum onları. Çünkü yeni yeni anladım kendi yaptığımın daha fecî olduğunu. Onlar, çocuklarının sadece maddesini öldürüyormuş; bense mânâsını öldürdüm. Onlar, çocuklarının üç-beş günlük dünya hayatlarını yok ediyorlarmış; bense âhiretlerini mahvettim. Onlar, sadece kız çocuklarını öldürüyorlarmış; bense kız-erkek hepsini öldürdüm. Gerçek katillik, asıl barbarlık câhiliyye Araplarının yaptığı gibi değil; benim yaptığım gibi olur. Onlar, çocuklarını günahsız yaşta öldürerek, onları cehennemlik olmaktan farkında olmadan kurtarıyorlarmış. Çocuklar için gerçek ölüm değil; kurtuluşmuş bu. Bense kendi ellerimle ateşe ittim onları, hem de bu dünyanın basit ateşine değil, cehenneme sürükledim, oraya ellerimle attım onları... Çocuklarım da şimdi beni oraya çekiyorlar, bana kendi yanlarında yer ayırmışlar, dâvetiye üstüne dâvetiye gönderiyorlar. Bilmem bu çağrıyı geri çevirebilecek miyim? Evlâdım! Senin terbiyenin, daha senin anneni seçmekle başladığını, bülûğ yaşına kadar tümüyle, ondan sonra da tavsiyelerle, yetişmen için bütün sorumluluğun bana ait olduğunu nereden bilebilirdim o zamanlar. Beni câhil bırakanlar, İslâm'dan habersiz yetiştirenler, hele hele anneni daha bir câhil bırakanlar, gâvur gibi yaşamamız için çabalayanlar da benim kadar suçlu değil mi? Ama, esas suçlu yine de benim, ben! Affet beni evlâdım... Sana ilk kelime olarak ALLAH demesini öğretmeliymişim. Yeni yeni öğrendim bunu. Gerçi sık sık duyardım sana helâl lokma yedirmenin şart olduğunu. Ama nereden, nasıl, ne kadar helâl bulacaktım? Düzen buydu, mutlaka helâla haram da karışıyordu. Eh ben de tümüyle dikkat edemezdim; zâten kim ediyordu? İşimden başımı kaşıyamıyordum, eşim de başından savmaya bakıyordu. Sağolsun yok, sözün gelişi dedim, "yok olsun!" bizim yerimize çocukla ilgilenenler oluyordu Sokakta birçok fesat, evde televizyon denen âlet, çocuğu avutuyordu. Sonradan anladım ki, avutmuyor, eğitiyor, öğütüyordu. Ağaç yaşken eğilirdi. Benim körpe fidanım da yaşken her yana yamuluyor, küfrün her boyasıyla boyanıyordu, hem de hayat boyu çıkmayacak boyayla. Artık; inancı, fikirleri, düşünce ve davranışlarıyla, her şeyiyle müslüman çocuğuna hiç benzemiyordu. Bir gâvurun çocuğuyla yan yana konulsa, benimkinin müslüman olduğunu, diğerinden farklı bulunduğunu nesiyle isbat edeceklerdi? Mümkün değildi mü'min olanını ayırdetmek. Beş bilinmeyenli denklem uğraşılarak çözülebilirdi, ama bu sorunun altından kalkmak her babayiğidin, hatta Pentium 4 PC'nin harcı değildi. Halbuki her temel esasta çok farklı bir inancı, yaşayışı ve ahlâkı olacaktı; böyle istiyordu Mevlâ. En güzel boya Allah'ın boyasıydı. Boyacılar da çocuk babası, sonra çocuğun hocasıydı, böyle olmalıydı. Ben bunları o zamanlar hiç görmüyor, düşünmüyor, çaresini aramıyor değildim. Çevremde namazlı niyazlı insanlar çocuğunun dini için, ne yapıyorsa, ben de onu yapmaya karar verdim. Ben din bakımından câhil sayılırdım. Anası ise ooo, zır câhil. Kendimiz ne öğretecektik çocuğa. Hocaya gönderdim yaz tatilleri, bazen de hafta sonları Pazar günleri. Çocuk hocadan şikâyetçiydi, önemsemedim şikâyetlerini. Ama niye çocuk, öğretmeninden hiç şikâyetçi olmadığı halde, hocadan hiç hoşlanmıyordu. Kafama takılıyordu bu. Çocuğun dediğine bakılırsa hoca pek bir şey öğretmiyor, bir sürü çocuğu ancak zorla susturuyor, çok da dövüyormuş... Olsun, yine de gidecekti çocuk hocaya. Çünkü evlâdım dinini iyi bilsin istiyordum. Nereden bilebilirdim o zamanlar dinin üç-beş gün hocaya gitmekle öğrenilmeyeceğini. Ben hocaya yardımcı olmadan, düzen her kurumuyla, çevre de her yönüyle hocanın vermek istediklerini bozup tam tersini her türlü zengin imkânlarıyla vermeyi terk etmeden mümkün müydü çocuğa dinini gerçekten öğretmek, öğrendiği dini yaşatmak? O zamanlar bilemezdim bunları. O zamanlar biliyordum çocuğun nasıl dindar olacağını, dinini nasıl öğreneceğini Hocaya/câmiye arada sırada gönderirsem iş tamamdı. O öğretirdi nasıl olsa çocuğa dinini. Çocuk böylece otuz iki farzı ezberleyecek, Kur'an'ı hatim edecekti. Namaz kılmasını da öğrenince, eh ne kaldı geriye, iş tamamdı. Ben böylece vazifemi yapmış olurdum. Allah bana "çocuğunu niye okutmadın?" demez, kurtulurdum. Mes'ûliyetten kurtulmak! için çok gayret ederek, zorla da olsa, çocuğu hocaya gönderdim. Bazen kaytarıp kaytarmadığını takip edemedim, ama başkasından daha çok uğraşarak, çocuğun oyunundan, eğlencesinden kısarak câmiye gitmesine çalıştım. Bir gün olsun, çocuk ne okuyor, hocanın şikâyeti var mı, merak ederek sorup kontrol etmedim, ama yıllarca tatilleri hep gönderdim. Veee sonunda, zorla da olsa, unutup unutup tekrar elife dönse de hatim ettirdim. Otuz iki farzı da su gibi sayacak şekilde kerataya ezberlettim. Ehh, artık görevimi yapmış olmanın mutluluğu vardı bende. Çocuk dinini de öğrenmiş, benden sorumluluk da gitmişti. O zaman bana göre din bundan ibâret, çocuğu yetiştirmek için bunlar gerekti. Bunları da senelerce uğraştan sonra halletmiştim. Çok sonraları anlayacaktım ki, bunlar, vicdanımdaki din yarasını pansumana yarayan fantezilerden ibâretti. Hiç yoktan iyiydi ama çocuğumu İslâmlaştırmaya, fıtratını korumaya, keferenin istediği ve şekillendirdiği yapıyı kökten değiştirip çocuğun hayatını yönlendirerek âhiretini kurtarmaya kâfi gelmekten öyle uzaktı ki... Ve benim sorumluluğumu gidermekten... Çocuğuma hatim ettirdiğim halde, hayret! Benim de ara-sıra hatırlatmama rağmen çocuk hiç namaz kılmıyordu. "Oğlum, hiç olmazsa Cuma'ya git, Cuma akşamları dedelerine Kur’an oku!" Nerdeee? Peki, “ben günahkârım, çocuğum arkamdan Kur’an okusun, ben de onun yüzünden kurtulayım” diye -aslında kendim için- okutmuştum onu, şimdi hiç Kur’an okumadığına göre, ben ölünce arkamdan, herhalde elinden düşürmediği romanları okuyacaktı. Öğrendiği halde Kur’an okumuyor, nasıl kılınacağını bildiği halde namaza yaklaşmıyordu. Ne yapsam nâfile! Gerçi, söz aramızda, fazla da bir şey yapamıyordum ya... Yavaş yavaş delikanlı olmaya başlıyordu, ama cennetle müjdelenen gence, Peygamberimiz'in ashâbına, hatta sıradan bir ümmetine, İslâm tipine hiç benzer yanı yoktu bizim delikanlının. Kızım da başını zorla kapatıyor, ben olmadığım veya zorlamadığım zaman biliyordum ki başını hiç örtmüyordu. Senelerce alıştırmış olacaklar, körpe fidanımı iyice bükmüş olacaklar, sevdirmiş olacaklardı benim yerine çocuğa yön verenler. Bu ortamı ben hazırlamış, ben vekiller tutmuştum. "Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ana-babası onu gâvurlaştırır." Buna yakındı hadis meâli. Çocuğun gâvurlaşmasından, önce ana-baba sorumluydu. Evet suç benimdi; affet beni Allah’ım! Bir tavuk kadar bile olamadım. Allah'ın emânetine onun kadar bile sahip çıkamadım. Bir tavuk, yavru civcivine zarar verecek bir düşman, yavrusunu çalmaya kalksa, hayatını tehlikeye atarak, atılırdı düşmanının üstüne. Ölümü göze alırdı da vermezdi yavrusunu hiçbirine. Bense, yapamadım bu kadarını bile. Hiçbir hayvanın yapamayacağı vahşîliği yaptım. Çocuğumu düşmanın önüne kendim attım. Bir hırsızlık olayı ile karşı karşıya idim. Hem de en sevdiğim dünya nimeti olan yavrumu çalmışlardı. Kimler mi? Hırsızların kiminin adını bile anamıyorum, çevre deyip geçeyim; sokaklar, kanallar, gazeteler, kitaplar, partiler, topçular, popçular... Evet, hem de göz göre göre çalmışlardı çocuğumu herkes seyirciydi sadece. Sessiz çığlığımla ciğerlerimi yırtarcasına bağırıyorum “Geri verin çocuğumu! Geri verin çocuğumun dinini, imanını, ahlâkını. Geri verin onun ruhundan, gönlünden kopararak çaldıklarınızı. Geri verin namazını, niyazını. Geri verin! Geri verin!...” Ama nâfile. Siz vermek isteniz bile veremezsiniz ki! Çocuk istemiyor geri vermenizi. Babasından daha önemlisi Rabbından koparılan çocuğum hırsızlarla işbirliği içinde, onların safını seçmiş... Aman Allah'ım, benim elimde cennetin yollarını öğrenmesi ve o yola koyulması için bana emânet olarak verilen yavrum, cehenneme doğru son sürat gitmekten o kadar memnun ki... Çalmışlardı çocuğumu. Çalarken bahane de bulmuşlar, minareyi çalanların kılıf hazırladığı gibi kılıf da uydurmuşlardı Güya beni ve çocuğumu düşündükleri için, çocuğumu kurtarmak, yetiştirmek içindi bu yapılanlar. "Bırakın benim çocuğumu, kurtulmasını istemiyorum ben!" diye ortalığı birbirine katmak geliyor içimden. Çocuğun, insanın âhiretini mahvetmenin, esas kurtuluşunu engellemenin adı olmuş kurtarmak, yetiştirmek, eğitmek. Çalmışlardı çocuğumu ve onun yerine başka birini "Al, senin çocuğun bu!" diyerek, zibidi bir genci teslim etmişlerdi bana, daha doğrusu beni teslim etmişlerdi ona. Ama, hayır, bin defa hayır! Bu değildi benim çocuğum. Hiç bana, dedesine benzer yanı yoktu bunun. Müslüman çocuğu olamazdı bu, Peygamberime benzeyen hiçbir tarafı yoktu bu yabancının. Benim çocuğum değildi bu. Ölmüştü benim çocuğum. Vatan dediğin bir toprak parçası; evlât ise toprağın gülü; o yüzden vatanla ilgili meşhur beyti şöyle değiştirebiliriz "Sahipsiz nesillerin çalınması haktır; Sen sahip çıkarsan bu çocuklar çalınmayacaktır!" Ben sahip çıkmadığım içindi bütün bunlar. Çalmışlardı çocuğumu. Kimlerin çaldığını öğrenmiş, hırsızı da yakalamıştım. Ama, “yakaladım” hırsızı derken, aslında benim yakam hırsızın elindeydi, asıl o beni bırakmıyordu. Ne? Beni de mi çalmışlar? Biriktirdiğim üç-beş kuruşumu çalsalar, oturduğum evimi beni kandırarak elimden alsalar, her tarafı velveleye verir, ciyak ciyak bağırır feryad ü figan ederdim. Çocuğumu çaldılar, bunları bile yapamadım. Demek beni de çalmışlar çalanlar ki, sesimi bile çıkaramadım. Çalınan çocuğumu geri vermediler, veremezlerdi tabii. Çünkü ölmüştü artık o. Öldürmüşlerdi onu. Ama katillerden biri, hatta en büyüğü bendim Ben öldürdüm onu, ben, ben, ben... Hem de Firavun'un erkek çocuklarını doğramasından daha fecî bir şekilde öldürdüm. Modern bir şekilde, incitmeden, nâzikçe; ama bu idamların en vahşîcesiydi. Çağdaş câhiliyye döneminin yöntemiyle. Çocukların et ve kemiklerinden çok kıymetli olan dinini, imanını, hayâ ve iffetlerini, nâmus ve faziletlerini, âhiretlerini, topyekün onları insan yapan her şeylerini öldürmüştüm. Bu cinâyetin en büyük suç ortağı benim, ben! Ben yardım etmeseydim, ben râzı olmasaydım dönemezdi bu zulüm çarkları. Gerekirse cesedim bile durdurmaya yeterdi onları. Ölümüm bile işe yarardı. Direnmeliydim sonuna kadar. Kâfir babası olmaktansa, hatta onun yüzünden küfre yaklaşmaktansa, büyük sıkıntılar çekmem, ölmem elbet daha iyiydi. Benim gibi korkak babalar, büyük zulümlerin suç ortağı babalar yüzünden değil miydi bunca cinâyetler? Doğduğunda kulağına ezan okunmuş, Allahu Ekber denmişti. Öldüğünde yine "En büyük sadece Allah'tır, O her şeyden daha büyük ve daha önemlidir" denilecek, arkasında namaza durulacaktı. Ama doğumla ölüm arasındaki tüm hayatı ezan ve Allah kelimesinden, bu mânâlardan çok uzaktı. Ben bir baba olarak, sadece doğarken mi, şimdiki gibi ceset haline geldikten sonra mı, ölünce mi hatırlatacaktım çocuğuma Allah'tan başka büyük olmadığını, diğerlerinin değer olmadığını? Başkaları başkalarının büyüklüğünü değerini anlatmışlardı Allah'ın büyüklüğü yerine ona; ben de dolaylı da olsa yardımcı olmuştum buna. Artık şimdi o, ezandan, namazdan değil; castık-custuk seslerinden zevk alıyor. Allah'ın karşısında eğilmeyen vücudu tâğutlar, cıvık kızlar karşısında eğiliyordu. Şimdi artık, çocuğumun taparcasına sevdikleri artistler, şarkıcılar, futbolcular, biraz da kızlardı. İlâhların kurbanıydı benim yavrum. Benim ellerimle kanı akıtılmış, sahte tanrıların önüne atılmıştı. Esas suçlu bendim, ben, ben! Affet beni evlâdım! Gerçi sen, şimdi henüz beni suçlamıyorsun ki affedesin. Ama yarın... Ahzâb sûresinin 66-68. âyetleri aklıma geliyor sık sık. Özellikle geceleri, devamlı senin suçlamaların, yakama yapışıp hesap sormalarınla sıçrayıp uyanıyorum. Şöyle buyuruyordu o âyetlerde Cenâb-ı Hak, senin gibi mazlum kurbanların fecî durumunu anlatırken "O gün yüzleri ateş içinde kaynayıp çevrilirken 'Vah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e itaat etseydik!' diyecekler. Yine şöyle diyecekler 'Ey Rabbımız! Doğrusu biz, efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize ana-babamıza ve diğer büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi dalâlete yanlış ve sapık yola götürdüler. Ey Rabbımız! Onlara azâbın iki katını ver. Ve onları büyük bir lânet ile lânetle rahmetinden uzaklaştır." Bu âyetlerin meallerini öğrendim, bir de tefsirlere baksam, âhiretteki o acıklı sahneyi düşünerek iyice kahrolacağım. Ama dünyada kahrolmak belki benim kurtuluşum, âhiret cezam için keffâretim olacak. Hele yatağa girip gözlerimi yumayım, hemen bir tablo çıkıyor karşıma Çocuklarım yakama yapışmış beni cehenneme doğru sürüklüyorlar. "Esas suçlu bu!" diye zebânîlere beni gösteriyorlar. Lânetlerin en büyüğünü yapıyor, kendi çektikleri azâbın iki mislini çekmem için Allah’a yalvarıyorlar. Kızamıyorum onlara. "Dünyada ben sizin için ne fedâkârlıklar yaptım, şimdi niye bana böyle davranıyorsunuz? Bırakın yakamı, ben size ne yaptım?" diyemiyorum. Çünkü çok şeyler yaptım, çok şeylerini yıktım, mahvettim biliyorum. Esas suçlu ben olmasam, Cenâb-ı Hak onların bu davranışlarını anlatıp beni ikaz etmezdi zaten. Evet, esas suçlu benim, ben! Affet beni evlâdım. Sen affetmezsen, Cenâb-ı Hak da herhalde affetmeyecek. Senin affetmen de dilinle değil; imana ve sâlih amele dönüşünle olacak. Affet beni evlâdım! Seni yarının bile haram ve şirklerinden koruyacak köklü bir iman vermeliydim. Böyle tavsiye ediyordu Hz. Ali. Fakat sen bugünlere bile dayanamadın. Ne ektim ki onu biçeyim, ne verdim ki iman nâmına, küfre ve haramlara silâh adına; bugün senden ne bekleyeyim? Senin istikbâlin için câhillerin mektep ve sokağına, iş tezgâhlarına, gazete ve televizyonuna seni teslim etmiştim. İnan, senin istikbâlini düşündüğüm içindi bunlar. Halbuki yeni yeni anlıyorum ki, istikbâl gelecek demekti. Gelecek de âhiret ve âkıbetti, dönüş Allah'a idi. Senin geleceğini, âhiretini düşünseydim, senin değerlerini parçalayacak olan canavarların önüne seni atar mıydım? Âhiretini üç-beş kuruşa satar mıydım? "Otuz iki farzı öğrettim, Kur'an'ı hatim ettirdim" diyerek yan gelip yatar mıydım? Sonra da "vah benim yavrum!" deyip ortalığı velveleye katar mıydım? Seni cehenneme ellerimle atar mıydım? Söyleyin, çocuğumun istikbâlini gerçekten düşünseydim, bütün bunları yapar mıydım? "Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden mes'ulsünüz." Böyle buyuruyordu o sözlerin en güzelini, en doğrusunu konuşan. Çobanlık yapabilmiş miydim? Allah'ın yasakladığı, sınır koyduğu hudûdu aşarken o ekin tarlasından çıkarabildim mi onu? Yoksa ben mi o yasak yerlerde otlattım çocuğumu? En azından göz yummadım mı o yasak ekinlerde otlamasına? Öyleyse güttüğüm sürünün değil; suç benim gibi çobanındı. Kabahatin çoğu evlâdın değil; babanındı. En kıymetli varlığıma, Allah'ın emânetine ne yaptım? Emânete ihânet etmeden koruyabilmek için emâneti iyi tanımak ve nasıl korunacağını bilmek şarttır. Emâneti niçin vermişti esas sahibi? Hâin olmamak için nasıl koruyacaktım, onu öğretmemiş miydi âlemlerin Rabbi? Târifesi yok muydu bunun? Öyleyse emânete ihânet eden hâin damgası yemeyi hak eden bendim, ben, ben! Enfâl sûresi 27-28. âyetlerde öyle denmiyor muydu? "Ey mü'minler! Allah'a ve Peygamber'e hâinlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emânetlere de hâinlik etmeyin. Bilin ki, mallarınız ve evlâtlarınız ancak bir fitnedir sizi günaha sokmaya sebeptir. Allah yanında ise büyük mükâfat vardır." Teğâbün sûresinin 14 ve 15. âyetleri ise şu mealdeydi "Ey iman edenler! Zevcelerinizle evlâtlarınızdan bir kısmı sizi ibâdetten alıkoymak, emirlerinize uymamak sûretiyle size bir nevî düşmandır. O halde onlardan sakının kötülüklerinden emin olmayın. Mutlaka mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir belâ ve imtihandır; çünkü sizi birtakım günahlara sokabilirler. Allah ise, büyük sevap O'nun katındadır." Affet beni evlâdım! Okuduğun kitapları, gazeteleri, konuştuğun arkadaşlarını, sana terbiye ve eğitim verenleri, seyrettiğin filmleri, oynadığın oyunları... kontrol altında tutamadım; gerektiğinde ambargo koyamadım. Kalbine ve kafana gireceklere gümrüksüz gel geç dercesine tavrımla, bahçedeki korkuluk kadar bile olamadım. Bütün bunları benim yerime ve benden daha güzel yapacak Allah korkusunu, ihsan bilincini, tevhid şuurunu gönlüne yerleştiremedim. Gecemi gündüzüme katıp, seni "nasıl müslümanca yetiştirebilirim?" diye planlar, programlar yapamadım. Dinim seni nasıl yetiştirmemi emrediyor, öğrenip uygulayamadım. Ben suçluyum Rabbim, Affet beni Allah'ım! Bir zamanlar bana karşı yeterince hürmetli ve saygılı davranmıyor, emirlerimi yapmıyorsun diye kızıyordum sana. Şimdi ise o kızdığıma kızıyorum yavrum. Öyle görmüştük biz çocukluk ve gençliğimizde Zerre kusur etmezdik saygı ve hürmette atalarımıza, hatta yaşça büyük herkese. Ben de bir zamanlar senden bunu bekliyordum. Çok önemliydi o demler, çocuğumun beni sayıp hürmet etmesi. Şimdi kızarak gülüyorum bu halime. Allah'a saygısız olan, O'nun emirlerini çiğneyen, Kur'an'ın hükümlerini umursamayan çocuk bana saygı gösterse ne olurdu? Allah'a saygı mı, bana saygı mı, hangisi daha önemliydi? Bir çeşit ilâhlık taslamış oluyordum o zamanlar. Allah'a saygıdan çok kendime hürmet istiyordum. Ölçü bendim, önce kendime istiyordum itaati ve saygıyı. Önce benim sözüm tutulacak, emirlerim yerine getirilecekti. Allah'ın emirlerinin tutulup tutulmaması benim için o günler önemli değil; benimki önemliydi. Şimdi kızarak gülüyorum bu halime; ben neydim ki Allah'ın yanında, zerre bile olabilir miydim? Ben neydim ve neyim ki, Yaratan'a isyan ederken çocuk, ben kendimi düşünüp bana itaat ve saygı isteyeceğim? Ana-babanın veya başka bir beşerin koyduğu kurallara karşı gelenler isyankâr olur, anarşist kabul edilir de, Allah'ın kanunlarına boyun eğmeyen, her şeyiyle isyan edip baş kaldırana anarşist ve isyankâr denmez de ne denirdi? Esas anarşist ve isyankâr, benim namaz kılmayan oğlumla, İslâmî örtüye bürünmeyen kızımdı. Anarşiyi batılı ve bâtıl rejimler üretiyordu ama gençleri kurban eden bu rejimleri besleyen, anarşist yapanlara fırsat veren biraz da bendim, ben. Anarşist babasıyım ben! Zehirli yılanları iyice besleyip büyüttükten sonra sokağa salıveren insan, yılandan daha suçlu, daha zararlı değil miydi? Kendi elleriyle yılanın zehirlerini takviye eden, ettiren terbiyeci, hele benim gibi tedbir de alamamış ise, kendisi de zehirlenip ölecekti. Keşke büyüttüğüm yılan, zehriyle sadece bana zarar verip beni öldürseydi de dâvâma saldırmasaydı, toplumu ifsâd etmeseydi! Pek önemsemiyordum eskiden evlât terbiyesini. Birkaç beylik lâfla oluverecek zannediyordum "Oğlum namaz kıl, kızım başını ört!" Niçin kılacaklardı namazı, başını niye örtecekti kızım? Öğretmiyor, öğretemiyordum. Öncelikle Allah'ın her şeyden fazla sevilip emirlerine itaat edilmeye lâyık biricik Rabbımız olduğunu, emirlerinin hikmetini, dünyâ ve âhiret saâdetine eriştireceğini... Şimdiki gençler öyle bir toplum içinde yaşıyorlar ki, namaza, örtüye giden yollar tümüyle tıkalı. Kolay mıydı bu devirde gencin namaz kılması, ahlâklı-iffetli olması, başını örtmesi? Köklü, çok sağlam bir iman olmadan mümkün müydü bunlar? Gerçek iman olmadan sâlih amel olmayacak, tevhidî imanın adına ise düzen irticâ koyacak, toplum da bu zokayı yutacak... Her şeyin başı imandı. Motor olmadan veya motora enerji konmadan araba çalışabilir miydi? İnsanın motoru da kalbi idi; Kalbin ihtiyacı da iman. Kalp motoru, iman enerjisi olmadan elbette çalışamazdı. Kalp bütün vücuda kan pompalayacak güçte olmalıydı. İman da her uzvu sâlih bir şekilde harekete geçirecek yeterlikte/sağlamlıkta olmalıydı. İman olmadan ya da yeterliliği bulunmadan hareket/amel/ahlâk beklenebilir miydi? "Kalp sağlam olursa bütün vücut sağlam olur" diyordu Allah'ın Rasûlü. Kalbi/imanı sağlamlaştırmalıydı her şeyden önce. Sonraları anladım, işin hiç de kolay olmadığını. Yaptıklarımın kendimi avutmak, içimden gelen duyguları, vicdanımı bastırmak olduğunu; çocuğa hatim ettirmekle işin bitmediğini, belki başladığını. Çocuğum yedi yaşına girince namaz ve örtüyle emredecek, emrimi yerine getirtmek için bir komutan edâsı takınacak; on yaşlarına geldiklerinde artık namaz ve tesettürün karşısındaki tüm iç ve dış engelleri kaldıracak, her nasılsa bunları hâlâ yapmazlarsa, onları hafifçe dövecektim; Böyle emrediyordu Yüce Peygamberim. Namaz ve örtü prototipti, bir baş örnekti. Diğer İslâmî emirler için de terbiye yolu bu idi. Yapmış mıydım bütün bunları? İslâm'ı yaşamaya engel olacak kültürel, siyasal, sosyal, psikolojik tüm baskı ve engelleri ortadan kaldırmış mıydım? Ona müslümanca yaşayabileceği bir çevre hazırlamış mıydım? Hayır! Öyleyse esas suçlu bendim, ben! Biri bana materyalist deseydi, kızardım eskiden. Ama şimdi, eski hayatıma kendim bu sıfatı takıyorum. Maddeci olmasaydım, çocuklarımın evvelâ rızıklarını mı düşünürdüm, yoksa müslümanca yetişmelerini mi? Ancak bir maddeperest yapabilirdi benim yaptıklarımı. Yorgun argın, posam çıkmış vaziyette, dilim bir karış dışarıda işten eve dönüyordum. Çocuklarla meşgul olacak zaman bile bulamıyordum gerçi, söz aramızda; televizyona, kahveye yer yer vakit bulabiliyordum. “Bu kadar çalıştığım, sadece çocuklarım için” diye teselli buluyor, çocuklarımı düşündüğümü sanıyor, kendimi kandırıyordum. Çocukların midesini düşündüğüm kadar dinlerini düşünseydim, en az karınları kadar ruhlarını doyurmanın babanın esas görevi olduğunu hesap etseydim, herhalde sekiz saat de onların dinleriyle uğraşırdım; sekiz saat rızıkları için çalıştığım gibi. Ama, dedim ya materyalistmişim, maddeye tapıyormuşum o zaman. Çocuk, çocukluk yapıp elini ateşe atsa, sobayı ellemeye kalksa elbette engellerdim; ille de yanmak istese de kendi haline bırakmaz, müsâade etmez, gerekirse, yanmasın diye, şefkatle tokatlardım onu. Çünkü o, neyi yapınca, nasıl davranınca yanacağını bilemezdi. Biraz büyüyünce, yine çocukluğun daniskasını yaparken, cehennem ateşine elini uzatıp, çevresinin teşviki ve kendi arzusuyla kendini ebedî alevlerin içine atarken seyirci kalmam, hatta bu yanma olayına yardımcı olmam neyle izah edilebilirdi? Evlâdımı sevseydim, ama Allah için ve gerçek sevgiyle sevseydim, onun cehenneme doğru yuvarlanmasına seyirci kalmaz, göz yummazdım. Demek ki sevmiyormuşum seni; affet yavrum beni! Sahibi bulunduğum bir sığır, bir koyun eve akşam birkaç saat gelmeyince, merak eder, aramaya çıkardım onu. Evlâdım akşam eve geç geldiğinde bu kadar bile merak etmemiştim. Koyunumu bir canavar, bir kurt yemesin diye araştırıp tedbir alıyordum da, evlâdımı nice kurtlar ve canavar tehdit ederken boş veriyor, hatta bazı kurtların eline kendim teslim ediyordum. Kuzuyu kurttan çoban korur, ya çoban kurt olursa o sürünün hali ne olur? Bunu düşünmüyordum. Hem kurtları kendi sürüme saldırtıyor, onlara fırsat veriyor, hem de güya çobanlık yapıyordum!.. Aslında çocuğun pek suçu yoktu. O taklit etti yanlışlarımla beni, benim vekillerimi. O örnek aldı; kanallarda seyrettiği artistlerin, şarkıcıların, futbolcuların hayatını. Kızım, yıldız diye göklere çıkartılan şıfrıntıların kıyafetini, modasını, dansını. Çocuk su gibi renksiz ve temiz geliyordu hayata. Hangi kaba koyarsan onun rengini ve şeklini alıyordu. Bendim, o suyu kirleten, o suyu çirkin boyalı pis bir kaba koyan. Oğlum! Sana peygamberini ve ashâbını tanıtıp sevdiremedim; topçuları ve popçuları sevdirdiğim kadar. On tane ashâbın adını sayamazdın ama, onlarca belki tonlarca futbolcu ve sanatçıları sayar, hayat hikâyelerini anlatırdın. Ben hazırladım bu ortamı sana; televizyon adındaki öğretmeni ben tutup getirmiştim eve, sana bunları belletsin ve sevdirsin diye. Kızım! Sana da Hz. Âişe'yi, Hz. Fâtıma'yı tanıtıp örnek gösteremedim. Sen Sümeyye'leri, Sümeyrâ ve Rümeysâ'ları nereden bilecektin? Kim öğretecekti, evdeki o özel öğretmen mi? Onları değil; sanatçıları! örnek almana ben sebep oldum. Evdeki ekrandan tepinme pardon dans dersini ve bin bir çeşit ahlâksızlık/hayâsızlık derslerini tâkip etmene ben seyirci oldum, ben sebep oldum, ben! Sen tabii, çocuk olarak, gözünle düşünecektin; aklınla değil. Ve gördüklerine uyacaktın; dinine değil. Onları gördün, onları belledin, onlara benzedin. Artık ne hayâ kaldı, ne din... Televizyon ilk öğretmenindi. Sen büyüdükçe öğretmenlerinin dereceleri de büyüyordu. Tv. Kanallarının öğretemediklerini de öğretsin diye video, sonra video CD player adlı özel ders veren öğretmeni eve getirdim; seni iyice eğitsinler, benim yerime yetiştirsinler diye. DVD ve VCD adlı yabancı öğretmenler özel kitaplarla ders veriyordu Özel filmlerle ev bir sinemaya, özel cliplerle gazinoya benziyordu. Hayat, bir filmden, bir oyundan, müzikten ve futboldan ibâretti çocukların gözünde. Böylece hem vakitlerini, hem kendi inanç ve ahlâklarını bu yabancı markalı silâhlarla öldürüyorlar, bir anlamda intihar ediyorlardı çocuklar. Baba olarak ben kahveden çıkmazsam, çocuklarım da tabii bana, benim modern tarzıma benzeyeceklerdi. Öyle bir ortamda, öyle bir çevrede büyüttüm yavrum seni ki, o yerlerde haramlar şiirleşmiş, günahlar süslenmişti. Buradaki yollarda trafik işaretleri “geri dönülmez tevbe edilmez, yasaktır”, “tek yönlü yol” gibi işaretlerdi. Ama “tehlike!” ve “kaygan yol!” tabelalarına, hele “çıkmaz yol!” işaretine aldıran, hatta onları gören de yoktu. Mecbûrî istikamet okları hep şirk ve isyanı gösteriyordu. Hırçın dalgaları olan canavar bir denize, yüzmeyi öğretmeden, can simidi takmadan ben bıraktım seni! Nasıl tahammül edecektin buna? Boğulunca seni suçlamaya başladım. Ama yeni yeni anladım Esas suçlu sen değil; bendim, ben! Uykusuz geceler geçiriyorum hep, Allah’a isyankâr birinin babasıyım diye. Artık dünyanın hiçbir zevki önemli değil, İslâmî örtüden nefret eden bir kızın babasıyım çünkü. Diyebilirsiniz ki; “Hz. Nuh’un ve bazı başka peygamber ve kâmil mü’minlerin de çocuğu iman sahibi, ahlâklı kişiler değildi!” Ben de derim ki Onlar mes’ul değiller; çünkü terbiye ve tebliğ görevlerini tümüyle yaptılar. Ondan sonrası, yani hidâyeti vermek Allah’a âitti. Mesele, çocukların şöyle veya böyle olmalarından daha çok; benim, vazifemi, bu konudaki dinimin tüm emirlerini yapıp yapmadığım idi. Ve ben görevimi hemen hiç denilecek kadar yapmamıştım. Suçluydum ben, suçluyum ben; Affet beni Allah’ım! Ah! Şimdiki aklım ve imanım olsaydı... Ah bir olsaydı, çocuklarımı nasıl yetiştireceğimi bilirdim. Bilirdim ama; çevre, sosyal ve siyasal yapı, kapitalist ilkelere uyan çalışma şartları, eğitim... düzelmeden kendine bile sahip olamıyorsun ki çocuğuna sahip olasın. Çöplükte belki, ama, gübrelikte gül yetiştirmek mümkün mü? O yüzden gübreliği temizlemeye, gül devrini oluşturmaya çalışırdım bir yandan. Sivrisinekle mücâdelenin kesin yolu, bataklığın kurutulmasıydı çünkü. Gerekirse hicret ederdim sırf bu yüzden; hiç olmazsa olumsuz çevreden, sürüden ayrılırdım. Ben hayvan değilim ki... Ne işim var sürüde? Uydum kalabalığa demezdim o zaman. İnsanların çoğuna uyarsa, Peygamberimiz’i bile çoğunluğun saptıracağını söylüyor Kur’an En’âm sûresi 116. âyette. Kalabalıkların yaptıklarını değil; yapılması gerekeni, yani Rabbımın yap dediklerini yapardım o zaman. Teslim etmezdim kâfirlerin ve küfrün eline en kıymetli varlığımı. Sahip çıkardım İlâhî emânete, birinci işim o olurdu, her şeyden önce gelirdi onları müslümanca yetiştirmek. Çok küçük yaştan itibaren Allah sevgisi, Peygamber sevgisi verirdim; her sevgiden önce ve en büyük sevgi olarak. İlâhî emirleri, ibâdetleri niçin yapması gerektiğini anlatır, her konuda şuurlandırmaya çalışır, okuduğu Kur’an’ın ne olduğunu, ne emirler içerdiğini, anlamını, namaza niçin ihtiyacımız bulunduğunu... öğretir ve sevdirirdim ona. Allah ve Peygamber sevgisini, Kur’an ve ibâdet şuurunu verince, bu konuyla ilgili aradan engelleri kaldırınca, evet o zaman zorlayan olsa da sevemezdi Allah ve Rasûl'ün sevmediklerini; benzemek istemezdi dinsizlere, donsuzlara. Nefret ederdi o zaman küfür ve kâfirin her çeşidinden. Ya kendim İslâm’ı iyice öğrenip öğretirdim çocuğuma ki en güzeli buydu, ya da aldığım aylığın yarısını, hatta daha fazlasını seve seve gerekirse verirdim uzmanına, özel hocalar tutardım. Evet, şimdiki aklım olsa mutlaka bunları yapardım. Aslında, zamanımızda ilim konusunda müslümanın işi çok kolaydı Her konuda çeşit çeşit güzel kitaplar yazılıyor, nice konular araştırılarak hazır lokma haline getirilip kitap diye, dergi diye, CD diye sunuluyordu. Evlât terbiyesi, çocuk eğitimi konusunda da onlarca kitap vardı; alır okurdum birini, nasıl terbiyeyi emrediyordu İslâm, öğrenir, tatbik etmeye çalışırdım. Uğraşır mıydım bu kadar onların sadece dünyada çokça rahat etmeleri, çokça karınlarını doyurmaları için? “Daha çok para kazanıp onlara bırakayım da, benden sonra daha çok haramları daha kolayca işlesinler” diyebilir miydim? Bırakacağım mirasla eğer dinlerini, yaşayışlarını kuvvetlendirmemişsem onların, kolaylıkla bir sürü günah işlemelerine fırsatı böylece ben vermiş olmaz mıydım? Şimdiki aklım olsaydı böyle düşünürdüm tabii. Beşinci büyük halîfe kabul edilen zâtın hayatını öğrendim yeni yeni. Öyle diyordu Ömer bin Abdülaziz ölüm döşeğinde, “her şeyini infak ettin; iyi de, çocuklarına bir şey bırakmadın. Onları hiç düşünmedin mi?” diyen yakınlarına “Onlar müslüman iseler ne âlâ! Onlara Allah’ı bırakıyorum sadece; yetmez mi? Onları müslüman olarak yetiştirmişim; Allah da, onlar da bunu kâfi görür. Yok, onlar kâfir iseler, ben onları müslüman olarak yetiştiremediysem, onlardan bana ne? Ne yiyecekler, ne edecekler, bana ne o gâvurlardan? İster benim evlâdım olsun, ister yabancı, kâfirlere mal bırakıp daha mı azdıracaktım? Benim bıraktığımla işledikleri haramdan ben mi sorumlu olacaktım? Bunu mu isterdiniz?” Evet, böyle diyordu o zât. Ben de onu örnek alır, ben de öyle derdim. Çünkü öğrendim ki Yüce Peygamberimiz “Hiç bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir şey bağışlayamaz, bırakamaz” diyordu. Ben de onlara dünyalık bırakacağım diye çokça rezillik çekip çokça yorulmaz, hem de esas olarak, âhiret azığı olacak terbiyeyi verirdim olanca gücümle. Hem onları, hem kendimi kurtarırdım böylece. Ne bırakmıştı o merhamet peygamberi kendi çocuklarına; onu düşünürdüm. O ne yaptıysa güzel yapmıştır derdim. Nerelerde yetiştirdi, kimlerin eline teslim etti sahâbeler çocuklarını, inceler, o yıldızlardan ışık alırdım. Yaşatamıyorsam müslümanca çoluk-çocuğumu, giderdim daha müslümanca yaşayabileceğimiz bir yere; Göçerdik âilece. Değmez miydi bunca çile Allah’ın güzel bir emâneti olan bebelere? Ve duâ ederdim çocuklarım için devamlı; onların ıslâhı, ihlâsı... için. Bir hadis-i şerifte “Ana-babanın çocuklarına duâsı, Peygamberlerin ümmetine duâsı gibidir Geri çevrilmez, kabul olunur.” buyuruluyor. Maddî tedbirlerimi alır, terbiyesi için son imkânıma kadar uğraşır, gerisini Allah’a bırakır, O’ndan yardım beklerdim. Bilirdim ki ben O’nun için bir adım atsam, O bana doğru koşarak gelecek, kapılarını açacaktır. Bugünkü ölümden beter hayatın zilletine katlanıp kâfirlere benzer şekilde, hayvan gibi yaşayıp ölümden sonraki azâba hazırlanacağıma, ölümsüzleşirdim böylece. Öldükten sonra yaşamak, ecir almaya devam etmek mümkündü; canlı cenâze olmanın mümkün olduğu gibi. Amel defteri kapanmayan müslümanlardan biri, hadis-i şerife göre, “arkasından duâ edecek hayırlı bir evlât yetiştiren” olacaktı. Ben öldükten sonra bile sevâbım artmaya devam edecekti. Sevaplarla yaşayacaktım çocuğum yaşadıkça... Ve... olmadı bütün bunlar. Affet beni Allah’ım! Hayâl-meyâl seni gördüm yavrum az önce bir sis perdesi arkasında, bulutların arasında. Benim sapladığım modern bıçakla kanlanan kefen içinde. Ayaklarına kapanmak istedim yavrum senin “Affet beni!” diye. Sen, hem benden korkarak kaçıyor, hem “dosdoğru inan ve inandığın gibi yaşa!” diyordun. Demek, suçumun keffâreti buydu. Affedebilmen, affedilebilmem için dediğini yapmalıydım; onu anlatıyordun. Gerçek mü’mine yakışır şekilde yaşayacağım, müslüman olarak ölmeye çalışacağım... Söz veriyorum, söz veriyorum yavrum! Ahmed Kalkan, Vuslat, Sayı 9-10, Mart-Nisan 2002 1- Cengiz Yağcı, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y., c. 1, s. 345-349 2- Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 52-53 3- Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 381-382 4- s. 206-210 5- Hayati Hökelekli, TDV İslâm Ansiklopedisi, s. 357-358 6- S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, 5/543-545 7- Ali Küçük, Besâiru’l Kur’an,7/298-300 8- Geniş bilgi için bkz. Sâlih Asğar, Kur’an’da Fitne Olgusu ve Modern Fitne Odakları, s. 45-90 9- Hüseyin K. Ece, s. 216-218 10- M. İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s. 297 vd. 11- S. Ateş, c. 13, s. 34-38 12- c. 11, s. 380-386 13- İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 16/74-77 14- Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 411-414 15- Halid Ünal, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 426-427 Mal ve Evlât Fitnesiyle İlgili Âyet-i Kerimeler A- Evlâd, Veled Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyet-i Kerimelerin Geçtiği Yerler Toplam 103 Yerde 2/Bakara, 83, 116, 133, 180, 215, 233, 233, 233, 233, 233, 233, 233; 3/Âl-i İmrân, 10, 11, 47, 116; 4/Nisâ, 7, 7, 11, 11, 12, 12, 12, 12, 33, 36, 75, 98, 127, 135, 171, 176, 176; 5/Mâide, 110; 6/En’âm, 101, 137, 140, 151, 151; 8/Enfâl, 28; 9/Tevbe, 55, 69, 85; 10/Yûnus, 68; 11/Hûd, 72; 12/Yûsuf, 21; 14/İbrâhim, 41; 17/İsrâ, 23, 31, 64, 111; 18/Kehf, 4, 39; 19/Meryem, 14, 15, 32, 33, 35, 77, 88, 91, 92; 21/Enbiyâ, 26; 23/Mü’minûn 91; 24/Teğâbün, 14, 15; 25/Furkan, 2; 26/Şuarâ, 18; 27/Neml, 19; 28/Kasas, 9; 29/Ankeb^T, 8; 31/Lokman, 14, 14, 33, 33, 33, 33; 34/Sebe’, 37, 35, 37; 37/Sâffât, 152; 39/Zümer, 4; 43/Zuhruf, 81; 46/Ahkaf, 15, 15, 17; 56/Vâkıa, 17; 57/Hadîd, 20; 58/Mücâdele, 2, 17; 60/Mümtehıne, 3, 3, 12; 63/Münâfıkun, 9; 64/Teğâbün, 14, 15; 71/Nûh, 21, 27, 28; 72/Cinn, 3; 73/Müzzemmil, 17; 76/İnsan, 19; 90/Beled 2, 3; 112/İhlâs, 3, 3. B- Oğul ve Kız Çocuğu Anlamındaki “İbn”, “İbnetun” veya Çoğulu Benûn ve Benât Kelimelerinin GeçtiğiYerler Toplam 162 Yerde 2/Bakara, 40, 47, 49, 83, 122, 132, 132, 133, 146, 211, 246; 87, 177, 215, 246, 253,; 3/Âl-i İmrân, 14, 45, 49, 61, 61, 93; 4/Nisâ, 11, 23, 23, 23, 23, 36, 157, 171; 5/Mâide, 12, 17, 17, 18, 27, 32, 46, 70, 72, 72, 75, 78, 78, 110, 110, 112, 114, 116; 6/En’âm, 20, 100, 100; 7/A’râf, 26, 27, 31, 35, 105, 127, 134, 137, 138, 141, 150, 172; 8/Enfâl, 41; 9/Tevbe, 24, 30, 31, 31, 60; 10/Yûnus, 90, 90, 93; 11/Hûd, 42, 42, 45, 78, 79; 12/Yûsuf, 5, 67, 81, 87; 14/İbrâhim, 6, 35; 15/Hicr, 71; 16/Nahl, 57, 72; 17/İsrâ, 2, 4, 6, 26, 40, 70, 101, 104; 18/Kehf, 46; 19/Meryem, 34; 20/Tâhâ, 47, 80, 94, 94; 21/Enbiyâ, 91; 23/Mü’minûn, 50, 55; 24/Nûr, 31, 31, 31, 31; 26/Şuarâ, 17, 22, 59, 88, 133, 197; 27/Neml, 76; 28/Kasas, 4, 27; ; 30/Rûm, 38; 31/Lokman, 13, 13, 16, 17; 32/Secde, 23; 33/Ahzâb, 4, 7, 50, 50, 50, 50, 55, 55, 55, 59; 36/Y3asin, 60; 37/Sâffât, 102, 149, 149, 153, 153; 40/Mü’min, 25, 53; 43/Zuhruf, 16, 16, 57, 59; 44/Duhân, 30; 45/C$üseiya, 16; 46/Ahkaf, 10; 52/Tûr, 39, 39; 57/Hadîd, 27; 58/Mücâdele, 2, 22; 59/Haşr, 7; 61/Saff, 6, 6, 14, 14; 66/Tahrîm, 12; 68/Kalem, 14; 70/Meâric, 11; 71/Nûh, 12; 74/Müddessir, 13; 80/Abese, 36. C- Çocuk Anlamında Diğer Kelimeler a- Çocuk kelimesinin Arapça karşılığı olan “tıfl” 4 yerde 22/Hacc, 5; 24/Nûr, 31, 59; 40/Mü’min, 67 b- Bülûğ çağına ermemiş çocuk anlamında “sabî” 2 yerde 19/Meryem, 12, 29 c- Bıyığı terlemiş delikanlı, genç ve çocuk anlamına gelen “ğulâm” kelimesi 13 yerde 3/Âl-i İmrân, 40; 12/Yusuf, 19; 15/Hicr, 53; 18/Kehf, 74, 80, 82; 19/Meryem, 7, 8, 19, 20; 37/Sâffât, 101; 51/Zâriyât, 28; 52/Tûr, 24. d- Madde, mânevî, mertebe, kıymet, miktar, cisim yönüyle küçük anlamında “sağîr” kelimesi 13 yerde 2/Bakara, 282; 6/En’âm, 124; 7/A’râf, 13, 119; 9/Tevbe, 29, 121; 10/Yûnus, 61; 12/Yusuf, 32; 17/İsrâ, 24; 18/Kehf, 49; 27/Neml, 37; 34/Sebe’, 3; 54/Kamer, 53. e- Nesil, zürriyet anlamında “zürriyyet” 32 yerde 2/Bakara, 124, 128, 266; 3/Âl-i İmrân, 34, 36, 38; 4/Nisâ, 9; 6/En’âm, 84, 87, 133; 7/A’râf, 172, 173; 10/Yûnus, 83; 13/Ra’d, 23, 38; 14/İbrâhim, 37, 40; 17/İsrâ, 3, 62; 18/Kehf, 50; 19/Meryem, 58, 58; 25/Furkan, 74; 29/Ankebût, 27; 36/Yâsin, 41; 37/Sâffât, 77, 113; 40/Mü’min, 8; 46/Ahkaf, 15; 52/Tûr, 21, 21; 57/Hadîd, 26. f- Küçük torunlar anlamında “hafede” 1 yerde 16/Nahl, 72. g- Ehil, âile, aşiret, yakınlar, halk gibi anlamlara gelen “ehl” kelimesi 127 yerde h- Yine yaklaşık aynı anlamlarda, ehil, âile, akraba, yakınlar, hânedan anlamlarına gelen “âl” kelimesi de 88 yerde i- “Yetim, bülûğ çağına girmeden önce babasını kaybetmiş çocuk anlamında “yetîm” kelimesi 23 yerde j- Üvey kızları anlamındaki “rebâib” kelimesi de 1 yerde 4/Nisâ, 23 kullanılır. Ç- Evlât/Çocuklar Hakkında Âyet-i Kerimeler a- Hayırlı Nesil İçin Duâ 2/Bakara, 128-129; 3/Âl-i İmrân, 38-41; 7/A’râf, 189; 14/İbrâhim, 40; 25/Furkan, 74; 46/Ahkaf, 15. b- Üremek ve Çoğalmak 2/Bakara, 187; 41/Fussılet, 47. c- Hayırlı Evlât Yetiştirmek 2/Bakara, 223. d- Evlât Sevgisi 3/Âl-i İmrân, 14; 34/Sebe’, 37. e- Evlât, Dünya Hayatının Süsüdür 18/Kehf, 45. f- Evlât, Fitne ve İmtihan Sebebidir 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 14-15. g- Evlâdı Allah’tan, Peygamber’den ve Allah Yolunda Cihaddan Üstün Tutmanın Kötülüğü 9/Tevbe, 24; 60/Mümtehıne, 3; 62/Münâfıkun, 9. h- Ergenlik Çağına Ulaşmamış Çocuklara Bakmak 4/Nisâ, 127. i- Kâfirlere Malları ve Evlâtları Fayda Vermez 3/Âl-i İmrân, 10, 91, 116; 5/Mâide, 36; 6/En’âm, 70; 7/A’r3af, 48; 13/Ra’d, 18; 19/Meryem, 77-80; 45/Câsiye, 10; 58/Mücâdele, 17; 69/Hakka, 25-29; 92/Leyl, 8-11; 104/Hümeze, 2-6; 111/Leheb, 1-3. j- Fakirlik Korkusuyla Çocukları Öldürmek 6/En’âm, 151; 17/İsrâ, 31. k- Mekke Müşrikleri Kız Çocuklarını Öldürüyorlardı 6/En’âm, 137, 140; 16/Nahl, 57-59; 42/Şûrâ, 17; 81/Tekvîr, 8-9. l- Allah, Dilediğine Kız, Dilediğine Erkek Evlât Verir; Dilediğini de Kısır Bırakır 42/Şûrâ, 49-50; 53/Necm, 45-46. m- Rahimlerde Yaratılanın Ne Olduğunu Allah Bilir 3/Âl-i İmrân, 6; 31/Lokman, 34. n- Allah’ın Dilemesi Olmadan Hiçbir Dişi, Gebe Kalmaz ve Doğurmaz 35/Fâtır, 11; 41/Fussılet, 47. o- Gerçek Zürriyetsiz Olanlar 108/Kevser, 3. p- Gebeliğin Süresi 31/Lokman, 14. D- Evlâtlıklar r- Evlâtlıklar, Gerçek Oğullar ve Kızlar Değildir 33/Ahzâb, 4, 40. s- Evlâtlıkların Babalarının Adına Çağırılmaları 33/Ahzâb, 5. t- Evlâtlıklar Mü’min Kardeşlerdir 33/Ahzâb, 5. E- Ana-Babaya Davranış a- Ana Babaya İyilik Etmek 2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 151; 17/İsrâ, 23-24; 29/Ankebût, 8; 46/Ahkaf, 15. b- Ana Babaya Vermek 2/Bakara, 215. c- Ana Babaya Karşı İyi Niyetli Olmak 17/İsrâ, 25. d- Ana Babaya Kötü Söz Söylemekten Sakınmak 17/İsrâ, 23. e- Ana Babaya Güzel Söz Söylemek 17/İsrâ, 23. f- Ana Hakkı 31/Lokman, 14; 46/Ahkaf, 15. g- Ana Babaya İtaat 31/Lokman, 14. h- Ana Babanın İman Dâvetine katılmayanlar 46/Ahkaf, 17-18. i- Allah’a Şirk Koşma Konusunda Ana Babaya İtaat Yoktur 29/Ankebût, 8; 31/Lokman, 15. j- Ana Babayı ve Akrabayı Allah’tan ve Cihaddan Üstün Tutmanın Kötülüğü 9/Tevbe, 24. k- Kâfir Ana Babanın Dostluğu 9/Tevbe, 31/Lokman, 15. l- Ana Baba İçin Duâ 14/İbrâhim, 41. F- Akrabaya İyilik a- Akrabaya İyilik Etmek 2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36. b- Akrabaya Vermek 2/Bakara, 177, 215; 16/Nahl, 90; 17/İsrâ, 26; 24/Nûr, 22; 30/Rûm, 38. c- Akrabalık Bağlarını Korumak 4/Nisâ, 1; 13/Ra’d, 21, 25. d- Münâfıklar, Akrabalık Bağlarını Keserler 47/Muhammed, 22. e- Kâfir Akrabanın Dostluğu 9/Tevbe, 23; 11/Hûd, 45-47. G- Sıla-i Rahim Akrabayı Ziyaret Akrabayı Ziyaret Etmek 30/Rûm, 38. Sıla-i Rahmi Kesmekten Sakınmak 47/Muhammed, 22. Akrabalık Bağlarını Korumak 4/Nisâ, 1; 13/Ra’d, 21, 25; 47/Muhammed, 22. H- Mal ve Çoğulu Emvâl Kelimelerinin Geçtiği Âyetler 86 Yerde 2/Bakara, 155, 177, 188, 188, 247, 261, 262, 264, 265, 274, 279; 3/Âl-i İmrân, 10, 116, 186; 4/Nisâ, 2, 2, 2, 5, 6, 6, 10, 24, 29, 34, 38, 95, 95, 161; 6/En’âm, 152; 8/Enfâl, 28, 36, 72; 9/Tevbe, 20, 24, 34, 41, 44, 55, 69, 81, 85, 88, 103, 111; 10/Yûnus, 88, 88; 11/Hûd, 29, 87; 17/İsrâ, 6, 34, 64; 18/Kehf, 34, 39, 46; 19/Meryem, 77; 23/Mü’minûn, 55; 24/Nûr, 33; 26/Şuarâ, 88; 27/Neml, 36; 30/Rûm, 39; 33/Ahzâb, 27; 34/Sebe’, 35, 37; 47/Muhammed, 36; 48/Fetih, 11; 49/Hucurât, 15; 51/Zâriyât, 19; 57/Hadîd, 20; 58/Mücâdele, 17; 59/Haşr, 8; 61/Saff, 11; 63/Münâfikun, 9; 64/Teğâbün, 15; 68/Kalem, 14; 69/Haakka, 28; 70/Meâric, 24; 71/Nûh, 12, 21; 74/Müddessir, 12; 89/Fecr, 20; 90/Beled, 6; 92/Leyl, 11, 18; 104/Hümeze, 2, 3; 111/Mesed, 2. I- Mülk Anlamında M-l-k Kelimesi ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler 118 Yerde 1/Fâtiha, 4; 2/Bakara, 102, 107, 247, 247, 246, 247, 247, 248, 251, 258; 3/Âl-i İmrân, 26, 26, 26, 26, 189; 4/Nisâ, 3, 24, 25, 36, 53, 54; 5/Mâide, 17, 17, 18, 20, 25, 40, 41, 76, 120; 6/En’âm, 73, 75; 7/A’râf, 158, 185, 188; 9/Tevbe, 116; 10/Yûnus, 31, 49; 12/Yûsuf, 43, 50, 54, 72, 76, 101; 13/Ra’d, 16; 16/Nahl, 71, 73, 75; 17/İsrâ, 56, 100, 111; 18/Kehf, 79; 19/Meryem, 87; 20/Tâhâ, 87, 89, 114, 120; 22/Hacc, 56; 23/Mü’minûn, 6, 88, 116; 24/Nûr, 31, 33, 42, 58, 61; 25/Furkan, 2, 2, 3, 3, 26; 27/Neml, 23, 34; 29/Ankebût, 17; 30/Rûm, 28; 33/Ahzâb, 50, 50, 52, 55; 34/Sebe’, 22, 42; 35/Fâtır, 13, 13; 36/Yâsîn, 71, 83; 38/Sâd, 10, 20, 35; 39/Zümer, 6, 43, 44; 40/Mü’min, 16, 29; 42/Şûrâ, 49; 43/Zuhruf, 51, 77, 85; 45/Câsiye, 27; 46/Ahkaf, 8; 43/Zuhruf, 86; 48/Fetih, 11, 14; 54/Kamer, 55; 57/Hadîd, 2, 5; 59/Haşr, 23; 60/Mümtehıne, 4; 63/Cum’a, 1; 64/Teğâbün, 1; 67/Mülk, 1; 70/Meâric, 30; 72/Cinn, 21; 76/İnsân, 20; 78/Nebe’, 37; 82/İnfitâr, 19; 85/Bürûc, 9; 114/Nâs, 2. İ- Mal ve Malı Kullanmak Konusunda Âyetler a- Mal, Fitnedir, İmtihan Sebebidir 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15. b- Mal, Dünya Hayatının Süsüdür 18/Kehf, 46. c- Zenginlik, Bir Üstünlük Sebebi Olamaz 6/Er’âm, 52-53. d- Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Devlet/Servet Olmamalıdır 59/Haşr, 7. e- Malı Kullanmakta Reşit Olmak 4/Nisâ, 5-6; 17/İsrâ, 34. f- Sefihlere malını İyi Kullanamayacak Akılsızlara Mal Verilmez 4/Nisâ, 5. g- Ekonomik Esâret 59/Haşr, 7. h- Malı ve Parayı Biriktirmek Stokçuluk 3/Âl-i İmrân, 49; 9/Tevbe, 34-35; 64/Teğâbün, 14-18; 104/Hümeze, 1-4. i- Mal Sevgisi 3/Âl-i İmrân, 14; 9/Tevbe, 35; 89/Fecr, 20. j- Mal Sevgisini, Allah’tan, Peygamber’den ve Allah Yolunda Cihaddan Üstün Tutmak 9/Tevbe, 24, 34- 35; 63/Münâfıkun, 9; 92/Leyl, 8-11; 96/Alak, 6-8. k- Mal, Dünyada Kalacaktır 6/En’âm, 94. l- Kâfirlere Malları ve Evlâtları Fayda Vermez 3/Âl-i İmrân, 10, 91, 116; 5/Mâide, 36; 6/En’âm, 70; 7/A’râf, 48; 13/Ra’d, 18; 19/Meryem, 77-80; 45/Câsiye, 10; 58/Mücâdele, 17; 69/Haakka, 25-29; 92/Leyl, 8-11; 104/Hümeze, 2-6; 111/Leheb, 1-3. m- Münâfıklar, Mal Sevgisi ile Doludurlar 9/Tevbe, 58-59, 67, 75-76; 48/Fetih, 15; 49/Hucurât, 14, 16-17. n- Mûsâ Ümmetinden Karun’un Mal Sevgisinin Sonu 28/Kasas, 76-84; 29/Ankebût, 39-40. J- Mülk Kavramıyla İlgili Âyetler a- Mülk Allah’ındır 35/Fâtır, 13; 57/Hadîd, 10; 64/Teğâbün, 1; 67/Mülk, 1. b- Allah, Mülkü Dilediğine Verir 2/Bakara, 247; 3/Âl-i İmrân, 26. c- Göklerdeki ve Yerdeki Her Şey, Allah’ındır 2/Bakara, 255, 284; 3/Âl-i İmrân, 109, 129; 4/Nisâ, 126, 131-132; 5/Mâide, 120; 10/Yûnus, 55; 14/İbrâhim, 2; 16/Nahl, 52; 20/Tâhâ, 6; 22/Hacc, 64; 24/Nûr, 64; 30/Rûm, 26; 31/Lokman, 20, 26; 34/Sebe’, 1; 42/Şûrâ, 4; 53/Necm, 31; 57/Hadîd, 2, 5. d- Göklerin ve Yerin Tasarrufu Allah’ındır 2/Bakara, 107; 3/Âl-i İmrân, 189; 5/Mâide, 40; 9/Tevbe, 116; 24/Nûr, 42; 25/Furkan, 2; 36/Yâsîn, 83; 39/Zümer, 62-63; 42/Şûrâ, 49; 43/ Zuhruf, 85; 45/Câsiye, 27; 48/Fetih, 14; 57/Hadîd, 2, 5; 85/Bürûc, 9. K- Dünya Nimetleri a- Cennetin Nimetleri Dünya Nimetlerinden Hayırlıdır 3/Âl-i İmrân, 14-15; 16/Nahl, 30. b- Dünya Nimetleri Fânîdir; Âhiret Nimetleri Son Bulmaz 4/Nisâ, 77; 16/Nahl, 96; 35/Fâtır, 5; 42/Şûrâ, 36. c- Dünya Nimetleri İle Âhiret Nimetlerinin Karşılaştırması 28/Kasas, 60; 29/Ankebût, 64. d- Sâlih Amel, Dünyanın Süsünden Hayırlıdır 18/Kehf, 46; 19/Meryem, 76. L- Kur'ân-ı Kerim'de Fakirlik Anlamındaki "Fakr" ve Türevleri 13 Yerde 2/Bakara, 268, 271, 273; 3/Âl-i İmrân, 181; 4/Nisâ, 6, 135; 9/Tevbe, 60; 22/Hacc, 28; 24/Nûr, 32; 28/Kasas, 24; 35/Fâtır, 15; 47/Muhammed, 38; 59/Haşr, 8. M- Fakir Anlamında "Miskîn" Kelimesi Tekil ve Çoğul Olarak 23 Yerde 2/Bakara, 83, 177, 184, 215; 4/Nisâ, 8, 36; 5/Mâide, 89, 95; 8/Enfâl, 41; 9/Tevbe, 60; 17/İsrâ, 26; 18/Kehf, 79; 24/Nûr, 22; 30/Rûm, 38; 58/Mücâdele, 4; 59/Haşr, 7; 68/Kalem, 24; 69/Hâakka, 34; 74/Müddessir, 44; 76/İnsân, 8; 89/Fecr, 18; 90/Beled, 16; 107/Mâûn, 3. N- Zenginlik Anlamında “Ğınâ” ve Türevleri 73 Yerde 2/Bakara, 263, 267, 273; 3/Âl-i İmrân, 10, 97, 116, 181; 4/Nisâ, 6, 130, 131, 135; 6/En’âm, 133; 7/A’râf, 48, 92; 8/Enfâl, 19; 9/Tevbe, 25, 28, 74, 93; 10/Yûnus, 24, 36, 68, 101; 11/Hûd, 68, 95, 101; 12/Yûsuf, 67, 68; 14/İbrâhim, 8, 21; 15/Hıcr, 84; 19/Meryem, 42; 22/Hacc, 64; 24/Nûr, 32, 33; 26/Şuarâ, 207; 27/Neml, 40; 29/Ankebût, 6; 31/Lokman, 12, 26; 35/Fâtır, 15; 36/Yâsin, 23; 39/Zümer, 7, 50; 40/Mü’min, 47, 82; 44/Duhân, 41; 45/Câsiye, 10, 19; 46/Ahkaf, 26; 47/Muhammed, 38; 52/Tûr, 46; 53/Necm, 26, 28, 48; 54/Kamer, 5; 57/Hadîd, 24; 58/Mücâdele, 17; 59/Haşr, 7; 60/Mümtehine, 6; 64/Teğâbün, 6, 6; 66/Tahrîm, 10; 69/Haakka, 28; 77/Mürselât, 31; 80/Abese, 5, 37; 88/Ğâşiye, 7; 92/Leyl, 8, 11; 93/Duhâ, 8; 96/Alak, 7; 111/Mesed, 2. O- Fakirlik ve Fakirler Konusuyla İlgili Âyetler a. Gerçek Fakirler 2/Bakara, 273. b. Fakir ve miskin Kavramı 9/Tevbe, 60 c. Fakirlerin Dokunulmazlığı 6/En'âm, 52-53. d. Fakir Düşmekte Hikmet Vardır 6/En'âm, 42; 9/Tevbe, 28. e. Fakirlik Korkusu ile Çocukları Öldürmekten Sakınmak 6/En'âm, 151; 17/İsrâ, 31. f. Fakirlere İyilik Etmek 2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36. g. Fakirlere Vermek 2/Bakara, 177, 215, 273; 17/İsrâ, 26; 24/Nûr, 22; 30/Rûm, 38; 70/Meâric, 24-25. h. Fakirlere Yedirip İçirmek 76/İnsan, 8-12; 89/Fecr, 18; 90/Beled, 12-16. i. Sâili İsteyeni Azarlamaktan Sakınmak 93/Duhâ, 10. j. Kâfirler Fakirleri Küçük Görürler 6/En'âm, 52-53; 7/A'râf, 49; 11/Hûd, 27; 18/Kehf, 28; 26/Şuarâ, 106-114. k. Kâfirler ve Müşrikler Fakirlere Vermezler 36/Yâsin, 47; 68/Kalem, 17-40; 69/Haakka, 34; 74/Müddessir, 43-44; 107/Mâûn, 1, 3. Ö- Zenginlik ve Zenginler Konusuyla İlgili Âyetler a- Allah, Dilediğine Hesapsız Rızık Verir 2/Bakara, 212; 3/Âl-i İmrân, 27, 37; 28/Kasas, 79-82; 29/Ankebût, 62; 42/Şûrâ, 19. b- Zenginliği Veren Allah'tır 53/Necm, 48. c- Zenginlik Bir Üstünlük Sebebi Değildir 6/En'âm, 52-53. d- Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Servet Olamaz 59/Haşr, 7. Kâfirler Mal Gururuna Kapılırlar 6/En'âm, 52-53; 7/A'râf, 49; 11/Hûd, 27; 18/Kehf, 28; 26/Şuarâ, 106-114. Câhil ve Gururlu Zenginler 96/Alak, 6-7, 12. Mal, Fitne ve İmtihan Sebebidir 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 15. P- Ekonomik Eşitliğin Anlamı a- Rızık Konusunda Kimi Kiminden Farklıdır 16/Nahl, 71; 17/İsrâ, 21; 42/Şûrâ, 27; 43/Zuhruf, 32. b- Zengin Fakir Ayırımı Yoktur 6/En'âm, 52-53. R- İsraf ve İktisat Savurganlık ve Tutumluluk a- İsraf Etmekten Sakınmak 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31. b- Saçıp Savurmaktan Sakınmak 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31; 17/İsrâ, 26-27, 29. c- Mü'minler İsraf Etmezler 25/Furkan, 67. d- Allah İsraf Edenleri Sevmez 6/En'âm, 141; 7/A'râf, 31. S- Cimrilik a- Cimrilik Etmek 2/Bakara, 195; 3/Âl-i İmrân, 180; 4/Nisâ, 36-37; 47/Muhammed, 38; 57/Hadîd, 23-24; 92/Leyl, 8-10. b- Malı ve Parayı Biriktirmek 3/Âl-i İmrân, 49; 9/Tevbe, 34-35; 64/Teğâbün, 15-18; 104/Hümeze, 1-4. c- İnsan Cimridir 17/İsrâ, 100; 70/Meâric, 19-21; 100/Âdiyât, 8-11. d- Şeytan Fakirlikle Korkutur 2/Bakara, 268. e- Cimrilik Etmekten Sakınmak 17/İsrâ, 29, 31; 47/Muhammed, 37-38; 59/Haşr, 9; 64/Teğâbün, 16. f- Mü'minler Cimrilik Yapmaz 25/Furkan, 67. Ş- Cömertlik a- Cömert Olmak 17/İsrâ, 29. b- Allah Cömerlere Bolluk Verir 2/Bakara, 268. T- Yedirip İçirmek a- Fakirlere Yedirip İçirmek 22/Hacc, 28, 36; 76/İnsan, 8-12. b- Yetimlere Yedirip İçirmek 76/İnsan 8-12. c- Esirlere Yedirip İçirmek 76/İnsan, 8-12. d- Kâfirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler 36/Yâsin, 47; 69/Haakka, 34; 74/Müddessir, 43-44; 107/Mâûn, 1, 3. U- Rızık a- Allah, Dilediğine Hesapsız Rızık Verir Bakara, 212; Al-i İmran, 27, 37; Kasas, 79-82; Ankebut, 62; Şura, 19. b- Allah, Rızkı Daraltır veya Genişletir Bakara, 245; Ra'd, 26; İsra, 30; Kasas, 82; Ankebut, 62; Rum, 37; Sebe'36, 39; Zümer, 52; Şura, 12, 27; Mülk, 21. c- Rızkı Veren Allah'tır Yunus, 31; Hicr, 21; Ankebut, 17, 61; Rum, 40; Sebe',24, 39; Fatır, 3; Zariyat, 58. d- Rızık Konusunda Kimi kiminden Farklıdır Nahl, 71; İsra, 21; Şura, 27; Zuhruf, 32. e- Allah, Bütün Canlıların Rızkını Verir Hud, 6. f- Rızık Verenlerin En Hayırlısı Allah'tır Hacc, 58; Mü'minun, 72; Cum'a, 11. g- Allah, En Temiz Nimetlerden Rızıklandırır Mü'min, 64. h- Allah, Cimrilik Etmeyenlere Bol Rızık Verir Bakara, 268. i- Yer Üzerinde Rızık Sebepleri Yaratılmıştır Hıcr, 20. j- Rızık Endişesi, Hakka Dâvet Görevine Engel Olamaz Taha, 132. k- Yağmurla Gökten Rızık İner Zariyat. 22. l- Rızık Aramak Cum'a, 10. m-Rızkın Bolluğu ve Darlığında, İbretler Vardır Zümer, 52 n- Yaratılan Her Şeyin İnsan İçin Olmasında İbretler Vardır Casiye, 13 o- Rızık Endişesi, Tebliğ Görevine Engel Olamaz Taha, 132 p- Zenginliği Veren Allah'tır Necm, 48 r- Zenginlik Bir Üstünlük Sebebi Değildir En'am, 52-53 s- Mal, Zenginler Arasında Dolaşan Bir Servet Olamaz Haşr, 7. t- Kâfirler, Mal Gururuna Kapılırlar En'am, 52-53; A'raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114 u- Cahil ve Gururlu Zenginler Alak, 6-7, 12 ü- Mal, Fitne ve İmtihan Sebebidir Enfal, 28; Teğabün, 15. v- Fakir Düşmekte Hikmet Vardır En'am, 42, Tevbe, 28. y- Rızık Konusunda Kimi Kiminden Farklıdır Nahl, 71; İsra, 21; Şura, 27; Zuhruf, 32. z- Zengin Fakir Ayrımı Yoktur En'am, 52-53. V- İnfak a- İnfak/Allah Yolunda Harcamak Bakara, 3, 195, 245, 254, 261, 270, 272, 274; Enfal, 3; Ra'd, 22; İbrahim, 31; Hacc, 35; Kasas, 77; Secde, 16; Fatır, 29-30; Hadid, 7; Münafıkun, 10-11; Teğabün, 16-17. b- Mala Olan Sevgiye Rağmen Allah Sevgisiyle Harcamak Bakara, 177; İnsan, 8. c- Harcamada Ölçü Furkan, 67; Muhammed, 36-38. d- Allah İçin Harcamak ve Harcayanların Hali Bakara, 264-266, 272; Kasas,77; Münafikun, 10-11; Leyl,17-21 e- Harcamayı Malın İyisinden ve Sevilen Şeylerden Yapmak Bakara, 267; Al-i İmran, 92. f- Harcama Yapılacak Mal Bakara, 3, 219; Şura, 38. g- Kendilerine Verilecek Kimseler Bakara, 215, 273; Nur, 22. h- Harcadıklarını Başa Kakanlar Bakara, 262-264, 266, Müzzemmil, 20. i- Gösteriş Olsun Diye Harcamak Bakara, 264, 266, 270, 272; Nisa, 38-39. j- İnfaktan Kaçılmaz Bakara, 268; Hadid, 10. k- İnfaktan Kaçanlar Mearic, 18-21. l- İnfak Edenler Takvâ Sahibi Mü'minlerdir Al-i İmran, 16-17, 134. m-İnfak Edenlerin Mükâfatı Bakara, 272; Hadid, 7, 11; Teğabün, 17; Mearic, 24-25, 35; Leyl, 5-7,18. n- Kâfirler ve Müşrikler İnfak Etmezler Yasin, 47; Kalem, 17-40; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Mâûn, 1, 3. o- Kâfirler Mallarını Allah Yolundan Çevirmek İçin Harcarlar Enfal, 36; Beled, 5-12. p- Fakirlere Yedirip İçirmek Hacc, 28, 36; İnsan, 8-12, Fecr, 18. r- Yetimlere Yedirip İçirmek İnsan, 8-12. s- Esirlere Yedirip İçirmek İnsan, 8-12. t- Kâfirler, Fakirlere Yedirip İçirmezler Yasin, 47; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Maun, 1-3. u- Cömert Olmak İsra, 29. ü- Allah, Cömertlere Bolluk Verir Bakara, 268. v- Fakirlere İyilik Etmek Bakara, 83; Nisa, 36. w- Fakirlere Vermek Bakara, 177, 215, 273; İsra, 26; Nur, 22; Rum, 38; Mearic, 24-25. x- Sail'i İsteyeni, dilenciyi Azarlamaktan Sakınmak Duha, 10. y- Kâfirler, Fakirleri Küçük Görürler En'am, 52-53; A'raf, 49; Hud, 27; Kehf, 28; Şuara, 106-114. z- Kâfirler ve Müşrikler, Fakirlere Vermezler Yasin, 47, Kalem, 17-40; Hakka, 34; Müddessir, 43-44; Mâûn, 1-3 Y- Fitne a- “Fitne” ve Türevlerinin Geçtiği Âyetler 60 Âyet 2/Bakara, 102, 191, 193, 217; 3/Âl-i İmrân, 7; 4/Nisâ, 91, 101; 5/Mâide, 41, 49, 71; 6/En’âm, 23, 53, 7/A’râf, 27, 155; 8/Enfâl, 25, 28, 39, 73; 9/Tevbe, 47, 48, 49, 49, 126; 10/Yûnus, 83, 85; 16/Nahl, 110; 17/İsrâ, 60, 73; 20/Tâhâ, 40, 40, 85, 90, 131; 21/Enbiyâ, 35, 111; 22/Hacc, 11, 53; 24/Nûr, 63; 25/Furkan, 20; 27/Neml, 47; 29/Ankebût, 2, 3, 10; 33/Ahzâb, 14; 37/Sâffât, 63, 162; 38/Sâd, 24, 34; 39/Zümer, 49; 44/7Duhân, 17; 51/Zâriyât, 13, 14; 54/Kamer, 27; 57/Hadîd, 14; 60/Mümtehıne, 5; 64/Teğâbün, 15; 68/Kalem, 6; 72/Cin, 17; 74/Müddessir, 31; 85/Bürûc, 10. b- Fitne Katilden Beterdir 2/Bakara, 191, 217. c- Bazı Fitnelerin Cezâsı Geneldir 8/Enfâl, 25. d- Mal ve Evlât, Fitne Sebebidir 8/Enfâl, 28; 64/Teğâbün, 14-15. e- Fitneyi Uyandırmamak İçin İnsanlara İpucu Vermemek Gerekir 12/Yûsuf, 13, 15-17. Z- Fitne Kavramıyla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları Buhârî, Fiten 3, 4, 5, 9, 17, 26, 31; İ’tisâm 2; Vüdû 37; Ezan 60, 63, 149; İlm 24; Muhsar 4; Mevâkît 4; Mezâlim 25; Cenâiz 86-88; Meğâzî 12; Menâkıb 25; Cihad 25; Tefsir 2/30; Deavât 38, 39, 44-46; Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. 2/469; Müslim, Fiten 3, hadis no 2885, 4/2211, Fiten 9, 10, 13; Mukaddime 7; İman 186; Salât 179; Küsûf 8, 11, 12, 22; Mesâcid 128, 130, 132; Zikir 49; Cenâiz 86; Ebû Dâvud, Fiten 2, hadis no 4259-4262, 4/100, 101, Fiten 24, 149; İbn Mâce, Fiten 25; Cenâiz 65 ; Riyâzu’s-Sâlihîn Terc. 1/512 ; Tirmizî, Fiten 30, hadis no 2197, 4/488, Fiten 11, 25, 29, 33, 48; Ahmed bin Hanbel, 1/169, 185, 320; 2/172, 173, 282, 408; 3/346, 422; 4/226; 5/39, 48, 110; Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi 1/435-436; 3/381; 6/198; 13/356-357, 360, 365-366, 370-373, 375-387, 390-395, 398-399, 418-419, 426, 428, 441, 447-449, 450-452, 454-464, 466-467, 471-473, 482-484, 519-522, 527-528; 14/238-242; 15/422-423, 428-429; 17/156, 529, 532, 545. Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar FİTNE 1. Kur’an’da Fitne Kavramı, Hasan Keskin, Rağbet Y., İst. 2003 2. Kur’an’da Fitne Olgusu ve Modern Fitne Odakları, Sâlih Asğar, Hanif Y., İst. 1994 3. Kur’an’da İmtihan, Süleyman Kaya, İnsan Y. İst. 2003 4. TDV. İslâm Ansiklopedisi Mustafa Çağrıcı, Y. c. 13, s. 156-159 5. Şâmil İslâm Ansiklopedisi Talat Sakallı, Şâmil Y. c. 2, s. 196-197 6. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 6, s. 286-296 7. Sosyal Bilgiler Ansiklopedisi Hüsnü Aktaş, Risâle Y. c. 2, s. 56-59 8. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılâb Y. s. 151-153 9. Fıkhî Meseleler, Yusuf Kerimoğlu, Ölçü Y. c. 3, s. 47 10. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 206-218 11. Kur’an’da Siyasî Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. 12. Kur’an’da Temel Kavramlar, Cavit Yalçın, Vural Y. s. 20-35 13. Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Hayati Aydın, Timaş Y. s. 270-272 14. Yeryüzünün Vârisleri, Kul Sadi Yüksel, Madve Y. s. 243-254; 282-283 15. Fikrî Tevhide Doğru, Halil Atalay, Ribat Neşriyat, s. 33-38 16. İlâhî Kanunların Hikmetleri Sünnetullah, Abdulkerim Zeydan, İhtar Y. s. 102-145 17. İnanmak ve Yaşamak, Ercümend Özkan, Anlam Y. c. 3, s. 179-193 ÇOCUK EĞİTİMİ 18. Çocukluk ve Gençlik Çağında İslâmî Eğitim ve Psikolojik Temelleri, Ömer Özyılmaz, Pınar Y. 2003 19. Kur’an’da Tebliğ ve Eğitim Psikolojisi, Mehmet Şanver, Pınar Y. İst. 2001 20. Hz. Muhammed ve Öğretim Metodları, Abdulfettah Ebû Gudde, Umran Y. İst. 1998 21. Hz. Peygamber ve İlim, Yusuf el-Kardavî, Şule Y. İst, 1993 22. İslâm’da Aile Eğitimi Terbiyetü’l-Evlâd fi’l-İslâm I-II, Muhammed Ali Sabuni, Uysal Y. 23. İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu, Heyet, İSAV, İlmî Neşriyat, İst. 1995 24. İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi 2, İSAV, Ensar Neşriyat, İst. 1996 25. Ailede Çocuğun Din Eğitimi, Abdurrahman Dodurgalı, İFAV Y., İst, 1996 26. Aile Okulu, Kemalettin Erdil, T. Diyanet Vakfı Y. Ank. 1991 27. Çocuğunuzu Yanlış Eğitiyorsunuz, Yengeç Kitabı, Salzmann, Çocuk Vakfı Y., İst. 1991 28. Ailede Eğitim, Hüseyin Ağca, T. Diyanet Vakfı Y. Ank. 1993 29. Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, Mustafa Öcal, T. Diyanet Vakfı Y. 2. Bs. Ank, 1991 30. Türkiye’de Din Eğitimi ve Öğretimi, Heyet, İslâm Medeniyeti Vakfı, İst. 1993 31. İslâm’ın ve İlmin Işığında Çocuk Eğitimi, H. Hüseyin Korkmaz, Feza Y. 93; Tuna Y. İst. 95 32. Hz. Peygamber’in Sünnetinde Terbiye, İbrahim Canan, DİB. Y., Ank. 1980 33. Kur’an’da Çocuk Eğitimi, İbrahim Canan, Nesil Y., İst. 1996 34. Ras. Göre, Âilede ve Okulda Çocuk Terbiyesi, İbrahim Canan, Yeni Asya Y. İst. 79; Türdav, 9. bs. İst. 35. İslâm’da Temel Eğitim Esasları, İbrahim Canan, Yeni Asya Y., İst. 1980 36. İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi, Ahmed Çelebi, Çev. Ali Yardım, İst. 1976 37. Din Eğitimi ve Öğretimi İman-İbâdet, Halis Ayhan, DİB Y. Ank. 1985 38. Din Eğitimi ve Öğretiminde Mükâfat ve Ceza, M. Emin Ay, Nil Y., 2. bs. İzmir 1994 39. Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatalım, M. Emin Ay, 2. bs. İst. 1990 40. Allah’ı Nasıl Anlamalı, Çocuklarımıza Nasıl Anlatmalı, Vehbi Vakkasoğlu, Sevgi Y., 4. bs. 2004 41. Çocuğumuzu Nasıl Eğitelim, Bakiye Marangoz, Mektup Y., İst 1988 42. İslâm’da Çocuk, Beyza Bilgin, DİB. Y. Ank. 1987 43. Çocuk ve Peygamber, Mehmet Emin Ay, Timaş Y. 44. Çocuk Eğitim Rehberi, Ana-Babanın El Kitabı, Nurhan Şener, Toker Y., 2. Bs., İst. 1976 45. Öğretmenler ve Aileler İçin Rehber Kitap, Pınar Koç Yıldırım, Mustafa Otrar, Nobel/EdamY 46. İslâmî Hayatta Âile ve Çocuk Terbiyesi, Ayşenur Zehra, İttihad Y., İst. 1993 47. Kemalist Eğitim ve Din Düşmanlığı, Burhan Bozgeyik, İttihad Y., İst. 1993 48. Sınıfta Pozitif Disiplin, J. Nelsen, L. Lott, S. Glenn, Hayat Y. İst. 1999 49. SOS! Ana Babalara Yardım, Lynn Clark, Ph. D., Evrim Y., İst. 1996 50. Her Yönüyle Çocuğunuz, Şule Bilir, Pelin Bilir Adıyaman, Alkım Y., İst. 51. Yaratıcı Bir Çocuk Yetiştirme, Cynthia MacGregor, Papirus Y., 2. Bs. İst. 1997 52. Sevgi Eğitimi, Veysel Sönmez, Anı Y., 5. Bs. Ank. 1997 53. Çocuğunuz ve Oyun, Arnold Arnold, Fitzhugh Dodson, Denge Y., İst. 1998 54. Çocukta Oyunla Tedavi, Hans Zulliger, Bozak Y., İst. 1974 55. Eğitimi Zor Çocukların Psikolojisi, Alfred Adler, Baha Matbaası, İst. 1965 56. Çocuklar Nasıl Öğrenir, Ahmet Rahmi Ercan, Alkım Y. Ankara 57. Nasıl Bir Aile, İslâmî Bakışın İmkânları, Hammude Abd el-Âti, çev. Mesut Karaşahan, Pınar Y., İst. 2000 58. Muvahhid Aileyi Kurmak, Kul Sadi Yüksel, Yenda/Ölçü Y., İst. 1998 59. Yitirilmiş Emniyet, Kul Sadi Yüksel, Yenda Y., İst. 1998 60. Aile Bilinci, Aysel Zeynep, Denge Y., IV. Bs. İst. 1997 61. Eyyühe’l-Veled, Ey Oğul! İmam Gazâli 62. Dinde Edeb, İmam Gazâli, İslâmî Neşriyat Y., İkinci bs. Konya, 1972 63. İlmihal II, İslâm ve Toplum, İSAM Y. 64. Allah Erinin Ahlâk ve Kültürü, Said Havva, Hilâl Y/Petek Y. 65. El-Edebu’l-Müfred, Ahlâk Hadisleri I-II, Buhârî, Sönmez Neşriyat, İst. 1974 66. Lokman Sûresi ve Ahlâkî Öğütler, Muhsin Demirci, Çamlıca Y. İst. 2001 67. Arınma Yolu, Abdülhamid Bilâlî I-II, Şafak Y. 1st. 1992 68. Eğitimde Bediüzzaman Modeli, Halit Ertuğrul, Nesil, İst. 1996 69. İslâm’da Öğretmen ve Öğrenci Münasebetlerine Dair Geniş Risale, el-Kâbisî, Terc. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Y. 70. Üçüncü Neslin Eğitimi, Osman Sezgin, T. Diyanet Vakfı, Ank. 1991 71. Çocuk ve Anne-Baba İlişkileri, Aydın Demirsar, Redhouse Y. İst. 1985 72. Çocuğun Duygusal Sorunları, Bebeklikten Yetişkinliğe, Dr. Lee Salk,Remzi Kitabevi, 2. basım, İst. 1982 73. Bizden Çocuğa, Rafet Erten, Bilgi Y., Ank. 1984 74. Örnekleriyle İslâm Ahlâkı, M. Yaşar Kandemir, Nesil Y. 75. Anahatlarıyla İslâm Ahlâkı, Mustafa Çağrıcı, Ensar Neşriyat 76. İslâm’da Eğitimin İncelikleri, M. Es’ad Coşan, Seha Neşriyat, İst. 1997 77. Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur? E. A. Rauter,Gözlem Y., ikinci bs, İST 1976 78. Eğitim Üretim İçindir, Harun Karadeniz, Gözlem Y. 8. bs. İzt. 1978 79. Aydınlığa Doğru, Gerçekçi Bir Eğitim Denemesi, Gözlem Y., 3. bs, İst. 1979 80. İmanı, Heyecanı, İdealıi, Kimliği ve Hedefleriyle Genç Adam, Osman Öztürk, 5. bas. Rağbet Y. İst. 2004 81. Kur’an Okurken Zihne Takılan Âyetler, Müşkilu’l-Kur’an, Abdülcelil Candan, Elest Y., İst. 2004 82. İslâm’da Çocuk Terbiyesi, Osman Karabulut, şahsi Y., Konya, 1975 83. Çağdaş Eğitim Sistemleri, İrfan Erdoğan, Sistem Y. İst. İst, 1995 84. İnsan ve Eğitim, Şadi Eren, Yeni Asya Y., 1996 85. Müslüman Ailede Çocuğun Terbiyesi, Ahmed Hamdi Savlu, Hayra Hizmet Vakfı Y. Konya, 1978 86. Okul Öncesinde, Okulda, Sosyal Yaşamda Çocuğun Başarısı Nasıl Sağlanır, Heyet, Altınköprü Y., İst. 1979 87. İslâm Eğitiminde Yeni Ufuklar, Seyyid Ali Eşref, Fikir Y., İst. 1991 88. Kur’an Eğitimin Eşsiz Metodu, Said Ramazan el-Bûtî, Madve Y., İst. 1997 89. İslâm’daTerbiye Metodu, Muhammed Kutub, Hisar Y., İst. 1975 90. Kur’an Ahlâkı, M. Abdullah Draz, İz Y., 2. bs. İst. 2002 91. Müslüman Olmam Neye Gerektirir, Fethi Yeken, İslamoğlu Y., İst. 1992 92. Müslümanın Ahlâkı, Muhammed Gazâlî, Ribat Y., 3. 1996 93. Kur’ân-ı Kerim’de Sosyal Münasebetler Âdâb-ı Muâşeret, M. Zeki Duman, Özel Y. 94. Kaynaklarımıza Göre İslâm Terbiyesi, Osman Şekerci, Çanakkale Seramik Kültür ve Araştırma Hizmetleri Y. 95. Görgü ve Nezaket Kuralları, Heyet, Timaşy Y. 96. Günlük Hayatımızda Nezaket ve Görgü, Ayşenur Kurtoğlu, Timaş Y., 2. bs. İst. 97. Köprü Üç Aylık Fikir Dergisi, Eğitim Özel Sayısı, Güz 1999 Ekim, Kasım, Aralık, No 68 98. Değerler Eğitimi Dergisi, Aylık Ahlâkî Değereler Üzerine, Edam Y./Ensar Y. 99. Otoriter ve İlgisiz Olarak Algılanan Ana Baba Tutumlarının Çocuğun Kaygı Düzeyine Etkisi, Ramazan Abacı, Yayınlanmamış doktoro tezi, Ank. 1984 100. Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, Evlâd maddesi, KUBA Y., c. 5, s. 539-551 101. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y., Çocuk maddesi, c. 1, s. 345-349 Cengiz Yağcı 102. TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Y., c. 8, s. 355-365 çocuk maddesi MAL VE EKONOMİ 103. İslâm Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Fahri Demir, Y. Ank. 1988 104. Tüketim Virüsü, Mustafa Karaalioğlu, Yeni Şafak Y. İst. 1995 105. Tüketim Köleliği, Ivan İllich, Çev. Mesut Karaşahan, Pınar Y. İst. 1990 106. İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 381-382 105. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 4, s. 52-54; 133-134; 342-343; 345-348 106. Kur'an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 5, s. 419-425; c. 11, s. 380-386; c. 13, s. 34-40; c. 15, s. 250-256 107. Nur'dan Kelimeler, Alâaddin Başar, Zafer Y. c. 2, s. 130-136 108. İslâm’da Mülk ve Hilâfet, Şahin Uçar, İz Y. 109. Delilleriyle Ticaret ve İktisat İlmihali, Hamdi Döndüren, Erkam Y. 110. Neden Bu Kadar Fakirler, Abdullah Arslan, Akademi Y. İst. 1989 111. Hayatın Pahalılanmasını Nasıl Engelleyebiliriz? Birlik Y. Ank. 1979 112. Zenginlere ve Zengin Olmak İsteyenlere, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. İst. 1993 113. Fakirler ve Zenginler, Vehbi Karakaş, Timaş Y. İst. 1993 114. Niçin Yoksuluz? Birlik Yayıncılık, Ank. 115. İslâm'ın İktisadî Görüşü, Sabahaddin Zaim, Yeni Asya Y. İst. 1981 116. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, Y. İst. 1987 117. İslâm'a Göre Banka ve Sigorta, Hayreddin Karaman, Nesil Y. 3. Bs. İst. 1992 118. İslâm'da Para, Ahmed el-Hasenî, Çev. Adem Esen, İz Y. İst. 1996 119. Zenginler, Yoksullar ve Robotlar, Deniz Can Saner, Birleşim Y. İst. 1993 120. İdeal Ekonomik Politikası, Abdurrahman Maliki, Ta-ha Y. 121. Müslüman ve Para, Hekimoğlu İsmail, Timaş Y. 7. bs. İst. 1996 122. Para, Faiz ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1987 123. İktisat Penceresinden İslâm, Ferit Yücel, Şahsi Y. İst. 1979 124. Herkes İçin Ekonomi, George Soule, Gerson Antell, Çev. Nejat Muallimoğlu, Avcıol Y. 3. Bs. İst. 996 125. İnfak Allah Yolunda Harcama, Veysel Özcan, Mirfak Y. 126. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Neşriyat, İst. 1992 127. İslâm Hukukuna göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Hamdi Döndüren, İstanbul 1983 128. İslâm'da İşçi-İşveren Münâsebetleri, Hayreddin Karaman, Marifet 1981 129. İslâm'da Ticaret Prensipleri, M. Cevat Akşit, Gâye Vakfı, İst. 2001 130. İslâm'da Ticaret Hukuku, Abdülkerim Polat, Sabah Gaz. Kültür Y. İst. 1977 131. İslâm'da Tüketici Hakları, Hüseyin Arslan, T. Diyanet Vakfı Y. Ank. 1994 132. Ulusların Yeni Zenginliği, Guy Sorman, Afa Y. 133. Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, Hamdi Döndüren, İklim Y. İst. 1988 134. İktisat, Siyaset ve Din, Mustafa Özel, Yeni Şafak, İst. 1995 135. Amerikan Yüzyılının Sonu, Mustafa Özel, İz Y. İst. 1993 136. Aksiyon, Ahlâk, Ekonomi, Zübeyir Yetik, Çığır Y. İst. 1975 137. Ekonomi Bir Din midir, Zübeyir Yetik, Beyan Y. İst. 1991 138. Sınıfsız Dünya, Saadettin Elibol, Dergâh Y. İst. 1978 139. Gazâlî’nin İktisat Felsefesi, Sabri Orman, İnsan Y. İst. 1984 140. Alışverişte Vâde Farkı ve Kâr Haddi, Heyet, İlmî Neşriyat 141. İktisadî Kalkınma ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat 142. Türkiye’de Zekât Potansiyeli, Heyet, İlmî Neşriyat 143. İşçi İşveren Münasebetleri, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1990 144. Toplumların Çöküşünde Rüşvet, Seyyid Hüseyin el-Attas, Çev. Cevdet Cerit, Pınar Y. İst. 1988 145. Sosyal Siyaset Açısından İslâm'da Ücret, Adem Esen, T. Diyanet Vakfı Y. 2. Bs. Ank. 1995 146. Ekonomik Adâletin Temelleri, Muhammed Nuveyhi, Beyan Y. 2. Bs. İst. 1984 147. Küreselleşen Dünyada Özgür Birey, Zengin Toplum, Mehmet Traş, Birey Y. İst. 2003 148. Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar, Ali Gevgilili, Bağlam Y. İst. 2. Bsk, 1989 149. Ana Hatlarıyla İslâm Ekonomisi, Servet Armağan, Timaş Y. 150. Çağdaş Ekonomik Doktrinler ve İslâm, İ. M. İsmail, Boğaziçi Y. 151. Çalışma Hayatı ve İslâm, Yunus Vehbi Yavuz, Tuğra Y. 152. Ekonomiye Değinmeler, Zübeyir Yetik, Akabe Y. 153. El-Hisbe, İbn Teymiyye, İnsan Y. 154. Hz. Muhammed’in Getirdiği Ekonomik Düzen, Sadık Yılma, Yeni Ufuklar Neşriyat 155. Hz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa, Cengiz Kellek, Bilim ve Sanat Vakfı Y. 156. Hz. Ömer Döneminde Ekonomik Yapı, İrfan Mahmud Rânâ, Bir Y. 157. İktisat Bilinci, Hekimoğlu İsmail, Denge Y. İst. 1996 158. İslâm Devlet Bütçesi, Celâl Yeniçeri, Şamil Y. 159. İslâm Ekonomi Sistemi, Muhammed Bakır Sadr, Rehber Y. 160. İslâm Ekonomisi Sistemi, M. Ömer Çapra, Fikir Y. 161. İslâm Ekonomi Düşüncesi, Sıddıkî, Bir Y. 162. İslâm Ekonomi Toplumunun Kuruluşu, Muhammed Abdülmennan, Fikir Y. 163. İslâm Ekonomisi Teori ve Pratik, M. A. Mannan, Fikir Y. 164. İslâm Ekonomisi ve Sosyal Güvenlik Sistemi, Faruk Yılmaz, Marifet Y. 165. İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri, Heyet, Ensar Neşriyat 166. İslâm Ekonomisinde Gelir ve Sermaye, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y. 167. İslâm Ekonomisinde Tasarruf ve Ekonomik Gelişme, M. Sabri Erdoğdu, Sebil Y./Marm. Ü. İl. 168. İslâm Ekonomisinin Temel Meseleleri, M. Ekrem Han, Kayıhan Y. 169. İslâm İktisadında Helâl Kazanç, İmam Muhammed Şeybani, Seha Neşriyat 170. İslâm İktisadının Esasları, Celâl Yeniçeri, Şamil Y. 171. İslâm İktisat ve Metodolojisi, Yusuf Mısri, Birleşik Yayıncılık İst. 172. İslâm İktisat Tarihine Giriş, Abdulaziz Durî, Endülüs Y. İst. 1991 173. İslâm’da İktisadî Nizamı, Ömer Çapra, Çev. Hulûsi Yavuz, Sebil Y. 174. İslâm Şirketler Hukuku Emek-Sermaye Şirketi, Osman Şekerci, Marifet Y. 175. İslâm ve Çağdaş Ekonomik Konular, M. A. Mannan, Fikir Y. İst. 1984 176. İslâm ve Çağdaş Ekonomik Doktrinler, Muhammed İsmail, çev. Cemal Karaağaçlı, Serda, Yeni Neşr. 177. İslâm Ekonomisinin Strüktürü, Sezai Karakoç, Diriliş Y. 178. İslâm’da Ekonomik ve Sosyal Düşüncenin Çağdaş Görünümü, Heyet, Düşünce Y. İst. 1978 179. İslâm Devletinde Malî Yapı, S. A. Sıddıkî, Çev. Rasim Özdenören, Fikir Y. 2. bs. İst. 1980 180. İslâm ve Ekonomik Hayat, Ahmet Tabakoğlu, Y. 181. İslâm ve İktisadi Ekoller, M. Bakır es-Sadr, Akademi Y. İst. 1991 182. İslâm ve Mülkiyet, Mahmud Talegani, Yöneliş Y. 183. İslâm’da Tüketici Hakları, Hüseyin Arslan, T. Diyanet Vakfı Y. 184. İslâmî Yaklaşımlar, Hamdi Döndüren, Kültür Basın Yay. Birliği 185. İslâmî Açıdan Borsa, Heyet, Ensar Neşriyat 186. İslâmî İktisadın Felsefesi, Murtaza Mutahhari, İnsan Y. 187. İslâm İktisadında Narh, Davut Aydüz, Işık Y. x 188. İslâm’da İktisat Anlayışımız, M. Said Çekmegil, Nabi-Nida Y. 2. bs. Malatya, 1994 189. Çağdaş İktisadi Sistemleri, Beşir Hamitoğulları, Savaş Y. 190. Adil Ekonomik Düzen, Necmettin Erbakan, Ank. 1991 191. Modern İktisat ve İslâm, Sabahaddin Zaim, MTTB Basın-Yayın Md. Neşr. 3. bsk. İst. 1969 192. Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Yahya S. Tezel, Tarif Vakfı Yurt Y. 193. Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y. 194. Türkiye’de Özel Finans Kurumları ve İslâm Bankacılığı, İsmail Özsoy, Timaş Y. İst. 1987 195. Türkiye’de Ekonomik Güçlükler ve Çözüm Yolları, Emin Çarıkçı, Adım Y. 196. Türkiye’de Enflasyonla Mücadele, Tuncay Artun, Tekin Y. 197. Türkiye’de Özelleştirme, Cevat Karataş, Ziya Öniş, Yeni Yüzyıl Kitaplığı Y. 198. Darbelerin Ekonomisi, Mehmet Altan, Afa Y. İst. 1990 199. Yabancı Sermaye, Komisyon, TÜGİAD Y. 200. Toplum Suskun, Sermaye Serbest, Heyet, Bireşim Y. 201. Ekonomi ve Ahlâk, N. Haydar Nakvî, İnsan Y. İst. 1985 202. Ekonomik Çözüm, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y. İst. 1991 203. Risk Sermayesi, Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, Murat Çizakça, İlmî Neşriyat 204. Türkiye’de Zekât Potansiyeli, Heyet, İlmî Neşriyat 205. Reklâm Dünyasının İçyüzü, Jim Ring, Milliyet Gazetesi Y. 206. Reklâm Bize Sırıtan Bir Leştir, Oliviero Toscani, Milliyet Gazetesi Y. 207. Parasal Bunalımlar ve Uluslar arası Reform, İsmail Şengün, T. Ekonomi Kurumu Y. 208. Türkiye’de Ekonomi Politikaları ve İşsizlik Meselesi, Şevki Çobanoğlu, Uhud Y. 209. Bireysel Yatırım Araçları, Mehmet Çavaş, İletişim Y. 210. Tarikat Sermayesinin Yükselişi, Faik Bulut, Öteki Y. 211. Faiz, Ebu’l-A’lâ Mevdûdî, Çev. M. Hasan Beşer, Hilâl Y. İst. 1966 212. Faiz, Seyyid Kutup, Çev. Cafer Tayyar, İslâmoğlu Y. 213. Faiz, Mehmet Zahid Kotku, Seha Neşriyat 214. Faiz ve Problemleri, İsmail Özsoy, Nil Y. 215. Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, Cihangir Akın, Kayıhan Y. 216. Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli, Heyet, İlmî Neşriyat İSAV, İst. 1987 217. Türkiye’de Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Sistemleri, Mustafa Uçar, Fey Vakfı Y. 218. Faiz Politikalarının Enflasyon Üzerindeki Etkileri ve Türkiye, Muhammed Akdiş, Yimder Y. 219. İslâm’da Faiz Meselesine Yeni Bir Bakış, Süleyman Uludağ, Dergâh Y. İst. 1988 220. Alternatif Faizsiz Banka, Süleyman Karagülle, İz Y. İst. 1991 221. Teşvik Kredileri ve Faiz, Ali Özek, İlmî Neşriyat 222. Tefsîr-i Âyeti’r Ribâ, Seyyid Kutup, İslâmoğlu Y. 223. İslâm’a Göre Faizsiz Banka, Kalkınma ve Sigorta, M. Ahmet Zerkâ, Kalem Y. 224. Türkiye’de Faiz Politikaları, Adnan Büyükdeniz, Bilim ve Sanat Vakfı Y. 225. Türkiye’de Serbest Faiz Politikası, Tuncay Artun, Tekin Y. 226. Para, Faiz ve İslâm, Heyet, İlmî Neşriyat, İSAV, İst. 1987 227. Para, John Kenneth Galbraith, Altın Kit. Y. 228. Para Bulma ve Yatırım, Ali Sait Yüksel, Beta Basım Yayım 229. Para ve Banka, Halil Dirimtekin, Anad. Üniv. A. Öğr. Fak. Y. 230. Finansal Kurumlar ve Piyasalar, Mustafa Çıkrıkçı, Derya Kitabevi Y. 231. Finsal Kurumlar, Güven Sevil, Anad. Üniv. A. Öğr. Fak. Y. 232. Finansal Teknikler, Ali Ceylan, Ekin Kit. Y. 233. Finansal Yönetim, Niyazi Berk, Türkmen Kitabevi Y. 234. Dünyada ve Türkiye’de Yatırım Fonları, Gürman Tevfik, T. İş Bankası Y. 235. 100 Soruda Para ve Para Politikası, Sadun Aren, Gerçek Y. 236. Akdeniz Dünyasında Para, Fiyatlar ve Medeniyet, Carlo M. Cipollo, Bağlam Y. 237. Kriz Ekonomisi, M. İlker Parasız, Ezgi Kitabevi Y. 238. Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar, S. Rıdvan Karluk, Tütünbank Y. 239. Dünya Ekonomisi ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler, Tuba Ongun, Evrim Y. 240. Döviz Ekonomisi, Emin Ertürk, Der Y. 241. Altın, Nedim Şener, Dünya Y. 242. Altın, İstanbul Altın Borsası ve Dünyadaki Örnekler, Nedim Şener, Dünya Y. 243. Sınıf Açısından Azgelişmişlik, Yves Lacoste, Göçebe Y. 244. Tek Pazardan Ekonomik ve Parasal Birliğe Avrupa Birliğinin Yetkileri, Komisyoın, İKV Y. 245. Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu Ortaklığı Anlaşmalar, Tevfik Saraçoğlu, Akbank Y.
Sual Günah işlemeyi, insanların ayıplamalarından korkulduğu için mi yoksa Allah için mi terketmelidir? Cevap Günah işleyecek kimsenin, bu günahtan vaz geçmesi, ya Allahü teâlâdan korktuğu veya insanlardan haya ettiği, utandığı yahut da başkalarının yapmasına sebep olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alameti, o günahı gizli olarak da işlememektir. İnsanlardan haya etmek, utanmak, onların kötülemelerinden korkmak demektir. Başkalarının günah işlemelerine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günahtır. Başkalarının bu günahı işlemelerinin günahları da, kıyamete kadar bunlara sebep olana yazılır. Bir hadîs-i şerifde; İnsan günahını dünyada gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyamet günü, bu günahı kullarından saklar buyuruldu. Herkese vera sahibi olduğunu bildirmek için, günahını saklamak ve gizli olarak devam etmek, riya olur. *** Sual Başkaları günah işlemesin diye, onların hatırı için, sünnetleri, müstehabları terketmek uygun olur mu? Cevap Başkalarının günaha girmemeleri için, bir kimsenin mubahları terk etmesi iyi olur. Fakat sünnetleri, hatta müstehabları terk etmesi caiz olmaz. Mesela gıybet yapmamaları için, misvak kullanmayı terk etmek iyi olmaz. *** Sual Bir kimsenin, yaptığı ibadetleri başkalarına göstermekten veya onların duymasından haya etmesi, utanması doğru bir şey midir? Cevap İbadetlerini başkalarına göstermekten haya etmek, utanmak caiz değildir. Haya, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten, ilmihal kitabı yazmaktan, satmaktan, imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur'ân-ı kerim okumaktan haya etmek caiz değildir. Haya imandandır hadîs-i şerifindeki haya, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan haya etmesi lazımdır. Bunun için, ibadetlerini ihlas ile yapmalıdır. *** Sual Yolda yürürken, ayağımız, giydiğimiz mestten biraz çıksa, abdest bozulmuş olur mu? Cevap Ayağın topuğu, mestin topuğundan çıkınca, mest ayaktan çıktı sayılır. Fakat ekseri kitaplar, ayağın yarıdan fazlası, mestin topuk kemikleri hizasından yukarı çıkmadıkça, ayaktan çıktı sayılmaz diyor. Buna göre, mest geniş olup, yürürken, topuğu mestten çıkıp, giren kimsenin meshi caiz olur. Yürürken abdesti bozulmaz. *** Sual İnsanları sıkıntıya sokacak, anlamaları zor olan veya fitneye sebep olacak olan nasihatleri yapmak, dinimizce uygun olur mu? Cevap Fitneye sebep olacak nasihati yapmamalıdır. Gücü, kuvveti, salahiyeti olan nasihat etmez ise, Müdahene olur ki, haramdır. Gücü yettiği halde, fitne çıkarmamak için nasihat etmezse, Müdara denir ki, caiz olur. Hatta müstehab olur. Güç kullanmak, devlet adamlarının vazifesidir. Alay edenlere, zarar yapacaklara nasihat verilmez. Nasihat, birinin yüzüne karşı olmamalı, umumi olarak, ortadan söylemelidir. Hiç kimse ile münakaşa etmemelidir. Resûlullah efendimize biri geldi. Onu uzaktan görünce; Kabilesinin en kötüsüdür buyurdu. Odaya girince, gülerek karşılayıp, iltifat eyledi. Gidince, hazret-i Aişe, sebebini sordu. İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmayan kimsedir buyurdu. O, Müslümanların başında bulunan bir münafık idi. Müslümanları onun şerrinden korumak için müdara buyurdu. Fıskı, fuhşu, zulmü açık, yani herkes arasında yayılmış olanı başkalarına söylemek Gıybet olmayacağı ve şerrinden korunmak için müdârâ caiz olduğu buradan anlaşılmaktadır. Künûz kitabındaki hadîs-i şerifte; İnsanlara müdara için gönderildim buyuruldu. Dini ve dünyayı korumak için dünyalık vermeye Müdara denir. Dünyalık ele geçirmek için dini vermeye ise Müdahene denir. Tatlı dil ile iyilik ve hatta yalan söyleyerek gönül almak, dünyalık vermek olur. Müslümanların, gizli yaptıkları büyük günahlarını görünce, örtmek lazımdır. Başkalarına söylerse, Kazf olur. Zan ile, iftira ile söylemek ise, daha büyük günahtır. *** Sual Kız ve erkek çocukların yatak odalarını kaç yaşından itibaren ayırmalıdır? Cevap On yaşına gelen kız ve erkek çocukların yatak odalarını birbirinden ve ana babalarından ayırmalıdır. Sual Ana, babanın dışında din büyüklerinin, alimlerin de eli öpülür mü? Cevap Alimin, ana babanın eli öpülür, başkasının öpülmez. Arkadaş ile karşılaşınca elini öpmek haramdır. *** Sual Kendimizden yaşça ve ilim bakımından büyük olanlar, bulunduğumuz yere geldiği zaman, onları ayağa kalkarak mı karşılamalıdır? Cevap Büyükler geldiği zaman, ayağa kalkarak karşılamak müstehabdır. Kendi gelince, kendisi için ayağa kalkılmasını sevmek mekruhtur.
bir kızı bozup terketmek günahı